IDFA’da ‘festivalden çekilme’ tartışmaları
Türkiye’de 2014’ün Altın Portakal Film Festivali’nden beri sinema dünyasında çokça tartışılan bir konu, bu yıl 8 – 19 Kasım tarihleri arasında 36. kez düzenlenen Amsterdam Belgesel Film Festivali – IDFA’nın da gündemine oturdu: Filmlerimizi festivalden çekmeli mi yoksa ‘alanda’ (yani festivalin sınırları içinde) mi mücadele etmeli? IDFA’da tartışmalar, festivalin artistik direktörü Orwa Nyrabia’nın, açılış gecesi sahnede açılan ‘nehirden denize Filistin özgür olacak’ pankartından rahatsız olan kişilerden özür dilemesiyle başladı. İsrail Sinema Endüstrisi’nden isimler, söz konusu sloganı -düşmanca niteleyip festivalden yükselen anti-semitizme karşı açık bir tavır göstermesini talep eden talep ederken, sloganın en başta 75 yıldır hakları hiçe sayılan ve etnik temizliğe maruz bırakılan Filistinliler olmak üzere herkes için özgürlük ve eşitlik talebini dile getirdiğini belirten birçok sanatçı filmini festivalden çekti. Bu süreci ve festivalden filmlerini çekmeye karar verenlerin açıklama metinlerini IDFA’da ‘Nehirden Denize Özgür Filistin’ başlıklı haberimizde kapsamlı bir şekilde aktarmıştık.
Türkiye’deki boykot tartışmalarını da ilgilendiren boyutundan dolayı meseleyi tekrardan ele almaya karar verdik ve IDFA’dan filmini çekmiş sinemacılarımıza sorularımız yönelttik. “Sizce bir film festivali, alan yaratması gereken ezilen topluluklara ve boyun eğdirilen insanlara karşı sorumluluklarını gerçekten yerine getirmek için nasıl tasarlanmalı?”, “Bir film festivalinin yapısı ve organizasyonu siyasi temsil ve eşitlik taleplerine yanıt vermiyorsa sanatçılar ne tür alternatif kolektif eylemlerde bulunabilir?” gibi sorularımıza gelen yanıtları bültenimiz aracılığıyla paylaşıyoruz.
Nowhere Near (2023)
60. yılında Altın Portakal’ın iptal edilmesine neden olan Kanun Hükmü (2023) sansürü sonrasında ve İKSV’nin organizasyonlarının yoğun olarak tartışıldığı bir süreçte bu yanıtların Türkiye’deki tartışmalara da katkı sağlayacağını umuyoruz. Sorularımıza yanıt verenler arasında Blessed Blessed Oblivion festivalden çeken ABD vatandaşı Filistinli sanatçı Jumana Manna, Nowhere Near (2023) adlı filmini festivalden çeken Filipinli sinemacı Miko Revereza, Shadowtime (2023) adlı VR’larının kapılarını kapatmaya karar veren Deniz Tortum ve Sister Sylvester’in yanı sıra Şiddet ve Zerafet Arasında (2023) adlı kısa filmini festivalden çekmeyip “platformlarını Filistinli sesleri savunmak için kullanmaya karar veren sinemacılara” eklenen Şirin Bahar Demirel de yer alıyor.
Jumana Manna
Jumana Manna: “IDFA’nın ezilen toplulukları koruyacağını ummuştuk”
IDFA’nın eleştirel düşünce ve güncel gerçekliğin standartlarını belirlemesi gerektiğine inanıyorum. IDFA’nın görevi, ciddi anlamda fon yetersizliği çeken ve hikâyelerini duyurmak için tabandan gelen ittifaklara ve yaratıcı bireylere ihtiyaç duyan ezilen toplulukların anlatılarını korumaktır. Kimin söz söyleme hakkına sahip olduğu ve hangi anlatıların insanlara erişeceği sosyal adaletin temel sorularıdır ve genel olarak belgeselcilik pratiği de bunlardan güç alır.
Aktivistler ateşkes çağrısı yapıp, apartheid ve şiddete son verilmesi taleplerini dile getiren bir eylem yaptığında, festivalin onları koruyacağını ummuştuk. Ne yazık ki IDFA, özgürleşme çağrısının incitici olduğu suçlamasını kabul ederek Filistin’le dayanışma hareketlerinin şeytanlaştırılmasına alet oldu.
Yanıtların tamamını da kapsayan haberimize bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Gezi Davası’nın yankıları sürüyor
Gezi Direnişi davasında Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 28 Eylül 2023’te aldığı onama kararlarının yankıları sürüyor. Kararda Osman Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet cezasının yanı sıra, TİP milletvekili Can Atalay, şehir planlamacı Tayfun Kahraman ve iki sinemacının, Çiğdem Mater ve Mine Özerden’in de 18’er yıl ağır hapis cezaları onanmıştı. Hukuk sarmalları ve adaletsizlikle tarihe geçen Gezi Davası etrafındaki tartışmalar bu onama kararından sonra da devam etti, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasındaki hukuk krizine kadar uzandı.
Mücella Yapıcı (oratada), Yargıtay kararıyla serbest bırakılırken Mine Özerden (solda) ve Çiğdem Mater (sağda) Bakırköy Cezaevi’nde tutuluyor
Altı yıldır cezaevinde tutulan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) hak ihlali yönündeki kararına rağmen tahliye edilmeyen Osman Kavala, iktidara yakın politik figürler tarafından toplum nezdinde düşmanlaştırılmaya çalışılmakta. Mahkûmiyet kararı bozulan Mücella Yapıcı hapis tutulan arkadaşlarının haklarını savunmaya, yaşanan adaletsizliği görünür kılmaya ve mücadeleye devam ediyor. Çekmediği Gezi Direnişi belgeselinin merkeze oturduğu suçlamalara maruz bırakılan Çiğdem Mater ve sinema-reklam sektörlerinde yıllarca emek vermiş Mine Özerden’in halen hapiste tutulması, yargı kararlarının kültür-sanat dünyasında da tepki görmesini beraberinde getiriyor. Cezaevinde tutulan milletvekili Can Atalay ise, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasında yaşanan hukuk krizinin ortasında adalet arayışını sürdürmekte.
Haberin tamamı için tıklayınız.
Reber Dosky Mardin’de gözaltına alındı, göçmenlere yaşatılanları anlattı
Amsterdam Belgesel Film Festivali IDFA’da iki kez En İyi Hollanda Belgeseli ödülüne layık görülen (2016’da Radio Kobanî ve 2019’da Sidik en de Panter filmleriyle), Hollanda vatandaşı Kürt yönetmen Reber Dosky, yeni belgesel projesinin araştırma süreci için bulunduğu Mardin’de 8 Kasım’da gözaltına alındı. Pasaportuna el konulduktan sonra Urfa Geri Gönderme Merkezi’ne (GGM) gönderilen Dosky, Hollanda Dışişleri Bakanlığı ve konsolosluğunun diplomatik çabaları sonucu üç gün sonra serbest bırakılarak vatandaşı olduğu Hollanda’ya geri döndü. Yaşadıklarını Bianet’e anlatan Dosky, GGM’deki koşulları “insanlık dışı” olarak tanımladı. Merkezde bekletilen göçmenlerin su ihtiyaçlarının ve doktor taleplerinin gereğince karşılanmadığını, yemeklerin kurtlu olduğunu, göçmenlerin bir kısmının yerde uyuduğunu, Faslı bir göçmenin sabaha kadar buzdolabında bekletilerek cezalandırıldığını söyleyen Dosky, merkezdeki koşulları protesto etmek için ikinci gün açlık grevine başladığını ifade etti. Kendisinin de çıplak arama işkencesine maruz kaldığını söyleyen Dosky, gözaltına alınma ve pasaportuna el konma nedeninin kendisine bildirilmediğini dile getirdi.
Dosky, Altyazı Fasikül’e yaptığı açıklamada ise gözaltı sırasında, emniyet görevlileri tarafından kendisine “hakkında istihbarat olduğu”nun söylendiğini ifade etti. Önceden yaptığı filmlerin emniyet tarafından bilindiğini dile getiren Dosky, üzerinde çalıştığı projenin de Türkiye devletini eleştiren siyasi bir içeriğe sahip olacağı düşünüldüğü için gözaltına alınmış olabileceği yönündeki tahminini paylaştı. Araştırma yapmak için Mardin’de bulunduğunu, projesinin henüz şekillenmediğini vurgulayan Dosky mevcut koşullarda projeye devam edemeyeceğini ve maruz kaldığı uygulamalardan dolayı tazminat davası açacağını söylüyor. Dosky ayrıca Hollanda medyasının mevzuya ilgi gösterdiğini, birçok radyo ve TV programına davet edildiğini ifade ediyor ve konunun Hollanda’da meclise taşındığına dikkat çekiyor. GroenLinks (GL – Yeşil Sol) ile İşçi Partisi (PvdA) ittifakı, Temsilciler Meclisi’ndeki bir oturumda, iktidarda bulunan geçici kabineye Reber Dosky’nin yaşadıkları ile ilgili Türkiye hükümetiyle görüşme yapıp yapmadıklarına dair bir soru önergesi iletmişti.
Reber Dosky, Radio Kobanî (2016) belgeselinde Kobanî’nin IŞİD saldırılarından sonraki yeniden yapılanma sürecini ele almış, Sidik en de Panter’da (Sıddık and the Panther, 2019) Irak dağlarında İran parsının izlerini arayan Sıdık’ın peşine düşmüş, 2023 tarihli son belgeseli Daughters of the Sun’da ise IŞİD’in seks kölesi yaptığı Ezidi kadınların yeniden hayata tutunma mücadelesini yansıtmıştı.
İranlı oyuncu Shailin Asadollahi, tutuklanmamak için geldiği İstanbul’da gözaltına alındı
İranlı oyuncu Shailin Asadollahi, 23 Kasım’da İstanbul’da gözaltına alınmıştı. Silivri Geri Gönderilme Merkezi’nde (GGM) tutulan Asadollahi’nin İran’a sınır dışı edilme tehlikesi bulunuyordu. Politik kimliğinden dolayı İran’da hayatı tehdit altında olan ve tutuklanmamak için Türkiye’ye gelen Asadollahi’nin iki kardeşi Tahran’daki Evin Cezaevi’nde tutuluyor. Dolayısıyla sınır dışı prosedürü uygulandığında Asadollahi’nin de özgürlüğünden mahrum edilme ihtimali var. Asadollahi’nin arkadaşları, dayanışma için İranlı yönetmen, senarist ve oyuncu Mania Akbari’ye ilettikleri mesajda “Türkiye’deki arkadaşlardan Shailin Asadollahi’nin sınır dışı edilmesini engellemek için yardım istiyoruz,” çağrısında bulundular. Aynı anlarda sosyal medyada da #FreeShailinAsadollahi etiketiyle kampanya başlatıldı. Kısa sürede hızla büyüyen kadın dayanışması ve kamuoyundan gelen tepki sonucu 24 Kasım akşamı serbest bırakılan Asadollahi, bu süreçte kendisiyle dayanışma içinde olan Türkiyeli feministlere ve insan hakları aktivistlerine teşekkür etti. Asadollahi’nin İran’a geri gönderilme durumu hâlâ belirsiz.
Shailin Asadollahi, 23 Kasım’da Instagram hesabından paylaştığı bir videoyla gözaltına alındığını duyurdu. Paylaştığı kısa videoda daha önce tartıştığı ve şikâyetçi olduğu birinin, kendisinden şikâyetçi olduğu için gözaltına alındığını belirten Asadollahi, Türkiye’de bir yandan eğitimine devam ettiğini, yani öğrenci olduğunu ve gözaltına alındığı için çok üzgün olduğunu ifade etti. Silivri Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) tutulan ve İran’a sınır dışı tehlikesi bulunan Asadollahi, serbest bırakılması için dayanışma talebinde bulundu. İranlı sinemacı/sanatçı Mania Akbari konuyla ilgili Bianet’e yaptığı açıklamada Asadollahi’nin İran’da tutuklanmamak için Türkiye’ye geldiğini belirterek İran’a sınır dışı edilme tehlikesine dikkat çekti. “Yardımınıza çok ihtiyacımız var, lütfen Shailin’e yardım edin,” diyen Akbari, Asadollahi’nin arkadaşlarının kendisine ilettiği mesajı paylaştı. Asadollahi’nin serbest bırakılması için yardım çağrısı yapılan mesajın tamamı şu şekilde: “Arkadaşlarımızdan yardım istiyoruz. Bugün, İran’ın Tahran şehrindeki Evin Cezaevi’nde bulunan siyasi mahkûm Anisha Asadollahi’nin kız kardeşi Shailin Asadollahi, Türk polisi tarafından gözaltına alındı ve İran’a sınır dışı edilmesi planlanıyor. Shailin Asadollahi’nin hayatı tehlikede, çünkü siyasi bir aileden geliyor ve kardeşi Ali Asadollahi ile Anisha Asadollahi de Evin Cezaevi’nde bulunan iki siyasi aktivist. Shailin Asadollahi’nin İran’a sınır dışı edilmesi durumunda hayatı tehlikeye girebilir. Türkiye’deki arkadaşlardan Shailene Asadollahi’nin sınır dışı edilmesini engellemek için yardım istiyoruz.”
Asadollahi’nin avukatı Funda Özcan ise Bianet’e verdiği demeçte “Büyük bir kadın hakları ihlali” olarak yorumladığı gözaltı sürecini anlattı. Shailin’in, aleyhinde hiçbir delil olmamasına rağmen gözaltına alınarak GGM’ye getirildiğini söyleyen Özcan, “Kadın haklarını savunmamız ve hukuki güvenlik hakkının asılsız bir şikâyete dayalı olarak ihlal edildiğini vurgulamamızın ardından serbest bırakıldı. Dosyada hâlâ şüpheli kaydı olduğu için sınır dışı edilme var; ancak büyük bir kadın hakları ihlali yaşadığımız için sürecin takipçisi olacağız,” dedi. Müvekkilinin Türkiye’de yaşayan ve burada yaşam haklarının ihlal edileceğinden korkan tüm göçmen kadınları temsil ettiğini söyleyen Özcan, “Kadınların yaşadıkları ve gördükleri muamele karşısında yalnız hissetmelerine izin vermeyeceğiz,” dedi.
Asadollahi serbest bırakılmasının ardından sosyal medya üzerinden paylaştığı ilk mesajda “Medya baskısı sayesinde serbest bırakılmamı sağlayan dostlarıma, Türkiye’deki feminist ve aktivistlere sonsuz teşekkür ediyorum,” dedi. İran’a gönderilme ihtimalinin hâlâ netlik kazanmadığını ancak süreçte desteğini hissettiren ve İran’a dönmesini engellemesinde kendisine yardım eden tüm avukatlara ve sevdiklerine de teşekkür eden Asadollahi, mesajını “Kadın, yaşam, özgürlük!” sloganıyla noktaladı.
Asadollahi yine sosyal medya hesabından bir açıklama yayımlayarak İran’dan Türkiye’ye geliş sebeplerinden bahsetti. Türkiye’de kendisini taciz eden ve şiddet uygulayan İranlı bir adamdan şikâyetçi olduğunu söyleyen Asadollahi, onun da kendisini şikâyet etmesi üzerine, mağdur olmasına rağmen gözaltına alındığını ifade etti. Asadollahi, henüz masum olup olmadığı araştırılmadan kendisine sınır dışı edileceğinin söylendiğini belirterek “Zorla geri gönderilmem, benim ve ailem için büyük bir tehdit oluşturabilir,” dedi. Asadollahi İran’a geri gönderilmesinin engellenmesi için destek talep etti.
Pride Davası: “Ne film izlemek kanuna aykırı ne de Onur Haftası’nı kutlamak”
Bilim Estetik Kültür Sanat Araştırmaları Vakfı (BEKSAV) Sinema Kolektifi üyeleri, Matthew Warchus imzalı Onur (Pride, 2014) filminin gösteriminden dolayı yargılandıkları davada ilk kez hâkim karşısına çıktı. BEKSAV Sinema Kolektifi’nin Onur Ayı etkinlikleri kapsamında 7 Haziran 2023’te Kadıköy’de gerçekleşmesi planlanan etkinliği Kadıköy Kaymakamlığı’nca yasaklanmıştı. Kolektif, gösterimin yapılacağını duyurarak herkesi dayanışmaya çağırmış, etkinliğe yapılan polis baskınında kolektif üyeleri ve katılımcılar gözaltına alınmıştı. Sonrasında BEKSAV, söz konusu film gösteriminden dolayı haklarında dava açıldığını duyurmuştu.
BEKSAV üyeleri ve “yargılanan seyirciler” Kartal Adliyesi’nde
Gözaltına alınan sekiz kişi hakkında 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçlamasıyla açılan davanın ilk duruşması 31 Ekim 2023’te, Kartal’da bulunan Anadolu Adliyesi 45. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. BEKSAV Eşbaşkanları Canan Kaplan ve Ahmet Uçar, Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) ve çok sayıda kişi davayı yerinde takip etti. ETHA’da yer alan habere göre BEKSAV yöneticisi Ruşa Sabur, savunmasında BEKSAV’ın bir kültür merkezi olduğunu, toplumcu sanat ürettiklerini, Onur filminin de bu kapsamda yapılan bir gösterim olduğunu söyledi. Filmin yasaklanmasının insanların özgürlüklerine yönelik olduğunu ifade eden Sabur, 21:00’de yapılacak gösterim için 17:00’den itibaren güvenlik güçlerinin vakfı kuşatmasının gözdağı verme amaçlı olduğunu belirtti. Film izlemek için BEKSAV’a gittiklerini ancak kendilerine bir yasak kararı tebliğ edilmeden işkenceyle gözaltına alındıklarını söyleyen Berkan Deveci ise “Ne film izlemek kanuna aykırıdır, ne de Onur Haftası’nı kutlamak, Onur Haftası için mücadele etmek,” dedi. Kolektif üyelerinden Gökhan Aygül, vakfın en önemli faaliyetinin toplum için sanat yapmak olduğuna dikkat çekerek LGBTİ+’ların da toplumun bir parçası olduğunu hatırlattı. İşkenceyle gözaltına alınmanın ve haklarında dava açılmasının akıl dışı, absürt olduğunu belirten BEKSAV yöneticisi Mine Şirin ise yasakçı zihniyetle uzlaşmayacaklarını vurguladı: “Kaymakam nasıl bizim vakfımızın etkinliğini yasaklayabilir? Bununla uzlaşmayız, bunu kabul etmeyiz. Dava açılması da tarihe geçecek bir absürtlük. Suçlamaları asla kabul etmiyoruz.”
Duruşmada diğer söz alanlar kişiler de film gösterimine geldiklerini, yapılanların hukuksuz olduğunu ve işkenceyle gözaltına alındıklarını aktardı. Etkinliğin temel bir hak olduğunu söyleyen avukatlar müvekkillerinin beraatini istedi. Mahkeme ise duruşmayı erteledi. Pride davasının ikinci duruşması 30 Ocak 2024’te görülecek.
İKSV’ye tepkiler bitmiyor
Türkiye’nin köklü sanat kurumlarından İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na (İKSV) tepkiler devam ediyor. Vakfın uluslararası uzmanlardan oluşan danışma kurulu, 2024’te düzenlenecek 18. İstanbul Bienali’ne küratörlük yapması için oybirliğiyle Defne Ayas’ı önermiş ancak İKSV, Ayas’ı reddederek göreve Iwona Blazwick’i atamıştı. Bienal danışma kurulunda istifalar yaşanırken küratörlük seçimi sürecinin şeffaflığı hakkında tartışmalar başlamıştı. Sanat camiasından birçok kişi İKSV’yi şeffaflık, hesap verebilirlik, etik ve kapsayıcılık konularında eleştirdikleri bir mektup kaleme almış ve kurumu “liyakat, adalet ve dürüstlük ilkeleri doğrultusunda hesap verilebilirliğe ve tutarlılığa” davet etmişti. İKSV ise sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla danışma kurulu yönetmeliğinde yaptığı ve 2026’dan itibaren uygulamaya girecek düzenlemeyi duyurmuştu. 2024’te gerçekleşecek Bienal’in tartışmalı küratör seçim sürecinin aydınlatılmadığı bu açıklamanın üzerine Türkiye’den davet edilen dört sanatçı Bienal’den çekildiklerini bildirmişti. Yine bu süreçte sanatçıların mektubundan hareketle bir grup sinemacı da yayımladıkları açık mektupla İKSV’ye, Bienal’in yanı sıra İstanbul Film Festivali ve Köprüde Buluşmalar gibi sinema etkinliklerindeki karar alma süreçlerine dair de özeleştiri yapma ve kurumsal sorumluluk alma çağrısında bulunmuştu.
KSL’nin performansından
İKSV’ye yönelik değişim çağrıları ve tepkiler devam ederken vakfın Genel Müdürü Görgün Taner, T24’ten Cansu Çamlıbel’e açıklamalarda bulundu. Bienal’e dair etik bir sorun yaşandığını kabul eden Taner, gerek sanat camiası gerekse kamuoyundan gelen geri bildirimleri dikkate alarak küratör seçim süreci ve yönetmelikleri gözden geçirdiklerini, şeffaflık ve tarafsızlık konularındaki eksikliği gidermek için yönetmelikte değişiklik yaptıklarını söyledi. Taner, yönetmeliğin uygulanmasında İKSV’nin açıklamasında da belirttiği 2026’yı işaret etti. Gelecek yıl yapılacak Bienal’den geri adım atmayacaklarını ise şu sözlerle açıkladı: “Bak birçok kimse şöyle zannediyor; bir küratör seçildi, konuşuldu, karar verildi ve ertesi gün her şey hazırlanmaya başlandı. Ama süreç böyle ilerlemiyor. Bunun kaynağı var, pazarlaması var, başvuruları var, sanat eserlerinin üretilmesi var. Biz Iwona kararımızı Ağustos’ta duyurduk ama süreç çoktan başlamıştı. Tema belirlendi, sanatçılara davetler gitti. Bienal için eser üretecek 20 sanatçı İstanbul’a geldi, eserleri üretecekleri mekânlara gittiler ve prodüksiyonlara başladılar. Bir sürü fona başvuruldu. Yeni bir küratör seçim süreci için artık çok geç, Ağustos da çok geçti.”
Taner’in değişim açıklamaları sanat dünyasında tatmin yaratmış değil. Son olarak Kamusal Sanat Laboratuvarı (KSL), Açık Masa İnisiyatifi ve PACT (Katılımcı Sanat Topluluğu Türkiye), İKSV’nin “yapısal çürümesine karşı bir eleştiri olarak” performans gerçekleştirdi. Vakfın Şişhane’deki binası önünde toplanan ekip, burada bir basın açıklaması yaptı. “Bu bir ilan değildir” başlığı altında üzerinde “Liyakatsiz Küratör Aranıyor” ve “Liyakatsiz Sanatçı Aranıyor” yazan ilan çalışmaları da kurumun binasına ve çeşitli yerlere asıldı. Açıklamada Taner, verdiği röportajda üsttenci ve tehditkâr bir dil kullanmakla itham edildi ve “Yaptıkları hataları eleştiren, İKSV ile geçmiş dönemde ilişki kurmuş sanatçıları ve sanat emekçilerini zan altında bırakmıştır,” denildi. “Kamuoyuna duyurdukları değişim sürecinin, sanatın ‘özgür’ sesini yükseltecek politikalar geliştirmekle sağlanabileceğini İKSV’ye hatırlatmak istiyoruz,” denilen açıklamada vakfa yanlışlardan geri dönme çağrısı yapıldı.
KSL’nin performansını izlemek için tıklayınız.
Oyuncular Sendikası’ndan ABD’de grev kazanımı elde eden SAG-AFTRA’ya tebrik
ABD’de Oyuncular Sendikası’nın (SAG-AFTRA) başlattığı grev Sinema ve Televizyon Yapımcıları Birliği (AMPTP) ile yapılan geçici anlaşmayla sona erdi. Ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi ile sektörde yapay zekâ kullanımına karşı iş güvenliğinin sağlanması talebiyle başlayan grev 118 gün sürdü. 9 Kasım’da SAG-AFTRA, AMPTP ile varılan geçici anlaşmanın oybirliğiyle onaylandığını ve grevin resmî olarak durdurulduğunu açıkladı. Değeri 1 milyar doları aşan sözleşmeyle asgari ücretlerin “standartların üzerinde” artacağı, emeklilik hakları ve sağlık sigortalarının kapsamının da genişletildiği ifade edildi. Yapay zekâ konusunda da ilk kez çok kapsamlı bir anlaşmaya imza atıldığına dikkat çekilerek oyunculara yapay zekâ kullanımı konusunda güvence verileceği aktarıldı. Sektörde yaklaşık 160 bin kişiyi temsil eden SAG-AFTRA’nın geçici anlaşmayla sendika tarihindeki en büyük kazanımları elde ettiği ifade edildi. Buna göre oyuncuların asgari maaşlarına önceki anlaşmaya göre yaklaşık yüzde 8’lik bir artış uygulanacak. Oyuncuların talebinden az olsa da bu rakamın son yılların en yüksek rakamı olduğu bildiriliyor.
Geçen Mayıs ayında sinema ve televizyon senaristlerini temsil eden Amerika Yazarlar Birliği (Writers Guild of America – WGA), dijital platformlara karşı grev kararı almıştı. Senaristlerin çalışma koşulları, telif hakları ve özlük haklarının iyileştirilmesi talep edilmiş, sektörde yapay zekâ kullanımıyla ilgili endişeler dile getirilerek bazı düzenlemeler önerilmişti. Senaristlerin emek hareketi hızla büyürken SAG-AFTRA da greve çıkma kararı almıştı. Böylelikle SAG-AFTRA 43 yıl sonra tekrar greve giderken ABD’de senaristleri ve oyuncuları temsil eden sendikalar 1960’tan bu yana ilk kez aynı anda grev kararı almıştı. WGA’nın beş ay süren grevi AMPTP ile varılan ön anlaşma neticesinde sonlandırılmıştı. Üç yıllık bir anlaşmanın sendika liderlerinin oy birliğiyle kabul edildiği kamuoyuna duyurulmuştu. Anlaşmanın tazminat, istihdam süresi ve yapay zekânın kontrolü taleplerine ilişkin maddeleri içerdiği açıklanmıştı.
Türkiye’deki Oyuncular Sendikası da bir açıklama yayınlayarak SAG-AFTRA’nın elde ettiği kazanımı kutladı. Açıklamada, “Kardeş Birliğimiz SAG-AFTRA üyelerini ve liderliğini, bu kadar uzun ve kararlı bir mücadelenin ardından elde edilen ve tüm sanatçılar için örnek teşkil eden büyük başarısı için kutluyoruz. Şimdi sıra stüdyoların, dünyanın her yerindeki sanatçıları tanımasında,” denildi.
Camide çekime beraat
Geçtiğimiz Ağustos ayında Ankara’nın Çankaya ilçesindeki Kocatepe Camisi’nde yaptıkları moda çekimine ait fotoğraflar sebebiyle hedef gösterilmelerinin ardından gözaltına alınan yönetmen Bilal Kısa ve model Ezgi Cebeci, ifadeleri alındıktan sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma kapsamında Kısa ve Cebeci hakkında “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçlamasıyla 9’ar aydan 1 yıl 6’şar aya kadar hapis istemiyle dava açılmıştı.
Tutuksuz yargılanan Kısa ve Cebeci, Ankara 2’nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada savunmalarını verdi. Hazırlık çekimleri için camiye gittiklerinde orada bulunan cemaatten ve güvenliklerden herhangi bir tepki almadıklarını, asıl çekimler sırasında da bir tepki görmediklerini söyleyen Kısa ve Cebeci, fotoğrafların sosyal medyada yayınlandıktan sonra bazı yayın organları tarafından hedef gösterilmesiyle birlikte tepki çektiğini ifade etti. Hedef alındıktan sonra fotoğrafları kaldırdıklarını belirten Kısa ve Cebeci, beraat talebinde bulundu. Mahkeme Kısa ve Cebeci’nin suç işlemek amacıyla hareket etmediğine kanaat getirerek beraat kararı verdi.
Hazal Kaya, Musa Orhan’a hakaret davasından beraat etti
Oyuncu Hazal Kaya hakkında 18 yaşındaki İpek Er‘e cinsel saldırıda bulunmak ve intihara sürüklemekle suçlanan uzman çavuş Musa Orhan‘a hakaret ettiği gerekçesiyle dava açılmış ve Kaya’nın 2 yıl 4 aya kadar hapsi istenmişti. Kaya, 2020 yılında Batman’da İpek Er’e tecavüz edip intiharına sebep olduğu suçlamasıyla yargılanan uzman çavuş Musa Orhan’a “hakaret ettiği” gerekçesiyle hakkında dava açılan ve para cezasına çarptırılan oyuncu Ezgi Mola’ya destek için paylaşım yapmıştı. Davanın Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmasında Kaya hakkında ‘ceza verilmesine yer olmadığı’ yönünde karar çıktı.
Kaya’nın avukatı Hande Kuday, sosyal medya hesabından davaya ilişkin açıklamalarda bulundu. Kuday, uzlaşma teklifini kabul etmeyen Hazal Kaya aleyhine açılan davanın sonucuyla ilgili şu ifadeleri kullandı: “Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi hakaretin varlığını kabulle birlikte işbu hakaret eyleminin haksız bir fiile tepki olarak işlendiğini ifade ederek Hazal Kaya hakkında ‘ceza verilmesine yer olmadığı’ yönünde karar verdi,” dedi. Kuday, mahkeme kararının kesinleşmesi hâlinde emsal olabileceğini belirterek “Böylelikle hayatı karartılarak elinden alınan genç bir kadın üzerinden bir de gelir modeli inşa edilmesi gayesine yargının alet edilemeyeceği anlaşılacak ve İpek Er’in en azından hatırası rahat bırakılacaktır,” ifadelerini kullandı.
Oyuncu Ezgi Mola, Orhan’a “hakaret ettiği” gerekçesiyle 6 bin 960 lira adli para cezasına çarptırılmıştı. Kaya’nın yanı sıra Mola’ya destek veren oyuncu Farah Zeynep Abdullah ve şarkıcı Melek Mosso hakkında da aynı gerekçeden dava açılmıştı.
Meli Bendeli sektördeki transfobiyi anlattı
Oyuncu Meli Bendeli, cinsiyet değiştirme ameliyatı sonrası sektörde kendisine iş verilmediğini ve ayrımcılığa maruz kaldığını anlattı.
Meli Bendeli, Horoz Dövüşü‘nün (2022) 34. Ankara Film Festivali’ndeki gösteriminin ardından yapılan soru-cevap seansında önemli açıklamalarda bulundu
Yönetmen Majid Panahi’nin Horoz Dövüşü (2022) filminin başrolünde yer alan Meli Bendeli, filmin 34. Ankara Film Festivali’nin Özel Gösterimler seçkisindeki gösteriminin ardından seyircilerin sorularını yanıtladı. Bendeli, kendisine gelen bir soruya teşekkür ettikten sonra deneyimlerini anlattı ve sektördeki transfobiden bahsetti. Cinsiyet değiştirme operasyonu öncesi çalışma düzenini anlatan Bendeli, “Her yıl en azından iki bağımsız filmde oynayıp yıl içinde çeşitli festivallere giderdik, yan rol-başrol fark etmez. Festival filmlerinde de özveride bulunarak çalışırdık sabah-akşam, eski Türk filmlerinde olduğu gibi,” ifadelerini sarf etti. Bendeli sonraki süreçte daha önce birlikte çalıştığı kişilerin kendisine cinsiyetçi ithamlarda bulunarak iş vermediğini dile getirdi: “Ama ben döndükten sonra bağımsız yönetmenler, festival yönetmenleri –ki bunlar her zaman çalıştığım ve beni çok iyi tanıyan insanlar– bana iş falan vermediler. Onlara nedenini ya da ‘İş var mı?’ diye sorduğumda bana ‘Filmimizde trans, travesti karakter yok,’ dediler. Ben de dedim ki ‘Ben travesti rolü oynamak için değil; kadın rolü oynamak için travesti oldum.’ Onlar da öyle baktılar.” Horoz Dövüşü’ne kadar iki yaz rol beklediğine ve hâlâ daha bekliyor olduğuna işaret eden Bendeli, “Belki de anlaşılmak gerekiyor, biraz sabretmem gerekiyor. Ama bu insanlar da aydınlık insanlar değil mi? Dizi yönetmeni değil bunlar,” ifadelerini kullandı.
Daha önce de Netflix yapımı Şahmaran (2023-) dizisinde kendisine rol verilen Bendeli, ‘etek giydiği’ gerekçesiyle dizi kadrosuna alınmamıştı. Daha beden uyum sürecine başlamadığı bir dönemde, 2021’in Adana Altın Koza Film Festivali sırasında dizi için kendisine rol teklif edilen Bendeli, oyuncu seçmelerinden aldığı olumlu dönüşe ve e-mail adresine gelen sözleşme taslağına rağmen kadro dışı bırakılmıştı. Bendeli yaşadığı ayrımcılık sonrası hislerini Bianet’e anlatmıştı: “Bu olayın bana şöyle bir yararı oldu: Bu olaydan sonra uyum sürecimi başlattım. Başını bekleyeceğim bir piyasa kalmadı artık ortada. Çünkü artık ötelenmek canıma yetti. Ben elimden geleni yaptım.”
Zeynep Ocak’a Akın Aksu’dan tehdit
Kutsal Motor ekibinden Zeynep Ocak, senarist Akın Aksu’nun kendisini tehdit eden mesajını ifşa etti. Ekipten Kaan Karsan ve Hasan Cömert’i de hedef alan Aksu sektörden tepki gördü.
Kutsal Motor, YouTube üzerinden yayınlanan ‘Kıraathane’ adlı programın 3 Kasım tarihli bölümünde Nuri Bilge Ceylan‘ın son iki filmi Ahlat Ağacı (2018) ve Kuru Otlar Üstüne’nin (2023) senaryo ekibinde yer alan Akın Aksu’nun, TRT’nin dijital platformu tabii’de yayınlanacak Ufuklar ve Sınırlar adlı dizisini eleştirmişti. Antalya Altın Portakal ve İstanbul Film Festivalleri’nden ödül kazanan Kalandar Soğuğu’nun (2015) yönetmeni Mustafa Kara’nın çekeceği, senaryosunu Aksu’nun kaleme alacağı dizinin Cihangir’de yaşayan oyuncuları odağına alacağı haberlere konu olmuştu. Sektör gündemini yakından takip ederek yayınlarında yer veren Kutsal Motor ekibi de Kara ve dizi hakkında yorumlar yapmış, Aksu’nun Cihangir dizisi yapacak olmasını “O Çanakkaleli değil mi?”, “Kendi bildiği konuyu çeksin” sözleriyle eleştirmişti. Ocak, dizinin Osman Kavala’yı karalayan Metamorfoz dizisini üreten TRT tabii’de yayınlanacağına da dikkat çekmişti.
‘Kıraathane’nin bir sonraki bölümünde Zeynep Ocak, dizi projesini eleştirdikleri Akın Aksu’nun kendisine, tehdit edici mesajlar attığını ifşa etti. Ocak, Aksu’nun e-postasından önce Mustafa Kara’nın kendisini gece saatlerinde telefonla aradığını ve bu aramaları reddettiğini de söyledi. Aksu’nun kendisine “kompleksli, seçkinci, trajedisi görünmeyecek kadar derinliksiz ve boyutsuz” gibi yakıştırmalarda bulunduğu mesajları deşifre eden Ocak, “Hocam diyerek sergilediğin o tavırları sana yediririm,” gibi tehditler savuran Aksu’nun, ekibin diğer üyeleri Kaan Karsan ve Hasan Cömert’in telefon numaralarını da istediğini ifade etti: “Bana yanındaki erkeklerin telefon numarasını yolla. Bir de o zavallıların numaralarını bulmaya uğraşırsam sinirim katlanacak. Arkadaşlarının cezaları ve pişmanlıkları kat kat artacak.”
Tehdit içerikli mesajları ifşa edilen Aksu sektörden tepki topladı. Altyazı Sinema Dergisi, “Kültür sanat emekçilerinin, görüşlerini tehdit ve taciz korkusu hissetmeden özgürce ifade edecekleri alanlar oluşturmasını daima destekleyeceğiz,” diyerek Aksu’yu kınadı. Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) açıklamasında “Hiçbir gerekçe, eleştirmenlerin doğrudan hedef alınmasının, tehdit edilmesinin bahanesi olamaz. Üyelerimizden Kaan Karsan’ın da yer aldığı meslektaşlarımızla dayanışma içinde olduğumuzun altını çizerken, sinema dünyasını da bu davranışa karşı tavır almaya davet ediyoruz,” denildi. Oyuncular Sendikası’ndan yapılan kınama açıklamasında “Kültür-sanat emekçileri, hiçbir korku hissetmeden görüşlerini ve eleştirilerini özgürce ifade edebilmelidir. Biz sektör paydaşları, bu dili çok iyi tanıyor ve biliyoruz. Tehdit, taciz ve doğrudan hedef almaların sektörümüzde artık son bulmasını istiyoruz,” ifadeleri yer aldı. Sektöre tutum alma çağrısı yapan Susma Bitsin ise Aksu’nun, kadın olduğu için Ocak’a mesaj atma cüreti gösterdiğine dikkat çekerek “Akın Aksu’nun tehdit ve taciz mesajlarının karşısında kız kardeşimiz Zeynep Ocak’la dayanışıyoruz. Zeynep Ocak’ın yanındayız, kol kolayız,” ifadelerini kullandı. Mor Dayanışma, Susma Bitsin’in paylaşımını alıntılayarak Ocak’la dayanışma gösterirken Uçan Süpürge Vakfı ise yaptığı açıklamada “Sektörü, her eleştiri aldığında kırılgan egoları yüzünden saldırıya geçen erkeklere karşı birlikte durmaya çağırıyoruz,” sözlerine yer verdi.
Zeynep Ocak’ın ve Kutsal Motor ekibinin yaşadıkları pek çok yerde haberleştirildi. Habere yer verenlerden Sözcü gazetesinin, Aksu’nun tehdit mesajını haberleştirirken kullandığı görsel ise tepki çekti. Ocak, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla gazeteyi eleştirdi: “Tehdit edilip, sözlü tacize uğradığım olayın haberini bu fotoğrafla mı duyurdunuz? ig hesabımda yüzlerce fotoğraf varken, seçiminiz bu mu oldu gerçekten? Nasıl bi sapıklık bu sözcü? siz de bu zehirli erkekliğin medya ayağısınız.”
Başka Sinema’dan yeni proje: Başka Market
Onuncu yılında yeni bir yapılanma içerisine giren Başka Sinema, bu kapsamda geliştirdiği ilk projeyi, Başka Market’i duyurdu. Bir ortak yapım marketi ve proje geliştirme platformu olarak tasarlanan Başka Market Türkiye film endüstrisinin gelişimine katkı sunmayı, ortak yapımların sayısının artmasını ve filmlerin, henüz proje aşamasından uluslararası sinema profesyonellerinin radarına girmesine zemin yaratmayı amaçlıyor. Başka Sinema’nın yeni direktörü Armağan Lale’nin, son iki yıldır Antalya Film Forum’u birlikte yönettiği Pınar Evrenosoğlu ile ortak direktörlüğünü üstleneceği Başka Market, Geliştirme Aşamasındaki Kurmaca Filmler, Kurmaca Work-in-Progress ve Belgesel Work-in-Progress olmak üzere üç kategoride düzenliyor. Bu yıl davet yoluyla seçilen projeleri bir araya getiren Başka Market’tin gelecek sene coğrafyalardan başvurulara da açık olacak şekilde fiziksel bir etkinlik olarak düzenlenmesi planlanıyor. Aralık ayı başından Ocak ayı sonuna kadar sektör profesyonellerinin Festival Scope üzerinden projeler hakkında detaylı bilgiye ve sunum videolarına erişebileceği Başka Market’te ödüller, jürinin değerlendirmesinin ardından 8 Aralık’ta sahiplerini bulacak. Seçilen projeler arasında, 60. Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında düzenlenmesi planlanan, festivalin iptal edilmesiyle yapılamayan Antalya Film Forum’a da seçilmiş İsimsiz Eserler Mezarlığı (Yön. Melik Kuru, Yap. Hilal Şenel), Teslimiyetin Tarihi (Yön. Tilbe Cana İnan, Yap. Aycan Aluçlu), Duvarların Dışında (Yön. Mehdi Shabani, Yap. Naomi Cohen), Son Gecekondu (Yön. Aysim Türkmen, Yap. Ela Başak Atakan) gibi projeler de göze çarpıyor.
Hatay’da çekilen filme tepki: Acımızı dekor olarak kullanmayın!
6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremler 11 ilde yıkım yarattı. Depremden en çok etkilenen illerden Hatay’ın tüm çehresi değişti. Hâlâ artçı sarsıntılarla sallanan bölgede su, barınma, temizlik, gıda gibi temel ihtiyaçlar bile çözülmediği gibi enkazlardan hayatını kaybedenlerin cesetleri çıkmaya devam ediyor. Deprem ekolojik bir felaket olmanın yanı sıra toplum, kültür, politika gibi başlıklarda, çok katmanlı incelenebilecek bir yıkım yarattı. Felaketin üzerinden dokuz ay geçmesine karşın fizikî yapısı bile toparlanamayan Hatay’da hayat normale dönmüş değil ve depremzedeler kaderlerine terk edilmiş durumda. Kentte bir enkaza kurulan film setiyse, projeye tepki gösteren Hataylılara göre ahlaki yozlaşmanın ne boyutta olduğunu ortaya koyuyor.
‘Şahsi Meselemiz’ filminin Hatay’daki setinden
Hatay’a enkazların ortasına kurulan sette çekimlerine başlanan ‘Şahsi Meselemiz’ filminin yönetmenliğini Gürsel Ateş üstleniyor. Eşini kaybeden depremzede bir kadının yaşadıklarını anlatan filmin çekimlerinin bir ayda tamamlanması, galasının da depremin yaşandığı tarih olan 6 Şubat’ta yapılması bekleniyor.
Filmin yönetmeni Ateş, Fethullahçı Çete’nin KHK ile kapatılan yayın organı Samanyolu TV’de yayınlanan Tek Türkiye (2007-2010) dizisinin yönetmenlerinden biri olarak bilinmekte. Yapımcılığını üstlenen Bülent Durgun ise filmin çekimlerine yedi buçuk aydır hazırladıklarını ifade eden bir açıklamada bulundu. Filmin başrol oyuncularından Tolga Kandemir, sosyal medya hesabından diğer başrol oyuncuları Suzan Aksoy ve Hilal Anay ile beraber Hatay Mezarlığı’ndan fotoğraf paylaştı. Anay ise “Eşini kaybetmiş birini canlandırıyorum. Sahneleri oynarken aslında oynamıyoruz, yaşıyoruz. Çünkü 50 metre ötemizde bu acıyı sekiz ay öncesinde sıcağı sıcağına yaşamış insanlarla birlikte çekiyoruz. Temas halindeyiz, çok yakınız. Sahne bittiğinde göz göze geliyorum ve o an bir oyuncu için bence tarif edilemez,” şeklinde konuştu. Tüm bu paylaşımlar kamuoyunun projeye yönelik öfkesini daha da körükledi. Enkazda çekimlerine başlanan film Hataylılar başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanından yurttaşlar tarafından eleştirildi. Film ekibinin paylaşımları sosyal medyada hızla yayılırken pek çok kullanıcı gönderileri alıntılayarak tepki gösterdi. Tepkilerden bir seçki:
“İnsanların duvar yazılarıyla yardım istedikleri enkazları film setine çevirdiklerini asla unutmayacağım.”
“Gerçekten pes. Bir kişi biz ne yapıyoruz demedi mi ya… Galayı da 6 Şubat’ta Hatay’da yapın tam olsun. Dekor diye kullanılan o enkazlardan ceset çıkıyor hâlâ.”
“Senin yıkılan evin birilerinin dekoru oluyor. Senin acın birilerinin parası birilerinin vicdan mastürbasyonu. Çok yanlış işler bunlar beyler. İnşaatçısı, reklamcısı, avukatı akbaba gibi üşüşüyorsunuz ama ne acımızı, ne memleketimizi istismar ettireceğiz size, emin olun. Bizim ruh halimizden haberiniz yok.“
Tepkiler sürerken filmin çekimlerinin durdurulmasını talep eden bir imza kampanyası başlatıldı. “Acımızı dekor olarak kullanmayın!” sloganını taşıyan kampanyada Hataylılar, ‘Şahsi Meselemiz’ film ekibine ve yapımcısına seslendi. Yıkılan şehrin ve enkazların dekor olarak kullanıldığına, çekimlerde depremzedelerin ruh halinin düşünülmediğine dikkat çeken yurttaşlar “Gerçekliğimizin bir kurgu malzemesi haline gelme riski taşıyan bu film ekibinden ve yapımcısından bir özeleştiri veya açıklama bekliyoruz,” dedi. Filmin tüm depremzedeleri derinden etkileyeceği belirtilerek yapımcılara duyarlı olma çağrısı yapıldı. “Film projesinin aynı duyarsızlıkla devamına karar verildiği halde iptali için kamuoyu baskısı oluşturulacağını bilmenizi isteriz,” denilen açıklamada Hatay halkının, belgesel niteliği taşıyacak ve kent halkına katkı sunacak projelere destekleyeceği ifade edildi. Kampanyayı imzalamak için tıklayınız.
Tepkilerin odağındaki yapımcı Durgun ise Hürriyet’ten Fulya Soybaş’a verdiği demeçte “depremi unutturmamak için bu filmi çektiklerini” söyledi. Durgun, “Hatay’da manevi ağabeyimi toprağa verdim. Oradaydım ve yaşananları gözlerimle gördüm. Aynı acıları yaşamış biriyim. Hunharca eleştiriyorlar ama eleştirdikleri insanın ne yapmak istediğini bilmiyorlar. Herkes bir ağızdan, ‘Depremi unutturmayalım’ diyor ama kimse bir şey yapmıyor. İnsanlar hala konteynerlerde yaşıyor. Suriye’den göç sonrası yine konteyner kentte, ‘Hayat çizgisi Suriye’ filmini çektik. Bugün, bizim insanımız benzer durumda. Bunu göstermeyelim, buradaki insanlık dramını anlatmayalım mı? Ayrıca Atatürk milliyetçisi, Erzurumlu bir insanım. Ne dedi Atamız: ‘Hatay benim şahsi meselemdir.’ Hatay, benim de şahsi meselem. Bu meseleye sahip çıkmak, depremi unutturmamak, ‘deprem değil çürük binalar öldürür’ demek için elimi taşın altına koydum. Özellikle Hatay’a dikkat çekmek için de bunu yerinde yapıyoruz,” ifadelerini kullandı.