Şu An Okunan
‘Özgür Sinema Bülteni’ – Ocak 2024

‘Özgür Sinema Bülteni’ – Ocak 2024

18. İstanbul Bienali forumlarında buluşan sanatçıların gündeminde sinema sansürü de vardı

İKSV (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) 2024 yılında yapılması planlanan 18. İstanbul Bienali’nin 2025 yılında gerçekleştirileceğini duyurdu. 17 yıl önce Hrant Dink cinayetinin işlendiği 19 Ocak tarihinde açıklanan bu erteleme kararının, bağımsız sanatçı oluşumlarının düzenlediği Buradan Nereye?: 18B Vakası başlıklı forumların ardından alınması dikkatlerden kaçmadı. Onlarca bağımsız sanat platformunun davetiyle düzenlenen bu forumların ilki 7 Ocak tarihinde düzenlenmişti. Geniş bir katılımla gerçekleşen bu foruma, Defne Ayas’ın Bienal küratörlüğünün İKSV tarafından engellenmesi sürecinden sonra vakfı sansürcü ve şeffaflıktan uzak yaklaşımları sebebiyle eleştiren birçok sanatçı ve kültür emekçisinin yanı sıra sinema dünyasından isimler de katıldı. Forumda 18. Bienal vakasının yanı sıra, 2015 Venedik Bienali’nin Ermeni Soykırımı ifadesi nedeniyle kataloğunun sansürlenmesi ve yine aynı yıl 34. İstanbul Film Festivali’nde yaşanan Bakur (Kuzey, 2015) sansürü de gündeme getirildi. Ayrıca, 2021 yılında Türkiye’de kadın cinayetlerini anlatan Ölümüne Boşanmak (Dying to Divorce, 2021) filminin, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğinin açıklandığı günlerde 40. İstanbul Film Festivali’nin programına alınmayışı ve geçtiğimiz yıl genel seçimler öncesinde düzenlenen festivalde Kürtçe dil mücadelesine odaklanan Ulysses Çevirmek (Translating Ulysses, 2023) belgeseline yer verilmeyişi gibi sinema sansürü vakaları da konuşuldu.

Zana Maran’ın Galata Bahçe’de gerçekleştirilen, herhangi bir kaydın alınmadığı ilk Buradan Nereye? forumuna dair çizimi

Hatırlanacağı üzere, sanatçıların ardından sinemacılar da İKSV’ye yönelik bir mektup kaleme alarak vakfı özeleştiri yapmaya ve kurumsal sorumluluk almaya çağırmıştı. Dört sanatçı (Ateş Alpar, Bengü Karaduman, Kerem Ozan Bayraktar ve Yaşam Şaşmazer) ise Defne Ayas’ın küratörlüğünün engellenmesinin ardından “demokratik karar mekanizmalarının” eksikliğine dikkat çekerek 18. İstanbul Bienali’ne katılmayacaklarını açıklamıştı.

Bu gelişmelerin ardından, yirmiyi aşkın sanat inisiyatifinin çağrısıyla düzenlenen Buradan Nereye? forumlarının İKSV’nin de katılımıyla gerçekleştirilmesi planlanıyordu. Ancak ilk forumda söz alan çağrıcıların aktardığı kadarıyla İKSV yöneticileri, seçim ve karar süreçlerine dair eleştirilerin ardından etkinliklerini daha “katılımcı hâle getirme” sözü vermiş olmasına karşın forumlarda yer almamayı tercih etti.

İKSV: Arzu etmeyeceğimiz taraflar oluştu

İKSV, Bienal’in ertelendiğini duyurduğu açıklamada forumlara referans vermezken şu ifadelere yer verdi: “sanat çevrelerinde asla arzu etmeyeceğimiz biçimde tarafların oluştuğunu, Bienal’e katılmayı kabul etmiş veya etmeyi değerlendiren sanatçıların, yürütülen işbirliklerinin ve ortaklıkların olumsuz etkilendiğini gözlemledik. Bu durum, İstanbul Bienali’nin planlandığı şekilde düzenlenmesini imkânsız hâle getirdi.”

Vakfın açıklamasında yer alan bu ifadeler, Buradan Nereye? forumlarının ilkinde sanatçıların İstanbul Bienali’ne yönelik boykot ihtimalini de konuşmaları üzerine kaleme alınmış gibi görünüyor. Sanatçılar ve sinemacılar İKSV’den demokratik karar mekanizmaları ve kurumsal şeffaflık oluşturmasını talep ederken İKSV yaptığı açıklamada bu gibi talepleri tarafgirlik olarak niteliyor.

Forumların çağrıcılarından biri olan Omuz Dayanışma ve Paylaşım Ağı, İKSV’nin yaptığı erteleme açıklamasının Instagram yorumlarında “Bugün gündemimiz sadece Hrant Dink’i anmak ve adalet talebi olmalı” diyerek açıklamanın 19 Ocak’ta yapılmasını kınadı. Omuz, açıklamada Buradan Nereye? forum serisine değinilmemesine de dikkat çekerek, 2025’e ertelenen 18. İstanbul Bienali’nin İKSV’nin ilerisi için açıkladığı katılımcılık ilkeleri çerçevesinde yapılacağına yönelik kuşkularını dile getirdi.

Forumdan İKSV’ye cevap: Katılımcılıktan uzaksınız

İKSV’nin duyurusunun ardından 21 Ocak’ta gerçekleştirilen Buradan Nereye? forumlarının ikincisinin gündeminde ‘kültür sanat alanında örgütlenme’nin yanı sıra Bienal’in ertelenmesi de vardı. Yine geniş bir katılımla gerçekleştirilen forumdan İKSV’nin duyurusuna yönelik bir cevap metni de çıktı. Metinde 18. İstanbul Bienali etrafında hayat bulan talep ve eleştirilen vakıf tarafından “sanat çevrelerinde asla arzu etmeyeceğimiz biçimde taraflar oluştu” ifadeleriyle değerlendirilmesi eleştiriliyor. İKSV’nin duyurusunda yer alan bu ifadeler, vakfın “vaat ettiği diyaloğa dayalı katılımcı sanat ortamını oluşturma hedefinden” uzaklaşmasının göstergesi olarak yorumlanıyor. Ayrıca, Bienal’den çekilen dört sanatçının iradelerinin bu açıklama ile önemsizleştirilmeye çalışıldığı da vurgulanırken, açıklamanın yapılması için 19 Ocak Hrant Dink anması gününün seçilmiş olması ise vakfın ihmalkâr iletişim pratiğinin kanıtı olarak görülüyor. Bu tarih seçiminin ayrıca “vakfın ayrımcılığa karşı birleşen eşitlikçi bir sanat ortamı için hayati önem taşıyan ilkelere bağlılığına” dair soru işaretleri uyandırdığı belirtiliyor.

Forumları düzenleyen sanat inisiyatifleri, ilk iki forumdan önce yaptıkları daveti yineleyerek İKSV yönetimini ve İstanbul Bienal’i ekibini bundan sonraki forumlara katılmaya davet ediyor. Buradan Nereye? forumunun cevabının tamamını okumak için tıklayınız.


Sinema-TV Sendikası duyurdu: Ücretlere yüzde 40 iyileştirme

Sinema-TV Sendikası çatısı altında bir araya gelen çok sayıda dernek, birlik ve platform “yüzde 40 oranında ücret iyileştirme” kararı aldıklarını duyurdu. Sendikanın iyileştirme kararı sektörde tartışma yarattı. Yüksek enflasyona dikkat çeken Sine-Sen yüzde 70 iyileştirme talep ederken TESİYAP ise üyesi olan yapımcı şirketlere ücret artışının standartlaştırılmasını uygun bulmadığını belirten bir bildirim yayınladı.

Sinema-TV Sendikası, ücret iyileştirme kararının mevcut ekonomik koşulları gözetilerek alındığını ifade ediyor. Sendika, yüzde 40’lık iyileştirmenin belirlenmesinde İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) 2023 yılının son altı ayı için açıkladığı ‘geçinme indeksi’nin temel alındığını belirtiyor. Reklam Yapımcıları Derneği’nin (RYD) uygun bulduğu karar Televizyon ve Sinema Filmi Yapımcıları Birliği (TESİYAP) tarafındansa reddedildi.

Sinema-TV Sendikası sektördeki iş barışının korunabilmesi için diyalog kanallarının açık olduğunun altını çizdi. Ocak 2024 taban ücret iyileştirmesi, ön hazırlık çalışmaları devam eden ve yeni başlayacak projelerde 1 Şubat 2024 itibariyle geçerli olacak. Ücret artış oranları, ekonomik koşulların gidişatına göre Temmuz 2024’te tekrar değerlendirilecek. Sendika, tüm işveren ve işçilerin taban ücret kararına uymasını tavsiye ediyor.

Sine-sen: Ücretler yetersiz, %70 zam yapılmalı

Öte yandan Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) sektör emekçilerinin aldığı ücretlerin yüksek enflasyon karşısında yetersiz kaldığını vurgulayarak ilk altı ay için yüzde 70 zam talebinde bulunmuştu. Açıklamada “Türkiye’nin 2023’te yıllık enflasyon oranı TÜİK’e göre yüzde 64,77 iken ENAG’a göre %127,21’dir bu nedenle 2024 yılı için sinema ve televizyon reklam sektöründe yer alan meslektaşlarımızın yüksek enflasyon karşısında yetersiz kalan ücretlerinin yeniden belirlenmesine ihtiyaç duyulmuştur 2024 yılının yüzde 70 zam yapılması uygun görülmektedir…” denilmişti.

TESİYAP: Her şirket kendi artışını belirler

Emekçi örgütlerinden Sinema-TV Sendikası yüzde 40, Sine-Sen ise yüzde 70 iyileştirme/zam talebinde bulunurken yapımcı örgütlerinden TESİYAP yüzde 40’lık artışı fazla bulduğunu ima eden bir bildirim yaptı, diğer yapımcı örgütü SEYAP (Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği) ise konu hakkında herhangi bir açıklama yapmadı. TESİYAP, üyelerine yaptığı bildirimde, ücret artışı konusunda serbest olduklarını dile getiriyor ve her bir üye şirketin kendi finansal yapısına uygun şekilde artış yapması gerektiğini iddia ediyor. Birlik, üyelerinin bir kısmının ücretlerde artış yaparak çalışanlarıyla uzlaşıya vardığını aktarıyor. Bildirimde Sinema-TV Sendikası’nın ücret artışı kararını açıklama usulü de şu ifadelerle eleştiriliyor: “Kamera arkasında çalışanların taleplerini oluştururken senarist, yönetmen, oyuncu, yapımcı ve yayıncılar dâhil olmak üzere üretim zincirinde yer alan tüm tarafları etkileyecek kararları tek taraflı almamaları gerektiğini hatırlatmak isteriz. Aksi durumun üretim zincirinin uyumuna ciddi zararlar vereceği aşikârdır.”


‘Kızıl Goncalar’ın cezası onandı, emek örgütleri ‘sansüre hayır’ dedi

Henüz üç bölümü yayınlanmasına karşın muhafazakâr kesim tarafından hedef alınan Kızıl Goncalar (2023-) dizisine RTÜK’ün verdiği iki program durdurma ve idari para cezaları onandı. FOX TV’de yayınlanan dizinin 8 Ocak’ta ekrana gelmesi gereken bölümü yerine Üst Kurul’un gönderdiği ‘Deprem sonrası ilk 6 saat yapılması gerekenler’ konulu belgesel gösterildi. Bunun üzerine sektörden emek ve meslek örgütleri, Kızıl Goncalar başta olmak üzere dizi ve filmlere yönelik gün geçtikçe artan baskıya karşı bir araya geldi. Anayasa’nın sanatı ve sanatçıyı koruyan 64’üncü maddesinin hatırlatıldığı eylemde “sansüre hayır” sesleri yükseldi.

Cemaat yapılarına dair bir temsil sunarken karşısına koyduğu seküler bir yaşama sahip karakterlerin hikâyeleri üzerinden günümüz Türkiye’sinde yaşanan ikiliklere bakış atan Kızıl Goncalar dizisi, muhafazakâr medyayı ve tarikatları rahatsız etmeye devam ediyor. İlk bölümünün yayınlanması itibariyle hedef alınan, tanıtım afişlerine boyalı saldırı düzenlen dizi hakkında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), “toplumun milli ve manevi değerlerine aykırılık” gerekçesiyle iki kez program durdurma ve 9 milyon TL idari para ödenmesi yönünde ceza kesmişti. Bu süreçte mekân izinleri de iptal edilen dizinin çekimleri Fatih’ten Beykoz Kundura Fabrikası’na taşınmıştı. GOLD Film ve FOX TV avukatları RTÜK’ün yaptırım kararına karşı harekete geçerek dava açmıştı. Dizinin yapımcısı Faruk Turgut, sosyal medya hesabından idare mahkemesi ve bölge idare mahkemesi tarafından cezanın onaylandığını duyurdu.

Dizinin yönetmeni Ömür Atay, bu kararı eleştirirken sektörü sansüre sessiz kaldığı eleştirdi: “Bu gece yayın yok. Sektörden sansüre hayır diyen de neredeyse hiç kimse yok. Özgür düşünceye ve üretime yönelik bir sansür operasyonu yürütülüyor. Biz setteyiz. Hikayemizi anlatmaya ve çekmeye devam ediyoruz. Seyircilerimize selam olsun.” Dizide Özgü Namal’la başrolü paylaşan Özcan Deniz ise “Ahlak bekçisi değilim. Lakin kariyerimin en ahlaklı işinin içinde olduğumu düşünüyorken, dramatik bir şekilde ahlaksızlıkla suçlandı bu iş. Hem de ahlaksızlık denizinin içinden cımbızlanarak. 22 Ocak’ta yeniden ekranlardayız,” ifadeleriyle tepkisini dile getirdi.

Diziyle ilgili yaşananlar dış basına da yansıdı. Birsen Altuntaş, RTÜK’ün diziye uyguladığı yaptırımlar ve çekim mekânlarının yasaklanmasının Fransız Le Monde gazetesine konu olduğunu aktardı. Gazetenin “Kızıl Goncalar Savaşı” başlıklı haberinde “İktidarın sarsılmaz destekçisi olan İslam cemaatlerine sert bir ışık tutan bu televizyon dizisi, muhafazakâr çevrelerin öfkesini kışkırtıyor. (…) Muhafazakâr hükümet yanlısı medya, öfkeli haysiyet ile kırılgan uzlaşmazlık arasında tereddüt ediyor,” ifadeleri yer alıyor. Le Monde, Türkiye’de muhalefet kanadının ise “Başka bir çağdan kalma bir çeteyi kınayarak ifade özgürlüğü çağrısı yaptığı”nı aktarıyor .

Sansür emekçileri hedef gösteriyor!

Türkiye’de sinema, dijital platform ve televizyona yönelik baskı derinleşiyor. Geçtiğimiz sene yaşanan Altın Portakal krizinden Bakur’un (Kuzey, 2015) yönetmenlerinden Çayan Demirel’in yüzde 99 engeline rağmen hapis cezasına çarptırılmasına, çekmediği bir belgeselden dolayı 18 yıl hapse mahkûm edilen Çiğdem Mater’den konuları itibariyle hedef alınan televizyon dizilerine sektör çok yönlü bir saldırı altında. Hukukçular tarafından elzem kabul edilen Gezi Direnişi davası yargının güvenilirliği tartışmalarına ciddi bir referans sunarken RTÜK’ün iktidarın sansür mekanizmasına dönüşen bir aygıt işlevi haline geldiği görülüyor.

Sektörden emek ve meslek örgütleri, Kızıl Goncalar vakası başta olmak üzere tüm bu sansür ve baskılara karşı İstanbul Kadıköy’deki Süreyya Operası önünde bir protesto eylemi gerçekleştirdi. “Sansüre karşı özgür sinema”, “Sansüre hayır” yazılı dövizlerin açıldığı eylemde emek örgütlerinin imzasını taşıyan ortak bildiri okundu. Açıklamada Kızıl Goncalar’a uygulanan yaptırımlar sıralandıktan sonra bu sansürün ilk kez yaşanmadığı hatırlatılarak “Tiyatro, sinema, dizi film gibi sanatın her alanında sıkça gördüğümüz sansür uygulamalarının normalleştirilmesi, sansürün kendisinden daha tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Cezalandırma, yasaklama, soruşturma, hedef gösterme, tehdit etme, korkutma, aşağılama, engelleme, fiziki ve sözlü saldırı, kriminalize etme, ötekileştirme gibi yöntemlerle karşımıza çıkan sansür ile tüm yaratıcı alanların varoluşu tehdit edilmekte ve bir korku iklimi yaratılmaya çalışılmaktadır,” denildi.

Bildiride anayasada sanatın ve sanatçının haklarını koruyan 64’üncü maddenin altı çizildi. Sansür uygulamalarının, bir eser ya da performansın yasaklanmasının yanı sıra bu alanda çalışan binlerce emekçiyi hedef gösterdiği ve iş kayıplarının yaşandığı vurgulandı. “Artık yeter! Sansür, yasaklar ve engellemelerden dolayı nefes alamıyoruz!” diyen emek örgütleri, sansürün ve sansürün yarattığı dolaylı sonuçların karşısında sektördeki herkese birlik olma çağrısı yaptı: “Sanatsal ifade özgürlüğümüzün önündeki engeller kaldırılsın, sanatçı ve sanat emekçileri özgür kalsın.” ‘Sansüre hayır!’ başlıklı bildirinin tamamını okumak için tıklayınız.

Öte yandan iki hafta yayını durdurulan Kızıl Goncalar’ın üçüncü bölümü, 22 Ocak Pazartesi günü ekrana geldi ve FOX TV, dizinin tüm kategorilerde en çok izlenen listelerinin başını çektiğini aktardı.


Sibel Tekin davası MİT’e kadar uzandı

Gün aydınlanmadan işe gidenleri konu alan belgeseli için yaptığı çekimler öne sürülerek “örgüt talimatıyla keşif yapmak” suçlamasıyla yargılanan belgesel sinemacı, akademisyen Sibel Tekin’in davasının beşinci duruşması 16 Ocak 2024’te, Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Ankara Barosu, Article19, İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) gibi hak savunucusu kurum ve gazetecilerin yerinde takip ettiği dava, Tekin’e ait bilgisayardaki “çerez”lerin MİT tarafından incelenmesi istemiyle bir kez daha ertelendi.

Önceki duruşmalarda Tekin’e ait görüntülerin incelendiği bilirkişi raporlarında “keşfe yönelik bulgu olmadığı” vurgulanmış, mahkeme bilgisayar incelemesinin beklenmesine karar vermişti. Davanın beşinci duruşmasında Tekin, talep edilen ve dosyaya eklenen bilgisayar incelemesindeki görüntülerin suç teşkil etmediğini ifade etti. Tekin, rapora konu olan ve dosyaya giren görüntülerin önbellekte bulunan görüntüler olduğunu, bu görüntülerin internet sayfasına giren herkesin bilgisayarına otomatik olarak kayıt olduğunu yani “çerez” olduğunu hatırlattı. MLSA, Tekin’in avukatı Mehtap Sakinci’nin bilirkişi raporuna dair beyanında çerezlerle ilgili “Apple marka önbellek verilerinden alınmış veriler. Bu görüntülerin rastgele bulunduğunu gösteriyor,” dediğini aktardı. 

Tekin’e ait bilgisayarda Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde yapılan ilk incelemede ve sonrasında hazırlanan iddianamede bu görsellerin suçlama konusu yapılmadığına ve iddianameye konu edilmediğine dikkat çeken Sakinci, Tekin’e yöneltilen “örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla ilgili herhangi bir kanıtın olmadığını ifade ederek beraat talebinde bulundu: “Verilen rastgele görüntüler yabancı ülkelerde çekilmiş ve yabancı kaynaklara dair görüntüler olduğunu görüyoruz. Dosyaya girmiş her rapor her belgede yazılı beyanlarımızı sunmuştuk. Bu kayıtlarla da müvekkilin suçsuz olduğunu görüyoruz. Artık dosyanın gelinen aşamasıyla da müvekkil hakkında derhal beraat verilmesini istiyoruz.” Avukat Murat Yılmaz, Tekin’in gazetecilik mesleğini icra ederken birçok haber ve görüntü sitesi incelediğini, davada konu olan verilerin bu şekilde değerlendirilmesini talep ederken avukatlar Hümeyra Taşkıran ve Ceren Yılmaz da avukat beyanlarına katılarak beraat taleplerini dile getirdiler. Mahkeme, Tekin’in bilgisayarında internet ortamından önbellekte kalmış (çerez) görüntülerin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından araştırılmasına karar vererek davayı erteledi. Sibel Tekin davasının altıncı duruşması 5 Mart 2024 tarihinde görülecek. 


Gezi Davası üzerinden halk iradesine darbe: Atalay’ın vekilliği düşürüldü

Çekmediği Gezi Direnişi belgeselinin merkeze oturduğu suçlamalara maruz bırakılan Çiğdem Mater ve sinema-reklam sektörlerinde yıllarca emek vermiş Mine Özerden’in 18’er yıl hapse mahkûm edildiği Gezi Direnişi davası, halk iradesine darbe yapıldığı yönünde yorumlanan bir boyuta evrildi. Mater ve Özerden gibi 18 yıl hapis cezasına çarptırılan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın vekilliği TBMM Genel Kurulu’nda okunan kararla düşürüldü. Atalay, Anayasa Mahkemesi’nce (AYM) hakkında iki kez “hak ihlali” kararı verilmesine rağmen tahliye edilmiyor.

Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) cezaevinde tutulan ve 18 yıl hapisle yargılanan milletvekili Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesine yönelik Yargıtay kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda okundu. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) hakkında iki kez “hak ihlali” kararı vermesine rağmen tahliye edilmeyen Atalay’ın milletvekilliği, Genel Kurul’u yöneten AKP’li Meclis Başkanvekili Bekir Bozdağ’ın okuduğu kararla resmen düşürüldü.

Atalay cezaevinden yaptığı ilk açıklamada “Yurttaşlar, bu da oldu, bunu da yaptılar. Anayasa’nın açık; hiçbir kuşkuya yer bırakmayan hükümlerine karşın seçilmiş Hatay milletvekilinin milletvekilliğini düşürdüler,” dedi. ‘Seçilmiş Hatay Milletvekili’ imzasıyla yayınlanan açıklamada Atalay, görevini yapmaktan geri durmayacağını vurguladı: “Ülkeme, Hatay halkına, yıkılmış bir kentin ortasında oy kullanan insanlara karşı borçluyum. Zor koşullarda olsa da olanaklarımız çok sınırlı olsa da başta Hatay ve deprem bölgesi olmak üzere; halkımızın, emeği ile geçinen yurttaşlarımızın meramına tercüman olmaya çalışacağım.”

Atalay’ın avukatı Fikret İlkiz: Hukuk devleti ortadan kalktı

Atalay’ın avukatlarından Fikret İlkiz, kararın Meclis’te okunmasını bianet’e yorumladı. “Geldiğimiz noktada Türkiye’de hukuk devleti kavramı ortadan kalkmıştır,” diyen İkiz, devamında şunları söyledi: “Meclis’te kararın okunması Türkiye’de demokrasinin geldiği noktayı gösterir. Karar, Can Atalay ile ilgilidir ama genelde baktığımızda tüm yasama, yürütme ve yargıyı ilgilendiren bir durumdur. Bu nedenle geldiğimiz noktada hukuk devleti kavramı ortadan kalkmıştır, çünkü ortada uygulanmamış iki tane Anayasa kararı var. ‘Yargıtay kararıyla milletvekilliği düşmüştür’ demek demokrasiye aykırıdır ve Türkiye’de demokrasi yoktur.”

İkiz, Anayasa Mahkemesi’ne tekrar başvuru yapmayı düşündüklerini de ekledi. Başvurunun Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi itibariyle en geç yedi gün içinde yapılması gerektiği biliniyor. AYM ise vekilliğin düşürülmesine yönelik iptal başvurusuyla ilgili kararını başvurudan sonraki on beş gün içinde verecek.

Ayşe Buğra: Hukuksuz yargılamaların yapıldığı bir yerde kimsenin güvenliği yok

Gezi davasından dolayı altı yıldır cezaevinde tutulan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) hak ihlali yönündeki kararına rağmen tahliye edilmeyip müebbet hapse mahkûm edilen Osman Kavala’nın eşi Ayşe Buğra, avukatı Deniz Tolga Aytöre’yle birlikte TELE1’de Merdan Yanardağ’ın programına konuk oldu.

Kavala’nın kültür sanat faaliyetleri içindeki aktif rolünü hatırlatan ve hayatı boyunca şiddetin karşısında durduğunu ifade eden Buğra, “Ve bu insan darbe girişimi gibi suçlamalarla tutuklanıyor. Sürecin anlaşılmazlığı kendi içinde yıpratıcı,” dedi. Buğra, son dönemde sivil toplum alanındaki çalışmalarıyla öne çıkan Kavala’nın, Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmasını isteyen bir kesim için ‘iyi bir örnek’ olduğu görüşünde: “Bir siyasi söyleme destek olarak seçilmiş olabilir. Gezi’nin kriminalize edilmesi için seçilmiş olabilir. Benzer hareketlerin caydırılması… Türkiye’nin demokratik bir hukuk bir devleti olmasını isteyen geniş bir kesim var. Bir de bunların karşısında Türkiye’nin demokratik dünyadan kopmasını isteyen bir kesim var. Bu kesim için iyi bir örnek olarak kullanılacak bir şey. Osman son zamanlarda sivil toplum alanında çalışıyordu. Onun öne çıktığını zannediyorum.” Hukukun herkese lazım olduğuna dikkat çeken Buğra, “Hukuksuz yargılamaların yapıldığı bir yerde kimsenin güvenliği yoktur. Ormanda yaşar gibiyiz. Bunun idrak edilmesi lazım. İnsanlar bunu ne kadar önemsiyorlar. Bunu merak ediyorum,” dedi.


Galeria için ‘yerinde dönüşüm’ kararı

Maraş merkezli 6 Şubat 2023 tarihli depremlerde bir bloku çöken, kalan üç bloku ise ağır hasar gördüğü için kontrollü yıkılan Diyarbakır’daki Galeria Sitesi’nin mülk sahipleri aynı yerde yeniden yapılması için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğü’ne dilekçe verdi. Depremlerde 89 kişinin ölümüne sebep olan sitede 22 kişi yaralanmış, çok sayıda hayvan enkaz altında mahsur kalmıştı. Kentin ilk alışveriş merkezi olan ve 1999 yılında hizmete giren Diyar Galeria, Anadolu Kültür bünyesindeki Diyarbakır Sanat Merkezi’ne (DSM) ve merkezin sinema etkinliklerini gerçekleştirdiği Avrupa Sineması‘nın yanı sıra farklı kültür inisiyatiflerine de ev sahipliği yapmıştı.

Dört katı alışveriş merkezi, sekiz katı 128 daireden oluşan dört bloklu Galeria Sitesi’nin yıkılmasının ardından mülk sahipleri Galeria Mülk Sahipleri Platformu çatısı altında bir araya geldi. 300 üyeden oluşan platform, Galeria Sitesi’nden geriye kalan altı dönümlük arazi için yerinde dönüşüm kararı alarak yeni bir AVM ve konut projesi için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğü’ne dilekçe verdi. Platform Sözcüsü Ender Budak, Galeria’nın ‘yerinde dönüşüm’ kararının oy çokluğuyla alındığını belirterek “Galeria Sitesi’nin hafızamızdaki o eski görüntüsünün aksine çok daha farklı bir iş ve yaşam merkezi kuracağız,” dedi. Budak Galeria’nın park yapılacağı yönündeki iddialar için de “Burayı sonuna kadar koruyacağız. Çünkü burada bizim emeğimiz var. Gözyaşımız var, umudumuz var. Onun için kimse bu tür kirli hesapları yapmasın,” ifadelerini kullandı.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Deprem Suçları Soruşturma Bürosu tarafından zemin etüdü yapılması için görevlendirilen bilirkişilerin raporlarında site ve altındaki dört katlı AVM için ruhsat alındıktan sonra aynı alana neredeyse iki katı fazlasıyla 70 bin metrekarelik inşaat yapıldığı ve ilgili kurumların bu duruma herhangi bir müdahalede bulunmadıkları ortaya çıkmıştı. Sözcü’den Özgür Cebe, belediyeden 37 bin metrekarelik inşaat alanı için yapı ruhsatı ve izin alındığını, geri kalan kısmın ise imar kanunu ve mevzuata aykırı bir şekilde kaçak olarak inşa edildiğini ve dönemin yetkili makamlarının buna göz yumdukları haberinde yazmıştı.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kentte yıkılan binalarla ilgili başlattığı soruşturma kapsamında sitenin mülk sahibi Hasibe Yıldırım ve inşaat mühendisi Mustafa Cevat Arsız’la birlikte Galeria Sitesi’nin proje sorumlusu, mimar Şeref Kesgün de gözaltına alınmıştı. Kesgün, İstanbul’un tarihî sinemalarından Emek Sineması’nın Grand Pera AVM’ye dönüşmesi sürecinde etkin rol oynayan bir isim. Şeref Kesgün’le birlikte Mim Yapı Mimarlık ve İnşaat Ltd.’de faaliyet yürüten Fatih Kesgün, İstanbul’daki Emek Sineması’nın yıkılmasına sebep olan Grand Pera AVM’nin proje koordinatörlüğünü üstlenmişti. Emek Sineması’nı geniş bir kamuoyu itirazına rağmen yerle bir eden AVM’nin yapımında Kesgün ailesine bağlı Kamer İnşaat’ın imzası bulunuyor.


Kadınlardan Ozan Güven’e tepki: Ekranlarda yeri yok

2020 yılında Deniz Bulutsuz’a şiddet uyguladığı için yargılanan ve uzun süre ekranlarda görünmeyen oyuncu Ozan Güven’in Kanal D’de yayınlanacak Taş, Kağıt, Makas adlı bir dizi projesinde yer alacağının duyurulması kadın örgütlerince tepki çekti. Susma Bitsin’den yapılan açıklamada Güven hakkında şiddet faili olduğu gerekçesiyle açılan davanın henüz sonuçlanmadığı hatırlatıldı. Güven’in “haklının güçlü değil, güçlünün haklı olduğu, adaletsizliğin sorgulandığı” bir dizi olarak lanse edilen yapımda avukat rolünü üstleneceğine dikkat çekilen açıklamada “Failliğinin tüm kamuoyu tarafından öğrenilmesinin ardından yürütülen sürecin dinamiklerini fark ediyor, Ozan Güven’in kariyerine yeniden kavuşturulması için yaşananları görmezden gelmeyi reddediyoruz,” denildi. Tüm sektörü failleri “şiddet taciz ve mobbingden muafmış gibi davranabilme cüretinden alıkoymak için gereken adımları atmaya ve süregelen hesap vermezliğe dur demeye” davet eden Susma Bitsin, açıklamasını şiddeti aklayan ve faili koruyan herkesin bu olayların paydaşı olduğunu ifade ederek noktaladı. 

Taş, Kağıt, Makas‘ın fragmanından

Üniversiteli Feminist Kolektif’ten yapılan açıklamada da Güven’in medyanın gücünü aracı kılarak failliğini aklamaya çalıştığına vurgu yapıldı. Açıklamada dizinin tanıtım cümlelerine gönderme yapılarak şu ifadelere yer verildi: “Şiddet faili Ozan Güven’in yeni dizisinin konusu ‘Haklının güçlü değil, güçlünün haklı olduğu, adaletsizliğin sorgulandığı bir hikâye’ olarak geçiyor. Biz feministler de cinsiyetçi medyadaki gücünü kullanarak failliğini aklamaya çalışan Ozan Güven’in ekranlarda yeri yok diyoruz!”

Kanal D’nin dizi setinden fotoğraflar paylaştığı bir gönderiyi alıntılayan Kampüs Cadıları ise Güven’in şiddet faili olduğunun altını çizdi: “Dizinin tanıtımı Ozan Güven 3 sene sonra ekranlara dönüyor diyerek yapılıyor. Biz 3 senede Ozan Güven’in şiddet faili olduğunu unutmadık! Erkek egemen sistemden güç alıp ekranlara çıkacak yüzü bulan Güven’i biz kadınlar izlemiyoruz!” 

Olay yaşandığı dönem sektörde büyük ses getirmişti. Senaryo ve Diyalog Yazarları Birliği (SenaristBir) bir bildiri yayımlayarak “Deniz Bulutsuz’un koşulsuz biçimde yanındayız,” demişti. Güven’in devam eden iş ortaklıklarıyla bağlı olduğu bütün yapımcı, kanal, menajer ve ilgili kuruluşların açıklama yaparak tavır alması için çağrıda bulunulmuştu. Oyuncular Sendikası, Güven’in üyeleri olduğunu hatırlattığı açıklamasında davanın takipçisi olacaklarını ve “iç prosedürlerinin gerektirdiği” şekilde hareket edeceklerini bildirirken Güven, yine o dönem rol aldığı Babil (2020) dizisindeki rol arkadaşları Aslı Enver, Nur Fettahoğlu, Birce Akalay başta olmak üzere sektörden pek çok ismin tepkisini çekmişti. 


Depremde kızını yitiren Orhan Aydın’dan Lütfü Savaş’ın adaylığına tepki

31 Mart’ta yapılacak yerel seçimler için partiler adaylarını açıklamaya devam ederken Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Hatay Büyükşehir Belediyesi Başkanı Lütfü Savaş’ı yeniden aday göstermesi tepki çekti. 6 Şubat’ta meydana gelen depremlerden en çok etkilenen illerden Hatay’da kızı Eylem Şafak Aydın Yetiş’i kaybeden tiyatro oyuncusu Orhan Aydın da CHP’nin kararını tepkiyle karşıladı. Aydın, Hatay’da yaşayan kızı ve kızının annesi, Devrimci Parti Genel Başkanı Elif Torun Öneren’in yaşadıkları evde yakalandıkları depremin ardından enkaz altında kaldıklarını duyurarak yardım istemişti. Öneren’in 6 Şubat’ta enkazdan kurtarılmasının ardından Aydın, çağrılarını kızı için sürdürmüştü.

Eylem Şafak Aydın Yetiş’in cenazesi

Gerek sosyal medyadan gerekse katıldığı televizyon programlarından pek çok kez yardım talebinde bulunan usta oyuncunun tüm çabalarına rağmen kızı 11 Şubat’ta hayatını kaybetmişti. Katıldığı bir televizyon programında konuşan Aydın, Savaş’ın deprem organizasyonlarındaki yetersizliğine dikkat çekerek adaylığını kabullenemediğini söyledi: “Hiçbir yerde, organizasyonda bile adı olmayan bir belediye başkanının CHP tarafından tekrar aday gösterilmesini asla kabul edemiyorum, kabullenemiyorum. Belediye nerede? Evlerine su faturaları gönderilen Hatay halkı mı belediyeye oy verecek?”

2009 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nden (AKP) seçilen, 2014 seçimlerinde eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in AKP’den aday gösterilmesi üzerine partiden istifa ederek CHP’den aday olan Savaş, bu seçimi de kazanmıştı. Aynı şekilde 2019 seçimlerinde de başkanlığını devam ettiren Savaş, 15 yıldır Hatay’ı yönetiyor. Depremlerde yıkılan ve hasar alan pek çok binanın Savaş’ın döneminde inşa edildiği biliniyor. Savaş’ın tekrar aday gösterilmesi başta Hataylı depremzedeler olmak üzere yurttaşlar tarafından eleştiriliyor. Adaylar açıklanmaya devam ederken CHP’nin MYK toplantısında aralarında Hatay’ın da olduğu bazı iller için açıklanan adayların yeniden değerlendirildiği iddia ediliyor. Savaş’ın hakkında ihale yolsuzluğu soruşturması olduğu da biliniyor. 


‘Şahsiyet’in finalinde “bilinmeyen dil” sahnesi

Şahsiyet (2018-) dizisinin ikinci sezon finalindeki mahkeme sahnesi tartışma yarattı. İkinci sezonunda 1990’lı yıllardaki faili meçhul cinayetleri ve zorla kaybettirilen evlatlarının kemiklerini arayan Cumartesi Anneleri/İnsanları’nı konu alan dizinin tartışmaya yaratan sahnesinde Türkçe bilmeyen bir kadın, savunmasını mahkemede Kürtçe yapıyor. Kadının Türkçe konuşmayı reddettiğini söyleyen hâkim, katibin tuttuğu zapta Kürtçeyi “bilinmeyen dil” olarak yazdırıyor. Yayınlandığı gün sosyal medyada gündem olan sahne, çoğu kullanıcı tarafından “yaşanan gerçeklerle yüzleşme” olarak yorumlandı.

İlk sezonunda Alzheimer hastası, emekli mahkeme katibi Agâh Beyoğlu karakterini canlandıran Haluk Bilginer’e En İyi Erkek Oyuncu dalında Uluslararası Emmy Ödülü kazandıran Şahsiyet dizisinin ikinci sezonu 1990’lı yıllara uzanıyor. Beyaz Torosları, faili meçhulleri ve bugün hâlâ Galatasaray Meydanı’nda kayıpları için eylem yapan Cumartesi Anneleri/İnsanları’nı odağına alan dizi Türkiye siyasi tarihinin en karanlık dönemlerinden birine bakış atıyor. JİTEM tetikçisi ‘Yeşil’ kod adlı kontragerillayı andıran Kader adlı bir karaktere de sahip olan sezonda, Nergis Öztürk’ün canlandırdığı Meryem karakterinin babası Remzi (Yavuz Akkuzu), Kader tarafından kaçırılıp katledilmiş bir Kürt öğretmen. Yönetmenliğini Onur Saylak’ın üstlendiği, senaryosu Hakan Günday’a ait olan dizinin GAİN’de yayınlanan sezon finali ise seyirciyi anadili meselesine dair düşünmeye davet ediyor.

Sosyal medyada çok ses getiren sahne Agâh’ın katiplik yaptığı bir mahkemede tanık olduklarını takip ediyor. İlgili sahnede hâkim, Türkçe bilmeyen ve Kürtçe savunma yapan Rukiye Selman adlı kadının konuşmasını bölerek “Yahu ben sana ne dedim? Hanım Türkçe konuş. Kırk defa söyledim,” diyor. Kadının Kürtçe yanıt vermesi üzerine Agâh araya girerek “İsterseniz ben çevireyim,” diyor ancak hâkim, “İstemez. Ne diyor kanunda? Herkesin anadili Türkçe, bitti,” diye kestirip atıyor. Katibin “İyi de bilmiyor ama,” demesi üzerine “Agâh, karışma sen otur yaz hadi,” karşılığını veren hâkim, durumu “Sanık Türkçe konuşmayı reddetmekte olup bilinmeyen bir dilde konuşmakta ısrar ettiği için…” ifadeleriyle yazdırıyor. Agâh’ın “İyi de bilinmeyen dil değil ki. Kurmanci yazayım?” diye sorması üzerine hâkim, “Agâh otur şuraya, ne diyorsam onu yaz,” sözleriyle karşılık veriyor ve kadının Kürtçe ifadeleri “bilinmeyen dil” olarak zapta geçiyor.

Şahsiyet‘in ikinci sezon finalinde avukat Meryem ve arkasındaki duvarda zorla kaybettirilenlerin fotoğrafları

Sosyal medyada pek çok kullanıcı bu sahneyle ilgili fikrini paylaştı. Cumartesi Anneleri/İnsanları’na desteğiyle bilinen İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Eren Keskin, sahneyi “Vedat Aydın bu yüzden işkence ile katledildi!” notuyla paylaştı. Hatırlanacağı üzere, Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın, 1990’da Ankara’da yapılan İHD Genel Kurulu’nda kürsüde yaptığı Kürtçe konuşma sebebiyle tutuklanıp yargılanmıştı. 5 Temmuz 1991’de evinden kaçırılıp işkenceyle öldürülen Aydın’ın Diyarbakır’da gerçekleştirilen cenazesine polisin saldırması sonucu sekiz kişi hayatını yitirmişti.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Diyarbakır Milletvekili, avukat Sezgin Tanrıkulu, “‘Kürt Meselesi’ nedir, nerden çıktı diyenler için sayamayacağımız kadar insanlık dışı uygulamadan alınan bu kısa film sahnesi çok şey anlatıyor,” ifadelerini kullandı. Sanatçı Hilâl Nesin ise “Şahsiyet dizisinde ‘Kürtçe Bilinmeyen dil’ sahnesi. Yaşanan gerçekler dizilerde yüzümüze vuruyor. Hiç şüphesiz yüzsüz olanlar bu sahneyi görmezden gelecektir,” dedi.