Şu An Okunan
Sanat Dünyasında Sansür ve Ayrımcılık Tartışmaları

Sanat Dünyasında Sansür ve Ayrımcılık Tartışmaları

Karşı Sanat Çalışmaları’nın Artİstanbul Feshane’de açtığı Ortadan Başlamak ve Odunpazarı Modern Müze’sindeki Yas ve Haz sergilerinin LGBTİ+ nefretinin hedefi olması, yaz aylarında güncel sanat dünyası gündeminin merkezine oturdu. Feshanedeki sergi saldırılara rağmen, küratörlerinden Ezgi Bakçay’ın deyimiyle “yan yana çatışmalı bir kamusallık” içinde devam ettirilirken Eskişehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün hakkında soruşturma başlattığı Yaş ve Haz sergisi ise modern sanat müzesinin sezonu erken kapatmasıyla son buldu.

LGBTİ+’lara yönelik düşmanlık içeren bu iki olayın ardından Ağustos başında İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) düzenleyeceği 18’inci İstanbul Bienali sansür tartışmalarının odağı haline geldi. Güncel sanat dünyasının merkezî kurumlarından biri olan İKSV, gerek Eczacıbaşı Topluluğu sermayesiyle organik bağı gerekse de yönetim kurulunun neredeyse tamamının sermaye aktörlerinden oluşması sebebiyle Türkiye’nin otoriterleşme sürecinde ismi en fazla sansür ve otosansür ile birlikte anılan kurumlarından biri. Hatırlanacağı üzere yakın dönemde Ölümüne Boşanmak (2021) ve Ulysses Çevirmek (2023) belgesellerinin yönetmenleri, filmlerinin İKSV yönetiminin sansürcü politikaları sonucu İstanbul Film Festivali programa alınmadığını açıklamışlardı. Ölümüne Boşanmak’ın yürütücü yapımcılarından Seda Gökçe, Altyazı Fasikül için filmin sansür süreciyle ilgili bir yazı kaleme almış, Ulysses Çevirmek’in yönetmenleri ise verdikleri söyleşilerde yaşadıkları İKSV sansürünü gündeme getirmişlerdi.

İKSV ile sermaye odaklarının ortaklığı, 2022’nın sonuna doğru Eczacıbaşı Esan maden işçilerinin işten atılmasında da gündeme gelmiş; işçilerin İKSV ve İstanbul Modern’in Eczacıbaşı Holding tarafından finanse edildiğini hatırlatıp sanatçılara dayanışma çağrısı yapması üzerine sanatçılar, aralarında pek çok sinemacının da olduğu geniş katılımlı bir imza kampanyasıyla kazanım yolunda işçilere destek olmuştu.

Ağustos başında ise İKSV’nin Bienal danışma kurulunda istifa dalgasına sebep olan bir olay yaşandı: Vakfın uluslararası uzmanlardan oluşan danışma kurulu, 2024’te düzenlenecek Bienal’de küratörlük yapması için oybirliğiyle Defne Ayas’ı önerdi; İKSV ise küratörlüğe danışma kurulu üyelerinden Iwona Blazwick’i atadı. Vakfın bu müdahalesinin ardından danışma kurulunun diğer üyelerinden bağımsız küratör Agustín Pérez Rubio, küratör/sanat tarihçisi Selen Ansen ve sanatçı Sarkis istifa ettiklerini açıkladı. Vakıf tarafından küratör olarak atanan Iwona Blazwick’in de danışma kurulundan istifa etmiş olduğu bilgisi edinildi. T24’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Ayas, Blazwick’in küratörlük rolünü geri çevirmemesi konusunda “18. İstanbul Bienali’nin küratörü olmayı kabul etmesi beni şaşırttı, sonuçta bana oy vermiş o da. Ama kendisi nasıl koşullara kurban gitti, o da belli değil” ifadelerini sarf etti.

Defne Ayas

Sinema dünyasında bu denli büyük istifa dalgası en son geçtiğimiz yılın Ekim ayında düzenlenen 10. Boğaziçi Film Festivali’nde yaşanmıştı. Festivalde aldığı En İyi Yönetmen ödülünü TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya ithaf eden Özcan Alper’in hedef gösterildiği festival açıklamasının kendilerinden habersiz yapıldığını söyleyen festival koordinatörü Berfin Demirat, ulusal film programcısı Ebubekir Elkatmış görevlerinden istifa etmiş, ardından festivalin artistik direktörü Emrah Kılıç da krizinin sorumluluğunu üstlenerek istifasını açıklamıştı. O günden bugüne festivalin 11. kez düzenlenip düzenlenmeyeceğine dair herhangi bir açıklama yapılmış değil.

2015’teki Tarihî Sansür

The Art Newspaper’ın aktardığına göre, İKSV’nin Defne Ayas’ın Bienal küratörü olmasını istememesinin nedeni, 2015 Venedik Bienali’nde yaşanan bir başka sansür vakasına dayanıyor. Venedik Bienali esnasında İKSV’nin yönetiminde olan Türkiye pavyonunda yer alan sergi kataloğu, içeriğinde Ermeni Soykırımı ifadesi geçtiği için sansüre uğradı, sergiden çıkarıldı. Olayın ardından sanatçı Sarkis, kataloğun kalan kopyalarını bir tabuta koydu. Renkli camlarla çevrelediği tabut, Sale d’Armi’de konuşlanan, Defne Ayas’ın küratörlüğündeki Türkiye pavyonunda sergilendi. Respiro ismini taşıyan bu yerleştirme, bugün Arter’de sergileniyor.

İKSV’nin Bienal danışma kurulundan istifa eden Sarkis’in Arter’de sergilenen Respiro (2015) isimli yerleştirmesi.

Defne Ayas’ın küratörlüğünün engellenmesinin Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı olan 2015’te yaşanan bu sansür vakasına ve Ayas’ın söz konusu yerleştirmeye yönelik katkısına dayandığı; İKSV’nin bu sebeple Ayas’ın küratörlüğünü “riskli” olarak gördüğü konu hakkında en geniş kabul gören iddia.

Kültür-Sanat Alanına Çağrı: Ayrımcılıkla mücadeleyi merkeze almalı

2023’ün yaz aylarında yaşanan sansür ve saldırı vakalarının ardından güncel sanat alanında aktif birçok isim, imzasız olarak yayınlanan Kültür-Sanat Alanına Ayrımcılığa Karşı Eyleme Geçme çağrısı başlıklı bir metni sosyal medya hesaplarından paylaştılar. İsimsiz kalmak isteyen bir grup kişi tarafından yazılan metinde, söz konusu saldırı ve sansür vakalarıyla ilgili kaleme alınan eleştiri yazılarının üslup ve söylemlerine dikkat çekiliyor; Türkiye’de ayrımcılığa uğrayan topluluk ve sanatçıların bu eleştiri yazılarında ‘nesneleştirildiği’ öne sürülüyor. Açıklamada nesneleştirme ile kast edilen, sansüre maruz bırakılan topluluk ve sanatçıların, güncel tartışmaların “birer nesnesi ve aracına indirgenmeleri”; değiştirme kapasitesine sahip aktif özneler olarak ele alınmamaları.

Metni kaleme alanlara göre, 18. İstanbul Bienali’nin küratörünün seçilme sürecine dair eleştiriler, hayati önemde olmakla birlikte bir geç kalınmışlığa da işaret ediyor. Bu konuyla ilgili kaleme alınan eleştiri yazılarında da mağdurların nesneleştirildiği öne süren yazarlar, bu konuda 2015 yılında Venedik Bienali Pavyonu’nda uygulanan sansürün ele alınma biçimini örnek gösteriyorlar. Metni kaleme alanlara göre, Ermeni Soykırımı’nın inkarını 100. yıldönümüde onaylayan bu sansürün henüz failleri ve biçimi tarif edilmemişken, mağdurların isimlerinin kolayca ve sıklıkla zikredilmesi, onları “hem yalnızlaştırıyor hem de tekrar hedef haline getiriyor.”

 ‘Siyasetsizleştirme’ de metinde dikkat çekilen bir diğer yaygın söylemsel unsur. Buna örnek olarak, açıkça LGBTİ+ karşıtı nefretin hedefi haline gelen Ortadan Başlamak sergisinin anti-faşist bir dil ile savunulmak yerine, Feshane’yi açan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik bir saldırı olarak ele alınması gösteriliyor.

Metnin yazarları, Türkiye’nin batısındaki kültür-sanat kurumlarının “hâlihazırda kısıtlı ve koşullu olarak ‘alan açtıkları’ gruplarla çalışmaktan” imtina edecekleri korkusunun seçimlerin sonrasında arttığından bahsediyor. Bienal-İKSV krizi ise bu korkuyu derinleştirmekle beraber, kurumlara yönelik eleştirilere yankı kazandırma potansiyeline de sahip. Bununla birlikte, söz konusu sansür ve saldırı vakalarında kurumsal bir duruşun sergilenememesinin, hedef alınan kişi ve grupları daha da yalnızlaştırıldığı vurgulanıyor; “şiddeti görünür kılmak için sarf edilen emeğin yine şiddeti sistematik olarak güçsüzleştirilmiş kişi ve gruplara kalması” büyük bir sorun olarak ele alınıyor. Kültür-sanat alanına, ayrımcılıkla anti-faşist mücadelenin, bu mücadelenin birincil öznesi olan topluluklarla ittifaklar kurarak yapılması ve merkeze alınması yönünde çağrı yapılıyor.