Şu An Okunan
‘Özgür Sinema Bülteni’ – Şubat 2024

‘Özgür Sinema Bülteni’ – Şubat 2024


Pembe Hayat KuirFest: Yasakları yasaklıyoruz!

23-25 Şubat tarihlerinde yapılması planlanan 12. Pembe Hayat KuirFest, Ankara Valiliği Hukuk İşleri Şube Müdürlüğü tarafından yasaklandı. Valiliğin “kamu düzeninin, genel sağlığın ve genel ahlakın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” gerekçesiyle aldığı yasak kararı 22 Şubat’ta festivalin açılışına başlamasına yarım saat kala kolluk kuvvetleri tarafından tebliğ edildi. Festivali düzenleyen Pembe Hayat Derneği avukatları aracılığıyla yürütmenin durdurulması için İdari Mahkeme’ye başvurdu.

Tüm yasak ve baskılar rağmen 12 yıldır yoluna devam eden KuirFest, geleneksel takvim aralığında ve başladığı yer alan Ankara’ya dönüşü vesilesiyle #DöndümBak sloganıyla düzenlenecekti. Ancak festival OHAL dönemi uygulamalarını hatırlatırcasına Ankara Valiliği tarafından yasaklandı. Bilindiği üzere Ankara Valiliği biri OHAL dönemi biri OHAL sonrası olmak üzere Ankara’da bulunan LGBTİ+’lar ve LGBTİ+ haklarını savunan derneklerin yapmayı planladığı tüm etkinliklere iki defa süresiz yasak getirmişti. Her iki yasak kararı da mahkemece hukuksuz bulunarak iptal edilmişti. Aynı dönem KAOS GL, söz konusu süresiz yasak kararının, özel hayata saygı, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı ve dernek kurma özgürlüğü ve ayrımcılık yasağını ihlal ettiğine dikkat çekerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurmuştu.

Pembe Hayat Derneği, KuirFest’e getirilen yasakla ilgili açıklamasında daha önce yaşanan hukuksuzlukları hatırlatarak “2017 Ankara lubunya etkinlikleri yasakları ve akabinde idari baskıları deneyimlemiş, ana ayağını İstanbul’a taşımak zorunda kalsa da her seferinde yasakları yasaklamış, yasaksızlık özlemiyle her yıl yeni yollar açmış bir lubunya festivalidir. Kararla ve alıcıları ile mücadelemiz elbette hukuk zemininde sürecek,” dedi. Avukat Senem Doğanoğlu, yasak kararının geçerli olmadığını vurgulayarak Hukuk İşleri Müdürlüğü’nün etkinlikleri yasaklama yetkisinin olmadığını ve alınmış olan yasak kararının usulsüz, acele bir karar olduğunu belirtti. Türkiye İşçi Partisi (TİP) LGBTİ+ Komisyonu da festivalle ve LGBTİ+ bireylerle dayanışma için bir açıklama yayımladı. Festivalin hukuksuz gerekçelerle ve valilik makamını yetkilerini aşan kararlarla engellenmeye çalışıldığına dikkat çekilen açıklamada “Yasakların karşısında eşit yurttaşlığı savunacağız,” denildi.

Ablukaya karşı Küründen Online

Yıllardır yasaklarla mücadele eden ve alternatif yaratma konusunda refleks geliştiren Pembe Hayat Derneği, yasak kararını tanımayarak festivalin “küründen online” bir şekilde gerçekleştiğini duyurdu. İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi’nde Pembe Hayat KuirFest adına basın açıklamasını okuyan Janset Kalan’ın yanında İHD Ankara Şubesi LGBTİ+ Hakları Komisyonu, Kaos GL, ÜniKuir, Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği (GALADER), Kırmızı Şemsiye, Sağlıkta Genç Yaklaşımlar ve Kadının İnsan Hakları Derneği’nden üyeler yer aldı.

Festivalin programında herhangi bir aksaklık yaşanmadan çevrimiçi gerçekleştiği ifade edilerek “KuirFest’in Ankara’ya dönmesine engel olamaz, KuirFest’siz bir festival şehri hayal edemezsiniz. Dayanışmamız bizi hapsetmeye çalıştığınız yasak döngüsünden daha büyük. 12. Pembe Hayat KuirFest’in aksaklık dahi olmadan gerçekleşmiş olması bunun en büyük kanıtıdır. Yasak kararının ardından festivale katılımda ve gönüllü sayısında ciddi artış yaşanmasının sebebi budur: Ablukanıza karşı dayanışma barikatı,” denildi. Getirilen yasağın hukuka aykırı olduğunun altı çizilerek “Yetkiniz dahi olmayan hayaller kurmaktan vazgeçin,” ifadeleri kullanıldı. “İstanbul’dan Mersin’e, İzmir’den Amed’e çok örgütlü, çok kalabalığız,” denilen açıklamada “Açtığınız savaş, hayatın ta kendisine karşı açılmış bir savaştır. Bu sebeple siz bizi yasaklayamaz, durduramaz ve kışı ısıtmamıza engel olamazsınız!” mesajı verildi. Öte yandan yasağa itiraz edildiği ancak İdare Mahkemesi’nden sonuç alınamadığını bildirildi.


Gezi Davası: Beş tutsaktan ikisi sinemacı

Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin Gezi Davası sanıklarından Mücella Yapıcı, Ali Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi’ye verilen 18’er yıl hapis cezalarını bozma kararının ardından Gezi Davası yeniden görülmeye başlandı. Yargıtay’ın kararında bu üç sanığın eylemlerinin, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım” kapsamında değil, “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmişti. 21 Şubat 2024’te yeniden görülmeye başlanan davada, 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararına uyarak sanıkların hakkındaki adli kontrol şartını kaldırdı.

Soldan sağa: Mine Özerden, Mücella Yapıcı ve Çiğdem Mater. Yapıcı’nın tekrar yargılanması adli kontrol şartı kaldırılarak başladı, 18’er yıllık hapis cezaları bozulmayan Özerden ve Mater ise hâlâ Bakırköy Cezaevi’nde.

Mahkemenin Yargıtay’ın bozma kararına uymasıyla birlikte Gezi Davası’nın hukuksuzluklarla dolu seyri daha da absürd bir görünüm kazanmış bulunuyor: Söz konusu üç sanığın cezasının bozulmasıyla birlikte ortaya çıkan tabloda, Gezi Davası’ndan hapis yatan beş kişiden ikisi sinemacı kimlikleriyle tanınan Çiğdem Mater ve Mine Özerden. Mater, Çoğunluk (2010), Sivas (2014), Toz Bezi (2015), Human Flow (2017), Kurak Günler (2022) gibi filmlerin yapımcısı olarak tanınıyor, davada da sinema faaliyetleri gerekçe gösterilerek, çekmediği bir belgesel suç unsuru sayılarak hüküm giymişti. Özerden ise 80’ler ve 90’larda sinema sektöründe prodüksiyon asistanlığı ve yönetmen yardımcılığı gibi görevlerde yer alan bir isim. 2001 yılından itibaren ise Özerden, Anadolu Kültür A.Ş.’nin kültür faaliyetleri ve sinema atölyelerinin organizasyonunda çalıştı. Davadan hapis yatan diğer isimler ise, Anadolu Kültür’ün müebbet hapisle cezalandırılan yönetim kurulu başkanı Osman Kavala, şehir planlamacısı Tayfun Kahraman ve milletvekilliği düşürülen avukat Can Atalay.

Bu beş ismin “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” ile suçlanması, kültür sanat ve sinemanın merkezde olduğu bir senaryo ortaya çıkarıyor. Gezi Davası’nın kültürel faaliyetlerin yanı sıra sinemanın da kriminalize edildiği bir dava olma boyutu daha da ön plana çıkmış vaziyette.

21 Şubat’ta görülen duruşmada Hakan Altınay’ın avukatı Tora Pekin da davanın temelinde yatan hukuksuzluğa dikkat çekerek “Gezi suç değildir, bu dosyadaki sanıklar suçlu değildir” ifadelerini kullandı ve “Dosyada bu gerçeğin üstüne gölge düşürecek tek bir delil kırıntısı dahi yoktur,” diye ekledi. Mücella Yapıcı, Ali Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi hakkındaki adli kontrol kararını kaldıran mahkeme, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yazı yazılarak sanıklarla ilgili Gezi Parkı eylemlerinde çekilmiş MOBESE kayıtlarının bulunup bulunmadığının sorulmasını istedi. Sanıkların eylemlere katılıp katılmadıklarının bu görüntüler aracılığıyla incelenecek olması, baroların pek çok kez dikkat çektiği üzere, “toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının hiçe sayılması”nın yeni bir örneği olarak görülüyor.


Venedik Bienali ve Berlinale’de İsrail’in soykırımına karşı protestolar

İsrail’in, Gazze’ye yönelik soykırımcı saldırıları nedeniyle Venedik Bienali‘nden çıkarılması amacıyla imza kampanyası başlatıldı. Dünya çapında 8 binden fazla sanatçı, küratör ve yazarın destek verdiği kampanyada Ahmet Öğüt, Banu Cennetoğlu, Mükerrem Tuncay gibi Türkiye’den çok sayıda sanatçının imzası da bulunuyor. Soykırım Değil Sanat İttifakı (Art Not Genocide Alliance – ANGA) isimli uluslararası topluluk tarafından başlatılan imza kampanyasında, “Gazze’de Filistinlilere yönelik zulümlerine devam eden İsrail’e” Bienal’de yer verilmemesi talep edildi.

Rusya’nın Ukrayna işgali nedeniyle Bienal’den men edildiği hatırlatılarak çifte standart vurgusu da yapılan imza metninde şu ifadelere yer verildi:

“İsrail pavyonu ilerlemeye devam ederken, Gazze ve Batı Şeria’daki soykırımda ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor. İsrail’in küratöryel ekibi çağdaş anneliği yansıtan ‘Doğurganlık Pavyonu‘nu planlarken, İsrail 12 binden fazla çocuğu öldürdü ve üreme bakımı ile tıbbi tesislere erişimi yok etti. Sonuç olarak, Filistinli kadınlar anestezi olmadan sezaryen oluyor ve sokakta doğum yapıyor. Bienal, soykırımcı bir apartheid devletine platform oluşturmaktadır.”

No Other Land’in yönetmenlerinden Yuval Abraham ve Basel Adra, Berlinale’nin ödül töreninde konuşma yaparken

İsrail’in Filistin’e yönelik soykırım politikaları 74. Berlin Film Festivali’ne katılan sinemacılar tarafından da protesto edildi. Festivalde En İyi Belgesel seçilen dört yönetmenli No Other Land adlı filmin Filistinli eşyönetmeni Basel Adra ödül töreninde, Almanya devletine “Birleşmiş Milletler’in çağrılarına uyup İsrail’e silah gönderimini durdurun” çağrısı yaparken, filmin İsrailli eşyönetmeni Yuval Abraham ise sahneden Filistinlilere uygulanan apartheid rejimine dikkat çekti. Abraham, bu konuşması nedeniyle Almanya’da bazı siyasetçiler tarafından “anti-semitizm”le suçlandı, Berlinale yönetimi ise ödül konuşmalarının bazılarını “taraflı” olarak nitelemekle birlikte bireysel özgürlük kapsamında değerlendirilmeleri gerektiğini vurguladı. Abraham, siyasetçilerin kendisini bu şekilde hedef göstermesi sonrasında ölüm tehditleri aldığını, İsrailli sağcı bir çetenin ailesinin evine gidip tehditler savurduğunu duyurdu. Abraham, Alman siyasetçilerin suçlayıcı yaklaşımlarının asıl olarak yönetmen arkadaşı Basel Adra’nın hayatını tehlikeye attığının da altını çizdi.


‘Kanun Hükmü’ne bakanlık sansürü

Yapım aşamasından itibaren engellerle karşılaşan, ön jüri tarafından belgesel yarışmasına seçilmesine rağmen Altın Portakal’ın programından çıkarılan Kanun Hükmü (2023) belgeseli bir kez daha sansürlendi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü, OHAL KHK’larıyla ihraç edilen iki kamu çalışanının mücadelesini anlatan belgesel için yapılan eser işletme / kayıt tescil başvurusunu reddetti. Yönetmen Nejla Demirci belgesele yönelik yaptırımı “Hakikat bir kez daha kendisinden korkulduğunu kanıtladı,” şeklinde yorumladı.

Geçtiğimiz yılın en büyük sinema skandallarından biri Altın Portakal’da yaşansa da bu festivalin ilk vukuatı değil. 1979 yılında programındaki üç filmi sansürleyen festivalde, tüm yönetmen ve jüri üyelerinin çekilmesi sonucu o yılki edisyon iptal edilmişti. Öyle ki 1979’da sansür, 1980’de de darbe nedeniyle yapılamayan Altın Portakal’ın ödülleri yıllar sonra, 2011’de dağıtılmıştı. Festivalin En İyi Film ödülünü Yavuz Özkan imzalı Demiryol (1979) ve Ömer Kavur imzalı Yusuf ile Kenan (1979) filmleri paylaşmıştı. Kavur, artık hayatta olmadığı için ödülünü teslim alamamış, Yusuf ile Kenan’daki performansıyla En İyi Çocuk Oyuncu seçilen Cem Davran ise tam 32 yıl sonra ödülüne kavuşmuştu. Daha sonra 2014 yılında Reyan Tuvi’nin, kamerasını Gezi Direnişi’ne çevirdiği Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek… (2014) belgeselini yarışma programından çıkaran Altın Portakal’da belgesel yarışmasındaki tüm filmler çekilse de Ulusal Yarışma’da yer alan uzun metraj kurmacaların katılımıyla festival gerçekleştirilmişti. Festival dokuz yıl sonra benzer bir skandala daha imza attı ve Nejla Demirci’nin ön jürinin kararıyla seçilen belgeseli Kanun Hükmü’nü programından çıkarttı. Karakterlerden biriyle ilgili “yargı sürecinin devam etmesi” gerekçe gösterilerek programdan çıkarılan belgesel sektörün hemen hemen kesimi tarafından sahiplenildi. Festival yönetimi belgeseli programına geri alsa da bu kararın ardında duramadı. Böylece Altın Portakal, 1979 ve 1980’de olduğu gibi iptal edildi.

Sektörün tüm bileşenleriyle sansüre karşı kenetlenmesi 60 yıllık köklü bir festivali iptal edebilecek güce sahip. Benzer bir direniş pratiği Bakur (Kuzey, 2015) belgeselinin İstanbul Film Festivali’nden çıkarıldığı dönemde de yaşanmıştı. Ancak direnişin, yaşandığı dönemin dışında sürdürülebilir bir hâle getirilememesi ve örgütlü hareket edilememesi bugün Kanun Hükmü’nü de aynı sansürle karşı karşıya getirdi. Bakanlığın Kanun Hükmü’ne vermeyi uygun bulmadığı Eser İşletme Belgesi ya da resmî adıyla Kayıt Tescil Belgesi filmlerin engellenmesine alan açan en işlevsel sansür araçlarından biri. 21 Temmuz 2004 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan “5224 sayılı Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun” ile yürürlüğe giren kanun özellikle 7. maddesindeki muğlak ifadeler üzerinden sansüre alan yaratıyor. “Ülke içinde üretilen veya ithal edilen sinema filmlerinin, ticarî dolaşıma ve gösterime sunulmasından önce kayıt ve tescile de esas teşkil edecek şekilde değerlendirilmesi ve sınıflandırılması yapılır. Değerlendirme ve sınıflandırma sonucunda uygun bulunmayan filmler, ticarî dolaşıma ve gösterime sunulamaz,” denilen madde telif tartışmalarının ve filmlerin hak sahipliğiyle ilgili karışıklıkların önlenmesini öngörse de “ticarî dolaşıma ve gösterime sunulmasından önce” ifadesi filmlerin festivali yolculuklarının önüne ket vuruyor.

Belgesel ve kısa filmler için Eser İşletme Belgesi zorunluluğu film festivalleri için kaldırılmış olsa da (18+ yaş sınırı uyarısı ekleme şartıyla), bugün bu mekanizma hâlâ bir sansür aracı olarak işlev görüyor. Belgenin sansür aracına dönüştüğü en net uygulama, yakınlarda “örgüt propagandası” suçlamasıyla 1’er yıl 13’er ay hapis cezasına çarptırılan Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel’in birlikte çektikleri Bakur’un festival sürecinde yaşandı. Barış sürecinin devam ettiği 2013 yılında çekilen ve Türkiye sınırları içindeki PKK kamplarını görüntüleyerek örgütün Türkiye dışına çekilme sürecine tanıklık eden Bakur’un 34. İstanbul Film Festivali’ndeki gösteriminden bir gün önce Eser İşletme Belgesi olmaması gerekçe gösterilerek program dışı bırakılması, boykot sürecini de beraberinde getirmişti. Belgeselcilerin başlattığı direniş kurmaca film çeken sinemacıların da sürece dâhil olmasıyla büyümüştü. Filmler salonlardan çekildiği, gösterimler yerine izleyicilerle sansürün konuşulduğu forumların düzenlendiği festivalde bir sansür mekanizması olarak kullanılacağı öne sürülen Eser İşletme Belgesi’ne hiçbir şekilde başvuru yapılmayacağı yönünde ortak görüş içeren bir bildiri de yayımlanmıştı.

Bakanlık Kanun Hükmü’nü Eser İşletme Belgesi’ne uygun bulmasa da, bugün bu durum, belgeselin festivallerde seyirci karşısına çıkmasına bir engel teşkil etmiyor. Ancak Eser İşletme Belgesi vizyon için şart koşulmakta; yani Kanun Hükmü’nün sinemalardaki ticari gösterimleri engellenmiş vaziyette.


Kurgucu Erhan Örs’e beraat

Kurgucu Erhan Örs’ün de yargılananlar arasında olduğu Göç İzleme Derneği (GÖÇİZDER) davasının karar duruşması 5-9 Şubat tarihlerinde görüldü. Örs meslek pratiklerinin suç sayıldığı davadan beraat etti. Haberi duyuran Kurgucular Dayanışması, sinemacıların faaliyetlerinden dolayı yargılanmasının hukuksuz olduğuna dikkat çeken açıklamasında çalışmaları nedeniyle suçlanan meslektaşlarının yanı sıra çekmediği bir belgeselden dolayı 18 yıl hapisle cezalandırılan Çiğdem Mater’i de hatırlattı: “Bugün Türkiye’de, belgeseli için çekim yapmaktan yargılanan, belgeselleri suç sayılarak hapis cezası alan ve çekmediği bir belgesel projesinden dolayı hapis yatmakta olan sinemacı meslektaşlarımız var. Bu baskı ve ceza ikliminin son bulacağı, herkesin özgürce sinema üretimi yapabileceği günlerin umuduyla tekrarlayalım: Kurguculuk suç değildir. Sinema suç değildir.”

2022 yılının Haziran ayında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında Göç İzleme Derneği (GÖÇİZDER) eş başkanları ve Erhan Örs’ün de aralarında olduğu 22 kişi “örgüt üyeliği” suçlamasıyla gözaltına alınmış, sekiz gün süren gözaltının ardından Örs dâhil 16 kişi tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Çoğu kısa kurmaca olmak üzere pek çok film projesinde kurgucu olarak görev alan Erhan Örs, Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki sokağa çıkma yasaklarını konu alan Sûr: Ax û Welat (2018) isimli belgeseldeki kurguculuk faaliyeti ve ilişkili para transferlerinden dolayı suçlanmıştı. Tutuklu olduğu Silivri Cezaevi’nden üyesi olduğu Kurgucular Dayanışması’na mektup yazan Örs, “Daha önce bir kurgucunun böyle bir durumda cezai olarak suçlandığı bir örnek bilmediğini” ifade ederek hakkındaki suçlamaları reddetmişti. Örs, kurgucu olarak yer aldığı Zekeriya Aydoğan imzalı Çırılçıplak (Şilfîtazî, 2014) belgeselinin, 34. İstanbul Film Festivali’nde Bakur (Kuzey, 2015) belgeseline getirilen yasak sonrası sinemacıların bir direniş refleksi olarak geliştirdiği gösterim boykotu sürecine neden katıldığı sorusunun da kendisine yöneltildiğini mektubunda yazmıştı.

Dosyaya iki ismin daha eklenmesiyle 24 kişinin yargılandığı GÖÇİZDER davasının 5-9 Şubat tarihlerinde görülen karar duruşmasında Örs dâhil 23 kişi beraat etti, “örgüt propagandası”ndan hapis cezası alan Berkant Yılmaz hakkında ise “hükmün açıklanmasının geriye bırakılması” kararı verildi.


Sinema salonlarında yeniden promosyonlu bilet dönemi

Aralık 2018’de sinema salonlarının promosyon yöntemlerine yapımcıların itirazının önünü açtığı ‘yeni sinema yasası’yla promosyon ve toplu bilet uygulaması sonlandırılmıştı. 15 Şubat 2024’te Resmî Gazete’de yayımlanan yeni yönetmelik değişikliğiyle salonlarda promosyon ve toplu bilet dönemine geri dönüldü.

Türkiye’de sinema salonlarının, sattıkları bilet ücretinin yüzde ellisini filmin dağıtımcısına vermekle yükümlü salonlar son yıllarda film biletleri yanında patlamış mısır, içecek gibi ürünlerin dâhil edildiği promosyonlar uyguluyordu. Film yapımcıları ise kendilerine sadece film bilet ücretinden pay veren salonların, bu promosyonlar sayesinde bilet fiyatlarını bilinçli olarak düşük tuttuğunu ve şişirilmiş patlamış mısır fiyatları üzerinden haksız kazanç elde ettiğini savunuyordu. BKM, Fikir Sanat, Çamaşırhane Film gibi büyük yapım şirketlerinin birçok filmini birden fazla salonda gösteren, Türkiye’deki sinema salonlarının büyük bir kısmını elinde bulunduran Cinemaximum’un sahibi Mars Entertainment Group’un sinemacılar tarafından boykot edilmesiyle başlayan kriz giderek büyüdü. Yapımcılar ve sinema salonları arasında patlak veren anlaşmazlıkların akabinde sektör dinamiğinde birçok değişikliğe gidilen yeni sinema yasasıyla ilgili hazırlıklar da bu dönemde hızlandı. Sinema filmlerinin değerlendirilmesi, sınıflandırılması ve desteklenmesini düzenleyen kanundaki değişiklikler 18 Ocak 2019’da TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. 30 Ocak 2019’da Resmî Gazete’de yayımlanan yeni yasa 1 Temmuz 2019 itibarıyla yürürlüğe girdi. 2004 yılında çıkartılan yasanın maddelerinde değişikliğe gidilerek yapılan yeni yasa sinema biletlerine düzenlemeyi de içeren 13 maddeden oluşuyor. Sektör emekçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi konulara değinilmeyen, sadece büyük yapımcıların haklarının gözetildiği savunulan yasa kamuoyunda ‘sansür yasası’ olarak biliniyor. Yine bu dönemde sinema filmlerinin dijital platformlarda gösterime girmesi başka bir tartışma yaratırken yasadaki eksikleri de göz önüne serdi. Yılmaz Erdoğan’ın Organize İşler: Sazan Sarmalı (2019) filmi, sinemalarda ikinci haftasındayken Netflix’te de gösterilemeye başlayınca tepki çekti. Bu durum yeni yasada gösterime giren filmlerin ne zaman dijital platformda gösterilebileceğine dair bir madde bulunmadığı için muğlaktı. Bunun üzerine yasada görülen boşlukları dolduracak yeni bir yönetmelik hazırlanarak 22 Ekim 2019’da Resmî Gazete’de yayımlandı.

En son 2019’da düzenlenen yönetmeliğin sinema biletlerine ilişkin 16. maddesinde değişikliklere gidilen “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” 15 Şubat’ta Resmî Gazete’de yayımlanandı. Buna göre sinema salonlarında “kurum bileti” ve “izleyici özel bileti” olmak üzere iki yeni indirimli bilet uygulaması devreye girdi. Yeni yönetmelikte bu uygulamaların Kültür ve Turizm Bakanlığı denetiminde gerçekleşeceği ifade ediliyor.


YÖK’ten Naci İnci ve Boğaziçi yönetimine inceleme

Yükseköğretim Kurulu (YÖK), Boğaziçi Üniversitesi’nin atanmış rektörü Naci İnci ve üniversite yönetimi hakkında inceleme başlattı. YÖK inceleme kararını, yeniden yapılandırma kararını protesto ettikleri için üniversiteye girişleri engellenen öğrencilerin yaptığı suç duyurusu sonrası aldı.

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri eylemlerin dördüncü yılında. (Fotoğraf: Can Candan, 18 Ocak 2024)

Boğaziçi Üniversitesi’nde Melih Bulu’nun döneminde başlayan usulsüzlükler Naci İnci’nin cumhurbaşkanının kararıyla rektör olarak atanmasıyla devam etti. İnci’nin kararıyla Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin (MAFM) yöneticileri Zeynep Ünal ve Elif Ergezen’in görevlerine son verildi, kampüse girişleri engellendi. Aralarında yapımcı Yamaç Okur’un da bulunduğu Boğaziçi Üniversitesi mezunlarının mezun kartları süresiz iptal edildi. Akademisyen, belgesel sinemacı Can Candan’ın mahkemece geri verilen haklarını tanımama konusunda ısrarını sürdüren yönetim Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü BÜ(S)K’ün birçok etkinliğini engelledi. Bunlar Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananların sadece bir kısmı. Akademisyenlerin özgür, özerk ve demokratik üniversite talebiyle başlattıkları direnişin hâlâ devam ettiği Boğaziçi’nde ‘şaşırtıcı’ bir gelişme yaşandı.

Sözcü’den Fırat Fıstık’ın haberine göre, fakültelerin yeniden yapılandırılma kararı alan Boğaziçi Üniversite Rektörlüğü akademisyenler ve öğrencilerin tepkisiyle karşılaştı. Fakültelerin ayrılmasına karşı hem basın açıklaması yapıldı hem de forum düzenlendi. Bu protesto ve açıklamalara katılan on öğrencinin okula girişi engellendi. Üniversitelilerin kartları iptal edildi. Okul yönetimi tarafından ise bu engellemeye dair bir açıklama yapılmadı. Bunun üzerine öğrenciler avukatlar aracılığıyla suç duyurusunda bulundu. Yürütülen soruşturma YÖK’e de gitti. YÖK, öğrencilerin itirazıyla birlikte savcılıktaki dosya üzerine üniversitenin atanmış rektörü Naci İnci ve yönetim hakkında inceleme kararı aldı. Üç yıldır süren Boğaziçi Üniversitesi’ndeki protestolar sonucu, rektörlüğün yaptırımları ilk kez öğrencilerin itirazı üzerine YÖK tarafından incelenecek.


Birol Güven Sinema Genel Müdürü oldu

Birol Güven, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Resmî Gazete’de yayımlanan yeni atama kararıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’ne getirildi. İlk bölümü 2002’de yayınlanan Çocuklar Duymasın gibi pek çok televizyon dizisinin senaristliğini ve yapımcılığını üstlenen Güven’in sinema alanında daha az çalışması bulunuyor. Bayrampaşa: Ben Fazla Kalmayacağım (2007), Mandıra Filozofu (2014), Dijital Esaret (2022) gibi filmlerin senaryosunu kaleme alan Güven’in ortak yapımcısı olduğu Güzel Günler Göreceğiz (2011) Altın Portakal’da En İyi Film seçilmişti. Aynı zamanda MinT Motion Pictures yapım şirketinin kurucusu olan Güven, göreve gelişiyle ilgili açıklamasında halihazırdaki bürokrasiyle çalışacağını ve sektörün büyümesinin ilk hedefi olacağını söyledi. Yaklaşık altı ay Sinema Genel Müdürlüğü görevini sürdüren Erkin Yılmaz ise yeni kararla Telif Hakları Genel Müdürlüğü’ne getirildi.

Çocuklar Duymasın’da canlandırdığı Haluk karakteriyle tanınan Tamer Karadağlı da Ağustos 2023’te Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne atanmıştı. DT’de yer alabilmek için girdiği sınavda başarısız olan ve 2000 yılından bu yana sadece iki kez tiyatro sahnesine çıkan Karadağlı’nın müdürlüğe getirilmesi büyük tepki çekmişti. Aralarında DT Sanat Yönetim Kurulu üyeleri, İstanbul, Ankara, İzmir DT müdürlerinin de olduğu pek çok tiyatrocu istifa etmek istemişti.

Yıllar önce Gezi Direnişi protestolarında yer alan Karadağlı son dönemde çalışmalarından çok iktidara yakın tavrıyla dikkat çekiyor. Karadağlı 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Nihal Yalçın’ın ödül konuşmasını sabote etmesi ve 76. Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu seçilen Merve Dizdar’ı yaptığı ödül konuşması üzerinden hedef alması gibi vukuatlarıyla hafızalarda yer etmiş durumda.


Güvenatam’ın sorumlu olduğu sette yine kaza: Fethi Savaş Altınpulluk ağır yaralı

Star TV’de ekrana gelen Yalı Çapkını (2022-) dizi setinde yaşanan iş kazasında focus puller olarak çalışan Fethi Savaş Altınpulluk ağır yaralandı. Dizinin yapımcısı Onur Güvenatam, set işçisi Hasan Karatay’ın iş kazası geçirip hayatını kaybettiği Atiye’nin (2019-2021) de yapım sorumlusuydu.

Fethi Savaş Altınpulluk

Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen), Onur Güvenatam’ın kurucusu olduğu OGM Pictures’ın yapımcılığı üstlendiği Yalı Çapkını dizisinin 24 Şubat tarihli çekimlerinin bitiminde, setin kurulu bulunduğu alanda hızla giden bir motosikletin çarptığı focus puller Fethi Savaş Altınpulluk’un Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin yoğun bakım servisinde tedavisinin sürdüğünü aktardı. Kazaya dair araştırmada “10:30’da başlayan çalışma süresinin 22:50’de sonlandırıldığı ve kazanın da 23:00’da çekimlerin yürütüldüğü yapının hemen önünde gerçekleştiği” bilgisini alan sendika, Altınpulluk’a çarpan motorun süratli olmasının yanı sıra iş kazasında “uzun çalışma süresi ve yorucu bir çalışma temposunun işçide yarattığı dalgınlığın da payı büyüktür,” dedi. Yapım şirketinin faaliyetleri nedeniyle tehlikeli iş sınıfında olduğunu hatırlatan Sine-Sen, “Gerçek önleyici tedbirlerin alınma zorunluluğu bir kez daha acı şekilde görülmüştür,” ifadelerini kullandı. Çalışma süreleri, ağır çalışma koşulları ve işverenlerin hukuksuz uygulamalarına karşısında Altınpulluk’un yanında duran sendika iş güvenliği ve işçi sağlının temini için gerekli yasal süreçleri takip edecek. Sinema-TV Sendikası da yaptığı açıklamada yaşam mücadelesi devam eden Altınpulluk’la ilgili bu sürecin takipçisi olacağını duyurdu.

Set işçici Hasan Karatay, 2019 yılında OG Medya’nın yapımcılığını üstlendiği, Netflix Türkiye’nin orijinal dizisi Atiye’nin setinde boyacı olarak çalışırken merdivenden düşerek yaralanmış, daha sonra kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetmişti. Karatay’ın ölümüne ilişkin dizinin yapım sorumlusu Onur Güvenatam’la sanat yönetmeni Deniz Kobanbay‘ın yargılandığı dava 13. duruşmasında karar başlanmıştı. Kobanbay’ın beraat ettiği davada Güvenatam’a ‘taksirle ölüme neden olmak’ suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası verilmişti. Mahkeme Güvenatam’ın cezasını 54 bin 600 lira adli para cezasına çevrilmesine hükmetmişti.


‘Things That You Kill’ setinde hak ihlali ve şiddet: Zeynep Koray sorumluluk almalı

Sinema-TV Sendikası, yapımcılığını Türkiye’de ZK Films’in üstlendiği Things That You Kill filminin setinde yaşanan hak ihlalleri ve şiddet olaylarının teyit edildiğini bildirerek olayla ilgili hukuki sürecin başlatıldığını duyurdu. Şiddet başta olmak üzere sette yaşanan tüm olumsuz olayları kınayan sendika, yapımcı Zeynep Koray’ı sorumluluk almaya davet etti.

Yönetmen Alireza Khatami, filmde rol alan Ekin Koç, Erkan Kolçak Köstendil ve Hazar Ergüçlü’yle birlikte.

Geçtiğimiz yaz Fransa, Polonya ve Kanada ortak yapımı olan, yapımcılığını Türkiye’de Zeynep Koray’ın kurduğu ZK Films’in üstlendiği Things That You Kill filmi setinde yaşanan hak ihlali ve şiddet olayları yargıya taşındı. 76. Cannes Film Festivali’ne İran’dan katılan film olan Terrestrial Verses’ı (Ayeh haye zamini, 2023) Ali Asgari’yle birlikte çeken İranlı yönetmen Alireza Khatami’nin yönetmenliğini üstlendiği Things That You Kill ataerkillik kavramı odağında kimlik ve insan ilişkilerini irdeleyen bir politik drama. Sinema-TV Sendikası, çekimleri Ankara’da ve Niğde’nin Bor ilçesinde gerçekleştirilen filmin setinde yaşanan olaylarla ilgili araştırması neticesinde “Filmin yabancı yapımcıları ile Türkiye’deki yapım şirketi arasında oluşan anlaşmazlıktan kaynaklı, İran asıllı yönetmen ve İranlı ekip üyelerine yapım ekibinden bazı meslektaşlarımızın fiziksel saldırıda bulunduğunu ve darp neticesinde ekibin hastanede tedavi görmek zorunda kaldığını” teyit etti. Yaşananların ardından çekimlerin durduğunu belirten sendika şiddete uğrayan yönetmen ve ekip üyelerinin ülkeden ayrıldığını aktardı.

Şiddetin yanı sıra set süresince ödemelerin zamanında yapılmaması, ekibin sigortasız çalıştırılması, çalışma ortamlarında İSİG (işçi sağlığı ve iş güvenliği) uzmanı bulunmaması gibi bir dizi usulsüzlüğün yaşandığını ifade eden sendika, ekip üyelerinin itirazlarına rağmen iyileştirilmeye gidilmediğini belirtti. Yerli ve yabancı ekip üyelerinin psikolojik şiddete maruz kaldığına dair beyanlar olduğu da aktarıldı. Sendikanın yayımladığı kınama metninde, “Bir kez daha hatırlatmak isteriz ki bir yapımcının yükümlülükleri sadece bütçenin idaresi ve setin devam etmesi ile sınırlı değildir; sette çalışan herkesin eşit, adilane ve sağlıklı koşullar altında, iş barışına uygun çalışmasını sağlamaktır,” denilerek yapımcı Zeynep Koray’a sorumluluk alma çağrısı yapıldı. Her türlü şiddet eyleminin karşısında olduğunun bir kez daha altını çizen Sinema-TV Sendikası filmle ilgili devam etmekte olan yasal sürecin takipçisi olacağını duyurdu.


İklim Tamkan: Fırat Tanış bir şiddet faili

Piyanist, besteci İklim Tamkan, Eylül 2023’te beraberliğini sonlandırdığı oyuncu Fırat Tanış hakkında uzaklaştırma kararı aldırdığını açıkladı. Tanış’ın ailesi ve yakın çevresini de kapsayan şekilde ağır psikolojik şiddet, tehdit ve ısrarlı takibine maruz kaldığını ifşa eden Tamkan “Bu şiddet zincirini kırmayı bir sorumluluk olarak görüyorum ve bu zincirin sessiz bir halkası olmayı reddediyorum,” dedi.

Sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla geçen sene beraberliğini sonlandırdığı Fırat Tanış’ın bir şiddet faili olduğunu duyuran İklim Tamkan, maruz kaldığı “şiddet sarmalının” kendisinin yanı sıra ailesi ve yakın çevresini de etkilediğini söyledi: “Maruz kaldığım şiddet sarmalı bana, aileme ve yakın çevreme şu ana dek hiç karşılaşmadığımız, tanık olmadığımız tarifi ve tahmini mümkün olmayan hisler yaşatmış ve bizde derin yaralar açmıştır.”

Fırat Tanış için “Şahsın beni maruz bırakmış olduğu eylemler kişilik haklarıma açıkça bir saldırıdır ve Türk Ceza Kanunu kapsamında birden fazla suçun konusunu oluşturabilecek niteliktedir,” diyen Tamkan, maruz kaldığı şiddet sonrası ruh ve beden sağlığının bozulduğunu ancak uzaklaştırma kararının sağlığına kavuşmasında önemli bir etken olacağını umut ettiğini ifade etti. İfşasını uzun zamandır gölgede kalan bir gerçeğin gün yüzüne çıkarılması şeklinde yorumlayan Tamkan “İçinde yaşadığımız toplumun her hücresine nüfuz etmiş erkek egemen zihniyetin davranış kalıplarına ve yargılarına boyun eğmeyi reddediyorum,” dedi.

Tamkan’ın paylaşımı sosyal medyada hızla yayıldı. Susma Bitsin, paylaşımı alıntılayarak Tamkan’a destek verdi. Mor Dayanışma, Üniversiteli Feminist Kolektif, Demir Leblebi, Kampüs Cadıları gibi kadın ve LGBTİ+ örgütlerin yanı sıra sektörden pek çok isim de “İklim Tamkan’ın yanındayız” dedi.

Hakkındaki suçlamalara dair yaptığı paylaşımda “Bir açıklama yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum,” diyerek mağdur olduğunu savunan Fırat Tanış ise “Sükûtum ikrar değil 6284 sayılı yasanın varlığına duyduğum saygıdandır,” ifadelerini kullandı.


‘Cem Karaca’nın Gözyaşları’ vizyondan kaldırıldı

Cem Karaca’nın son eşi İlkim Karaca, sanatçının hayatını anlatan Cem Karaca’nın Gözyaşları filmi için kendisinden izin alınmadığı gerekçesiyle konuyu yargıya taşımıştı. İstanbul Fikri Sınai Haklar ve Hukuk Mahkemesi’ne başvuran İlkim Karaca’nın mahkemenin belirlediği 3.5 milyon TL’lik teminatı yatırması sonrası film vizyondan kaldırıldı.

Cem Karaca’nın Gözyaşları filmi için kendisinden izin alınmadığı gerekçesiyle çekimlerin durdurulması istemiyle mahkemeye başvurarak dava açan İlkim Karaca’nın talebi kabul edilmemişti. İsmail Hacıoğlu’nun Cem Karaca’ya hayat verdiği filmin vizyona girdiği 26 Ocak tarihinden bir gün sonra İstanbul Fikri ve Sınai Haklar ve Hukuk Mahkemesi’ne başvuran Karaca, mahkemece haklı bulundu ve gösterimin durdurulmasına yönelik ara karar verildi. İlkim Karaca, kendisinden talep edilen 3.5 milyon TL teminatı yatırdıktan sonra film vizyondan çekildi. Cem Karaca’nın Gözyaşları filminin gösterimden kaldırıldığını duyuran Fikri Harika Prodüksiyon ve Aytaç Medya, İlkim Karaca’nın filmde kullanılan eserler için kendisinden izin alınmadığı gerekçesiyle açtığı davaya konu tüm şarkılar için Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) aracılığıyla, şarkıların hak sahiplerinden gerekli izinlerin alındığı ifade etti. “Filmimizde kullandığımız, ‘Muhtar, Emrah, Tamirci Çırağı, Namus Belası, Çok Yorgunum, Ceviz Ağacı, 1 Mayıs, Bekle Beni, Dadaloğlu, Hep Kahır’ isimli şarkıların 4/3 hakkı Cem Karaca’nın oğlu ve filmimizin danışmanı Emrah Karaca’da bulunmaktadır. Şarkıların 4/1 hakkı ise 2018 yılından itibaren davacı tarafın haklarının tamamını satıp devrettiği All Stars Music şirketindedir,” diyen yapım şirketi Emrah Karaca’da bulunmayan 4/1 hakkın MESAM tarafından da yasal olarak belirtilen kurumdan alındığını belirtti. “Filmimizin müzikal içeriği için gerekli olan tüm yasal izinlerin alındığını ve hak sahipleriyle ilgili tüm gerekliliklerin yerine getirildiğini bir kez daha belirtmek isteriz,” denilen açıklamada dava sürecinin devam ettiği, tedbir kararının kalkması durumunda filmin tekrar gösterilebileceği aktarıldı.

Cem Karaca’nın oğlu Emrah Karaca, filme tedbir kararı verildiği dönemde yaptığı açıklamada İlkim Karaca’nın telif hakkı iddialarına şu şekilde cevap vermişti: “2018 yılına kadar babamın eserleriyle ilgili 4’te 1 hak kendisine aitti. Bu konu benim bu filme verdiğim 4 bölüm 3 şarkı haklarıyla ilgilidir. Kendisinden filmle alakalı bir izin almamızı gerektirecek bir durum olmamıştır. Çünkü kendisine ait olan 4 bölüm 1 hakkını 2018 yılında Mine Aksu’ya satmıştır. Şarkıları yüzlerce diziye, filme, belgesele, yurt içi yurt dışı onlarca reklama, onlarca albüme vermişizdir. Bunlarla ilgili ödemeler alınmıştır. Bugüne kadar bunlarla ilgili herhangi bir sorun çıkarmayan şahıs sadece bu filmle alakalı kendisine doğan bir haktan bahsetmektedir. Haklarını satmasıyla alakalı olarak da dolandırıldığını iddia etmektedir. Zaten bu konuyla alakalı da başka bir dava görülüyor.”


140journos’tan Şebnem Korur Fincancı’ya karalama

140journos ekibinin Adnan Oktar ve başında olduğu suç örgütünü konu alan Adnan belgeseli Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’yı hedef almakla eleştirildi. Belgeselde Fincancı’nın emniyet hakkında sahte işkence raporu düzenlediği ve bazı örgüt üyelerinin 1999’da Adil Serdar Saçan’ın İstanbul Organize Suçlarla Mücadele ve Kaçakçılık Şube Müdürü olduğu dönemde yapılan operasyondan sahte rapor sayesinde kurtulduğu iddia ediliyor.

Şebnem Korur Fincancı

“Türkiye’yi anlamak için” belgesel ve video serileri hazırlayan 140journos, Gezi döneminde çektiği videolarla öne çıkan bir medya kanalı. Gezi protestoları ve sonrasındaki dönem, video-eylem pratiği, vatandaş gazeteciği ve video haberciliğinin yaygınlaştığı bir kırılmayı da beraberinde getirdi. Bu alanda üretimleriyle dikkat çeken 140journos, “yurttaş gazeteciliğinin öncülerinden” şeklinde anılıyor, bu pratiği ileriye taşıyacak bir oluşum olarak görülüyordu. Ancak daha sonraları hazırladığı işleri belgesel ve gazetecilik etiklerine uygun bulunmayan, dahası iki mesleğe de zarar vermekle eleştirilen kanal, görüntünün gücünden faydalanarak olayları taraflı ele alması ve spekülasyonlara yol açmasıyla tartışmaların odağında. 140jorunos’un Adnan Oktar’a odaklanan serisinin ilk videosu Kedicik de Türkiye siyasi tarihinin en büyük örgütlerinden birinin yarattığı mağduriyet silsilesini, konunun politik derinliğine girmeden ele almasıyla eleştirilmişti. Travmatik olayları doğrudan aktarmak yerine müziklerle ajitasyon yaratan belgeselin verdiği mesajlardan birisi, dönemin içişleri bakanına haber vermeden başlatılan operasyonla örgütü çökerten “iyi polisler”di. Ancak örgütün bugüne kadar neden çökertilemediği ya da örgütün siyasi ayağının nerelere uzandığı bir muamma olarak bırakılıyordu.

Belgesel serisinin ikinci bölümü olan Adnan 10 Şubat 2024’te 140journos’un YouTube kanalında yayınlandı. Oktar hakkında başlatılan 1999/2525 ve 2016/103313 numaraları soruşturmalardaki beyanat ve delillere dayandırılan belgesel kızlarını ve eski eşini örgütün kandırdığı ve ekranda kızlarını gören Elvan Koçak’ın hikâyesiyle başlıyor. Oktar’ın siyasi figürlerle olan yakın ilişkileri, rüşvet, para aklama yöntemleri, örgütün uluslararası ilişkileri gibi konulara değinen belgeselde örgütün eski üyelerinden Özkan Mamati, Prof. Dr. Şebnem Fincancı’yı “örgüt adına sahte işkence raporu hazırlamakla” suçluyor. Gazeteci Fatih Altaylı Fincancı için “Aşırı özgürlükçü, aşırı liberal sol” ifadelerini kullanırken gazeteci Timur Soykan ise sahte rapor iddiasıyla ilgili “Bunu Adnan Oktar ve ekibinin suistimal etme konusunda tereddüdü yoktu, çok ciddi şekilde suistimal ettiler ve dava sürecini bu düşürebilecek bir durum, yani dosyada işkenceyle ifadenin alındığına dair bir rapor girdiği anda o ifadenin hepsi çöp olur. Bu yargılama sürecini tamamen sekteye uğratıp oradan kurtulabilirsiniz,” ifadelerini kullanıyor. “O kadın olmasa bu örgüt olmayacaktı. Kız çocuklarının faili bu kadındır” iddialarıyla hedef tahtasına oturtulan Fincancı “bir sürü kızın hayatına mal olmakla”, “davanın sonuçsuz kalmasına sebebiyet vermekle” suçlanıyor.

Suçlamalara ilişkin açıklamasında işkencenin suç olduğunu hatırlatan Fincancı, “Bir belgesel(?) olarak yayına girdiği anlaşılan son dizi de işkencenin meşrulaştırılması için hakikat dışı söylemleriyle kişisel olarak benim düzenlediğim tıbbi değerlendirme raporlarını sahte gibi göstermeye çalışmaktadır,” dedi. Videodaki ifadelerin işkence görenlerin zarar görmesine yol açacak bir duruma kapı araladığına dikkat çeken Fincancı, “İşkenceyi meşrulaştırmak topluma zarar verecek bir girişimdir. Bir kez meşru görüldüğünde toplumun tüm bireyleri işkence görme riski ile karşı karşıyadır. O nedenle işkence ile mücadele eden insan hakları savunucuları kimin kime işkence yaptığından, meşru göstermek için ortaya konanlardan bağımsız ve ayrımsız işkenceyi görünür kılmak için uğraş verirler,” ifadelerini kullandı. Belgeseli hazırlayanların kendisine ulaşmadığını belirterek “Diziyi hazırlayanlar öyle olduğunu iddia etse de ne yazık ki bana ulaşmadılar. Herhangi bir açıklama isteği de olmadı,” ifadelerini kullanan Fincancı hukuki süreç başlatacağını ifade etti. Fincancı’nın açıklamasının ardından açıklama yapan 140journos, belgesel yayınlanmadan sekiz gün önce kendisine e-posta yoluyla soru gönderildiğini belirtti. Fincancı’ya ulaşmak için daha etkili bir yol izlemeyi tercih etmeyen 140journos’un kendisine yönlendirdiği sorulardan ilki de tepki çekti: “2007 yılında yayımlanan ve yazarlarından olduğunuz ‘İşkence Atlası’ kitabının Adnan Oktar’ın ‘Yaradılış Atlası’ isimli kitabıyla bir bağı var mıdır? Bu bir rastlantı mıdır?”

Belgeselde hedef alınan Fincancı’ya karşı karalama kampanyası başlatılırken kamuoyunun büyük bir kesimi Fincancı’nın suçlamaların odağına yerleştirilmesine tepki gösterdi. Türkiye Tabipler Birliği (TTB), İnsan Hakları Gözlemevi (HRW), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın yanı sıra kimi barolar, LGBTİ+ örgütleri gibi birçok kurum ve kişi Fincancı’yla dayanışma mesajları paylaştılar.


Banu Karaca: Sansür konusunda devlet ve sermaye işbirliği içinde

Banu Karaca, 1+1 Express’te yayımlanan “Hamilerin aklama, saklama, unutturma taklaları” başlıklı söyleşide 2000 sonrası Türkiye’sinin sansür mekanizmalarına dair önemli tespitlerde bulundu. Ulus Atayurt’un kendisiyle yaptığı söyleşide antropolog Banu Karaca, uluslararası çalışmalarda yakın zamana kadar sansürün sadece ‘devlet sansürü’ bağlamında ele alındığını, oysa özellikle 1980 sonrası süreçte sansür eylemlerinin devlet ve sermaye arasındaki iş bölümüne dayanmaya başladığını vurguluyor.

2011-2017 arasında Türkiye’de sanat alanındaki sansür vakalarını raporlayan Siyah Bant ekibinde yer alan Karaca, Türkiye’de tespit edilen birçok örnekte “sansürün eser izleyiciyle buluştuktan, kamusallaştıktan sonra” gerçekleştiğine dikkat çekiyor ve bunun, “eserin izleyiciyle buluşmasının engellenmesi” dayalı konvansiyonel sansür tanımından çok farklı olduğunun altını çiziyor. Bu bağlamda sinema sansürüne de değinen Karaca, Bakur filminin 34. İstanbul Film Festivali’nde, İKSV tarafından programdan çıkarılması vakasını hatırlatıyor. Belgesellerin gösterim hakkının anayasal açıdan koruma altında olduğunu ve belgesel sinemanın suç teşkil edemeyeceğini vurgulayan Karaca’ya göre “iktidarın Anayasa Mahkemesi’ni bile kale almadığı bir dönemde eserleri hukuk yoluyla savunmak artık çok zor.” Siyah Bant ekibi olarak ifade özgürlüğünü mevcut hukuk sistemi içinde “hak savunuculuğu” üzerinden tanımlamanın liberal bir tuzak olduğunu gördüklerini söyleyen Karaca, ifade özgürlüğünün bunun yerine “iktidar ilişkileri, coğrafya ve tarih bağlamında sürekli tartışılması, adına mücadele verilmesi gereken bir alan” olarak görülmesi gerektiğini belirtiyor. “Ulusal Çerçeve: Türkiye ve Almanya’da Sanat ve Devlet Şiddeti” yazarı antropolog Banu Karaca’yla yapılmış söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız.  


Farah Zeynep Abdullah’a ikinci kez ceza

Uşak’a bağlı Banaz Asliye Ceza Mahkemesi, tecavüz zanlısı Musa Orhan’a hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında ikinci kez dava açılan oyuncu Farah Zeynep Abdullah hakkında 87 gün karşılığı 1740 TL adli para cezası verilmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdi. Daha önce de aynı gerekçeyle yargılanan Abdullah’a 1300 TL adli para cezası verilmişti. 

Batman’ın Beşirli ilçesinde 18 yaşındaki İpek Er’e cinsel saldırıda bulunmak ve intihara sürüklemekle suçlanan uzman çavuş Musa Orhan’a “hakaret ettiği” gerekçesiyle adli para cezasına çarptırılan oyuncu Ezgi Mola’ya verilen cezaya tepki gösteren Farah Zeynep Abdullah hakkında dava açılmış, Mola’ya destek veren Hazal Kaya ve Melek Mosso da aynı gerekçeyle yargılanmıştı. Adli para cezasına çarptırılan Abdullah hakkında Orhan’ın avukatı Mehmet Aktaş tarafından ikinci kez aynı suçlamayla dava açılmıştı. T24’ten Asuman Aranca’nın haberine göre davanın 2 Şubat’ta Uşak’a bağlı Banaz Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen ikinci duruşmasında savunma yapan Abdullah’ın avukatı, mahkemeye “Hangi genç kadın herhangi bir tecavüz sonucunda intihar haberini okuduğunda sessiz kalır?” sorusunu yöneltti. Abdullah’ın avukatı, Musa Orhan’ın kendisine gösterilen tepkilere açtığı davaları “kazanç kapısına dönüştürdüğünü” söyledi. Abdullah’ın hakaret suçunu işlediğine hükmeden mahkeme hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdi.


RTÜK inceleme başlatmıştı: ‘Güldür Güldür Show’ skeci yayından kaldırıldı

Güldür Güldür Show’da yayınlanan bir skeç gazilerle ilgili ifadelerden dolayı sosyal medyada tepki çekti. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada skece inceleme başlatılacağını duyurdu: “Gazilere dil uzatan bu insanları kınıyorum. Vatan ve bayrak için canını, bedenini feda eden Gazilerimize yapılan saygısızlık kabul edilemez. Ulvi Gazilik mertebesini parayla kıyaslayacak kadar şuursuz, hadsiz sözlerin yer aldığı yayın ile alakalı inceleme başlatılmıştır.”

Show TV, başlatılan incelemenin ardından söz konusu skecin ekranda yayınlanmaya uygun görülmediğini belirterek “Sosyal medyada eleştiri konusu yapılan Güldür Güldür skecinde yer alan ifadeler, kanal yönetimimizin yayın ön izlemesi neticesinde, program yapımcısı ile de mutabık kalınarak” yayına alınmadığını açıkladı. Tepkilerin ardından özür mesajı yayınlayan Güldür Güldür Show ise YouTube’da yayınlanan skeci yayından kaldırdıklarını duyurdu. Açıklamada “toplumsal ve kültürel değerleri hiçe sayan yozlaşmış bir karakterin eleştirisi” olarak tanımladıkları skeçle ortak değerlerin korunmasına vurgu yapmak istendiğini ancak skecin, içinden alınan bir kesit üstünden bağlamından koparıldığını ve amacının tam tersi bir anlam ortaya çıktığı ifade edildi. 

Programın sunucusu Ali Sunal ise “Doğruyu anlatacağız ama doğruyu anlatmak için önce yanlışı göstermemiz lazım,” dedi. Sunal yaptığı açıklamada, “Bizi asıl kahreden gazilerimizin karşısına bu gündemle çıkmak… Bu ekipten kimse bir gaziye saygısızlık etmeyi bırakın düşünemeyiz bile efendim. Böyle bir konuyla gazilerimizin karşısında olduğumuz için hepsinden özür diliyoruz,” ifadelerini kullandı.