Şu An Okunan
Özgür Sinema Bülteni – Temmuz 2023

Özgür Sinema Bülteni – Temmuz 2023

ABD’de tarihî grev, Türkiye’de taban ücret talebi

Mayıs ayında sinema ve televizyon senaristlerini temsil eden Amerika Yazarlar Birliği’nden (Writers Guild of America – WGA) binlerce emekçi ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebi ve sektörde yapay zekâ kullanımının mesleklerini ellerinden alacağı çekincesiyle dijital platformlara karşı grev kararı aldı. Senaristlerin başlattığı emek hareketinin yankıları sürerken Oyuncular Sendikası (SAG-AFTRA) da grev başlattı. Böylelikle Hollywood oyuncuları, Sinema ve Televizyon Yapımcıları İttifakı’yla (AMPTP) yapılan görüşmelerin olumsuz sonuçlanmasından dolayı tam 43 yıl sonra tekrar greve gitmiş oldu. Bu durum, senaristleri ve oyuncuları temsil eden sendikaların 1960’tan bu yana ilk kez aynı anda grev kararı almış olmasından dolayı da önem teşkil ediyor.

Senaristler ve oyuncuların ardı ardına aldıkları grev kararıyla birlikte çok sayıda proje askıya alınırken, grevin Hollywood’da dizi ve film gösterimlerinin gecikmesine yol açacağı öngörülüyor. Amazon, Apple, Disney, NBCUniversal, Netflix gibi şirketlerde önemli ölçüde maddi zarar bekleniyor. Sinema emekçileri ise ABD’de diğer sektörlere de yayılan grev dalgasını arkalarına alarak kararlı tutumlarını koruyorlar.

Türkiye’de emek bileşenleri: %35 iyileştirme hakkımız

ABD’de sektör tarihin en büyük grevlerinden biri yaşanırken Türkiye’de sektör emekçilerinin hakları, emek bileşenlerinin son birkaç yıldır taban ücretlerin iyileştirilmesi yönünde uyguladıkları strateji üzerinden ilerlemeye devam ediyor. 2023’ün başında yapımcılarla (Reklam Yapımcıları Derneği – RYD ve Televizyon ve Sinema Filmi Yapımcıları Meslek Birliği – TESİYAP) ilk defa aynı masaya oturan Sinema-TV Sendikası’nın ücretlere minimum yüzde 35 zam talebi kabul edilmemişti. Bunun üzerine sendika, kabul görmeyen zam talebini sosyal medya kanallarından açıklamıştı.

Yılın ikinci yarısı için ücret politikası konusundaysa bu kez emek bileşenlerini (farklı iş kollarını temsil eden birlik, platform ve dernekler) temsil eden Sinema-TV Sendikası ile yapımcı örgütleri arasında bir müzakere süreci yaşanmadı. Sendikaçatısı altında bir araya gelen yirmi yedi emek bileşeni, Temmuz ayının başında, sosyal medya üzerinden ortak bir açıklama yaptılar ve 2023’ün ilk yarısı dile getirdikleri “minimum yüzde 35 iyileştirme” talebini tekrarladılar.

Söz konusu iyileştirme taleplerinin herhangi bir bağlayıcılığı bulunmasa da (örneğin TESİYAP çatısı altındaki yapımcıların önemli bir kısmı bu ücret politikasını tanımıyor) sektördeki ücret eğilimleri üzerinde bir etkiye sahip olduğu da bilinmekte. Öte yandan, özellikle Netflix, Amazon ve Disney gibi dev şirketlere karşı emekçilerin lehine kazanımların elde edildiği Norveç ve ABD gibi örneklerin aksine Türkiye’de sinema-dizi sektöründe grev, bir eylem biçimi olarak tercih edilmiş değil.

Ufuk Demirbilek: Diyalog zemini yok

Konuyla ilgili Temmuz ayında Artı Gerçek’e konuşan Sinema-TV Sendikası yönetim kurulu başkanı Ufuk Demirbilek, işveren meslek birliklerinin talebi doğrultusunda 2023’ün başında yapımcılarla masaya oturduklarını, taban ücretlerini iyileştirmede uzlaşı sağlamak için iki kez taviz vermelerine karşın toplantının olumsuz sonuçlandığını ifade ederek, “Diyalog zemini olmadığı için bu dönem ücret iyileştirmemizi işverenlerle müzakere etmedik,” dedi.

Sektörün “Güvencesiz ve geleceksiz” olduğunu ifade eden Demirbilek, sektörde aktif olarak çalışan yaklaşık 10 binin kişinin olduğunu ve yasadışı çalışma koşullarının yaygın olduğunu vurguladı. Demirbilek zam taleplerinin yüksek olduğuna yönelik eleştirilere, sektör emekçilerinin yılın 12 ayında tam zamanlı çalışmadığına, ortalama 6-8 ay iş yaptıklarına dikkat çekerek cevap veriyor. Konuya böyle yaklaşınca, yayıncı şirketler kârlarını maksimize ederken, sinema-dizi emekçilerinin yıllık gelirinin yoksulluk sınırı civarında olduğu görülüyor.

%35 ücret iyileştirmesi yönündeki açıklamanın ardından, Sinema-TV Sendikası bünyesindeki emek bileşenleri, ortak bildiriye ek olarak kendi içlerinde yaptıkları toplantılarda belirledikleri ücretlendirme tablolarını ve koşulları da duyurmaya başladılar. Örneğin Reji Asistanları Platformu (RAP), sinema ve dijital platform taban ücretleri için ön hazırlık ve çekim ücretlerini haftalık olarak sıraladı. Post Prodüksiyon Çalışanları Derneği (POSTPRODER) ise hazırladığı ücretlendirme tablosunu fazla mesai ücretleri dışında ve vergiler hariç net ücretler olarak paylaştı.

Bu haberin tamamını okumak için tıklayınız.

Hukuksuzluk ve zulüm: Gezi tebliğnamesi

Yargıtay başsavcılığı, aralarında film yapımcısı Çiğdem Mater, belgesel sinemaya katkılarıyla tanınan Osman Kavala ve Emek Sineması’nın yıkımına karşı mücadelede önemli rol oynayan Mücella Yapıcı ile Can Atalay’ın da olduğu Gezi Davası sanıklarıyla ilgili tebliğnamesini hazırladı. Tebliğnamede, polis şiddetine bağlı ölüm ve yaralanmaların çoğu 27 Haziran 2013 tarihinden önce gerçekleşmiş olmasına rağmen, bu tarihten sonra şiddet ortamı yaratıldığı iddia ediliyor, somut gerçekler hiçe sayılıyor. Ayrıca Hrant Dink anmaları suç sayılıyor, Berkin Elvan’ın ölümüne dair gerçekler çarpıtılıyor…

İfade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri özgürlüğünün yanı sıra kültür-sanat faaliyetlerini, video ve film üretimini de suç kapsamına dahil eden davada İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, 25 Nisan 2022’de hükmü açıklamış, ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamasıyla Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet; Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden ve Yiğit Ali Ekmekçi’ye 18’er yıl hapis cezası vermişti. Mahkemenin hükmüne yapılan itirazları önce istinaf mahkemesi incelemiş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3’üncü Ceza Dairesi, kararı yerinde bulduktan sonra dosya Yargıtay’a taşınmıştı.

Nihai karardan önce Yargıtay başsavcılığı, tebliğnamesini 7 Temmuz 2023’te hazırladı. Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı yardımcısı Zafer Şahin tarafından hazırlanan ve Gezi Direnişi davasına ilişkin dört bölümden oluşan tebliğnamede Osman Kavala’ya verilen müebbet hapis cezasıyla Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi’nin 18’er yıl hapis cezasının onanması istenirken Mücella Yapıcı hakkında mahkûmiyetin bozulması talep edildi.

Berkin Elvan’ın öldürülmesi hakkında tarihsel çarpıtma

Tebliğnamede Gezi protestoları sırasında polisin attığı gaz kapsülüyle öldürdüğü Berkin Elvan’ın adı da geçiyor. Savcı Zafer Şahin, Gezi Direnişi sanıklarının yaptıkları toplantılarda şiddet içeren eylem kararları aldıklarını savunduğu tebliğnamesinde, Berkin Elvan’ın ölümünden Can Atalay ve diğer tutukluları sorumlu tuttu. Şiddet ortamını yaratan unsurların başında ise 27 Haziran 2013’te Garaj İstanbul’da yapılan bir toplantı gösteriliyor.

Oysa bilindiği üzere Berkin Elvan, bu tarihten çok daha önce, 16 Haziran 2013’te polisin attığı gaz kapsülüyle başından yaralanmış, aylarca komada kaldıktan sonra 11 Mart 2014 tarihinde hayatını kaybetmişti. Elvan’ın ölümüne neden olan polis memuru Fatih Dalgalı “kasten öldürme” suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Tebliğnamede belirtildiğinin aksine 27 Haziran 2013 tarihinden sonra Gezi Direnişi eylemleri büyük oranda Park Forumları ile devam etti; silahsız eylemciler ile gaz kapsülü/biber gazı/plastik mermi/kurşun kullanan kolluk güçleri arasında yaşanan olaylar giderek seyrekleşti.

Yapıcı hakkında inandırıcı delil bulunamadı

Tebliğnamede Mücella Yapıcı’nın cezasının bozulmasına ilişkin “kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği” ifade edildi ve itirazın kabul edilip Yapıcı hakkındaki hükmün bozulması istendi. T24’ten Murat Sabuncu’nun aktarımına göre Mücella Yapıcı’nın bu konuda “Hakkımda yeterli delil yoksa, başkaları hakkında da yoktur,” beyanında bulundu.

Çiğdem Mater Hrant Dink anmalarından ötürü suçlandı

Tebliğnamede yer alan bir başka dikkat çekici detay ise yapımcı Çiğdem Mater hakkında. Savcı Şahin, Mater’in 19 Ocak Hrant Dink anmalarını organize etmek için yaptığı telefon görüşmelerinin kayıtlarını tebliğnamede suç unsuru saydı. Hrant’ın Arkadaşları İnisiyatifi’den yapılan açıklamada “Çiğdem Mater’e yönelik zorlama suç isnatları ve delil yaratma gayretinin hiçbir hukuki karşılığı yoktur. Arkadaşımız daha önce beraat ettiği davadan yargılanıyor ve hakkında hiçbir somut delil de yok,” denilerek Mater için özgürlük istendi. Mater ise konu hakkında yaptığı yazılı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “Yargıtay’da hakimler olduğunu umuyorum, o hakimlerin hukuku, Anayasa’yı ve uluslararası sözleşmeleri dikkate almasını bekliyorum.”

Bu haberin tamamını okumak için tıklayınız.


TRT’nin Osman Kavala’yı hedef alan dizisine tepkiler devam ediyor

TRT’nin tartışmalı dizisi Metamorfoz’un (2023-) ikinci bölümü iki ayı aşkın sürenin ardından yayında. Sanat ve sivil toplum alanlarında yürüttüğü sayısız çok yönlü çalışmayla kültür yaşamına önemli katkılar sunan, bugün hâlâ hukuksuz biçimde cezaevinde tutulan Osman Kavala’nın kişisel tarihini taraflı olarak baştan yazmaya kalkışan dizi, TRT’nin dijital platformu tabii’de yayınlanıyor. Gezi Direnişi protestolarına sık sık gönderme yapan Metamorfoz Kavala hakkındaki gerçekleri çarpıtmasından tarafsız olması gereken ve kamu kaynaklarıyla yayın yapan TRT’nin böyle bir karalama kampanyasına aracılık etmesine pek çok başlıkta tartışma yaratırken diziye tepkiler ikinci bölümde de devam ediyor.

İlk bölümü 7 Mayıs’ta ekrana gelen dizinin ikinci bölümü gelen tüm tepkilere ve hem ulusal hem de uluslararası kuruluşlardan gelen çağrılara rağmen 13 Temmuz’da yayınlandı. Yeşil Sol Parti Diyarbakır milletvekili Cengiz Çandar, diziyle ilgili yaptırım için Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna (RTÜK) başvuruda bulundu. Başvurusunda dizide Can Nergisli’nin hayat verdiği başrol karakterin, Kavala’nın dış görünüşüne kasıtlı olarak benzer hale getirildiğinin görüldüğünü belirten Çandar, diziyle ‘hakaret’, ‘iftira’, ‘özel hayatın gizliliği’ gibi suçların oluştuğunu ifade etti.

Dizinin, Kavala’nın hayat hikâyesini anlatır şekilde ve komplo teorileriyle süslenerek izleyiciye sunulduğunu, seyirci tarafından Kavala’nın hayatı olarak algılanan diziyle toplum nezdinde Kavala hakkında alenen ‘siyasi casusluk’ kanaati yaratıldığını belirten Çandar, Kavala’nın kişilik haklarının zarar gördüğünü vurguladı. Dizinin yargı sürecini yönlendirebilecek bir nitelik arz ettiğinin, hukukun temel ilkesi olan ‘masumiyet karinesini’ yok sayıldığının ifade edildiği başvuruda “kamusal ve demokratik değerlerin bizatihi bir kamu yayın kuruluşu tarafından ayaklar altına alındığı” vurgulanıyor. Çandar, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un “Yayın hizmeti ilkeleri” hükümlerinin açıkça ihlali nedeniyle TRT’ye ayrı ayrı yaptırım uygulanması için RTÜK’e başvuruda bulunduklarını kaydetti.

Çandar’ın RTÜK başvurusunda bahsettiği üzere Kavala üzerinden kasıtlı bir algı operasyonu yürütülüyor ve bir kamu kanalı olan TRT de toplum hafızasında iktidar gözünden bir Kavala portresi çizilmesine aracılık ediyor. Ancak Osman Kavala’nın, gerek sivil toplum alanında gerekse sanatın hemen her kolunda değerli faaliyetler üretmiş bir isim olduğuna dikkat çekenlerin sayısı da azımsanmayacak boyutta.

Argonotlar’dan Özlem Altunok, “Kültürel ‘böcekleşme’ vs. Osman Kavala” başlıklı yazısında “Peki kimdir gerçek Osman Kavala?” sorusunun peşine düşüyor ve “Osman Kavala’nın itibarının yaptığı çalışmalarla yerli yerinde durduğunu” hatırlatıyor. Kavala’nın sivil toplum, kültür ve sanata olan katkılarını kronolojik biçimde anlatan yazıyı okumak için tıklayınız.

Bianet’ten Tuğçe Yılmaz’ın kendisiyle yaptığı söyleşide sinema yazarı, senarist ve gazeteci Hasan Cömert, TRT’nin “propaganda bakanlığının yüzü” haline geldiğine vurgu yapıyor. Cömert, YouTube kanalı Kutsal Motor’da Kaan Karsan ve Zeynep Ocak’la birlikte gerçekleştirdikleri Kıraathane programında da mevzuyu ele alıyor. Programda hukuksuz bir davayla Kavala’nın hayatını çalan siyasi iktidarın, şimdi de Kavala’nın hayat hikâyesini yeniden yazmaya teşebbüs ettiği belirtiliyor.

Hatırlanacağı üzere, Karin Karakaşlı da P24 Blog’da diziyle ilgili “Yalan, kurgu, hakikat” başlıklı bir yazı kaleme almıştı.


Ağaç katliamını kayda alan Kazım Kızıl’a biber gazıyla müdahale

Belgeselci, video-aktivist Kazım Kızıl, Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Akbelen Ormanı’nda yaşanan ağaç kıyımını kayda almak istediği için jandarmanın sert müdahalesiyle karşılaştı. Jandarma, Kızıl’ın çekim yapmasını engellemeye çalıştı, çekim yapmaktaki ısrarını görünce ise çok yakın mesafeden gözlerine biber gazı sıktı. Kızıl’ın jandarma müdahalesine maruz kaldığı anlar alandaki bir başka yurttaşın kamerasına yansıdı. Videoyu “Ormanı savunmak da fotoğraf-video çekmek de suç değildir!” notuyla paylaşan Kızıl’a çok sayıda destek mesajı geldi.

Muğla’nın Milas ilçesinde, İkizköy’ün bitişiğindeki Akbelen Ormanı’nda 24 Temmuz’da başlayan ağaç kıyımına karşı yerliler, gönüllü çevre kuruluşları ve yurttaşlar bir an olsun alanı terk etmiyor. Limak Holding ve İÇTAŞ ortaklığındaki YK Enerji, İkizköy’deki Akbelen Ormanı’nın 740 dönümlük bölgesini, termik santrallere linyit sağlayan açık maden ocağına katmak için gerekli izinleri almıştı. Ancak açılmak istenen maden sahasının karşı İkizköylüler büyük bir direniş göstermiş, 2019’dan bu yana da mücadeleyi ısrarla sürdürmüşlerdi. 24 Temmuz Pazartesi günü ise ormanda ağaç kıyımı başladı. Hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üstünde seyrettiği şu günlerde genç yaşlı demeden ormana gelen ve ağaçları savunan yurttaşların kesim yapılan alana girmesini önlemek için barikat kuruldu. Yaşam savunucuları ağaçlara karşı maden sahasını savunan jandarmanın sert müdahalesiyle karşılaştı. Direnişin önüne geçmek için TOMA ile ilaçlı su ve biber gazı sıkılırken çok sayıda kişi hastanelik oldu.

Jandarmanın sert müdahalesine maruz kalanlardan biri de toplumsal hafızayı diri tutan önemli işlerde imzası olan Kazım Kızıl oldu. Son olarak 6 Şubat depremlerinin yarattığı yıkımı bizzat yerinde gözlemleyen ve gerek depremden etkilenen yurttaşların dertlerini gerekse kendi başından geçen olayları raporlayan Kızıl, Akbelen Ormanı’ndaki vahşetin izini sürmek için alana geldi. Çevre aktivistlerinin mücadelesini anlık paylaşarak kamuoyunda farkındalık yaratan Kızıl, 26 Temmuz’da kesim yapılan alanda çekim yapmak istese de bu hakkı jandarma tarafından engellendi. Bir jandarmanın Kızıl’ın doğrudan gözlerine biber gazı sıktığı anlar alandaki bir yurttaşın kamerasına yansıdı. Arbede anında kamerası kayıtta olan Kızıl daha sonra o anları da paylaştı ve işini yapmaya devam edeceğini ifade etti: “Ben iyiyim. Arayan soran, dayanışma gösteren herkese teşekkürler. Ormanı savunmak da gazetecilik de suç değildir. İşimizi yapmaya devam edeceğiz.”


Boğaziçi’nde yapımcı Yamaç Okur da davasını kazandı

Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin (MAFM) yöneticilerinden Zeynep Ünal’ın ardından daha önce MAFM’de çeşitli kademelerde görev alan, yapımcı Yamaç Okur da kuruma açtığı davayı kazandı. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi mezunu olan Okur,mezun kartı süresiz iptal edildiği için yargının yolunu tutan kişiler arasındaydı.

Davaya konu olay Naci İnci’nin cumhurbaşkanının kararıyla Boğaziçi’ne rektör olarak atanmasıyla başlayan usulsüzlüklerden sadece biri. Boğaziçi Üniversitesi yönetimi, geçen sene Temmuz ayında düzenlenecek mezuniyet töreni öncesi öğrencilere e-posta göndererek “Eylem yaparsanız mezun kartınızı iptal ederiz” diye tehdit savurmuş, daha sonra da olası protestoların önüne geçmek için organizasyonu iptal etmişti. Yine bu dönemde bazı öğrencilerin kartları, mezuniyete katılmamalarına rağmen iptal edilmiş, gerekçe olarak da “kampüste düzenlenen eylem ve gösterilere katılmaları” gösterilmişti. Yüzlerce mezunun kartı iptal edilerek kampüse girişleri yasaklanırken çoğuna gerekçe bile gösterilmemiş, iptal kararlarının büyük kısmı tesadüfen öğrenilmişti.

Ağustos ayında ise İnci’nin kararıyla Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin (MAFM) yöneticileri Zeynep Ünal ve Elif Ergezen’in görevlerine son verilmiş, kampüse girişleri engellenmişti. Ünal ve Ergezen’in ardından yapımcı Yamaç Okur’un da mezun kartı iptal edilerek kampüse girişi yasaklanmıştı. Twitter paylaşımları gerekçe gösterilerek mezun kartı iptal edilen Okur kampüsün önünde çektiği bir fotoğrafı sosyal medyada paylaşarak isminin kara listeye alındığını yazmıştı: “Maalesef mezunu olduğum Boğaziçi Üniversite’sine artık giremiyorum. Kapıya Rektörlük tarafından üniversite girişi yasaklanmış mezunların olduğu bir kara liste bırakılmış. Keyfine göre bir kişi kimin üniversiteye girip giremeyeceğine karar veriyor. Tanıdık geldi mi?”

Boğaziçi Üniversitesi mezunlarının mezun kartlarının süresiz iptaliyle ilgili davalar sürerken sevindirici bir gelişme yaşandı. Rektörlüğün keyfî yaptırımını yargıya taşıyan Okur’un davası 31 Mayıs 2023’te lehine sonuçlandı. İstanbul 7. İdare Mahkemesi, “davacının yalnızca kişisel sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımdan ibaret eyleminin ise ifade hürriyeti kapsamında olduğu, bu eylemin de üniversitenin huzur ve işleyişinin bozacak mahiyette olmadığı anlaşıldığından dava konusu işlemde sebep yönünden hukuka uygunluk bulunmadığı” sonucuna vararak Okur’un üniversiteye girmesini ve yargılama giderlerinin davalı Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü tarafından karşılanmasını kararlaştırdı.

Gerçek Gündem’e değerlendirmede bulunan Okur, mahkeme kararında “ifade özgürlüğüne” dikkat çekilmesinin önemli olduğunu belirterek “Ciddiyetten uzak, keyfî alınan bir karar mahkeme kararıyla hukuka uygun bulunmamıştır. Üniversiteme tekrar girebileceğim için sevinçli; bir yıldır kampüse giremediğim ve öğrencilerle buluşamadığım için ise üzgünüm,” dedi.

Daha önce Boğaziçi Üniversitesi’ndeki protestolardan dolayı bursları kesilen yaklaşık 20 öğrencinin davasına bakan, bu sene de mezun kartı iptal edilen ve disiplin cezası alan öğrenci ile mezunların davalarıyla ilgilenen avukat Abdullah Tıkıç ise mezun kartı iptallerinin “Türkiye tarihinde bir ilk” olduğunu ifade etti. Tıkıç, bu yaptırımın Boğaziçi mezunlarının hak ve özgürlüklerini sınırlandırdığı görüşünde.


Boğaziçi’nde Can Candan’ın görevine yine hukuksuzca son verildi

Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü akademisyen, belgesel sinemacı Can Candan’ın mahkemece geri verilen haklarını tanımama konusundaki ısrarını sürdürüyor. Hakkında göreve iade edilmesine ilişkin mahkemece verilen karar yok sayılan Candan, bu hukuksuzlukla üçüncü kez karşılaşıyor.

Candan, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırılmasına ilişkin açtığı davayı iki kez kazanmış, son olarak işe iade işleminin 22 Haziran 2023 itibariyle resmiyet kazandığını duyurmuştu. Candan son paylaşımında ise mahkeme kararını uygulamak zorunda kalıp ikinci kez göreve iade yazısını imzalayan ve “kayyım” olarak anılan rektör Naci İnci’nin bir kez daha kadro süresini uzatmayarak görevine son verdiğini duyurdu.

“Yine yetkiyi kötüye kullanma, iptal edilecek bir hukuksuz işlem ve binlerce TL kamu zararı daha!” diyen Candan, hem kendi haklarının hem de üniversite ve kamuya verilen zararın yasal takipçisi olmaya devam edeceğini ifade etti. Yaşanılan hukuksuzlukla ilgili Cumhuriyet’e konuşan Candan, Boğaziçi’nde 2021’den beri (Melih Bulu’nun cumhurbaşkanı kararıyla rektör olarak atanmasından bu yana) ciddi bir yönetim krizi olduğuna dikkat çekti. Boğaziçi’li akademisyenlerin özgür, özerk ve demokratik üniversite talebiyle başlattıkları direnişin otuz aydır devam ettiğini hatırlatan Candan, üniversiteye atamayla gelen yöneticilerin yetkilerini kötüye kullandıklarını ifade ederek “Bu yaşananlar hem akademisyenleri bireysel olarak cezalandırmak hem de gözdağı vermek için yapılıyor,” dedi. Candan maruz kaldığı hukuksuzluğu “Bu, beklediğimiz ancak olmamasını umut ettiğimiz bir karardı,” sözleriyle yorumlarken bu gibi davaların kamu zararı olmasının yanı sıra Boğaziçi’nin kalitesine hasar verdiğini, en çok da öğrenciler üstünde olumsuz etki yarattığını söyledi.


RTÜK’ten dijital platformlara üst sınırdan ‘ahlak’ cezası

İktidarın sansür aracı hâline gelen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), dijital platformlara ceza yağdırdı. Netflix, Disney +, Amazon Prime Video, MUBI, beIN ve bluTV’de yer alan pek çok yapım için “toplumsal ve kültürel değerler ile Türk aile yapısına aykırı” olduğu gerekçesiyle üst sınırdan idari para cezası kararı verildi. İzleme raporlarını görüşen Üst Kurul, sansüre gerekçe olarak “toplumsal ve kültürel değerler”, “Türk aile yapısı”, “ahlak”, “LGBTİQ”, “eşcinsellik”, “cinsiyet, cinsellik ve ilişkilerin sınırlarının bulunmaması” ve “cinsiyet temelli alternatif bir dünya kurgulanmasını” gösterdi.  

David Lynch’in Kayıp Otoban‘ı “milli ve manevi değerlere” aykırı bulunarak cezaya gerekçe sayıldı.

beIN MOVIES STARS’da yayınlanan David Lynch’in kült filmlerinden Kayıp Otoban’a (Lost Highway, 1997) “Yayın hizmetleri, toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz” kararı üzerinden idari para cezası verildi. Netflix’te ekrana gelen Élite (2018-), ile Anne+: The Film (2021), BluTV’deki The Book Of Queer (2022-) ve MUBI’de gösterilen Liseli (Le Lycéen, 2022) gibi yapımlar, lezbiyenlik ve “LGBTQ+ ögeler” gibi gerekçelerle  RTÜK’ün sansür kıskacına takılan yapımlardan bazıları.

Bunlara ek olarak Üst Kurul “Türk aile yapısı, milli manevi değerler, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü gibi hassas konularla alakalı yayın politikaları” noktasında dijital internet platformu yayıncılarıyla Eylül ayında kapsamlı bir toplantı düzenlenmesi maksadıyla yayıncıların Ankara’ya çağırılmasına karar verdi.