Şu An Okunan
‘Özgür Sinema Bülteni’ – Eylül 2023 – Kanun Hükmü

‘Özgür Sinema Bülteni’ – Eylül 2023 – Kanun Hükmü

Gezi Davası: Adaletsizlik onandı

Çekilmemiş bir belgeselin, film festivallerinde yapılmış görüşmelerin, video kaydetmenin, yani sıradan ve meşru sinemacılık faaliyetlerinin aleyhte delil sayıldığı Gezi Davası’nda en yüksek mahkeme konumundaki Yargıtay kararını açıkladı. Kültür alanına katkılarıyla bilinen Osman Kavala’nın müebbet hapis cezası onandı. Mücella Yapıcı, Yiğit Ali Ekmekçi ve Hakan Altınay’ın mahkûmiyet hükümleri bozulurken, sinemacı Çiğdem Mater ile Mine Özerden’in, şehir plancısı Tayfun Kahraman ve avukat/milletvekili Can Atalay’ın 18 yıllık hapis cezaları onandı.

Mahkûmiyet hükümleri bozulan Yapıcı ile Altınay’ın adli kontrol hükümleri uygulanarak tahliyesine karar verildi. Kararın ardından Mücella Yapıcı, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nden, Hakan Altınay ise Silivri Cezaevi’nden tahliye edildi. Yapıcı, tahliye edildikten sonra yaptığı ilk açıklamada “Hiçbirimizin suçu yoktu. Bu nasıl bir adalet anlayabilmiş değilim. Ben burada canlarımı bıraktım çıkıyorum. İçeride olan canlarımızı bir an önce çıkarmamız lazım. Böyle bir adaletsizliği hak etmiyor bu ülke,” dedi.

Haberin devamı için tıklayınız.

Çiğdem Mater’in karar hakkındaki mektubu için tıklayınız.


Altın Portakal’ın ‘Kanun Hükmü’ sansürü: 2014’ten bugüne tarihsel özet

2023 yılının Eylül ayı bir yandan siyasi iktidarın kültür ve sinema alanı üzerinde kurduğu baskıyı şiddetlendirdiği, bakanlıkları devreye sokarak el arttırdığı ay olsa da diğer bir yanıyla da sinemacıların hâlâ sansüre karşı örgütlü hareket etme becerisine sahip olduklarını gösteren ay olarak kayıtlara geçecek. 60. Antalya Altın Portakal Film Festivali yönetiminin, ön jüri tarafından belgesel yarışmasına seçildiği ilan edilen Kanun Hükmü (2023) filmini programdan çıkarmasına karşı gösterilen tavır bunu ortaya koyuyor. Hatırlanacağı üzere, 2014’ün Altın Portakal’ında, Reyan Tuvi’nin Gezi Direnişi üzerine çektiği Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek… (2014) belgeseli de yarışma programında çıkartılmış ve bu sansür vakası, sinema camiasını boykot taraftarları ile festivali koruma taraftarları olarak ikiye bölmüştü. Belgesel yarışma jürisi ve seçkide yer alan tüm filmler festivalden çekilmiş olsa da, Altın Portakal o yıl Ulusal Yarışma’da yer alan uzun metraj kurmacaların katılımıyla gerçekleştirilmişti. Sinema camiasındaki söz konusu bölünmenin bedeli ise büyük oldu: AKP yönetimindeki Antalya Büyükşehir Belediyesi, 2015’ten başlayarak, festivaldeki ulusal yarışmaları kaldırdı, ismini de değiştirerek festivali uluslararası katılımla sınırladı.

60. Altın Portakal Film Festivali’nin basın toplantısından

2015’in İstanbul Film Festivali’nde, barış süreci devam ederken çekilmiş Bakur belgeselinin gösteriminin engellenmesine karşı sinemacılar ve sinema örgütleri 2014 Altın Portakal’a kıyasla daha bütüncül bir tepki koysalar da, kısa sürede bu sansür vakasının çok geniş çaplı bir sürecin, savaş politikalarına geri dönüşün ilk sinyallerinden biri olduğu ortaya çıktı. Devletin Kürt meselesindeki politika değişikliği ile birlikte sansür de şekil değiştirmeye başladı: Filmlere ve üreticilerine davalar açıldı, sansür görünmezleşirken, yerini de yargı sistemi üzerinden sinemacılara verilen cezai yaptırımlara bıraktı. Bu durum, Kanun Hükmü vakasında olduğu gibi, yargısız hüküm giydirmeleri de beraberinde getirdi: Hakkında herhangi bir hüküm ya da dava süreci olmayan belgesellerin doğrudan suç sayıldığı, konu edindikleri kişilerin hedef gösterildiği bir sürece girildi. 2016-2022 yılları arasında, film gösterimlerinin (Bakur davası), film kurgusu ve filmle ilişkili para transferlerinin (Erhan Örs-Göçizder davası), hatta afişlerin (Nu Jin davası) suç unsuru sayıldığı, flashdisklerde “ele geçirilmiş” belgesellerin (Osman Kavala), düşük çözünürlüklü belgesel çekimlerinin (Sibel Tekin), hatta çekilmemiş belgesellerin (Çiğdem Mater) aleyhte delil sayılabildiği bir süreç yaşandı. Başta, aynı zamanda video-aktivist/gazetecilik faaliyeti sürdürenler olmak üzere, pek çok belgeselcinin evine baskınlar düzenlendi, hard disklerine el konuldu. (Bu konuya değinen Oktay İnce’nin ürettiği Sinema GM adlı videoyu izlemek için tıklayınız)

Oktay İnce, Sinema GM (2022) videosunda aktardığı eyleminde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Sinema Genel Müdürlüğü önünde sansüre karşı mücadeleye çağrı yapıyordu.

Yine bu süreçte, film festivallerinin uyguladığı örtük, kamuoyuna yansımayan sansür vakalarının artışına tanıklık ettik. 2019’da yürürlüğe giren sinema yasasındaki yönetmelik değişiklikleri, belgesellerin festivallerde 18+ ibaresinin kullanımı şartıyla, işletme belgesi olmaksızın gösterilmelerinin önünü açıyor ama bununla birlikte “önleyici sansür” kurumsallaşıyordu. Özellikle LGBTİ+’ların ürettiği ya da LGBTİ+ karakter içeren filmler ile Kürt sinemacıların ürettiği politik filmler festivallerde kendilerine çok az yer bulabiliyor, TV/dijital platform alanlarından ise neredeyse bütünüyle ihraç ediliyorlardı. Bunların yanı sıra, sosyalist ve feminist perspektife sahip filmlerin, örneğin Gezi Direnişi, OHAL, kadın cinayetleri, İstanbul Sözleşmesi, Suruç Katliamı gibi konulardaki filmlerin gösterimlerinin engellediği vakalara da tanıklık edildi. Bu vakalardan bir kısmını Serbest Kürsü köşemizde sinemacılar ve kültür emekçileri kendileri anlatmıştı.

Özellikle İstanbul Film Festivali’nde yaşanan vakalar, birçok belgeselin “sorun çıkarma” ihtimaline karşın festivallerin ön seçim süreçlerinde elendiğine de işaret ediyordu. Festivallerin uyguladığı “önleyici sansür” giderek normal kabul edilmeye başlandı. Festivaller “kazasız belasız” düzenlendiği için de siyasi çatışma ve hedef göstermeler ödül konuşmaları üzerinden vuku buldu. Sadece Altın Portakal’daki Nihal Yalçın ve Cannes’daki Merve Dizdar vakalarında da değil; siyasi iktidara yakınlığıyla bilinen Boğaziçi Film Festivali’nde de, Özcan Alper’in ödül konuşması bahanesiyle nefret söylemi ve hedef göstermeleri beraberinde getirdi. Söz konusu festival, bu vakanın yaşandığı 10. yılının ardından bir daha düzenlenmedi.

Altın Portakal’da Kanun Hükmü vakası ise sinemacıları dokuz yıl öncesine ışınladı: 2014’ün Altın Portakal’ındaki sansür vakasına çok benzer bir süreç yaşanıyordu. Sansür ve baskının “hukuki” alana sıkıştırıldığı, örtük olarak gerçekleştiği vakaların aksine bu kez her şey ayan beyan ortadaydı. OHAL KHK’larıyla ihraç edilen iki kamu çalışanının mücadelesini anlatan Kanun Hükmü belgeseli Altın Portakal’ın Ulusal Belgesel Yarışma programından çıkarıldı. Festival yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu’nun imzasıyla yayımlanan açıklamada sansüre gerekçe olarak belgeselde yer alan kişilerden birinin yargı sürecinin devam ettiği iddiası öne atıldı. Ancak gerek filmin yönetmeni Nejla Demirci, gerekse de bahsi geçen kişi, yani Bodrum’da 2016’da KHK’yla işinden atılan ilkolul öğretmeni Engin Karataş’ın kendisi bunu yalanlandı. Karataş, Facebook hesabından yaptığı açıklamada hakkında açılmış iki dava olduğunu, fakat bunların KHK süreciyle ilgili değil, Kanun Hükmü filmininde de yansıtılan eylemlerinden ötürü “gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet”ten açılmış davalar olduğunu belirtti.

Öğretmen Engin Karataş, Kanun Hükmü belgeselinde aktarılan yaratıcı eylemlerinden birinde farklı dillerde “İşimi geri istiyorum” yazılı pankartları Bodrum sokaklarında sergiliyor.

Kısa sürede, sansürün yargı süreciyle ilgisi olmadığının, Kültür Bakanlığı-İçişleri Bakanlığı-Antalya Büyükşehir Belediyesi ve festival yönetimi arasındaki bürokratik ilişkilerden ve yerel seçime uzanan süreçteki siyasi hamlelerden kaynaklı olduğunun ortaya çıktığı bu süreçte sinemacılar ve sinema örgütleri, 2014’ün aksine net ve örgütlü bir tavır ortaya koydu: Hemen hemen tüm jüri üyeleri ve tüm ulusal yarışmaların filmleri Kanun Hükmü seçkiye geri alınmadığı sürece festivalde olmayacaklarını duyurdu, birçok sinema örgütü bu tavra desteğini açıkladı. Söz konusu örgütlülük 28 Eylül’de kazanımı getirdi, festival yönetimi filmi yarışmaya geri aldığını açıkladı ama Kültür Bakanlığı’nın ve sponsorların festivale desteğini çekmesi, Adalet Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın film vasıtasıyla FETÖ propagandası yapılacağını iddia ederek festivali hedef göstermeleri üzerine Kanun Hükmü yine aynı gün içinde yarışmadan geri çıkarıldı. Nihayetinde, FETÖ ile bir ilgisi olmayan, Bodrum’daki sosyalist KHK’lıların direniş günlüğü niteliğindeki bir filmin sosyal medyada suçlu ilan edilerek hedef gösterilmesi, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in açıklamasıyla, 100. yılında 60. kez düzenlenen Altın Portakal’ın iptaline kadar vardı.

Bugün gelinen noktada, Kanun Hükmü vakasının ortaya koyduğu gerçeklik şu: Bakanlıkların, aleyhlerinde bir yargı kararı dahi olmayan filmleri ve karakterlerini suçlu ilan ettikleri, sinemacıların sinemacılık faaliyetlerinden dolayı yargılandığı bir baskı rejiminde film festivallerinin asgari bir özgürlük içinde düzenlenmesi dahi mümkün değil. Ya sinemacılar sansürle mücadelede geri adım atmayacak ve beraberinde festivaller, belediye ve bakanlıklardan özerkleşmenin yolunu arayacak; ya önleyici sansürler giderek artacak, hiçbir şey yokmuş gibi davranılmaya devam edilecek ya da kültür alanı ‘siyasi araç haline getirilen’ bu tür krizlerle çalkalanmaya devam edecek. Son iki seçeneğin, sinemacılara tepeden hüküm giydirildiği, sinema faaliyetlerinden yargılanmaya devam ettikleri ve hatta birçok örnekte (en son Çiğdem Mater) görüldüğü gibi hapis yattıkları bir sürecin devamının kabulü anlamına geleceğini not düşelim.

Kanun Hükmü sansürü sürecinde yaşananları Altyazı Sinema Dergisi’nin twit akışından görebilirsiniz.

Altın Portakal’ın filmi yarışmadan çıkarma gerekçesiyle ilgili Altyazı Sinema Derneği’nin yaptığı açıklamayı buradan okuyabilirsiniz. Açıklamadan bir alıntı:

Geçtiğimiz on yılın beraberinde getirdiği siyasi iklimde birincil talebimiz, festival düzenleyicilerinin sansürü uygulayan, sansüre bahane bulan mevki olmayı reddetmesidir. Sinema camiasını yanlarına alarak sansür baskılarına direnmelerini, bu iradeye sahip olmadıkları noktada şeffaf açıklamalar yapmalarını talep ediyoruz. 


BEKSAV üyelerine ‘film gösterimi’nden dava

Bilim Estetik Kültür Sanat Araştırmaları Vakfı (BEKSAV) Sinema Kolektifi’nin Kadıköy Kaymakamlığı’nın yasağını tanımayarak gerçekleştirdiği film gösterimine polis müdahale etmiş, dayanışma için bir araya gelenleri gözaltına almıştı. BEKSAV Sinema Kolektifi yaptığı yeni paylaşımda etkinlik gerekçesiyle kendilerine dava açıldığını duyurdu. “Birlikte bir film izlemek istediğimiz için yargılanmak istemiyoruz ve bu ülkede, ‘akılla izah edilemeyecek’ ceza davalarıyla yargılananlar sadece bizler değiliz,” denilen açıklamada birlikte mücadele ve dayanışma çağrısı yapıldı: “Ancak bütün bu karanlığın üstünde tepinmenin tek yolu, birlikte mücadele. Demokratik kamuoyunu, dostlarımızı, lubunları dayanışmaya, gökkuşağı bayraklarını as as as’maya davet ediyoruz.”

Gözaltı sonrası BEKSAY Sinema Kolektifi üyeleri ve Onur‘u izleyemeyip gözaltına alınan seyirciler.

BEKSAV Sinema Kolektifi Onur Ayı etkinlikleri kapsamında 7 Haziran’da Kadıköy’de Matthew Warchus imzalı Onur (Pride, 2014) filmini göstereceğini duyurmuştu. Kadıköy Kaymakamlığı’nca yasaklanan gösterimin ardından BEKSAV filmin gösterileceğini duyurmuş, herkesi dayanışmaya davet etmiş, ancak etkinliğe yapılan polis baskınında kolektif üyeleri ve katılımcılar gözaltına alınmıştı. “İktidarın LGBTİ+ düşmanlığına karşı gökkuşağı renklerini savunuyoruz,” diyen BEKSAV, gözaltıların serbest bırakılmasının ardından “O film izlenecek!” sloganıyla herkesi Pride’ı izlemeye davet etmiş, sosyal medyada çok sayıda kullanıcı da filmi izledikleri anı fotoğraflayarak #prideizliyorum etiketiyle paylaşmıştı.

Kolektif üyelerinden Mine Şirin, Sanat Özgürlüğünü İzleme Platformu’na verdiği demeçte gözaltı ve dava sürecinde yaşananları anlattı. Gösterimi yapacakları gün “Toplasanız bir otobüsü dolduracak insan yoktu,” diyen Şirin buna karşın beş otobüs çevik kuvvet polisinin mekâna geldiğini, etraflarının sivil polislerce sarıldığını ve hatta İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısının da orada olduğunu söyledi. “Filmi göstermezsiniz, yasak,” diyen polislerle uzlaşmaya çalışsalar da bu durumu sağlayamadıklarını ve kolektif etiği gereği etkinliği aralarında tartışmadan iptal edemeyeceklerini belirten Şirin, bunun üzerine polisin direkt gözaltılara başladığını ifade etti. “Sonuçta bizi gözaltına aldılar, ne oluyor diye bakmak için çıkan altı arkadaşı daha gözaltına aldılar. Yani ortada bir şey yokken gözaltına alındık zaten dava açıldığını öğrendiğimde doğal olarak tebessüm ettim,” diyen Şirin, kolektifin yaklaşık on yıldır aynı binada faaliyetlerini sürdürdüğünü, çevreyle ilişkilerinin iyi olduğunu ve dolayısıyla bu müdahalenin herkesi şaşırttığını söyledi. Gözaltı sürecinde de iki karakol iki de hastane gezdiklerini belirten Şirin, bu durumu eziyet olarak yorumladı: “Gece yarısına kadar dolaştırdılar bizi, eziyet olsun diye, sabah saatlerinde bırakıldık. Sekiz kişi arasında dördümüz Sinema Kolektifi üyesi, diğer dört kişi filmi izlemeye gelmiş, sesleri duyup dışarıda ne oluyor diye bakmaya gelmişler. Merak edip binanın önüne çıkıp gece yarısına kadar o karakol, bu hastane gezdirildiler. Suçlama da, ifade işlemi de formaliteydi. Dava açılacağını hiç düşünmüyordum.”

Şirin haklarında 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçlamasıyla açılan dava için “Ne gösteri yaptık ne yürüyüş. Film gösterimi yapacaktık sadece” dedi. Türk Ceza Kanunu’nun 265’inci maddesinde düzenlenen kamu görevlisine mukavemet suçlaması yapılamayacak bir durum olduğundan davanın Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten açıldığı aktarılıyor. Avukatlarının henüz dosyayı incelemediğini belirten Şirin, önümüzdeki günlerde yapacakları basın açıklamasında detayları paylaşacaklarını ve tüm demokrasi güçlerine destek çağrısı yapacaklarını ifade etti. Pride davasının ilk duruşması 31 Ekim’de görülecek.


Seslendirme oyuncularından sessizlik eylemi

Günümüz ekonomik koşullarında çalışma ücretleri asgari ücretin altında kalan ve çoğu zaman sefalet koşullarına mahkûm edilen seslendirme oyuncuları eyleme gidiyor. Oyuncular Sendikası çatısı altında örgütlenen sanatçılar, 2 Ekim’de, “gelecekte tamamen susmamak adına” bir gün sessiz kaldı. Sendika ücretlerde iyileştirme talepleri gerçekleştirilmeyen seslendirme oyuncularının bir dizi eylem ve etkinlik yapacağını duyurdu.

Oyuncular Sendikası’ndan yapılan açıklamada “Seslendirme Stüdyoları Birliği” ile yapılan protokol doğrultusunda taban ücret uygulamasına geçildiği, 2020 itibariyle seslendirme oyuncularının haklarının daha korumalı bir hale geldiği, ancak yaşanan ekonomik kriz karşısında seslendirme oyuncularının ücretlerinde bir iyileştirmeye gidilmediği aktarıldı. “Ekonomik kriz ve hiper-enflasyon nedeniyle seslendirme oyuncularının ücretleri çoğu zaman asgari ücret ve açlık sınırının bile altında kalır duruma gelmiştir.”

Son dönemde yapay zekânın kontrolsüz ve denetimsiz şekilde sektörde kullanılmasıyla mesleğin tehlikeye girdiğini ifade edilen açıklamada, “Türkçe seslendirme ve dublajın geleceği ciddi anlamda tehlikeye girmeye başlamıştır,” denildi. Sendika seslendirme oyuncularının “Türkçe seslendirme mesleğinin yok olma tehlikesine kamuoyunun ve ilgililerin dikkatini çekmek için” 2 Ekim Pazartesi günü, “gelecekte tamamen susmamak adına” 1 gün iş bırakarak sessiz kalma kararı aldığını duyurdu.

Oyuncular Sendikası Seslendirme Çalışma Grubu, 30 Eylül’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Uluslararası Aktörler Federasyonu (FIA) Genel Başkanı ve FIA Yönetim Kurulunu oluşturan tüm ülkelerin delegeleriyle beraber şu an Amerika’da grevde olan SAG-AFTRA ve Kanada’da grevde olan ACTRA temsilcilerinin de katıldığı toplantıda seslendirme oyuncularının sessizlik eylemine çağrı yapıldı. İstanbul’da toplanan FIA Yönetim Kurulu’nun Oyuncular Sendikası’na ve Oyuncular Sendikası’nın da Amerika ve Kanada’da grevde olan oyunculara verdiği destek mesajları da açıklamalarda yer aldı.

Oyuncular Sendikası Genel Sekreteri Sercan Gidişoğlu, soL’a verdiği demeçte ABD’deki oyuncuların grevini hatırlatarak Türkiye’de de benzer sorunlar olduğunu belirtti. Ücretler açısından daha temel sorunlar yaşandığına dikkat çeken Gidişoğlu, “Sanatçılar artık asgari ücrete bile ulaşamayacağı noktaya geldi,” ifadelerini kullandı. FIA’nın “Türkiye’deki dublaj sanatçılarıyla dayanışma” açıklamasında ise “FIA Yönetim Kurulu’nun, Türkiye’deki seslendirme oyuncularının haklı taleplerini kabul etmesine ve onlara tereddütsüz desteğini sunmasına karar verilmiştir,” denildi.

Açıklamaların ardından Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda “Dünyadan Örneklerle Oyuncu Hakları Paneli” düzenlendi. Dünyanın dört bir yanından oyuncu örgütlerinin temsilcilerinin katıldığı panelde yapay zekânın kontrollü kullanımının önemi vurgulandı: “Belki de birkaç yıl sonra, birbirimizin dijital kopyaları ile rekabet edeceğiz. Sözleşmelere dikkat edin. Haklarınızın tamamını devretmemelisiniz. Görüntünüzü ve sesinizi bir kere verdiğinizde ve böyle bir sözleşmeye imza attığınızda, size bir daha gelmeyecekler.”


Gösterimi engellenen ‘İmroz’un 1964 Belleği’ internette

Hedef gösterildiği için iptal edilmek zorunda kalınan Yeniden Buluşacağız sergisinde gösterilmesi planlanan İmroz’un 1964 Belleği belgeseli YouTube’da erişime açıldı. Sergiyi hazırlayan gazeteci Melike Çapan, belgeselinin erişime açıldığını “Bu başlangıç, biz yine Yeniden Buluşacağız,” sözleriyle duyurdu. YouTube’da şu ana kadar filmin iki bine yakın tıklanma aldığı görülüyor.

Buluşacağız: İmroz’un 1964 Belleği sergisinden, Balat Yuvakimyon Kız Lisesi

İlk olarak Kasım 2022’de Balat Yuvakimyon Kız Lisesi’nde ziyarete açılan Yeniden Buluşacağız: İmroz’un 1964 Belleği sergisi 18 Ağustos – 1 Eylül tarihleri arasında Gökçeada, Zeytinliköy’de gerçekleştirilecekti. Adada yaşayan Rumların sürgün edilmesinden sonra yaşananlara yönelik bir hafıza çalışması olarak tasarlanan sergi, aynı zamanda geçmişle yüzleşmeye alan açıyor. Sergide gösterilen aynı adlı belgeselde ise adayı terk etmeye zorlanan İmrozlular buradaki yaşamlarını ve sürgün sürecini 1964 öncesine ait fotoğraflar eşliğinde anlatıyor. Ancak önce sosyal medyada sonra da Gökçeada Kent Konseyi’nin açıklamasında hedef gösterilen sergi baskılar sonucu iptal edildi. Gökçeada Kent Konseyi tarafından yapılan basın açıklamasında serginin “Türkleri rencide ettiği” ve “devletin manevi şahsiyatını hedef aldığı” öne sürüldü. Baskılar sonucu sergiyi iptal etmek zorunda kalan ve kapsamında gösterilecek İmroz’un 1964 Belleği belgeselini seyirciyle buluşturamayan gazeteci Melike Çapan, duyuruyu şu sözlerle yaptı:

“Dün akşam itibariyle sosyal medyada sergimizin hedef gösterilmesi bizi çok zorlu bir kararı almaya itti. Ne yazık ki bazı grupların resmi kurumlara baskısı sonucunda bir amacı da geçmişle yüzleşerek ortak bir geleceği yeniden inşa edebilmek için bir adım olan sergimizi iptal etme kararı aldık. Önceliğimiz toplumun hangi dilden, dinden, kimlikten olursa olsun hiçbir şekilde zarar görmemesidir.”

Serginin iptalinin ardından bir açıklama da ada halkından geldi. Sergiyi sahiplenen adalılar açıklamalarında nefret söyleminde bulunan Kent Konseyi Başkanı Bülent Aylı hakkında da suç duyurusunda bulunarak kendisine istifa çağrısı yaptı. 111 kişinin imzaladığı ortak metinde “Gökçeada Kent Konseyi Başkanı sıfatıyla Bülent Aylı tarafından yapılan açıklamayı, biz adada yaşayan her kesimden insanlar olarak son derece kaygı verici, art niyetli ve tehditkâr buluyoruz. (…) Biz ada sakinleri olarak bu adada yaşayan herkesin değerlerine, kültürüne ve varlığına eşit ölçüde saygı duyuyor ve bunları korumaktan mesul hissediyoruz,” denildi.

Sergiyi “Barışmayı getirecek olan şey yüzleşme” olarak niteleyen adalılar, açıklamanın devamında, “Gökçeada Kent Konseyi Başkanının, düzenlenmesinde ve içeriğinde hiçbir yasal mani olmayan, daha önce de gerçekleştirilmiş bu sergiye yönelik karalama kampanyasını kınıyor ve gazeteci Melike Çapan’ın yanında olduğumuzu açıklıyoruz. (…) Sorumsuz hedef göstermelere, toplumsal huzuru bozmaya yönelik girişimlere ve nefret söylemlerine karşı herkesi bu dostça yaşam idealini paylaşmaya davet ediyoruz,” ifadelerini kullandı.

Melike Çapan tarafından dolaşıma sokulan İmroz’un 1964 Belleği belgeselini izlemek için tıklayınız.


Selçuk Kozağaçlı’ya ‘Mahalle’ senaryosundan beraat

Mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılandığı davadan yaklaşık altı aydır cezaevinde tutulan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı, avukat Selçuk Kozağaçlı, Türkiye’de gösterilmeyen Mahalle (2022) filminin senaryosunu yazdığı gerekçesiyle “örgüt propagandası” iddiasıyla yargılandığı davada delil yetersizliğinden beraat etti. Belgesel yönetmeni Sibel Tekin’in de iddianamesini hazırlayan savcı, Türkiye’de yayınlanmayan ancak filme ait olduğu iddia edilen 114 dakikalık ham görüntülerin nasıl elde edildiğini belirtmeden Kozağaçlı’nın cezalandırılmasını istemişti.

MLSA’nın Ankara 29. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava duruşmasından aktardığına göre esas hakkındaki görüşünü açıklayan savcı, sanığın suçu işlediğine yeterli delil olmadığı için delil yetersizliğinden beraat kararı verilmesini talep etti. 2017’den beri tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla duruşmaya bağlanan Selçuk Kozağaçlı, savcının görüşüne katıldığını söyledi. Davaya konu olan filmin “yasadışı delil” olduğunu vurgulayan Kozağaçlı şunları söyledi:

“Uyuşturucu sorunu ve kentsel dönüşüm Yeşilçam’dan bu yana 50 yıldır gündemde, bunlar yokmuş gibi davranamayız. (…) Dosyadaki fiziki delili Emniyet Genel Müdürlüğü dahi üstlenemiyor. Görüntünün kim tarafından elde edilerek dosyaya konduğu belirsiz (…) Mahkemenize sunulan bu yasadışı delilin nasıl elde edildiğine dair bir el koyma tutanağı olmaksızın beni nasıl yargılayabilirsiniz?” Dava, yazdığı iddia edilen senaryonun dosyaya bir türlü eklenmediğini de belirten Kozağaçlı’nın beraatıyla sonuçlandı.

Yönetmenliğini İnan Altın’ın üstlendiği ve kentsel dönüşümü konu alan film “Şüpheli ölümler, büyük sermaye oyunları ve uyuşturucu salgını arasında serpilen aşkın ve mücadelenin hikâyesidir ‘Mahalle’…” sözleriyle tanıtılıyor. Bir kısmı animasyonla tamamlanan filmde Melek Tanker, İzzet Başlak, Serdar Orçin, Selma Altın gibi isimler rol alıyor. Afişinde ve filme dair dijital materyallerde senaryo ekibinde Kozağaçlı’nın yanı sıra İnan Altın ve Veysel Şahin’in olduğu yazılı olan film “Bir Grup Yorum projesi” olarak duyuruldu. Çekimlerine 2018 yılında İstanbul’da başlanan film, 16 Mayıs 2022 tarihinde Fransa’da galasını yaptı, Türkiye’deyse henüz gösterilmedi.


Set işçisi Hasan Karatay’ın ölümüyle ilgili davada yapım sorumlusuna para cezası

2019 yılında OG Medya’nın yapımcılığını üstlendiği, Netflix Türkiye’nin orijinal dizisi Atiye’nin (2019-2021) setinde boyacı olarak çalışırken merdivenden düşerek yaralanan set işçisi Hasan Karatay, 9 Nisan’da hayatını kaybetmişti. Sinema-TV Sendikası, Karatay’ın güvencesiz çalıştırıldığını, alınmayan iş güvenliği önlemleri sonucu hayatını kaybettiğini açıklamıştı. Oyuncular Sendikası da Karatay’ın ağır ihmaller sonucu yaşamını yitirdiği ifade ederek sürecin takipçisi olunacağı bildirmişti. Daha sonra sektörden sendikalar ve meslek birlikleri Sinema-TV Sendikası binasında bir araya ortak bir açıklama yapmıştı.

Hasan Karatay

Sinema-TV Sendikası’nın yanı sıra Sinema Oyuncuları Meslek Birliği (BİROY), Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği (ÇASOD), İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG Meclisi), Kamera Asistanları Derneği (KAD), Oyuncular Sendikası ve Sinema Emekçileri Sendikası’nın (Sine-Sen) da hazır bulunduğu basın açıklamasında sette iş güvenliği uzmanı ve sağlık personeli olmadığı vurgulanarak “Bu vahim olayın gerçekleşmesiyle bir kez daha anlıyoruz ki sektörde çok ciddi denetim ve yaptırım eksiği vardır,” denilmişti.

Karatay’ın ölümüne ilişkin yapım sorumlusu Onur Güvenatam’la sanat yönetmeni Deniz Kobanbay‘ın yargılandığı davanın geçtiğimiz Nisan ayında görülen 12. duruşmasında Güvenatam’ın ‘taksirle ölüme neden olmak’ suçundan 6 yıla kadar hapsi, Kobanbay’ın beraatı istenmişti. Davanın 13. duruşması 13 Eylül’de İstanbul 50. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Onur Güvenatam

Güvenatam’ın avukatıyla katıldığı duruşmada Kobanbay’ı ise avukatı Süreyya Yiğitbaşı temsil etti. Güvenatam’ı “taksirle ölüme neden olmak” suçundan önce 2 yıl 6 ay hapis cezası veren mahkeme, bu cezanın 54 bin 600 lira adli para cezasına çevrilmesine hükmetti. Kobanbay’ın ise “taksirle ölüme neden olmak” suçundan beraatına karar verildi. Sinema-TV Sendikası mahkemeden çıkan kararı “Setlerde ölmek istemiyoruz”, “İş cinayetleri kader değildir”, “İnsan ve hayatı bu kadar ucuz olmamalı!” etiketleriyle duyurdu.


Mızraklı’ya film festivali suçlaması

Yerine kayyum atanmasını beraberinde getiren hapis cezası hükmü, Yargıtay tarafından “eksik inceleme” nedeniyle bozulan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı, hakkında hazırlanan yeni iddianamede, sinemanın ve film festivallerinin geleceğini ilgilendiren bir konu dikkat çekti. Ümit Akbıyık adlı açık tanığın ifadelerinde, Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği’nin yaptığı bir festivalin giderlerinin Amed Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılandığı iddia ediliyor.

Mezopotamya Haber Ajansı’nın aktardığı habere göre Akbıyık’ın iddiası ifadelerinde şu sözlerle yer alıyor: “Bu festivalde Suriye’de PKK’nın örgüt yapısını ve gerilla hayatını izleten belgesel izletildi. Belgeselin sonunda Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği yazıyordu. Bu etkinliğin masrafları Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılandı…” Akbıyık, 2023 genel seçimleri öncesi, 25 Nisan’da haklarında gözaltı kararı verilen 216 kişi hakkında verdiği ifadelerle gündeme gelmişti. Bu ifadelerle, bir film festivali organizasyonu ve belgesel gösterimi üzerinden Mızraklı hakkında örgüt üyeliği suçlaması yapılmış oldu ve hakkında soruşturma başlatıldı.


RTÜK, LGBTİ+ karşıtı kamu spotunu onayladı

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), İstanbul Aile Vakfı adlı oluşumun düzenlediği “LGBT propagandasına dur de” etkinliğiyle ilgili kamu spotuna oy birliğiyle onay verdi. Kararı duyuran RTÜK üyesi Tuncay Keser RTÜK’ün “Yayınların, toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı olmartmasını sağlamakla görevli” olduğunu hatırlatarak İstanbul Aile Vakfı’nın “toplumsal cinsiyet eşitliğini reddettiğine” dikkat çekti. RTÜK üyesi İlhan Taşçı da vakfın etkinlik gerekçesinin “Bu gidişe dur denmezse 23 Nisan ve 19 Mayıs’ı kutlayacak çocuk ve gençlerimiz olmayacak!” fikri olduğunu paylaştı

Saraçhane, 17 Eylül 2023.

RTÜK’ün onayıyla kamu spotu olarak yayınlanan video, 17 Eylül’de İstanbul Saraçhane’de LGBTi+’lara karşı düzenlenen nefret mitingine çağrı yapıyor. Miting kurucuları arasında İstanbul Aile Vakfı’nın yanı sıra Aile Akademisi, Birlik Vakfı, Cihannüma, Cumhuriyet Kadınlar Derneği, Dünya ÇAKOP, Hüdayi Vakfı, Karz-ı Hasen Vakfı, Mutlu Yuva Derneği, MÜSİAD, TGB, TÜGVA, Uluslararası Genç Derneği, Yesevi Alperenler Derneği ve Yetim Vakfı’nın olduğu Büyük Aile Platformu tarafından düzenlendi.  bianet’ten Tuğçe Yılmaz’ın alandan paylaştığı bilgilere göre mitingden önce büyük ekranlarda, dünyanın çeşitli ülkelerinden LGBTİ+’ların videolarına yer verildi. Videolarda uyum sürecinden “pişmanlık” duyan LGBTİ+’lar ve ailelerinin anlatımları aktarıldı. Mitingde sıkça LGBTİ+’ların örgütlenme ve hak savunuculuğu hakları ile dernekleri hedef alındığını aktaran Yılmaz, konuşmacıların sıkça LGBTİ+ derneklerinin neden kapatılması gerektiğine dair beyanlarda bulunduğunu yazdı.

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi LGBTİ+ Hakları Komisyonu, miting düzenlenmeden önce yayınladığı açıklamada yaşadığımız coğrafyada çok uzun bir süredir LGBTİ+lara karşı nefret söylemi ve uygulamalarını içeren bir politika hüküm sürdüğü belirtilerek “Devletin en üst birimleri bu konuda açıkça ayrımcılık içeren ötekileştirici ve nefret örgütleyici açıklamalar yapmaktadır,” denildi. Bu açıklamaların hem Türkiye Cumhuriyeti devletinin iç hukukuna hem de Türkiye’nin de imzacısı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılık oluşturduğu ifade edildi: “Türkiye Cumhuriyeti devletinin yöneticileri açıkça bu maddeleri, sözleşmeleri ihlal eden açıklamalarına devam etmektedirler.”

RTÜK’ün kamu spotuna onay vermesiyle ilgili “Bu tür etmenler nefreti körüklemeye, şiddeti arttırıp olağanlaştırmaya zemin hazırlar,” denilen açıklamada söz konusu kamu spotunu ve odak haline getirilen LGBTİ+ nefretini protesto etmek için RTÜK önünde yürüyüş düzenleyen LGBTİ+lar ve hak savunucularının polis işkencesiyle gözaltına alındığı belirtilerek “devlet eliyle desteklenen bu nefret, zaten orantısız güç kullanan kolluk kuvvetlerini tekrardan cesaretlendirmiştir,” ifadeleri kullanıldı. Türkiye’de televizyon kanallarında, çocukların izleyeceği saatlerde yayınlanan dizilerin içeriğinde ve haber bültenlerinde, şiddet, kan, silah ve tecavüz sahneleri sansürsüz yayınlanırken varoluşsal bir yaşam formunu “zararlı” diye göstermenin izansızlık olduğunu vurgulayan açıklamadan “devlet dilinin bu denli ötekileştirici ve ayrımcılık içeren açıklamalarını ve uygulamalarını gerekse mitingde dile getirilecek olan nefret içerikli söylemleri protesto ediyoruz,” denildi.

Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD) tarafından yapılan açıklamada ise “Çeşitli gruplar tarafından şehir meydanlarında yapılan yürüyüşlere izin veriliyor, nefret söylemi içeren bu eylemlere güvenlik güçleri tarafından bir müdahalede bulunulmuyor, aksine devlet kurumu olan RTÜK tarafından kamu görünürlüğü artırılmaya çalışılıyor,” denildi. L SPoD, tüm siyasi partileri ve demokratik kurumları mitingi kınamaya ve LGBTİ+’larla dayanışmaya çağırdı.

Büyük Hayat Buluşması

LGBTİ+’ları hedef alan ve RTÜK eliyle yaygınlaştırılan nefret mitingine kadın örgütleri ve LGBTİ+’lardan tepki geldi. İstanbul LGBTİ Onur Haftası’nın sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu “Saraçhane İstanbul Belediye binasının önünde toplanan, LGBTİ+’lara linç çağrısında bulunan topluluğa karşı size eşit yurttaşlığa dair sorumluluklarınızı hatırlatıyoruz,” diyerek göreve çağırdı. Mitinge paralele olarak sosyal medyada örgütlenen kadın ve LGBTİ+ dernekleri #KutsalAileYoktur ve #BüyükHayatBuluşması etiketleriyle tepkilerini dile getirdi.

Büyük Hayat Buluşması’ndan.

Kaos GL Medya ve İletişim Program Koordinatörü Yıldız Tar da “Büyük Hayat Buluşması” adlı bir yayın gerçekleştirdi. Dört buçuk saat süren tarihi yayına gazeteciler, ruh sağlığı uzmanları, oyuncular ve LGBTİ+ bireylerin ailelerinin yanı sıra EMEP Gaziantep milletvekili Sevda Karaca ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer de katılım gösterdi.

Dayanışmaya destek verenlerden İstanbul Trans Pride, “RTÜK İstanbul Bölge Temsilciliği’nin önünde nefret söylemlerine karşı direnmek için küründen birleşiyoruz!”  diyerek eyleme gitti. Direnişin Renkleri İzmir ise mitingi ve kamu spotunu protesto etmek için Pasaport’taki RTÜK Bölge Müdürlüğü önünde buluşma çağrısı yapmıştı. Daha alana girer girmez polisler tarafından ablukaya alınan grup üyeleri basın açıklaması dahi yapamadan gözaltına alındı. Valilik yasağı gerekçesiyle yapılan müdahalede en az on kişinin gözaltına alındığı biliniyor.

TİP’ten soru önergesi

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Sözcüsü Sera Kadıgil, karara ilişkin Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un yanıtlaması istemiyle Meclis’e soru önergesi verirken parti avukatları da RTÜK’ün karara onay veren üyeleri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Kadıgil’in Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Kanunu 8. maddesine atıfla, RTÜK aracılığıyla ayrımcılık suçunun işlendiğine dikkat çektiği önergedeLGBTİ+ bireylere yönelik nefret ve ayrımcılık suçu içeren dezenformasyona dayalı bilgiler bulunan bu videonun yayınlanmasında nasıl bir kamu yararı gözetilmiştir?” sorusuna yanıt istendi, geçen sene aynı şekilde kamu spotuyla çağrı yapılan Saraçhane’deli “Büyük Aile Buluşması” sonrası LGBTİ+’ların ayrımcılık ve şiddet konulu başvurularının %240 arttığı vurgulandı.


Kaos GL’den kamu spotu: ‘Nefrete karşı el ele!’

1994’te yayına başlayan Kaos GL, 29’uncu yılını çekimleri Marmaray’da gerçekleştirilen ve “Nefrete karşı el ele!” mesajı veren bir kamu spotuyla kutladı. Video Kaos GL’nin sosyal medya hesaplarından “29. yaşımızda elimizi uzatmaya devam ediyoruz. Biliyoruz ki o el havada kalmadı, bundan sonra da kalmayacak. El ele büyüdük, el ele yürüdük, el ele verirsek hayat bayram olur…” notuyla paylaşılmıştı. Ancak oyunculara ve yapım şirketine gelen ölüm tehditlerinin ardından video yayından kaldırılmak zorunda kalındı.

Kaos Gay ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (Kaos GL), 29’uncu yılına özel hazırladığı video, LGBTİ+ bireylerin hemen her gün maruz kaldıkları ötekileştirilmeye, hedef alınmaya ve kendilerine yöneltilen nefret söylemlerine karşı dayanışmanın önemine dikkat çekiyor. Marmaray’da bir vagonda çekilen videoda el ele tutuşan iki kadını bakışlarıyla taciz eden bir erkek görülüyor. Bu tavır karşısında tedirgin olarak el ele tutuşmayı bırakan kadınlara ise halk sahip çıkıyor ve vagondaki herkes “nefrete karşı el ele!” veriyor. Videonun dikkat çeken bir diğer yanı ise kadınları bakışlarıyla taciz eden erkeğe de el uzatılması.

İstanbul Aile Vakfı’nın LGBTİ+’ları hedef gösteren etkinliğinden hazırlanan kamu spotunun RTÜK onayıyla yaygınlaştırıldığı döneme paralel yayımlanan ve nefrete karşı üretilen Kaos GL imzalı video ölüm tehditlerine varan bir baskının sonucu kaldırıldı. Konuyla ilgili açıklama yapan Kaos GL, “Biz elimizi uzatmaya 29 yıldır olduğu gibi devam edeceğiz. Biliyoruz ki o el havada kalmayacak,” dedi. Açıklamanın tamamı şu şekilde:

“‘Nefrete karşı el ele’ diyerek paylaştığımız, LGBTİ+’ları hedef alan kamu spotuna karşı dayanışmayı, birlikte yaşamı gösteren gerçek kamunun sesi bir kamu spotu örneği olmasını ümit ettiğimiz videoyu izleyen, elimizi havada bırakmayan herkese teşekkür ederiz. Maalesef, nefrete karşı videoya bile tahammülü olmayanlar; Kaos GL olarak bizim ne yazık ki alışık olduğumuz bir nefret operasyonunu tekrar devreye soktu. Bu operasyonun bu seferki hedefi sadece biz olmadık. Filmi çeken şirket ve filmde yer alan oyunculara hakaret ve ölüm tehditlerine kadar vardı iş. Uzattığımız eli tutan kimsenin kirpiğine zarar gelmesini istemeyiz. Bu sebeple videoyu yayından kaldırdık. Ancak biz elimizi uzatmaya 29 yıldır olduğu gibi devam edeceğiz. Biliyoruz ki o el havada kalmayacak.”

TCDD’den suç duyurusu

Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD), Marmaray’da bir vagonda çekilen kamu spotuna ilişkin suç duyurusunda bulundu.TCDD, videonun, çekim izni başvurusundaki amacından saptığını gerekçe gösterdi. “Trenlerde izin alınarak video çekimi yapılabilmesi mümkündür. Bu videolar dizi, film veya reklam amaçlı da olabilmektedir” denilen dilekçenin devamında “Ancak çekilen video izin verildiği gibi reklam filmi olarak değil, sözde kamu spotu olarak çekilmiş…” ifadeleri yer aldı. 

TCDD’nin suç duyurusuna dair detayları paylaşan Kaos GL, İstanbul Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan suç duyurusu dilekçesiyle “kamu davası” açılmasının talep edildiğini belirtirken LGBTİ+ karşıtı ayrımcı ifadelerin kullanıldığına dikkat çekti: “Toplumsal değerlerimize aykırı olan ve müvekkil genel müdürlükçe asla desteklenmeyen olay nedeniyle toplumumuzun hassas kesimi rahatsız edilmeye çalışmıştır.”

TCDD’nin LGBTİ+’ları “kamu”dan ve “vatandaş”tan saymadığını ifade eden Kaos GL, Devlet Demiryolları’nın sosyal medyada yaygınlaşan “sapkın LGBT propagandası” nefret söylemine de ortak olduğunu vurguluyor.


Osman Kavala, Václav Havel İnsan Hakları Ödülü’ne aday

Gezi Direnişi davasından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilen ve Ekim 2017’den bu yana Silivri Cezaevi’nde tutulan Osman Kavala, Václav Havel İnsan Hakları Ödülü’ne aday gösterildi. Avrupa’da insan hakları ve sivil toplumun gelişmesine katkı sunan kişilere verilen ödül Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Václav Havel Kütüphanesi ve Charta 77 tarafından 2011’de hayatını kaybeden yazar Václav Havel’in anısına veriliyor. 1989-1992 yılları arasında Çekoslovakya devlet başkanı olan Havel iki ülkenin anlaşarak ayrılmasından sonra, 1993-2003 yılları arası Çek Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanıydı.

Geçtiğimiz günlerde Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da düzenlenen, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Başkanı Tiny Kox başkanlığını üstlendiği toplantıda Václav Havel İnsan Hakları Ödülü aday listesi belirlendi. İnsan hakları alanından bağımsız isimlerden oluşan komitenin kararıyla Kavala, ödüle aday gösterilen üç isimden biri oldu. Komitenin açıklamasında 1990’lı yılların başından bu yana çok sayıda sivil toplum kuruluşunu desteklediği ifade edilen Kavala’nın Gezi Direnişi eylemleriyle ilgili iddialar nedeniyle tutuklandığı not düşüldü. Açıklamada Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) derhal tahliye edilmesi yönünde çağrısının göz ardı edildiğine dikkat çekildi. Kavala’yla birlikte Polonya’dan Justyna Wydrzynska ve Ukrayna’dan Yevgeniy Zakharov da ödüle aday gösterildi.

Öte yandan Uluslararası Yazarlar Birliği PEN Hapisteki Yazarlar Komitesi Kavala’yı ‘Boş Sandalye’ (Empty Chair) ödülüyle ödüllendirdi. Ödül hakkında verilen ağırlaştırılmış müebbet cezası 28 Eylül’de Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararıyla onanan Kavala’ya 14 Eylül’de sunuldu. Açıklamada Gezi Direnişi davasında 25 Nisan 2022’de çıkan karar hatırlatıldı, “Osman Kavala’nın derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması çağrısında bulunuyoruz,” denildi. AİHM’in Kavala ve Selahattin Demirtaş gibi siyasi mahkûmların serbest bırakılması çağrılarının Türkiye hükümetince dikkate alınmadığına dikkat çekilerek, “Türkiye ile Almanya arasındaki yakın ilişkileri göz önünde bulundurarak Avrupa Komisyonu, Almanya hükümeti ve Dışişleri Bakanlığı’nın yanı sıra ilgili tüm makam ve kurumlara, bu kabul edilemez eylem ve propaganda konusunda gerekli adımları atmaları ve endişelerini ifade etmeleri için çağrıda bulunuyoruz,” denildi. 

Kavala’yı itibarsızlaştırmaya çalışan TRT Tabii yapımı Metamorfoz dizisini “AKP hükümetinin, insani ve hukuki ilkelerin sınırlarını aşan bir başka endişe verici adımı,” şeklinde yorumlayan Uluslararası PEN, TRT’nin hakikate, tarafsızlığa ve insan haklarının korunmasına yönelik sorumluluğu olduğunu hatırlattı: “Türk kamuoyunu Osman Kavala’ya karşı kışkırtmayı amaçladığı anlaşılan böyle bir dizi yayınlanması, gazetecilik etiğinin ve bir tutuklunun temel haklarına saygının ihlalidir.”

Açıklamada Türk-Alman Kültür Forumu, Uluslararası Yazarlar Birliği PEN, Almanya PEN Merkezi, PEN Berlin, Bilim Akademisi ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Kavala başta olmak üzere Türkiye’deki tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması için sivil toplum kuruluşları ve uluslararası topluma dayanışma çağrısında bulundu.


Farah Zeynep Abdullah’a Musa Orhan’dan bir dava daha

Oyuncu Farah Zeynep Abdullah hakkında Batman’da intihara sürüklenen İpek Er’e tecavüz etmekten suçlu bulunup serbest bırakılan eski uzman çavuş Musa Orhan’a ‘hakaret ettiği’ gerekçesiyle bir dava daha açıldı. İddianamede Abdullah’ın 2 yıl 4 aya kadar hapis cezası isteniyor.

Batman’ın Beşirli ilçesinde 18 yaşındaki İpek Er‘e cinsel saldırıda bulunmak ve intihara sürüklemekle suçlanan uzman çavuş Musa Orhan hakkında Siirt 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘nitelikli cinsel saldırı’ suçundan 12 yıldan az olmamak üzere hapis cezası istemiyle dava açılmıştı. Orhan’ın tutuksuz yargılanması kamuoyunda tepki toplamıştı. Oyuncu Ezgi Mola’ysa Orhan’a “hakaret ettiği” gerekçesiyle 6 bin 960 lira adli para cezasına çarptırılmıştı. Mola’ya destek veren oyuncular Farah Zeynep Abdullah ve Hazal Kaya ile şarkıcı Melek Mosso hakkında da aynı gerekçeden dava açılmıştı. Adli para cezasına çarptırılan Abdullah hakkında Orhan’ın avukatı Mehmet Aktaş tarafından bir dava daha açıldı. İddianameyi hazırlayan savcı hakkında açılan tazminat davası devam ederken sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Orhan’a hakaret ettiği öne sürülen Abdullah’ın “sesli, yazılı veya görüntülü iletiyle hakaret” suçundan iki yıl dört aya kadar hapis cezası istedi. Tarafların uzlaşmada anlaşamadığı bilgisinin de yer aldığı iddianame mahkemece kabul edildi.