Şu An Okunan
Sinema Bergama: Okurken Dinlemek, Dinlerken İzlemek

Sinema Bergama: Okurken Dinlemek, Dinlerken İzlemek

Sinema Bergama bir web belgeseli. Sayfaya giriyorsunuz, kırmızı kadife bir perde açılıyor. Video ve ses kayıtları, söyleşiler, fotoğraflar, illüstrasyonlar, kupürler… Anlatılan, sadece sinema salonlarının değil Bergama’nın sosyal hayatının da hikâyesi. Farklı mecralardan malzemeleri bir araya getiren çalışmasıyla Türkiye’de sinema tarihçiliğine özgün bir katkı sunan Yücel Tunca ile konuştuk.

Söyleşi: Övgü Gökçe

Geçtiğimiz aylarda Türkiye’de sinema alanında ilk kez sözlü tarih aktarımlarıyla görsel anlatımı bir araya getiren bir web belgeseli yayına girdi. Uzun yıllar gazetecilik de yapmış olan belgesel fotoğrafçı Yücel Tunca’nın yaklaşık üç yıl süren bir çalışma sonucu hazırladığı Sinema Bergama, bir web belgeseli olarak hem görsel hem de metinsel anlamda birbirinden farklı bilgi birikimlerini bir araya getiriyor ve yerel bir sinema deneyimi üzerinden ilgi çekici bir tarihsel çerçeve ortaya çıkarıyor. 2000’lerin başından itibaren İstanbul’da Fotoğraf Vakfı ve Galata Fotoğrafhanesi çatısı altında çalışan, böylelikle fotoğrafla ilgili hem kolektif hem de ticari çalışmalar yürüten farklı yapıların ayakta kalmasına büyük katkı sağlayan Tunca, her iki kurumun da 2018’de kapanmasının ardından İstanbul’la ilişkisinin de kopmaya başladığını hissettiğini ve farklı arayışlara girdiğini aktarıyor. Bu süreçte bir fotoğraf kampı oluşturma fikri üzerine eşi fotoğrafçı Günseli Baki’yle birlikte sık sık gidip geldikleri Bergama’ya yerleşmeye karar vermeleri bir anlamda Sinema Bergama’nın da arka planını oluşturuyor. Tunca ve Baki, Bergama’da kurdukları sıcak insan ilişkileri ve Bergama sokaklarında yürürken hissettikleri katmanlı kültürün de etkisiyle 2017’de buraya yerleştikten sonra 2018’de Sarı Denizaltı Sanat İnisiyatifi’ni kurdular. Dokümantasyona odaklanan belgesel fotoğrafçılık çalışmaları yürüten Tunca’nın Bergama’da kurduğu sosyal ilişkiler ve orada yaşayan biri olarak şehrin kültürel yaşamına hem içeriden hem dışarıdan bakma imkânı bulabilmesi Sinema Bergama’yı mümkün kılan en önemli noktalar oldu. Bu anlamda Sinema Bergama’nın üretim süreci, belgesele İstanbul merkezli bir üretim önceliğiyle bakan hakim yaklaşımı kıran ve yaşanan yerle girilen çift yönlü verimli ilişkiye de örnek teşkil eden güçlü bir çalışma.

Bolşevik Cavid Bey, Bergama’nın Abacıhan Sokak’taki ilk sinemasında (illüstrasyon: Nermin Yağmur Erman)

Bergama’yla ilişkiniz nasıl başladı, Sinema Bergama nasıl doğdu?

Bergama, çalışmalarımızda bizi besleyen, ancak İstanbul’da kaybettiğimizi hissettiğimiz ruhu başka bir formda bize tekrar kazandırdı. Buraya geldikten sonra uzun bir dinlenme süreci yaşamadık; Bergama’nın bizimle, bizim Bergama’yla kuracağımız ilişkinin derinleşme potansiyelini fark ettik ve süreci hızlandıracak biçimde üzerine gittik. Sinema Bergama da, tam o dönemde işittiğim Şen Sineması’nın hikâyesini anlatma niyetimin netleşmesi ve kapsamın genişlemesiyle yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Şen Sineması 1960’ların başında önceleri bir palamut deposu sonraları tütün deposu olan kâgir bir yapının sinemaya dönüştürülmesiyle Bergama’nın kültür yaşamına katılmış bir mekân. 1960’lardan beri işletmecileri değişse de faaliyetini sürdürüyor. Önceleri Yıldız Sineması olan adı 1980’lerden sonra Şen Sineması’na dönüşüyor ve günümüze kadar geliyor. Arkadaşlarımdan sık sık duyduğum ve nihayet gördüğümde zaman tüneline girmişim gibi beni etkileyen bu mekânın büyüsüne kapıldım.

Cavit Gizer, nam-ı diğer Bolşevik Cavid Bey

Her ne kadar güncel film gösterimleri dijital projeksiyon ile yapılıyorsa da, deposunda ve makine dairesinde 40-50 yıl önce kullanılmış dört tane eski tip 35 mm sinema makinesi hâlâ duruyor. Şen Sineması 60 yılı aşkın bir dönemin sinema deneyimlerini bir arada barındıran bir mekân olarak halen hayatta. Sinemanın genç işletmecisi Şahin’le (Şahin Asık) diyaloğumuz ilerledikçe Sarı Denizaltı olarak ayda birkaç kez orada fotoğraf ve sinema ilişkisi üzerine film gösterimleri yapmaya başladık. Bu sırada dönemin Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç’ten, Bergama’nın ilk komünistlerinden biri olan Fahrettin Petek’in Bergama’daki hikâyesini ve onu aktaran ‘Bir Hayat, Üç Can’ isimli bir kitabın olduğunu öğrendim. M. Şehmus Güzel’in Fahrettin Petek’le, kitaptaki ismiyle Fahri Petek’le yaptığı nehir söyleşinin düzenlenmesiyle oluşturulmuş olan kitabı edindim. Orada Petek, Bergama’daki ilk sinemadan ve o sinemayı kuran Bolşevik lakaplı Cavid Bey isimli bir karakterden bahsediyor.

Cavid Bey, tatlı tatlı farklı bir hayatın, farklı bir dünyanın olabileceğini dillendiriyormuş. 1940’larda Bergama’da kadınlar matinesi başlattığını ve film aralarında sahneye çıkıp kadınlara uzun uzun hem sinema hem komünizm propagandası yaptığını biliyoruz.

Bolşevik Cavid, sinemacı olmasının yanı sıra, Fahrettin Petek gibi dönemin kimi Bergamalı gençlerinin politik gelişiminde oldukça önemli roller üstlendiği anlaşılan bir karakter. Dönemin aydınlanmacı, modernist ama solcu, Bolşevik, Leninist karakterlerinden biri; radikal sol bir gazete olan Tan Gazetesi’ni okuyor. 20’li 30’lu yıllar; Bergama’da elektriğin olmadığı dönemlerden bahsediyoruz. Buna rağmen Bolşevik Cavid jeneratörle film makinasını çalıştırıyor, o dönem her sinemada olduğu gibi bir gramofonla filmden önce herkese müzik dinletiyormuş. Üstelik dönemin popüler müzikleri yerine klasik batı müziği çalıyormuş. Fahri Bey’in kitapta, “Hayat ve sinema hakkında söylevler verirdi,” demesinden anlaşıldığı kadarıyla, Cavid Bey, tatlı tatlı farklı bir hayatın, farklı bir dünyanın olabileceğini dillendiriyormuş. 1940’larda Bergama’da kadınlar matinesi başlattığını ve film aralarında sahneye çıkıp kadınlara uzun uzun hem sinema hem komünizm propagandası yaptığını başka tanıklıklar üzerinden de biliyoruz.

Cavit Gizer, kitap okumak, kızı Nermin Kalay’ın anlatımıyla “başını dinlemek” için gittiği Bergama Palas Oteli’nin önünde. 1940’lı yıllar. (fotoğraf: Fotoğraf: Nermin Kalay aile albümü)

Bergama’nın sinema hikâyesini Cavid Bey’den başlatmak, araştırmayı da 1920’lerden başlatmak anlamına geliyordu. Çok sayıda farklı kaynaktan kasabanın tarihini okumak, 50’den fazla kişi ile sözlü tarih kaydı oluşturacak birebir görüşme yapmak çalışmanın çerçevesini belirledi. Cavid Bey’in 1924 yılında ilk sinemayı açmasından bu yana, günümüzde faaliyetlerine devam eden iki sinema salonunu kapsayacak zaman diliminde toplamda 29 sinema salonuna ulaştım. Topladığım tüm verinin bir web belgeseline dönüşmesine ilişkin de şunu söyleyebilirim: Hikâyeyi Bolşevik Cavid’den anlatmaya başladığım andan itibaren belgeselin; sadece bir sinema salonu, bir sinema seyir deneyimi tarihi olarak yazılması kendiliğinden imkânsız hale geldi. Bergama’nın sosyal hayatına değinmeden, sosyolojik anlamda kimliğini araştırmadan bu hikâyeyi anlatmak imkânsızdı. Bu yüzden de metni oluştururken sinema salonlarının ya da sinema emekçilerinin portreleriyle çerçevelenmiş bir iş olsun istemedim. Böylece konu genişledi ve Türkiye’nin politik konjonktürünün içerisinde Bergama’nın yerini, Bergama’nın o konjonktüründe sinemanın yerini görmeye çalıştım.

Dolayısıyla araştırma konusu sadece Bergama sinemalarının sözlü tarihi değil; aynı zamanda, Bergama’nın İttihat ve Terakki Dönemi’ne kadar gelen çok kültürlü sosyolojik yapısının Cumhuriyet Türkiyesi’nde tek kültürlü yapıya dönüşmesi ve o noktadan sonra sinemanın devreye girmesi üzerinden şekillendi. İki bin yıl önce 80 bin, 90 bin kişilik antik tiyatrolardaki seyir kültürünün iki bin yıl sonra sinemada nasıl karşılık bulduğu gibi tarih içerisinde birtakım karşılıklı okumalara da imkân veren bir araştırmaya dönüşmüş oldu.

Bugün dijital projeksiyon ile film gösterimleri yapılan Şen Sineması, “sinemada düğün” geleneğinin de hayatını sürdürdüğü bir mekân. Seval ve Ufuk Akabay’ın düğünü, 2018 (fotoğraf: Yücel Tunca).

Bu türden kapsamlı bir toplumsal tarih araştırmasını orada yaşamaya başlamış biri olarak yapabilmek nasıl bir deneyimdi? Üretim pratiği açısından İstanbul’dan bakarak yapılan bir çalışmadan farklı olarak burada içeriden bakabilmek çalışmayı nasıl etkiledi?

Daha önce bu kapsamda bir çalışma yapmamıştım. O yüzden İstanbul’da olup başka bir lokasyondaki bir hikâyenin içerisine bu kadar uzun süre girsem nasıl bir sonuç alırdım, deneyimlemediğim için bilmiyorum. Fakat şundan eminim; içinde yaşadığım şehre dair bir hikâye anlatmak duygusal ve güçlü bir bağ ve öncesinde öngöremediğim bir aidiyet oluşmasına neden oluyor. Bergama’yı tanıdıkça giderek buranın bir parçası haline geldiğimi gördüm. Bu da bir sorumluluk duygusunun yoğunlaşmasına sebep oldu.

Bir ayağınız hikâyenin içine girmişken bir ayağınız dışında kalsın. Teorik olarak bunu halen söylerim ancak uygulamada çizgiyi aştığımı, Bergama’yla aramdaki duygusal bağın etkisiyle hikâyenin içerisine biraz daha fazla girdiğimi söylemem gerekir.

Bunun bir de karşı tarafı var. Ben İzmir’den veya İstanbul’dan gelip Bergama sinemalarını araştıran birisi olsaydım çok büyük olasılıkla diyalog kurduğum insanlarla aramda daha soğuk bir iletişim sürecekti. Görüşmelerde, Bergama’ya bir iki sene önce yerleştiğimi söylediğimde insanlarda hemşehri olma halinin getirdiği bir rahatlama oluyordu; kendilerini daha rahat ifade ediyorlardı. Bu durum, insanlarla görüşmelerimi çok kolaylaştırdı. Hatta bu işin takipçisi olmaya, beni arayıp “Ee, ne zaman ortaya çıkıyor bu iş?” demeye başladılar. Tüyolar gelmeye başladı; “Bak şu ismi de buldum, onunla da konuş,” gibi…

Belgesele katkısı büyük olan Nejat Simit’in babası Necati Simit, üç tekerlekli arabasıyla (fotoğrafın sağ tarafında) Cumhuriyet Sineması’nın köşesinde gazoz ve çerez satarmış. (Karol Szczeciński‘nin 1947’de çektiği bir belgeselden, renklendirme: İsmail Hakkı Güzeler)

Bu süreçte Bergamalı kuzenler Nejat Simit ve Yüksel Simit’in büyük destekleri oldu. Hem sinemaların Bergama’daki mekânsal dağılımını anlamam için beni şehirde gezdirdiler, hem de konuştuğum 55 kişinin çoğuyla iletişimimi sağladılar. Onlarla kuruyemişçi dükkanlarında kahve içip sohbet ederken gelişen arkadaşlık ilişkisi bir süre sonra Nejat Simit’in bu projenin içerisinde yerel ilişkiler danışmanı olmasına kadar ilerledi. İstanbul’da belgesel fotoğrafçılığı alanında eğitim verirken altını çizdiğim bir nokta vardı: Çalışacağınız konuyla aranızdaki mesafeyi öyle bir belirleyin ki ne fazla ileri adımlar atıp konunun içerisinde duygusal anlamda kaybolun, ne de konunun dışında çok teknik bir eleman gibi uzak ve soğuk kalın. Bir ayağınız hikâyenin içine girmişken bir ayağınız dışında kalsın. Teorik olarak bunu halen söylerim ancak uygulamada çizgiyi aştığımı, Bergama’yla aramdaki duygusal bağın etkisiyle hikâyenin içerisine biraz daha fazla girdiğimi söylemem gerekir. Ama geriye dönüp baktığımda o duygusal sınırı biraz aşmış olmamın çalışmaya negatif bir yansıması olmadığını düşünüyorum. Öte yandan bana “Bergamalı olmayan anlayamaz, kavrayamaz” denildiği de oldu ama kentin yıllar içerisinde karmaşıklaşmış ilişkiler ağının içine dahil olmadığımdan bazı sorunlu konulara da değinebildim.

Bütün bu görüşmeler sırasında Bergamalıların kendi kültür tarihleriyle kurduğu ilişkilere dair gözlemleriniz neler? Orada belli süreklilikler ya da kopukluklar var mı? Türkiye’nin değişen siyasal atmosferinde çok kültürlü geçmiş nasıl anlatılıyor?

Bergama da Türkiye’nin genelinden kopuk bir yer değil. Sadece şöyle değerlendirmeler yapmak gerekiyor; büyük şehirler ve küçük yerler. Bergama’ya geldikten sonra bunun ayrımını birebir gözlemleme şansım oldu. Büyük şehirlerde yaşanan bütün kimlik çatışmaları ve bunun yarattığı gerilimler küçük kasabalarda daha sakin ve daha uzlaşmacı bir havada yaşanmış. Sertleşilen noktaların da üzerine sünger çekilerek bir şekilde örtülmüş, bir hesaplaşmaya gidilmemiş. Bir anlamda hiç yaşanmamış gibi bir sessizliğe terk edilmiş. Mevzuların fazla eşelenmemesinde fayda olduğu görüşü yaygınlaşmış. Bunun en net örneklerinden biri, Türkiye’nin ulus devlet olma sürecinde İttihat ve Terakki Dönemi’nden itibaren yavaş yavaş çok kültürlü yapısını kaybetmesi. Rumların ve Ermenilerin yaşadıkları topraklardan uzaklaştırılması ya da yok edilmesi ve toprakların Müslüman Türk bir kimliğe büründürülmesi. Bu süreç Bergama’da da çok yoğun biçimde yaşanmış. O dönem Bergama’nın zaman zaman 15 binlere varan bir Rum nüfusu, beş yüz ile bin arası bir Ermeni nüfusu ve yine beş yüzler civarında bir Yahudi nüfusu var. 20-30 bin de Müslüman Türk nüfusu… Dolayısıyla bu çok kültürlü toplumsal hayat devam ederken Müslümanlaştırma-Türkleştirme politikaları sonucunda önce Rumlar ve Ermeniler bu topraklardan uzaklaştırılıyor. Sonra ilginç bir şekilde Ayvalık tarafındaki Rumların bir kısmı 1917 gibi Bergama’ya yerleştiriliyor daha önce giden Rumların bulunduğu yerlere. Sonra onlar da gönderiliyor.

Bergama sinemalarının haritası

O dönemde Rum topluluğuna ve ticari hayatın durdurulmasına yönelik boykotlar başlatılmış. Gayrimüslimlerden alışveriş yapmama yönünde merkezî hükümetten bu tarafa yansıyan boykot uygulamaları var. Sonra yavaş yavaş karşılıklı çeteleşmelerin başlamasıyla, yerel bazı yazarların romanlarına da sirayet eden Rumlara yönelik birtakım şiddet olayları gerçekleşiyor. Rum ailelerin öldürülmesi, mülklerine el konması gibi hikâyeler var. “Oralara hiç girme!” denilen ve benim hâlâ tam olarak öğrenemediğim bir dizi trajedi… Bergama’nın biraz daha dış bölgelerinde topluca ölümlere sebep olan bazı operasyonlardan söz ediliyor. Cumhuriyet öncesinde bu çok kültürlü yapıdan geriye Müslüman Türklerle Yahudilerden oluşan bir nüfus kalıyor. Rumlar ve Ermenilerle yaşanan bu çatışma Yahudilerle gerçekleşmiyor. Yine bütün Türkiye’de olduğu gibi 1950’lere kadar iki toplumun iç içe yaşama hali devam ediyor. İsrail devleti kurulunca yavaş yavaş buradaki Yahudiler de İsrail’e gitmeye, bir kısmı da İzmir’e yerleşmeye başlıyor. Çok kabaca söylersek 1950’lerden itibaren bu topraklarda yalnızca Müslüman Türkler kalıyor. Bu süreci sözlü tarih çalışmasının parçası olarak konuşmaya çalıştığımızda o yılları çocuk yaşlarında da olsa yaşamış, şu an 90’lı yaşlarda olan ya da babaları üzerinden bu hikâyeleri dinlemiş insanlar diyorlar ki, “Oralara girmeyelim”. Yerel tarihçiler daha çok antik tarihle ilgileniyorlar. Ben bu konuya kısmen Bolşevik Cavid Bey’in hikâyesini anlatırken değinmeye çalıştım. Biraz daha detaylı olarak ise araştırmanın ikinci kısmını oluşturan Sinema Bergama Rehberi’nde ele aldım: “Bergamalı Rumlar kimdi? Neler yaptılar? Ve nasıl Bergama’dan gittiler? Bergamalı Ermenilerin kökenleri neydi? Ne zaman Bergama’ya geldiler ve ne zaman Bergama’dan uzaklaştırıldılar?” gibi birtakım sorulara cevap üretmeye çalışan Ermeniler, Rumlar, Yahudiler gibi başlıklar oluşturdum.

Peki bu çalışmanın parçası olan, şu an Bergama’da yaşayan insanların Bergama’ya dair tasavvurunun bu çalışmayla sarsılabileceğini düşündünüz mü? Bu süreçte iyiden iyiye Bergamalılaşmış biri olarak bu çalışmanın Bergama imajına yapacağı katkı ya da onu etkileme biçimiyle ilgili bir basınç hissettiniz mi?

Bolşevik Cavid Bey’in kızı Nermin Kalay (fotoğraf: Yücel Tunca)

Olmaz mı, tabii ki oldu. Çünkü bu çalışmada, Bergama’nın çok kültürlü sosyal yapısı dışında gündelik hayatın kendi iç çatışmalarından da bahsediyorum. Bu süreçte Bergama’da, özellikle toplumsal cinsiyet rolleri açısından kadınların hikâyesi nasıldı, buna da değiniyorum. Bergama’nın eski mahallesi Kale’ye yerleşen özellikle Arnavut göçmeni ailelerin kadınları için, 1950’lerin ortalarına belki de sonralarına kadarki süreçte hayat epeyce zormuş. Ayrıca çalışmada bazı sinemacıların eşleri üzerinden dramatik kadın hikâyeleri de yer alıyor. Gecesi gündüzü olmayan bir sinemacının sinemasını işletirken evde olan, “çocuklarını büyüten”, evi çekip çeviren kadınlar da kendi hikâyelerini çok cesurca anlatıyorlar. Bunu kendi aramızda da tartıştık. Nasıl yapacağız? Bir yandan özel hayat denilebilecek bir alana giriyoruz. Bu bizim konumuz mu? Ama bir yandan da zaten tartışmalı olduğunu düşündüğüm bir kavram olan “özel hayat”ın politik boyutu -hele ki karşı tarafın bunu anlatmak istediğini de göz önünde tutarsak- onu farklılaştırıyor, toplumsal hayatın göstergelerinden biri haline getiriyor ve bu noktada anlatmayı gerektiriyor.

Gecesi gündüzü olmayan bir sinemacının sinemasını işletirken evde olan, “çocuklarını büyüten”, evi çekip çeviren kadınlar da kendi hikâyelerini çok cesurca anlatıyorlar.

Peki bunu anlattığımızda Bergamalı okuyucu bunu nasıl karşılayacak? Bu da bastırılmaya çalışılan, sorunsuzmuş gibi gösterilmeye çaılışılan bir alan. Toplumsal hayatın içinde kadına biçilen roller, ona dayatılan hayat biçimi bir şekilde normalleştirilmiş; anlatılması yeni bir çatışmayı körükler mi, hatta anlatıcının zarar görmesine neden olur mu, diye epey tartıştık. Anlatıcı kadınlar kendi adlarına bunu konuşmak konusunda çok rahat olduklarını ve anlatmak istediklerini tekrar beyan ettiğinde, ben de onların bu anlatımlarına metnin içerisinde yer açtım. Bir tarafta Bergama’nın etnik yapısındaki değişim, bir tarafta toplumsal cinsiyet rollerinin yaşattığı birtakım çatışmalı durumlar, bir tarafta 1970’ler Bergama’sındaki siyasi şiddetin buradaki solcu gençler üzerindeki yansımaları, jandarma karakolunun nasıl bir işkencehaneye dönüştürüldüğü gibi beyanlar kayıt altına alınan konulara dönüştü. Bütün bunları duymak, okumak istemeyen Bergamalılar da olacaktır kuşkusuz. Bergama’yı bu şekilde okumak, duymak, duyurmak istemeyen insanlar da olacaktır. Bütün bunlar buranın gerçekliğinin birer parçasıysa bunlara değinilmeden Bergama’yı anlatmak da anlamak da mümkün olamaz. Bütün bu sorunlu yaşam parçalarının, ne kadar ağır ve zor konular olsa da konuşulması gerektiğine inanıyorum.

Cavit Sarsılmaz’ın kurduğu kışlık Yıldız Sineması günümüzde Şen Sineması adıyla Şahin Asık (arka planda) tarafından işletilmeye devam ediyor. Sinemanın makine dairesi, 2019. (fotoğraf: Yücel Tunca)

Biraz da kullanılan mecrayla ilgili konuşalım. Bu kadar farklı parçaları ve malzemeleri olan bir hikâyenin nasıl bir araya geleceği, nasıl kurgulanacağı belgesel fotoğraf işi yaparken de film yaparken de her zaman en önemli konudur. Burada pek çok şeyi eş zamanlı gösterme fırsatı veren bir formatın çalışmayı rahatlattığını görüyoruz. Öte yandan ilk bakışta sinema deneyimine öykünen bir yapı da var. Diğer olası mecralar yerine bu biçim ve yöntemi seçerken nasıl bir yol izlediniz?

Belgesel sinema konusuna çok yabancıyım, hiç deneyimlemediğim bir alan. Belgesel sinemanın da, kurmaca sinemanın da tam anlamıyla bir ekip işi olduğunu biliyorum; ben ise uzun yıllar bir fotoğrafçı olarak yalnız başına çalışmış biriyim. Dolayısı ile sinemanın büyük bir ekip ile gerçekleşen üretim süreci beni her zaman korkutmuştur. Geçmiş yıllarda Ömer Lütfi Akad’tan Yılmaz Erdoğan’a, farklı yönetmenlerin setlerinde, beş sinema filminde set fotoğrafçılığı ve yurt dışında bir belgesel filmde yönetmen yardımcılığı yaptım. Bu deneyimler sayesinde film üretim sürecinin ne denli sancılı olduğunu biliyorum, o yüzden o tarafa doğru bir meyilim yok. Sinema Bergama’yı belgesel sinema yöntemiyle anlatmayı aklımdan bile geçirmedim. Bu durumda geriye iki mecra kalıyor. Bunlardan biri kitap, elbette. İkincisi ise, bir kitaba aktaramayacağımız kadar çeşitliliğe sahip farklı mecralardan belgeleri paylaşabilmemize olanak tanıyan web ortamı.

Web olanakları dediğimiz şey; okurken dinlememize, dinlerken izlememize, izlerken o sırada başka bir şey yapmamıza da imkân sunuyor. Sinema Bergama’nın yazım aşamasında iki mecrayı da dikkate alarak çalıştım. Öncelikle metni bir kitap formatında oluşturdum. Çünkü şunun da farkındayım; web belgeseli dediğimiz şey, web sitesinin açık kalma süresine bağlı olarak hayatta kalabiliyor. Bundan beş ya da on yıl sonra alan adını koruyamazsanız kaybolup gidecek. Büyük medya kuruluşları tarafından satın alınmayan web belgesellerinin çok da uzun olmayan yaşam süreleri var. Oysa bu kapsamdaki bir araştırmanın çok daha uzun zaman yaşaması gerekiyor. Kalıcı hale gelmesi, başka araştırmalar için de kullanılabilmesi için bir kitaba dönüşmesi gerekiyor. Sinema Bergama da bir kitaba dönüşecek daha sonra. Şimdilik bir web belgeseli olarak demlenme sürecini yaşıyor. Çünkü iki sene de uğraşsanız beş sene de uğraşsanız birtakım eksik yanları kalıyor bu tür çalışmaların; ulaşamadığınız insanlar oluyor, ulaşsanız da insanların hatırlayamadıkları kısımlar oluyor, ilerleyen zamanda yeni ilişkiler kurulabiliyor. Dolayısıyla gelişmeye çok açık bir içeriği var. O yüzden en baştan planlama bu şekilde yapıldı.

Sinema Bergama web sitesinden bir görünüm. Sitede fotoğrafları aktarılan kişilerin seslerini işitmek de mümkün. Örneğin Güven Sineması’nın en genç müdavimlerinden Ayşen Ermiş’i dinleyebilirsiniz (sol altta).

En nihayetinde bir kitaba dönüşecektir ama önce bir web belgeseli olarak yayınlansın. Böylelikle bir süre daha gelişmeye açık olacak; tazelenebilecek, yenilenebilecek, eklemeler yapılabilecek. Nitekim tam da böyle oluyor. Web belgeseli yayınlandıktan sonra telefonlar geliyor; “Benimle röportaj yapmadınız, ben de sinemacıydım,” diyenler var. Daha dün eczaneye gittiğimde eczacı, “Fıstıkçı Coya’yı yazmışsınız ama fotoğrafını koymamışsınız. Bizim aile albümünde Coya’nın fotoğrafı var,” dedi. Ne kadar kıymetli bir katkı bu! Eczacının aile albümünde kardeşinin sünnet düğününde, atın önünde fıstıkçı Coya’nın fotoğrafı varmış. Yakında fıstıkçı Coya’nın hikâyesinin anlatıldığı bölüme o fotoğraf da girecek.

Diğer yandan uzun bir metnin bilgisayar ekranından okumasının çok zor olduğunu da biliyorum. Bu iki ekran uzunluğundaki bir makaleyi okumak gibi bir şey değil, çünkü yaklaşık 250 sayfalık bir metinden bahsediyoruz. Uzun metnin okunabilir hale gelmesi için farklı medyalarla yan yana getirilmesi lazım. Bu hem okumayı kolaylaştıran bir şey hem de bütünün algılanmasını ya da atmosferin oluşmasını sağlıyor. O yüzden web belgeseli, bir müzik çalışmasını içeriyor. Metin akışında oluşan ruh haline yakın, okuma alanlarının yanına minik minik müzik parçaları eklendi. İstendiği takdirde metinler okunurken bu parçalar ya da okuduğunuz metnin anlatıcısının sesini dinleyebiliyorsunuz. Bu, okuyucuya, izleyiciye metindeki kimliksiz tümcelerin özgün sesine ulaşma şansını veriyor ve hikâyeyle bağlarını daha da güçlendiriyor. Aynı zamanda anlatıcının galeri içerisinde birkaç kare fotoğrafını görüyorsunuz. 2000’li yılların başından arşiv videoları var. Bu videolara bakıp 20 yıl öncesinin Bergama’sındaki son sinemaların izlerini görüyorsunuz ya da birtakım röportajlara ulaşıyorsunuz. Eski fotoğraflar, kupürler derken adeta sinematografik bir atmosfer oluşuyor.

Farklı mecralara ait malzemenin web ortamında bir araya gelmesi hem seyir keyfi veriyor hem de bir atmosfer oluşmasını sağlıyor. Bölümler arasında atlayabiliyorsunuz, müziği açıp kapayabiliyorsunuz, galeriler arasında dolaşabiliyorsunuz. Daha aktif bir izleyici katılımı sağlanmış oluyor.

Bu atmosfer ayrıca bir dizi çok özel illüstrasyonla destekleniyor. Nermin Yağmur Erman’ın, çalışmaya büyük bir duygu ve hava kazandıran dokuz illüstrasyonu var. Birebir görüşmelerde anlatılan yüzlerce hikâyenin, yaşandığı günlerde çekilememiş fotoğraflarını, belleklerden çıkartıp kâğıda aktardığımız bir bölüm bu. Her hikâye için yazdığım kısa senaryoyu Yağmur birer resme dönüştürdü. Cavid Bey’in sinemasının yaklaşık olarak nasıl bir yer olduğunu, soba borusunun oradan oraya nasıl döndüğünü, nasıl bir sinema makinası kullandığını, gramofonun nasıl gözüktüğünü Yağmur’un illüstrasyonu sayesinde biraz daha rahat hayal edebiliyoruz ve böylece hikâyenin içerisine biraz daha girebiliyoruz. Yağmur’un çizimleri çok önemli bir eksiği gidermiş oluyor. Çünkü Bergama’nın eski sinemalarını bize gösterebilecek, görerek anlamamızı kolaylaştıracak, o atmosferi kurmamızı sağlayacak yeterince fotoğraf yok arşivlerde. Eski sinemalara ilişkin bulabildiğimiz fotoğraflar, o sinemalarda yapılan düğünlerde çekilmiş olanlar. Sinema salonunda düğün konusu Bergama için oldukça önemli. Düğün salonunun olmadığı yıllarda düğünlerin önemli bir kısmı sinemalarda yapılıyordu. Bugün Bergama’da birçok düğün salonu olmasına rağmen Şen Sineması’nda bu gelenek halen sürdürülüyor. Dolayısıyla bütün bu içeriği oluşturan farklı mecralara ait malzemenin web ortamında bir araya gelmesi hem bir seyir kolaylığı sağlıyor, hem seyir keyfi veriyor hem de bir atmosfer oluşmasını sağlıyor. Bölümler arasında atlayabiliyorsunuz, müziği açıp kapayabiliyorsunuz, galeriler arasında dolaşabiliyorsunuz. Böylece daha aktif bir izleyici katılımı sağlanmış oluyor.


Şen Sineması’nın deposuna kaldırılmış 35 mm projeksiyon aletlerinden biri. (fotoğraf: Yücel Tunca)

Fakat şöyle bir dezavantajı da göz ardı edemeyiz: Bilgisayar başında, internette bu kadar uzun zaman geçirme alışkanlığımız yok. Bu web belgeseli bunun farkında olarak oluşturuldu. Sinema Bergama’daki bütün metinlerin okunmasına, fotoğraflara bakılmasına günde birkaç saat ayırdığınızda tamamına bakmanız yaklaşık 5 gün sürüyor. Şu nokta da çok önemli olduğu için altını çizmek istiyorum: Sinema Bergama web belgeseli cep telefonlarından izlenebilecek bir formatta olmadığı için telefonlardan sadece giriş videosuna ulaşılabiliyor ve videodan sonra diğer kısımları masaüstü ya da dizüstü bilgisayarınızdan izlemeniz öneriliyor. Bu nedenle tüm içeriğe ulaşıp, okuma, dinleme, izleme deneyimi için bilgisayardan internete bağlanarak www.sinemabergama.com adresine ulaşılması gerektiğini her fırsatta söyleme gereği duyuyorum.

Bu türden ufuk açan, çok emek verilmiş, değerli içeriklerin okuyucusuna ve izleyicisine ulaşması çok önemli. Bu çalışmayla sinema ve tarih araştırmacıları, yerel tarih meraklıları ilgilenebilir ama çok daha fazla insanın haberi olması için çaba sarf etmek gerekecek. Yaygınlaşmasına katkı sunacak ne tür şeyler düşündünüz? Farklı işbirlikleri geliştirme düşüncesi var mı?

İlk aşamada medya tanıtımı üzerine çalıştık. Mümkün olduğunca farklı yerlerde bu işin tanıtılması, duyulması için çalışma yaptık. Bunun bir, geniş ve farklı kesimler tarafından duyulması tarafı var; bir de Bergama içinde duyulması tarafı var. Bunlar iki ayrı parça. Bergama içerisinde duyulması için benim sevdiğim bir yöntem var. Özellikle küçük yerlerde daha sık karşılaştığımız bir şey; sosyal medya üzerinden oluşan topluluklarla iletişime geçmek. Mesela; Bergamalılar ya da Geçmişten Günümüze Fotoğraflarla Bergama gibi Facebook grupları var. Bu Facebook grupları benim araştırmamda çok önemli bir yere sahipler. Çünkü oralarda paylaşılan bir fotoğraf, bir anı, altına yapılan yorumlar farklı insanlara, farklı bilgilere ve görsellere ulaşmamı sağladı. Dolayısıyla oradan çalışmayı güçlendiren veriler elde ettim. Çalışma ortaya çıktığında da bu gruplardan çalışmanın bilgisi yayıldı ve çalışma oralarda paylaşıldı. 7 Temmuz’da, Osmanlı Arastası’nın girişindeki Çınarlı Kahve’de bir Sinema Bergama buluşması yaptık. Yaklaşık yirmi kişi ile bir araya geldik. 30’lu yaşlarından, 80’li yaşlarına kadar Bergama sinemalarını deneyimlemiş, çalıştırmış ve araştırma içinde anlatımlarıyla yer almış kişilerdi çoğunluğu. İki saate yakın bir sürede hem çalışmanın yapısı ve içeriği itibariyle bir özeti yapıldı, hem de sinemalarla ilgili bazı anılar yeniden dillendirildi.

Asıl işi tütüncülük olan Bolşevik Cavid Bey, 1925-1950 yılları arasında Bergama’da üç ayrı sinema işletmiş. Yücel Tunca’nın bu fotoğrafı, Cavid Bey tarafından Abacıhan Sokak’ta açılan Bergama’nın ilk sinemasının gişesinin bugünkü görünümünü yansıtıyor.

Böyle kapsamlı bir çalışmayı ilk defa yapıyorum ama daha önce ürettiğim belgesel fotoğraf projelerim olmuştu elbette. Öğrencilerimle, fotoğrafçı arkadaşlarımla, belgesel alanında üretimde bulunan diğer herkesle konuştuğumuz ve benim çok önemsediğimi hep söylediğim bir nokta var: İşi üretmenin kendisi kadar önemli olan, bu yaptığımız çalışmalardan insanları haberdar etmek, başkalarıyla paylaşabilmek. Dünyanın farklı yerlerinden bildiğimiz kimi belgesel fotoğrafçılar bir çalışma yaptıklarında o belgesel çalışmanın farklı ülkelerde sergilenmesi, gösterilmesi için ayrıca büyük bir efor sarf ediyorlar. Türkiye’de ise biz üretim gerçekleştiği anda yersiz bir utangaçlıkla geri çekiliyoruz. Bir anlamda toplumun kendi kültür hayatının döngüsünde ortaya bir yere bırakıyoruz. O çalışma kendi başına nereye gidiyorsa gitsin, olmadığı noktada dursun, diye bekliyoruz. Oysa ki dokümanter işler yapmamızın amacı bireysel tatminlerimizin ötesinde; bunun bir iletişim alanı olduğu unutulmamalı. Üretim sürecinde verdiğimiz emek kadar bir emeği de bu işlerin duyurulması, paylaşılması için vermemiz gerekiyor. Bu dönemde bir yandan Sinema Bergama’nın tanıtımı için gayret sarf ederken, bir yandan da çalışmanın ikinci bölümü olan Bergama Köy Sinemaları’nın araştırmasını sürdürüyorum. Şimdiye kadar dört köyde ön çalışma yaptım. Kış aylarında ve gelecek baharda daha yoğunlaşarak, bilgisine ulaşabildiğim toplam on dört köydeki açık ve kapalı sinema salonlarındaki seyir pratiklerini kayıt altına alacağım.