Şu An Okunan
Heleen Gerritsen: Batı Avrupa’nın Avrupa’nın Doğusuna Bakışı Oryantalist

Heleen Gerritsen: Batı Avrupa’nın Avrupa’nın Doğusuna Bakışı Oryantalist

Söyleşi: N. Buket Cengiz
Çeviri: Yetkin Nural

Türkiye’nin önde gelen bağımsız ve uluslararası belgesel festivali, Documentarist – İstanbul Belgesel Günleri, 3-11 Temmuz 2021 tarihleri arasında çevirimiçi programının yanı sıra salon gösterimleri ve çeşitli etkinliklerle beraber 14. kez gerçekleşti. Festivalin bu seneki konukları arasında Almanya’nın Wiesbaden şehrinde düzenlenen Orta ve Doğu Avrupa Sineması Festivali goEast’in direktörü Heleen Gerritsen de bulunuyordu. Hollanda doğumlu Heleen Gerritsen, Slav dilleri ve ekonomi üzerine eğitimini Amsterdam ve St. Peterspurg şehirlerinde aldı. 2017 yılında goEast film festivalinin direktörü olarak görev almadan önce, iki sene boyunca Neubrandenburg’da gerçekleşen dokumentART Festivali’nin direktörlüğünü yaptı. Gerritsen ile Avrupa’nın eski sosyalist ülkelerinin sinemasını, kadın sinemacılarını ve Batı Avrupa’nın Doğu Avrupa sinemasına bakışını konuştuk.

Alman Film Enstitüsü tarafından 2001’den bu yana Nisan aylarında Wiesbaden’de düzenlenen goEast, 2020 ve 2021’de pandemi nedeniyle etkinliklerini çevrimiçi gerçekleştirdi.

Doğu ve Orta Avrupa filmlerine odaklanan Cottbus Film Festivali, birleşmenin hemen ardından, ilk kez 1991’de Almanya’da düzenlendi. Bundan 10 sene sonra ise, aynı yıl içerisinde, hem sizin aynı sinemasal odağa sahip festivaliniz hem de Lüksemburg’da, gene benzer bir konsepte sahip CinEast ortaya çıktı. Bize Avrupa’nın geri kalan bölgelerinde eski sosyalist Avrupa sinemasına yönelik oluşan bu ilgiden biraz bahsedebilir misiniz? Bu ilginin ana motivasyonları neler? Ve Avrupa kültürünün yeniden kavramsallaştırılmasına ne gibi potansiyel katkıları söz konusu?

goEast – Orta ve Doğu Avrupa Filmleri Festivali’nin ortaya çıkışı politik sebeplere dayanıyor. 2001’de Avrupa Birliği’nin doğuya doğru genişleme hazırlıkları halihazırda başlamıştı ve Batı Almanya’da Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin -özellikle Avrupa Birliği’ne aday olan ülkelerin- Batı (Alman) popülasyonuna (bir çeşit yumuşak diplomasi politikası olarak) yakınlaştırılmasına dair bir fikir birliği söz konusuydu. 1980’lerden beri Alman Film Enstitüsü’nde (DFF) Doğu Avrupa film haftaları düzenliyordu. Andrej Wajda filmlerini ve diğer klasikleri Alman sinemalarında gösteriyorlardı, yani bu bağlantı ve gelenek zaten vardı. Enstitünün o dönemki başkanı, Claudia Dillmann, Wiesbaden’de düzenlenecek bir film festivali organize etmemizi önerdi. Hem yerel Hessen kültür bakanlığı hem de Wiesbaden şehri bu öneriyi kabul etti ve o zamandan beri ana sponsorlarımız arasında yer alıyorlar. Günümüzde halen Orta ve Doğu Avrupa kültürlerinin Avrupa bağlamındaki temsili yetersiz; özellikle Fransızca, İspanyolca ve elbette İngilizce dillerinde üretilen sinemanın temsiliyeti ile karşılaştırdığımızda…

Heleen Gerritsen’e göre, 1960’lı yıllardan 2000’lerin başına kadar film üretimini sürdüren Kira Muratova (1934-2018) Sovyet kadını imajını yeniden tanımlayan sinemacılardan.

Şu anda, 2021 yılında; Macaristan, Polonya ve Slovenya gibi ülkeler politik açıdan sağ popülizmine yöneldikçe, Avrupa’nın geri kalanının bu ülkelerdeki gelişmeleri ve sinyalleri uzun zamandır dikkate almadığı acı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Benim fikrime göre Doğu Avrupa kültürlerine yönelik ilgisizliğin, onların dillerine dair bilgisizliğin, televizyon ve kültürel programlarda onlara tanınan yetersiz alanın bu anlamda bir sorumluluğu var. Sinemanın ötesinde giderek disiplinler arası bir yaklaşım benimseyen ve özel tarihî programlar üreten goEast gibi bir festival, Doğu ve Batı’nın eşit durumda olduğu yeni bir Avrupa diskuruna büyük katkıda bulunabilir.

Macaristan, Polonya ve Slovenya gibi ülkeler politik açıdan sağ popülizmine yöneldikçe, Avrupa’nın geri kalanının bu ülkelerdeki sinyalleri uzun zamandır dikkate almadığı acı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Kinokultura’da 2021’de yayınlanan, Uldus Bakhtiozina’s ve Renata Litvinova’nın son filmlerine odaklanan etkileyici makalenizde bu işlerin “(Rusya’nın) feminenlik tanımına ve geleneksel değerlerine dair rahatlatıcı imajları destekleme ve onaylama” durumunun üstesinden gelmeyi başardığını söylüyorsunuz. Sovyetler Birliği, tüm egemen ataerkil değerlerine rağmen; Kira Muratova, Dinara Asanova, Larisa Shepitko gibi pek çok olağanüstü kadın yönetmene sahipti. Bu yönetmenlerin mirasının çağdaş Rus ve Doğu Avrupa sinemasının kadın yönetmenleri üstündeki etkisi nedir? Sizce dünyanın bu bölgesindeki kadın yönetmenler bu saydığımız yönetmenlerin açtığı yolda mı yürüyorlar? Yoksa çağımızın küresel etkileşimleri düşünüldüğünde bu tipte bir etkinin limitli kaldığını mı düşünürsünüz?

Saydığınız isimler arasında Kira Muratova’nın Rusça konuşan topraklarda üreten yeni nesil kadın yönetmenler için en ilham verici figür olduğunu söyleyebilirim. Çünkü o, filmlerinde Sovyet kadını imajını klişelerin ötesine geçerek yeniden tanımladı. Onun filmlerinde kadınlar histerik, negatif, tembel ve seksüel olma hakkına sahipti. Klasik Sovyet filmlerinde karşımıza çıkan işçi ve anne figürünün tam tersi… 2017’de goEast Tereddütlü Feminizm: Orta ve Doğu Avrupa’da Kadın Sinemacılar (Reluctant Feminism: Female Filmmakers in Central and Eastern Europe) başlıklı bir sempozyum düzenlemişti. Orada tartışılan çelişkilerden biri de Doğu Avrupa’daki kadın sinemacılar arasında dayanışmanın yokluğuydu. Uzun bir süre boyunca kendilerine feminist olarak tanımlamadılar, fakat film çektiler ve Batı’daki kadınlara kıyasla daha fazla fırsata sahiptiler.

Rusya’da kendi film okulunu açan ve pek çok genç sinemacıya akıl hocalığı yapan Marina Razbezhkina gibi bir ismin, Shepitko veya Asanova gibi klasik sinemacılardan daha fazla kapı açtığını düşünüyorum. Bu dev bölgeye bir bütün gibi bakmamalı, durumlar ülkeden ülkeye pek çok fark gösteriyor. Olayın büyük kısmı sinema eğitimine dayanıyor. Şovenist Polonya’da Agnieszka Holland ve Anna Zamecka gibi pek çok harika ve başarılı kadın sinemacı bulunuyor, ancak onların kariyerlerinin onlardan önce gelen kadınlar sayesinde gerçekleştiğini söylemek konusunda emin değilim. Bence oturmuş bir sinema eğitim sistemi, festivaller ve samimi bir sinema kültürünün olması yönetmenlik mesleğinin bir kadın için de bir olasılık olmasına yol açıyor.

Rusya ve Doğu Avrupa’nın bugünkü sinema üretiminde, geçmişin etkilerini görebileceğimiz ne gibi farklılıklar var? Bir diğer deyişle, Sovyetler Birliği ve sosyalist Avrupa arasındaki geçmiş asimetrinin etkilerini bugünün sinema pratiklerinde ne şekillerde gözlemliyorsunuz?

Buna genel geçer bir cevap vermek zor. Orta ve Doğu Avrupa’da bugün yapılan filmlerin büyük bir çoğunluğu hâlâ geçmişe yönelik tepkilerle şekilleniyor: Örneğin Baltık eyaletlerinde, Polonya’da ve Ukrayna’da 90’larda başlayan ve bugün hâlâ devam eden bir Sovyet karşıtı film akımı söz konusu; bu filmlerde komünist dönem tamamıyla kötücül olarak yansıtılıyor. Bir diğer yandan başka filmler (çoğunlukla Rusya yapımı ve komedi türündeki filmler) daha nostaljik bir yaklaşım sergileyebiliyor. Doğu Bloku’nda yer alan çeşitli ülkeler benzer geçmiş deneyimlere sahip olsalar da Arnavutluk ve Ceausescu yönetimindeki Romanya gibi kimi ülkeler ise kendi sosyalizm versiyonlarına sahiptiler. Bu ülkeler Rus deneyimi veya Sovyet dönemi sonrası deneyimden bağımsız olarak geçmişleriyle ilgili kendilerine özgün bir söyleme sahipler.

Baltık eyaletlerinde, Polonya’da ve Ukrayna’da 90’larda başlayan ve bugün hâlâ devam eden Sovyet karşıtı bir film akımı söz konusu; bu filmlerde komünist dönem tamamıyla kötücül olarak yansıtılıyor.

Oldukça göz önünde bir değişiklik ise bu bölgedeki sinema okullarının sayısındaki artış… 1989’a kadar Moskova ve Prag’daki okullar Doğu Bloku’nun lider merkezleriydi (hatta sadece Doğu Bloğu da değil, dünyanın dört bir yanından gelen sinemacılar bu okullara misafir öğrenci olarak geldiler). 1989’dan sonra Batı sinema okullarından veya programlarından etkilenen yeni sinema eğitim sistemleri geliştirildi. Bu gelişme elbette beraberinde sinema dili ve ideolojisi açısından sonuçlar getirdi.

Vremya zhatvy (2004) ve Yar (2007) gibi filmleriyle tanınan Marina Razbezhkina, Gerritsen’e göre sinema eğitimi alanındaki çalışmalarıyla önemli bir rol üstleniyor. Yönetmen, 2008’de Rusya’da Marina Razbezhkina Belgesel Film ve Tiyatro Okulu’nu açtı.

Batı Avrupa film eleştirmenliğinin Doğu Avrupa ve Rusya sinemasına bakışında ve bu sinemaya yönelik takdirinde ne ölçüde ‘oryantalizm’in etkisi var? Bu oryantalizm Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Avrupa sosyalizminin çözülmesi sonrasında nasıl bir dönüşüme uğradı?

Bu oldukça ilginç ve bir o kadar da anlamlı bir soru. Bence Larry Wolff’un ‘Doğu Avrupa’nın İcadı’ (Inventing Eastern Europe) kitabında ortaya koyduğu fikirler bu sorunun cevap olabilir. Oryantalizme bir ötekileştirme pratiği olarak baktığımızda, Batı Avrupa film eleştirmenliğinde bu bağlamda pek çok şeyin bulunduğunu görebiliriz. Yakın geçmişten bir örnek vermek gerekirse, Berlin Film Festivali’nde jüri üyeliği yapan üç Doğu Avrupa kökenli sinemacının ödüllerin çoğunu milliyetçi duygularla, kayırma yaparak bu bölgeden isimlere verdiğini savunan bir Alman film eleştirmeni ile sosyal medyada yaşadığım tartışma geliyor aklıma. Büyük ölçekte bir eleştirel zemini olmadan böyle bir iddiada bulunabilmesi oldukça tipik… Aynı filmlerin Doğu ve Batı okumalarının farklı olduğu kesinlikle doğru. Doğu Avrupa tarih ve kültürüne dair bilgisizlik filmlerin basitleştirilmiş şekilde yorumlanmasına yol açıyor.

Doğu Avrupa kültürüne dair bilgisizlik filmlerin daha basitleştirilmiş şekilde yorumlanmasına yol açıyor. Doğu Avrupa’nın Batı şirketleri ve enstitüleri tarafından ‘kolonizasyonu’ hakkında dürüst bir söylem dengeyi sağlamak için şart.

Soğuk Savaş bittiğinden bu yana Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri hakkında daha fazla bilgi ve bu ülkelerle daha fazla etkileşim söz konusu. Erasmus ve Creative Europe MEDIA gibi Avrupa eğitim ve kültür programları bu duruma katkı sağladı. Fakat Rusya halen popüler bir öcü olarak görülüyor (politik açıdan bu duruma katılıyorum, Putinizm ülkeye hiç iyilik yapmıyor). Bu anlamda Soğuk Savaş’tan bu yana çok da bir değişiklik olmadı. Orta Asya ve Kafkas ülkelerine yönelik algılar oryantalist bir perspektife saplanmış durumda. Sadece Batı’da değil, Rusya’da da… 90’lardaki geçiş süreci ve Doğu Avrupa’nın Batı şirketleri ve enstitüleri tarafından ‘kolonizasyonu’ hakkında dürüst bir söylem dengeyi sağlamak için şart.

Doğu Avrupa sinemasında güncel Avrupa mülteci ve göçmen kriziyle bağlantılı olarak yeni boyutlar öngörmek mümkün mü?

Mülteci krizi son dönemde pek çok filmde karşımıza çıkan bir konu, özellikle Balkan sinemasında. Bunu yeni bir boyuttan ziyade bireysel insan deneyimine odaklanan sosyal dramalar ve belgeseller için yeni bir malzeme olarak görüyorum (ki bu İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden Charlie Chaplin’e kadar hep böyle olmuştur). Irkçılık, postkolonyalizm vs. üzerine eğilen diskurlar uzun dönemde etkilerini gösterecekler, ancak bence bu küresel bir hadise.