Şu An Okunan
Hukuksuzluk ve zulüm: Gezi tebliğnamesi

Hukuksuzluk ve zulüm: Gezi tebliğnamesi

Yargıtay başsavcılığı, aralarında film yapımcısı Çiğdem Mater, belgesel sinemaya katkılarıyla tanınan Osman Kavala ve Emek Sineması’nın yıkımına karşı mücadelede önemli rol oynayan Mücella Yapıcı ile Can Atalay’ın da olduğu Gezi Davası sanıklarıyla ilgili tebliğnamesini hazırladı. Tebliğnamede, polis şiddetine bağlı ölüm ve yaralanmaların büyük çoğunluğu 27 Haziran 2013 tarihinden önce gerçekleşmiş olmasına rağmen, bu tarihten sonra şiddet ortamı yaratıldığı iddia ediliyor, somut gerçekler hiçe sayılıyor. Ayrıca Hrant Dink anmaları suç sayılıyor, Berkin Elvan’ın ölümüne dair gerçekler çarpıtılıyor…

Gezi Direnişi davasında verilen mahkûmiyet kararları pek çok hukukçu tarafından tarihte eşine az rastlanır bir hukuksuzluk olarak tanımlanıyor. İfade özgürlüğünün ve toplantı yürüyüş özgürlüklerinin yanı sıra kültür-sanat faaliyetlerini, video ve film üretimini de suç kapsamına dahil eden davada tutukluların özgürlüklerine kavuşması yönünde ulusal ve uluslararası camiada çağrılar yankılansa da hepsine kulak tıkanıyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı tebliğname de yaşanan hukuksuzluğun ne boyutta olduğunu gösterir nitelikte.

Süreci kısaca hatırlayalım: 2013 Gezi Direnişi protestoları nedeniyle açılan davada 18 Şubat 2020’de tüm sanıklar beraat etmiş, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin beraat kararıyla birlikte davanın tek tutuklu sanığı Osman Kavala’nın hapisten çıkması beklenirken Kavala başka bir soruşturma gerekçe gösterilerek tutuklanmıştı. Yeniden görülen davada İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi, 25 Nisan 2022’de hükmü açıklamış, ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamasıyla Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet; Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden ve Yiğit Ali Ekmekçi’ye 18’er yıl hapis cezası vermişti. Mahkeme, tutuksuz sanıkların kararla birlikte tutuklanmasına hükmetmişti. Mahkemenin hükmüne yapılan itirazları önce istinaf mahkemesi incelemiş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3’üncü Ceza Dairesi, kararı yerinde bulduktan sonra dosya Yargıtay’a taşınmıştı.

Nihai karardan önce Yargıtay başsavcılığı, tebliğnamesini 7 Temmuz 2023’te hazırladı. Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı yardımcısı Zafer Şahin tarafından hazırlanan ve Gezi Direnişi davasına ilişkin dört bölümden oluşan tebliğname Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderildi. Tebliğnamede Osman Kavala’ya verilen müebbet hapis cezasıyla Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi’nin 18’er yıl hapis cezasının onanması istenirken Mücella Yapıcı hakkında mahkûmiyetin bozulması talep edildi.

Berkin Elvan’ın öldürülmesi hakkında tarihsel çarpıtma

Ayrıca tebliğnamede Gezi protestoları sırasında polisin attığı gaz kapsülüyle öldürdüğü Berkin Elvan’ın adı da geçti. Savcı Zafer Şahin tebliğnamede Berkin Elvan’ın ölümünden Can Atalay ve diğer tutukluları sorumlu tuttu. Savcı Şahin, Gezi Direnişi sanıklarının yaptıkları toplantılarda şiddet içeren eylem kararları aldıklarını savunduğu tebliğnamesinde, Berkin Elvan’ın ölümünden de sanıkların yarattığını iddia ettiği şiddet ortamını sorumlu tutuyor. Şiddet ortamını yaratan unsurların başında ise 27 Haziran 2013’te Garaj İstanbul’da yapılan bir toplantı gösteriliyor: “27.06.2013 günü Hanzade Germiyanoğlu ve Yiğit Aksakoğlu’nun organizesinde GARAJ İSTANBUL’da yapılan bu toplantıya Taksim Dayanışması üyelerinden Tayfun Kahraman, Şerafettin Can Atalay’ın da katıldığı, yaratılan şiddet ortamında Berkin Elvan’ın hayatını kaybettiği anlaşılmıştır.”

Oysa bilindiği üzere Berkin Elvan, bu tarihten önce, 16 Haziran 2013’te polisin attığı gaz kapsülüyle başından yaralanmış, aylarca komada kaldıktan sonra 11 Mart 2014 tarihinde hayatını kaybetmişti. Elvan’ın ölümüne neden olduğuna hükmedilen polis memuru Fatih Dalgalı “kasten öldürme suçunu işlediğinin sabit olduğu” gerekçesiyle 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Tebliğnamede belirtildiğinin aksine 27 Haziran 2013 tarihinden sonra Gezi Direnişi eylemleri büyük oranda Park Forumları ile devam etti; silahsız eylemciler ile gaz kapsülü/biber gazı/plastik mermi/kurşun kullanan kolluk güçleri arasında yaşanan olaylar giderek seyrekleşti.

Berkin Elvan’ın 12 Mart 2014’te Okmeydanı’ndan kalkan 
cenazesi için yüzbinlerce kişi Şişli’den Feriköy Mezarlığı’na yürüdü.

Gezi Direnişi sırasında yaşanan polis şiddetine bağlı tüm ölümler 27 Haziran 2013 tarihinden önce meydana geldi. Gaz kapsülü ve biber gazı kullanımına bağlı, bazısı ölümle ve bazısı eylemcilerin gözünü kaybetmesi, beyin kanaması geçirmesi vs. ile sonuçlanan yaralanmaların büyük çoğunluğu da bu tarihten önce yaşandı. 

Yapıcı hakkında inandırıcı delil bulunamadı

Tebliğnamede Mücella Yapıcı’nın cezasının bozulmasına ilişkin “kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği” ifade edildi. Gerçek Gündem’den Serhat Yılmaz’ın haberine göre tebliğnamede, Mücella Yapıcı “Gezi parkında gerçekleştirilen gösterilere en ön safta dahi katılmış” olduğu ifade ediliyor.

Ancak oluşturulan organizasyon içinde yer aldığına, Cezayir ve Garaj İstanbul toplantılarına katıldığına ve amaca (TCK’nın 312. maddesi, “hükümet karşı suç”) yönelik “organik bağ kurduğu”na dair inandırıcı delil bulunamadığından itirazın kabul edilip hakkındaki hükmün bozulması isteniyor.

Hatay milletvekili Can Atalay’a “dokunulmazlığın istisnası”

14 Mayıs genel seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay milletvekili seçilen Can Atalay’ın anayasanın 83. maddesinde belirtilen ‘milletvekili yasama dokunulmazlığı’ doğrultusunda serbest bırakılması gerekiyor. Tebliğnamede bu konuda da yorum yapılıyor ve Atalay’ın tutukluluğunun devamı için gerekçe olarak anayasanın 14. maddesi gösteriliyor.

İddia edilen suç 14. madde kapsamında ise yasama dokunulmazlığında istisnaların olabileceği belirtiliyor: “Soruşturmasına seçimden önce başlanan ağır cezayı gerektiren bir suç varsa ve isnat edilen bu suç Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 14. maddesi kapsamında yer alıyorsa, yasama dokunulmazlığının istisnası söz konusu olur.”

Hrant Dink anmaları da suç unsuru

Tebliğnamede yer alan bir başka dikkat çekici detay ise Çiğdem Mater hakkında. Savcı Şahin, Mater’in 19 Ocak Hrant Dink anmalarını organize etmek için yaptığı telefon görüşmelerinin kayıtlarını tebliğnamede suç unsuru saydı. Tebliğnamede Mater’in Hrant Dink anmaları için 13 Ocak 2014’te Kavala’yla ve 14 Ocak 2014’te Atalay’la yaptığı telefon görüşmelerinin dökümü yer alırken “Konuşmalardan, Açık Toplum vakfından süreklilik arz eder mahiyette Anadolu Kültür A.Ş’ye Gezi olayları sırasında da para aktarımı olduğu, bu sürecin iştirak içerisinde yürütüldüğü, sanık Şerafettin Can Atalay’ın da bütün süreçten haberdar olduğu görülmüştür,” denildi.

Hrant Dink’in ailesi, Agos gazetesine yaptıkları açıklamada 19 Ocak anmalarının tebliğnamede suç unsuru olarak gösterilmesine tepki gösterdi. “Bu durum ellerinde doğru düzgün bir kanıt olmadığını, çünkü ortada zaten bir suç olmadığını kanıtlamak dışında bir şey ifade etmez” denilen açıklama adalet çağrısıyla noktalanıyor. Hrant’ın Arkadaşları İnisiyatifi’den yapılan açıklamada ise “Çiğdem Mater’e yönelik zorlama suç isnatları ve delil yaratma gayretinin hiçbir hukuki karşılığı yoktur. Arkadaşımız daha önce beraat ettiği davadan yargılanıyor ve hakkında hiçbir somut delil de yok,” denilerek Mater için özgürlük istendi.

Tebliğnamenin açıklanmasının ardından sıcak bir gelişme daha yaşandı. Kavala’nın tahliye edilmesi yönünde oy kullanan hâkim Sercan Karagöz, HSK kararnamesiyle Ağrı’ya atandı. T24’ten Asuman Aranca’nın haberine göre, yargılamalar sırasında Kavala ile hak savunucusu Yiğit Aksakoğlu’nun tahliyesi yönünde oy kullanan mahkeme başkanı Sercan Karagöz, Gezi Direnişi davasına bakan heyetten alınarak aynı mahkemede ikinci heyete üye olarak görevlendirilmişti. HSK’nın 17 Temmuz Pazartesi yayımladığı kararnamede Karagöz, bu defa Türkiye’nin bir diğer ucuna gönderildi. T24’e bilgi veren kaynaklar, Karagöz’ün kendisinin tayin isteğinde bulunma ihtimalinin olduğuna, HSK’nın da bu talebi kabul ederek Ağrı’ya atama yapmış olabileceğine dikkat çektiler.

Gerçeküstü bir hikâye

Türkiye’nin önemli değerlerinin özgürlüklerini kısıtlayan Gezi Direnişi davasıyla ilgili tartışmalı tebliğname somut hiçbir delil olmadan, kişiler ve olaylar arasında kurulan muğlak ilişkiler üzerinden adeta suç uydurulmuş bir senaryodan farksız. Tayfun Kahraman, Silivri Cezaevi’nden yazdığı yazıda tebliğnameyi “gerçeküstü bir hikâye” olarak yorumladı : “Hayal dünyamızı zorlayan bu metinlerin bize yaşattığı gerçeklik ise çok somut bir hukuksuzluk ve zulüm. Bu nedenle bu saçma hikâyenin bir an önce bitmesini bekliyoruz.” Bu tutarsız metnin Gezi tutuklularının yaşam ve özgürlüklerini gasp etmekle tehdit ettiğine dikkat çeken Kahraman, “Hukuk devleti ve demokrasiden bahsetmek bir yana, asgari akıl ve kanunun geçerli olduğu bir ülkede yaşamak isteyen herkes için ciddiye alınması gereken bir metin” diye ikaz etti. “Bu tebliğnameye ilişkin gerçek olan bir şey varsa o da bu kötü yazılmış senaryonun bir hukuk belgesi olarak kabul görerek bizlerin cezalandırılmasına dayanak tutulmak istenmesidir. Eğer bu acı gerçekle yüzleşmek isterseniz lütfen bu tebliğnameyi okuyun,” diyen Kahraman, bu ‘senaryoya’ prim vermeyecek hukukçuların varlığına olan inancını ifade ederek üst yargı organlarını hukuktan yana tavır almaya davet etti.

Çiğdem Mater, tebliğnameye ilişkin verdiği yazılı açıklamada “Yargıtay savcısının 2019’dan beri yargılandığımız, on binlerce sayfalık, 22 çuvallık mahkeme belgelerinden, kocaman Gezi Dosyası’ndan belli ki beyanlarımızı zerre dikkate almadan ‘değerlendirdiği’ 77 sayfalık tebliğnamesi, sanırım yargılandığımız mahkemenin hukuk fakültelerinin ders programlarına emsalsiz katkılarından biri olacak,” dedi.  İstinaf Mahkemesi’nce haklarında verilen mahkûmiyet kararı onandığında “Yargıtay’da hakimler olduğunu umuyorum,” dediğini hatırlatan Mater, bu umudu hâlâ kaybetmediğini ifade etti. Mater açıklamasını şu sözlerle noktaladı: “Yargıtay’da hakimler olduğunu umuyorum, o hakimlerin hukuku, Anayasa’yı ve uluslararası sözleşmeleri dikkate almasını bekliyorum, aksi, bu davadan tutuklu 7 kişi için değil, hukuk için çok karanlık kapıların açılması manasına gelecek.”

Gezi Direnişi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Osman Kavala ise Silivri Cezaevi’nden yaptığı açıklamada tebliğnamenin “vahim iftiralar içerdiğini, hukuk ilkelerinin daha açık bir biçimde çiğnendiğini” söyledi. Kavala şöyle dedi: “AİHM ilke ve kararlarına da tamamen aykırı olan, ceza hukukunda niyet okuma anlayışının, Yargıtay düzeyinde ifade bulması ülkemiz için tehlikeli bir gelişmedir.”

Yapıcı: “Hakkımda yeterli delil yoksa, başkaları hakkında da yoktur”

T24 yazarı Murat Sabuncu da Mücella Yapıcı’nın tebliğnameyle ilgili Fikret İkiz’e söylediklerinden bir bölümü yazısında aktardı. İlgili kısımda Yapıcı’nın “Bu davada yargılananlar bakımından beni diğer sanıklardan ayırarak hakkımda böyle bir yargıya varılamaz,” diyerek tebliğnameyi etik bulmadığına yönelik ifadesi yer aldı. Tutukluların hepsinin delilsiz yargılandığını ve haklarında inandırıcı delil olmadan mahkûmiyet kararı verildiğini ifade etti: “Herkesin kararını onaylayacaksınız, Mücella Yapıcı hakkındaki mahkûmiyeti bozacaksınız. Böyle şey olmaz. Mademki benim hakkımda mahkûmiyetime yeterli, kesin ve inandırıcı delil yoksa, elde edilememişse, diğer sanıklar bakımından da kesin ve inandırıcı delil yok demektir. Tebliğnamede yazılı.” Ne kendisinin ne diğer Gezi tutuklularının suç işlemediğinden adı kadar emin olduğunu ifade eden Yapıcı, “Gezi davasında ben değil, bizler varız. Beni diğer sanıklardan ayırarak hukuk ve adalet yaratamazsınız,” dedi. 

İnsan Hakları İzleme Örgütü de yayımladığı açıklamada tebliğnamenin “afaki komplo teorilerine, desteklenmeyen iddialara” dayandığını belirtti. Tebliğnamede neyin suç kastı oluşturduğuna dair soyut düşünceler, sivil toplum kuruluşları, insan topluluklarının doğası, devlet ve diğer temalar hakkında destekten yoksun ve tahmine dayalı görüşlerin yer aldığına dikkat çeken açıklamada ayrıca, bağlamından koparılmış şekilde mahkeme kararları ve hukuki metinlerden bölümlere de yer verildiğini ancak bu kaynakların Kavala ve diğer sanıkların ceza yargılamasıyla nasıl bir ilgisi olduğunun açıklanamadığı not düşüldü. İnsan Hakları İzleme Örgütü, tebliğnamenin “hukuki gerekçelerden tümüyle yoksun olduğunu ve derin bir adaletsizliği sürdürdüğünü” belirterek sanıkların tüm suçlamalardan beraat ettirilmesi ve koşulsuz şartsız serbest bırakılması için çağrı yaptı.

Gezi Direnişi davasıyla ilgili nihai kararı Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi verecek. Ancak kararın ne zaman verileceği henüz öngörülemiyor.