Sinema filmlerinin değerlendirilmesi, sınıflandırılması ve desteklenmesini düzenleyen kanundaki değişiklikler festivallerde ilk karşılıklarını bulmaya başladı. Yeni kanun Ocak ayında TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmiş, yeni düzenlemelerin uygulamaya ne zaman ve ne şekilde yansıyacağı çeşitli tartışmalara neden olmuştu. Özellikle kanunun 7. maddesinde yapılan ve eser işletme belgesi olmayan filmlerin 18+ yaş işareti ile festivallerde gösterilebilmesinin önünü açan değişiklik soru işareti uyandırmaktaydı. Değişiklik geniş ölçekte ilk olarak 38. İstanbul Film Festivali’nde uygulandı. Festivalde eser işletme belgesine (nam-ı diğer kayıt tescil belgesine) sahip olmayan filmler, katalogda belirtilen 18+ yaş sınırı ile birlikte gösterildi ve festival direktörü Kerem Ayan’dan öğrendiğimiz üzere bu konuya ilişkin bir sorun yaşanmadı. Sanatsal Etkinlikler Komisyonu Başkanı ve Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği Yönetim Kurulu üyesi yapımcı Yamaç Okur bu konuyla ilgili kendilerine ulaşan herhangi bir problem olmadığını belirtti.
Kanundaki son değişiklik, özellikle de ticari vizyon hedefi olmayan belgesel ve kısa filmlerin festival gösterimlerine, önceki döneme nazaran kolaylık getiriyor. Bununla birlikte yasadaki 18+ yaş sınırının belirtilmesi şartı, normalde bu yaş sınırıyla gösterilmemesi gereken filmleri (örneğin ticari gösterime girmeyen çocuk filmleri) de bu kurala tabi kılıyor. Ayrıca yeni yasa, muhalif siyasi içeriğe sahip filmlerin üreticilerinin, sansüre uğrama riskine karşı ticari vizyonu es geçip filmlerinin dolaşımını festival gösterimleriyle sınırlamaları sonucunu da doğurmaya gebe. Zira yeni kanunda festival gösterimlerine görece (18+’lı) serbestlik getirilirken, 7. maddedeki “değerlendirme ve sınıflandırma uyarınca uygun bulunmayan” filmlerin gösterime sunulamayacağı yönündeki, yasaklamalara temel teşkil eden ifade yerli yerinde durmakta.
Bunun da ötesinde, film çekmenin ve göstermenin davalara konu olduğu baskı ortamında, sansürün değerlendirme kanunlarından ziyade çok daha vahim sonuçlar doğurabilecek ağır ceza yargılamaları üzerinden işlediğini vurgulamak gerek. Yakın dönemden birçok örnek, yönetmenlerin bizzat kendilerinin siyasi açıdan risk barındıran filmlerini Türkiye’de göstermeme yoluna gittiği ya da festivalcilerin belli filmleri siyasi nedenlerle göstermemeyi seçtiğini ortaya koyuyor. 51. SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) Ödülleri’nde en iyi uzun ve kısa belgesel dallarında ödüle layık görülen iki filmin [Gürcan Keltek’in Meteorlar’ı (2017) ile Özcan Alper’in Yıkıntılar Arasında’sı (2018)] de Türkiye’de herhangi bir festivalde gösterilmemiş olması, bu durumu en açık biçimde ortaya koyan örnek. Yeni yasanın bu açıdan bir değişiklik getirmeyeceği rahatlıkla söylenebilir.
Hatırlanacağı üzere, bir önceki kanunda filmlerin belgesiz “ticari dolaşıma ve gösterime” sokulamayacağı belirtiliyor, ancak özel gösterimler ve festivaller için ayrı bir ifade bulunmuyordu. Maddedeki bu eksiklik, söz konusu etkinlikler için de eser işletme belgesinin zorunlu olduğu şeklinde yorumlanarak uygulamaya geçirilmişti. 2015’te Bakur belgeselinin 34. İstanbul Film Festivali’ndeki gösteriminin engellenmesinin ardından bir araya gelen sinemacılar belge zorunluluğunun sansür aracı olarak kullanıldığını öne sürmüş, birçok belgeselci söz konusu belgenin temini için bakanlığa başvurmayı reddetmişti.