Şu An Okunan
Amsterdam’daki ‘festivalden çekilme’ tartışmaları ne söylüyor?

Amsterdam’daki ‘festivalden çekilme’ tartışmaları ne söylüyor?

36. Amsterdam Belgesel Film Festivali’nin (IDFA) bir kurum olarak Gazze’deki soykırıma karşısında sessiz kaldığını düşünen sanatçılar filmlerini festivalden çekti. Türkiye’deki festivallerdeki tartışmalara da fikir taşıması dileğiyle IDFA’ya bu yıl katılan ve mesele hakkında farklı biçimlerde tavır sergileyen sinemacı/sanatçılara sorularımızı yönelttik.*

Türkiye’de 2014’ün Altın Portakal Film Festivali’nden beri sinema dünyasında çokça tartışılan bir konu, bu yıl 8 – 19 Kasım tarihleri arasında 36. kez düzenlenen 36. Amsterdam Belgesel Film Festivali – IDFA’nın da gündemine oturdu: Filmlerimizi festivalden çekmeli mi yoksa ‘alanda’ (yani festivalin sınırları içinde) mi mücadele etmeli? IDFA’da tartışmalar, festivalin artistik direktörü Orwa Nyrabia’nın, açılış gecesi sahnede açılan ‘nehirden denize Filistin özgür olacak’ pankartından rahatsız olan kişilerden özür dilemesiyle başladı. İsrail Sinema Endüstrisi’nden isimler, söz konusu sloganı -düşmanca niteleyip festivalden yükselen anti-semitizme karşı açık bir tavır göstermesini talep eden talep ederken, sloganın en başta 75 yıldır hakları hiçe sayılan ve etnik temizliğe maruz bırakılan Filistinliler olmak üzere herkes için özgürlük ve eşitlik talebini dile getirdiğini belirten birçok sanatçı filmini festivalden çekti. Bu süreci ve festivalden filmlerini çekmeye karar verenlerin açıklama metinlerini IDFA’da ‘Nehirden Denize Özgür Filistin’ başlıklı haberimizde kapsamlı bir şekilde aktarmıştık.

Türkiye’deki boykot tartışmalarını da ilgilendiren boyutundan dolayı meseleyi tekrardan ele almaya karar verdik ve IDFA’dan filmini çekmiş ya da festivale karşı tavır ortaya koymuş sinemacılara sorularımızı yönelttik. “Sizce bir film festivali, alan yaratması gereken ezilen topluluklara ve boyun eğdirilen insanlara karşı sorumluluklarını gerçekten yerine getirmek için nasıl tasarlanmalı?”, “Bir film festivalinin yapısı ve organizasyonu siyasi temsil ve eşitlik taleplerine yanıt vermiyorsa sanatçılar ne tür alternatif kolektif eylemlerde bulunabilir?” gibi sorularımıza gelen yanıtları bültenimiz aracılığıyla paylaşıyoruz. 60. yılında Altın Portakal’ın iptal edilmesine neden olan Kanun Hükmü (2023) sansürü sonrasında ve İKSV’nin organizasyonlarının yoğun olarak tartışıldığı bir süreçte bu yanıtların Türkiye’deki tartışmalara da katkı sağlayacağını umuyoruz. Sorularımıza yanıt verenler arasında Blessed Blessed Oblivion (2010) adlı kısa filmini festivalden çeken ABD vatandaşı Filistinli sanatçı Jumana Manna, Nowhere Near (2023) adlı filmini festivalden çeken Filipinli sinemacı Miko Revereza, Shadowtime (2023) adlı VR’larının kapılarını kapatmaya karar veren Deniz Tortum ve Sister Sylvester’in yanı sıra Şiddet ve Zerafet Arasında (2023) adlı kısa filmini festivalden çekmeyip “platformlarını Filistinli sesleri savunmak için kullanmaya karar veren sinemacılara” eklenen Şirin Bahar Demirel de yer alıyor.

Jumana Manna: “IDFA’nın ezilen toplulukları koruyacağını ummuştuk”

IDFA’nın eleştirel düşünce ve güncel gerçekliğin standartlarını belirlemesi gerektiğine inanıyorum. IDFA’nın görevi, ciddi anlamda fon yetersizliği çeken ve hikâyelerini duyurmak için tabandan gelen ittifaklara ve yaratıcı bireylere ihtiyaç duyan ezilen toplulukların anlatılarını korumaktır. Kimin söz söyleme hakkına sahip olduğu ve hangi anlatıların insanlara erişeceği sosyal adaletin temel sorularıdır ve genel olarak belgeselcilik pratiği de bunlardan güç alır.
Aktivistler ateşkes çağrısı yapıp, apartheid ve şiddete son verilmesi taleplerini dile getiren bir eylem yaptığında, festivalin onları koruyacağını ummuştuk. Ne yazık ki IDFA, özgürleşme çağrısının incitici olduğu suçlamasını kabul ederek Filistin’le dayanışma hareketlerinin şeytanlaştırılmasına alet oldu.

Miko Revereza: “Egemen film endüstrisi bizim adımıza konuşmuyor, bizim filmlerimizde Halkın Gücü var”

Geçtiğimiz hafta, Batılı kültür sanat kurumları, Gazze’deki soykırıma karşı dilekçe imzalayan ya da açıkça soykırımı kınayan sanatçı ve küratörlere ağır baskılar uyguladı. Bu kurumlar sessiz kalarak ya da düpedüz sansür uygulayarak soykırıma ortak oldu. Pek çok kurum özelinde, Filistinlilerin kurtuluşu söz konusu olduğunda kapsayıcılıklarının, sömürgecilik karşıtı söylemlerinin ve ifade özgürlüğünün ne denli sınırlı olduğu ortaya çıktı. Filistin’e sırtlarını dönerek, tüm sanatçıların özgürlük çağrılarına ihanet ettiler. IDFA’yı ele alacak olursak, açılış gecesinde protestocuların susturulmaları sonrasında bu platformu, siyasi söylemlerimizden faydalanan bir yer olarak değerlendirmenin artık bir anlamı kalmamıştır. IDFA, baskıcı devlet ve endüstriyelleşmiş iktidar biçimleri tarafından kolayca baskı altına alınıp yozlaştırılabilen bir kurum olarak, gerçek anlamda siyaset yapabileceğimiz bir alan olmaktan çıkmıştır. Çağrımızın susturulması, soykırımın meşrulaştırılması için inanılmaz kaynaklar akıtan bir propaganda kampanyasının gücüne katkıda bulunmaktadır. Soykırım söz konusu olduğunda ikiyüzlü ve muğlak siyasete yer yoktur. Barışçıl sayılabilecek tutum, Filistin halkını tüm kalbimizle ve açık bir şekilde desteklemektir. Eğer bu konuda (Filistin halkını açıkça desteklemek) konuşamıyorsak, o zaman başka bir alan bulacak ya da kendimiz yaratacağız. İleriye dönük olarak, hepimizin parçası olduğumuz kültürel ekonomi karşısında tetikte olmamız ve sesimizin ne kadar kolay susturulabileceği veya yozlaştırılabileceğini unutmamamız gerektiğini düşünüyorum.
Daha önce de belirttiğim gibi, filmlerin sinema perdesinin ötesinde bir gücü var. Bu gücü İsrail’in Hollywood’dan (egemen film endüstrisinden) toplayabildiği destek özelinde görüyoruz. Egemen film endüstrisi bizim adımıza konuşmuyor, tıpkı ulus devletlerin halk olarak bizim adımıza konuşmadığı gibi. IDFA’da ortaya koyduğumuz üzere filmlerimizde Halkın Gücü var. Bu terimi, devlet kontrolündeki medyaya rağmen bir diktatörü deviren Filipin (Halkın Gücü) devriminden alıyorum. Çevremizdeki herkesin Filistin’in özgür olmasını istedikleri açıkça görülüyor; işte tam da bu nedenle, çoğumuzun bu soykırım ve işgalin nihayet sona ermesini istediği gerçeğini bastırmak için ellerinden gelen her şeyi yapan savaş çığırtkanlarına karşı durmalıyız.

Şirin Bahar Demirel: “Kurumlar dışı/üstü bir araya gelmelere ihtiyacımız var”


İfade özgürlüğünün hem sansür hem otosansürle hep gündemde ve tehlike altında olduğu bir ülkeden geldiğimiz için, sinemacılar olarak beraber hareket etme ya da ortak bir ses çıkarma pratiklerine alışığız; cılız olsun olmasın. Ancak IDFA gibi gösterilen film sayısının, dolayısıyla da farklı ülkelerden ve ekonomik dinamiklerden gelen katılımcıların fazla olduğu büyük bir festivalde, açıkçası ne gibi bir dayanışma doğacağından emin değildim. Sanırım bu kadar fazla sesin çıkması -çıkabilmesi, karşılık bulması-, Filistin Film Enstitüsü’nün festivalde bir seçkiyle yer alması ve toplu hareket edebilme güçleri sayesinde oldu. Ancak şunu da atlamamak lazım: O büyük festivallere/kurumlara haklı bir tepki olarak çekilen filmlerin, görevi bırakan jürilerin, direktörlerin yerini, yine aynı siyasi temsil ve eşitlikten bihaber kafaların doldurup bu tehlikeli düzeni devam ettir(e)memeleri gerek.
Tekrar IDFA’dan örnek vereceğim ama benzerlerini zaten her yerde yaşıyoruz: O yaratılmayan, ya da daha da kötüsü, yaratılıyormuş gibi yapılan ifade alanlarını, sadece sinemacılar değil festival çalışanları da talep etti. Yani bir şekilde o büyük büyük kurumların alması gereken sorumluluğu, yine güvencesiz işlerin sahipleri elini taşın altına koyarak aldı. Bunun ne kadar adaletsiz olduğu üzerinde konuşulması gereken başka bir konu tabii ki, ama içinde ne kadar büyük bir güç barındırdığına odaklanmak istiyorum; çünkü hep söylendiği gibi filmlerimiz yoksa festivaller de yok. O yüzden sanatçı kolektiflerini, alternatif gösterim ve fonlama yollarını aramayı önemsiyorum. Sadece ifade özgürlüğünü garanti altına almak için değil, aynı zamanda birbirimizden öğrenmek için de önemli bu alternatif çözümler/çözüm arayışları: Türlü adaletsizlikleri sorgulayan işler, filmler üretmeye çalışırken, her saniye ”feed”imize düşen ölümler ve savaşlara duyarsızlaşmamak ve hatta içselleştirilen bütün o bakışların -kadın düşmanı, ırkçı, sömürgeci, heteronormatif vs- farkına varıp üstüne gidebilmek için, bu kurumlar dışı/üstü bir araya gelmelere ihtiyacımız var.

Deniz Tortum & Sister Sylvester: “Soruların cevabını bulmak vakit alacak”


Sorduğunuz sorular çok önemli; biz de sizinkine benzer gözlem ve kaygılarla filmimizi geri çektik. Ancak bu soruların cevaplarını bulmanın biraz zaman alacağına inanıyoruz. Henüz bir cevabımız yok ama nelere karşı durduğumuzu biliyoruz.
IDFA’da Filistin delegasyonunun çağrısına katıldık. İnsanlara filmlerini kaldırmalarını tavsiye ettiler ve biz de bunu yapabilecek bir konumdaydık; diğer sanatçılar da uygun gördükleri biçimde protestolarını ifade etti. Kararımız benim, Sister Sylvester’ın ve Institute of Time’daki yapımcılarımız Fırat Sezgin ve Ecegül Bayram’ın ortak kararıydı.


* Altyazı Fasikül adına sinemacı/sanatçılarla iletişime geçerek bu içeriğin hayat bulmasına olanak sağlayan Öykü Sofuoğlu’na teşekkürler.