Şu An Okunan
“Sakıncalı Filmler”: 2000 Sonrası Türkiye’de Sinema Sansürü – Bölüm 2

“Sakıncalı Filmler”: 2000 Sonrası Türkiye’de Sinema Sansürü – Bölüm 2

2000 Sonrası Türkiye’de Sinema Sansürü yazısının ikinci bölümünde Sonay Ban, Altın Portakal’ın “malum filmi”ni, politik atmosfer bahanesiyle festivallere alınmayan “sakıncalı filmleri” ve Kurak Günler’e uygulanan “finansal sansür”ü ele alıyor.

Yazının ‘Devletin Vekilleri’ alt başlıklı ilk bölümünü okumak için tıklayınız.


Yazının ikinci bölümüne, ilk bölümün yayımlanmasından sonra Altın Portakal’da yaşananların üzerinden geçerek başlamak isterim, tarihe not düşmek adına.[1]

Ulusal Belgesel, Ulusal Uzun Metraj ve Ulusal Kısa Metraj Yarışmaları’ndaki çoğu yönetmen ve yapımcı filmlerini festivalden çektiğini kamuoyuna ortak bildiriyle duyurdu. Zeki Demirkubuz filmini Ulusal Uzun Metraj Yarışması’ndan festivalden çektiğini ancak imza metnini “canı istemediği için” imzalamadığını sosyal medyadan paylaştı.[2] Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın festivalden çekilmesi akabinde Gençlik ve Spor Bakanlığı da festivalle ilişiğini kesti; Adalet Bakanlığı ise festivali hedef gösterdi. Türk Hava Yolları ve Corendon Airlines, “bakanlıkla hareket etmeleri gerektiğinden” festival sponsorluklarından çekildiklerini duyurdu. Festival direktörü Ahmet Boyacıoğlu süreçte “hakkında soruşturma açıldığı” ve “can güvenliklerine yönelik tehditler aldıkları” gerekçesiyle Kanun Hükmü’nü (2023) yeniden festival seçkisinden çıkardıklarını açıkladığı basın duyurusunda, “sinema sektöründen gereken desteği göremedik”lerini belirtti. Jüri üyeliklerinden istifalar oldu. Son olarak 29 Eylül’de Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek sosyal medyadan paylaştığı bir açıklama videosunda; “büyük bir karmaşaya neden olduğunu” öne sürdüğü festival yönetiminin ve ekiplerinin görevlerine son verdiğini ve festivali iptal ettiğini bildirdi. Böcek, Altın Portakal’ı 60. yılında, 2023 sonuna kadar, yeni bir festival yönetimiyle ve “bakanlıklardan tek kuruş istemeden” gerçekleştireceğini söyledi.

Altın Portakal emekçilerinin, sansüre karşı mücadele gösteren sanatçılara yaptığı ortak mücadele çağrısı da sürecin önemli safhalarından biriydi.

Böcek “Altın Portakal Film Festivali siyaset üstüdür” ifadesini kullandıktan yaklaşık 4-5 cümle sonra, festivalin onursal başkanı ve belediye başkanı statüsüyle, festival yönetimini görevden aldığını ve festivali iptal ettiğini kamuoyu ile paylaştı. Bu açıklamada Kanun Hükmü’nün adını ise geçirmedi: “Şahsıma ve belediyemize malum film üzerinden isnat edilen suçlamaların tamamını da gerçek muhataplarına aynen iade ediyorum.”

Siyaset üstü” olan bir festivalin siyasette görev alan bir başkanı olması mümkün müdür? Böcek’in açıklamasıyla yaptığı, finansal ve politik olarak bağımlı bulunduğu devlet kurumunun (ve kurumlarının [Kültür ve Turizm Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı]) dilini, devletin vekili olarak kullanmaktır. Hâl böyleyken, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin siyaset üstü bir festival olduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır. Dolayısıyla Muhittin Böcek, söz konusu cümleleri aynı açıklamada geçirerek kendisiyle çelişmekte, aynı zamanda da yazının ilk bölümündeki argümanlarıma -büyük ihtimalle farkında olmadan- katkı sunmaktadır.

Kanun Hükmü

Bundan sonrası için akılda tutmamızı istediğim birkaç soru şöyle: Ana muhalefet partisine bağlı bir belediyenin başkanının, görünen o ki özellikle Mayıs 2023 seçimlerinden sonra, hükümetten çekinerek çareyi festival iptal ettirmekte bulmasını, genel politik düzlemde nasıl düşünmeliyiz ve muhalif kesimler olarak nasıl okumalıyız? Gitgide daralan alanlarda ifade özgürlüğünü ve genel olarak özgürlüğü savunmayı, hak-adalet-emek mücadelelerine devam etmeyi ve farklılıklarımızla bir arada yaşayabilmenin yollarını aramayı sürdürürken, önceliklerimizi, bu sansür vakasını da içine alacak şekilde nasıl düşünmeliyiz?

“Sakıncalı filmler”in İstanbul Film Festivali’ndeki keyifli (!) yolculukları

Yazının ilk bölümünde çoğunlukla Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde dokuz sene arayla iki belgesele yapılan sansüre değindim. Sansür konusunda sicili kabarık olan tek ulusal/uluslararası film festivali Altın Portakal değil elbette; İstanbul Film Festivali’nin (İFF) Bakur sürecini idare edemeyişini de ilk bölümde hızlıca anlatmıştım. Bu alt başlıktaki iki vaka da İFF’de 2021’de ve 2023’te yaşandı ve 2020 sonrası Türkiye’sine dair sağlıklı veriler sunmaları açısından, her sansür vakası gibi, ilgiyi hak ediyor.

Gallerli yönetmen Chloe Fairweather’ın 2015’te yapımına başladığı ve 2021’de gösterime giren Ölümüne Boşanmak (Dying to Divorce, 2021) belgeseli, avukat İpek Bozkurt’un ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız platformu aktivistlerinin, eşlerinden gördükleri şiddetten sağ kurtulan Arzu Boztaş ve Kübra Eken için verdikleri adalet mücadelesine odaklanıyor. Bozkurt’un, yönetmen Fairweather’la Özgecan Aslan davasını takip etmek için Türkiye’ye geldiğinde tanışması ve benzer davaları takip edip New York Times için haber videoları çekmek istemesiyle belgesele dönüşecek süreç başlıyor. Türkiye’den yaratıcı yapımcılar Özge Sebzeci ve Seda Gökçe ile çalışan Fairweather’ın bir senede bitirmeyi tasarladığı belgeselin çekimleri sırasında darbe girişiminin olması, OHAL sürecine girilmesi, Barış Akademisyenleri davaları, OHAL’de yapılan referandum vb. ağır gündemler nedeniyle süreç 2021’e kadar uzuyor.

Ölümüne Boşanmak

Hükümetin 20 Mart 2021’de, 2014’te imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ni[3] tek taraflı feshettiğini duyurması ve Kasım 2021’de yürürlükten kaldırması, Türkiye’deki tüm insan hakları savunucuları için bardağı taşıran en büyük damlalardan oldu. Bunun belgesele etkisi ise şu şekildeydi: Sözleşme feshinden kısa bir süre sonra gerçekleştirilecek İFF’nin yönetimi, filmi festivale gönderen Türkiyeli yürütücü yapımcılara filmi beğendiklerini fakat “mevcut politik atmosferden ötürü” festival seçkisine alamadıklarını laf arasında, resmî bir belge sunmaksızın iletti. Filmin Türkiye’deki yürütücü yapımcılarıyla görüştüğümüzde sürece dair yaşananları şu sözlerle açıklamışlardı:

“Bizim derdimiz Türkiye seçkisine alınıp alınmaması değildi, daha çok insana ulaşmasıydı. Biz filmi Türk yapımı olarak tanımlamıyoruz, dolayısıyla Türkiye Belgeselleri yarışmasına alınması gibi bir iddiamız da yoktu. ‘Başvuralım, gelen yanıta göre durum şekil alır’ demiştik, izlensin istemiştik. Seçkiye alınmadı ama ‘bu bir Türkiye yapımı değil’ diye gayet temiz bir gerekçeyle işin içinden çıkabileceklerken; filmi beğenmiş olmalarına rağmen (böyle paylaştılar düşüncelerini), ‘bugünkü politik atmosferde bu filmi yayımlamaya cesaret edemiyoruz’ dediler.”

Burada bir not düştükten sonra yukarıdaki alıntıya dönmek istiyorum: Ölümüne Boşanmak’a uygulanan sansür, yine sansüre dair gerçekleştirdiğimiz bir etkinlikte ortaya çıktı. Documentarist iş birliğinde, o dönemde çalıştığım Susma Platformu’ndaki değerli ekip arkadaşım Sumru Tamer’le Temmuz 2021’de “Sansüre Direnen Belgeseller” forumunu organize ettik. Amacımız, Türkiye sinemasında son yirmi senede karşılaşılan sansür ve otosansür vakalarına dair bir arşiv oluşturmak ve süreçlerin değerlendirmesini yapmak, bu sırada da sektörde bir dertleşme alanı açmaktı. Bu etkinlikte festival yönetiminin belgeseli seçkiye almadığını, yapımcı Seda Gökçe ilk kez kamuoyuna açıkladı.

Ulysses Çevirmek

Türkiye yapımı olmayan bir belgeseli, dolayısıyla Ulusal Belgesel Yarışması’na katılmayacak bir belgeseli, “politik atmosfer” bahanesiyle festivaline almayan yönetimin süreçteki konumunu nasıl değerlendirmeliyiz? 2015’teki festival yönetimi de Bakur krizinde belgesel ekibine, “politik atmosfer” nedeniyle bakanlığın filmi programdan çıkarmalarını istediğini söylemişti. Mevcut yönetimle o dönemki yönetim arasında kişi farklılıkları olmakla birlikte, festivalin bakanlıkla ilişkilerinin pek değişmediğini, hatta 2015’ten itibaren yaşanan politik süreçlerin ve artan baskının neticesinde ilişkinin festivalin aleyhine seyrettiğini; yıllardır bu konuda araştırma yürüten bir akademisyen olarak söyleyebilirim. Festival, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan (tıpkı Altın Portakal gibi) destek aldığı için, bağımlı olduğu devlet kurumuna ve mevcut hükümetin siyasetiyle ters düşmek istemediği için Ölümüne Boşanmak’ı programına dahil etmedi. Festival yönetimi; kadın cinayetlerine ve kadına yönelik şiddete dair bir belgeselin, İstanbul Sözleşmesi’nin hükümet tarafından feshedildiği “hassas” bir dönemde hükümet eleştirisi olarak algılanabileceğini düşündü. Hedef gösterilmekten korktuğu ve aynı zamanda bakanlığın festivale olan desteğinden mahrum kalmak istemediği için de, hükümet vekili olarak hüküm verdi; belgeseli programa almamayı ve olası bir krizi teğet geçmeyi uygun gördü. İFF’ye dahil edilmeyen belgesel; Türkiye’deki yolculuğunu özel gösterimlerle ve Documentarist ve Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali başta olmak üzere değerli bağımsız festivallerde sürdürdü.

Peki bu vakadan tam iki sene sonra, Aylin Kuryel’in ve Fırat Yücel’in yönetmenliğini üstlendiği Ulysses Çevirmek (2023) belgeselinin, Nisan 2023’te neredeyse bire bir aynı gerekçeyle İFF belgesel seçkisine alınmamasını nasıl açıklayacağız? Belgesel, James Joyce’un Ulysses’ini 10 yıla yakın bir sürede Kürtçeye çeviren Kawa Nemir’in yaşantısına odaklanıyor. Kuryel ve Yücel belgeselde kameralarını, Nemir’in İstanbul-Diyarbakır-Mardin- Amsterdam dörtgenindeki hayatına, çeviriyi yaptığı süreçte Türkiye’deki Kürt illerinde yaşanan politik mücadelelere ve on yıllardır varlık mücadelesini sürdüren Kürtçenin gördüğü baskıya tanıklık için çeviriyor ve son derece çarpıcı anlardan oluşan başarılı bir katılımcı belgesele imza atıyor.

Kuryel ve Yücel filmlerinin İFF’ye dahil edilmemesi sürecinde yaşadıklarının, Ölümüne Boşanmak vakasıyla benzerliğinin altını çizdi. Festival yönetimi Ulysses Çevirmek’i, resmî olmayan yollardan “mevcut politik düzlemde bu filmi gösteremeyiz” minvalinde ifadeler kullanarak 2023 Ulusal Belgesel Yarışması seçkisine almamıştı. Filme ve gösterim yolculuğuna yönetmenlerle yapılmış kapsamlı 1+1 Express söyleşisini buraya iliştiriyorum.

Ulysses Çevirmek’in ‘gösterilmesini sakıncalı kılacak’ politik düzlemler nedir sorusuna cevaplarımız ne olur? Özellikle 1980’den itibaren, 2008-2015 arasındaki Barış Süreci’ni hariç tuttuğumuzda, Kürtçe, Kürt olmak, genel olarak “Kürt Sorunu” gibi tüm olgular ve konular, devlet nezdinde “sakıncalı konular” listesinde hep en üst sırada yer aldı ve almaya devam ediyor. Hâl böyleyken ve Mayıs 2023 seçimleri arifesinde bir kıvılcımla ülkedeki mevcut siyasi gerilimin ve kutuplaşmanın fitili ateşlenmeye oldukça meyilliyken, İFF yönetiminin Ulysses Çevirmek’i seçkisine alması, onlar adına cesur bir hamle olabilirdi. Burada cesur hamleyi tırnak içinde kullanıyorum: Son 23 senede, siyasi konjonktürlerin ve içinde bulunduğu iş birliği ağlarının izin verdiği ölçüde hareket eden ve bakanlık desteklerine en az sponsorlukları kadar bağımlı olan İKSV’nin organizasyonu İFF’nin, böyle bir “cesareti” göstermeyeceğini bilmek, ilk bölümün ilk paragrafına atıfla ve festivalin geçmişindeki örnekler nedeniyle hiç şaşırtmıyor.

‘Kurak Günler’e uygun görülen yekpare sansür

Emin Alper’in dördüncü uzun metrajı Kurak Günler (2022), kurmaca bir Türkiye’nin İç Anadolu’sundaki Yanıklar kasabasına atanan genç bir savcının; kasabanın yerel siyasetine ve güç ilişkilerine çoğunlukla istemeyerek dahil olmasını, yerel gazetenin sahibiyle kurduğu ilişki üzerinden de kasabadaki homofobinin odağı haline gelmesini merkeze alıyor. Gündelik siyasetten ve Türkiye’nin son yıllarında yaşanan baskı ve daralan muhalefet alanlarından beslenen ve yansımalarını beyazperdeye aktaran film, dünya galasını 2022’de Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış (Un Certain Regard) seçkisinde yaptı ve seçkiye dahli sonrası bağımsız bir ödül olan Queer Palm’a aday gösterilen filmlerden biri oldu. Bu durum Kurak Günler’in, Haziran 2020’den itibaren hükümete yakın medya kanallarında hedef gösterilmesinin yolunu açtı. Ekim 2022’deki Altın Portakal Film Festivali ödül töreninde yönetmen Emin Alper’in ve filmin kurgucularından Özcan Vardar’ın süregelen Boğaziçi Üniversitesi Direnişi’ni selamlaması sonrası film ekibi, hükümete yakın medyada daha fazla hedef gösterildi. Son olarak ise Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü (SGM), 8 Aralık 2022’de (yani filmin ticari gösterime girmesinden bir gün evvel) filme verilen yapım desteğinin “senaryoda gerçekleştirilen değişikliklerin uygun görülmemesi” gerekçesiyle geri çekildiğini ve yapımcı şirketten verilen desteğin faiziyle geri istendiğini duyurdu.

Kurak Günler

SGM’nin bakanlık desteğini faiziyle geri isteyerek Kurak Günler’in yapım şirketine finansal sansür uygulamasının yazı dizisindeki diğer vakalardan farkı, devletin sürece doğrudan müdahale etmesinde yatıyor. SGM herhangi bir vekilini araya sokmadan sansürü uygulamayı tercih etti; bunu yaparken kendine yakın hareket eden medya kanallarının filmi hedef göstermesinden faydalandı. Vakanın bir diğer farkı ise devlet kurumlarının, sinemayla ilgili yönetmeliklerdeki bazı teknik konuların devreye sokarak sansürü meşrulaştırması. Vereceğim detaylar sıkıcı olabilir ama vakayı anlamak açısından gerekli:

Filmin yapımcısı Liman Film bakanlığa senaryonun ilk haliyle yapım desteği başvurusu yaptığında, yani 2018’de, 2013’te yayımlanan yönetmelik[4] yürürlükteydi. Fakat filmin bittiği ve vizyona girdiği yılda, yani 2022’de, Ekim 2019’da yürürlüğe giren yönetmelik[5] devreye girdi. Bu yönetmeliğe eklenen 29. maddeye göre de; kanuni yükümlülüklerin yerine getirilmediği durumlarda, bakanlıktan alınan film yapım desteklerinin, yasal faizi ile bir ay içinde geri ödenmesi şartı getirildi. Kurak Günler’e uygulanan sansürde bu durum, SGM’nin muhtemelen 2018’de teslim edilen senaryonun ilk taslağını esas almasından ötürü gerçekleşti. Fakat sansür vakasının başından itibaren Emin Alper, Mart 2021’de senaryonun son halini SGM’ye teslim ettiklerini ve iki taksit olarak verilen yapım desteğinin, bu senaryo teslimi sonrası kendilerine ödendiğini defalarca söyledi.

Bu şu demektir: SGM, yapım şirketinin senaryodaki değişiklikleri güncellemesini ve kendilerine bildirmesini kabul etmeseydi yapım desteğinin tamamını zaten ödemezdi. Hâl böyleyken SGM, büyük ihtimalle 2019 yönetmeliğindeki 29. maddeye istinaden ilk başta (belli ki) onay verdiği senaryo değişikliklerini, filme dair hedef göstermelerin çoğalması sonucu “yerine getirilmeyen bazı yükümlülükler”e gerekçe olarak gösterdi. Böylelikle de Liman Film’den yapım desteğini yasal faiziyle bir an evvel ödemesini istedi ve bunu filmin ticari gösterime girmesinden hemen önce duyurdu. Yapımcı şirketin süreci kamuoyu ile paylaşması sonrasında SGM’nin uyguladığı bu finansal sansür oldukça ses getirdi: Film ticari gösterime girdiği haftadan itibaren iyi bir gişe geliri elde etti ve mevzuata atıfla keyfî yapılan bu sansür aslında, ekonomik ve politik bir dayanışmaya aracı oldu (Film Mayıs 2023’te Netflix’e geldiğinde de bir süre en çok izlenenler listesinde yer aldı).

Bitirirken

2000 sonrası Türkiye’de film sansürü mekanizmalarının ve aktörlerinin devlet kurumları gözetiminde nasıl çoğaldığına, farklılaştığına ve siyasi konjonktüre göre şekillendiğine güncel dört sansür vakası üzerinden odaklandığım bu yazıyı, son bir noktaya dikkat çekerek bitiriyorum. İncelediğim dört filmin üçünün belgesel, birinin kurmaca olması ve hepsinin “sakıncalı” politik konulardan dem vurması; Türkiye’de çeşitli sansür ağlarına takılmaları için yeterli sebepler oluşturuyor. Sansür vakaları hız kesmeden sürerken, 29 Eylül’de Gezi Davası’nda kültür-sanat alanlarına yıllardır çeşitli katkılar sunmuş Osman Kavala’nın müebbet hapsinin yanı sıra sinemacılar Çiğdem Mater ile Mine Özerden’in, şehir plancısı Tayfun Kahraman’ın ve avukat/milletvekili Can Atalay’ın 18 yıllık hapis cezalarının onandığını; Mücella Yapıcı’nın, Yiğit Ali Ekmekçi’nin ve Hakan Altınay’ın mahkûmiyet hükümlerinin bozulduğunu öğrendik.

Bu kararın sansür çalışmaları için anlamı şu: Yargıtay çekilmeyen bir belgeseli, iki sinemacının mahkûmiyeti için delil olarak kabul etmekte ısrarcı. Gezi Davası süreci ve bu yazı dizisinde değindiğimiz sansür vakaları, özellikle belgesel sinema söz konusu olduğunda, bu ülkede ne kadar hızlı ve “etkili” hükümler çıktığını bizlere bir kez daha gösteriyor. Bu durum aynı zamanda mevcut “belgesel korkusuna” da iyi bir örnek teşkil ediyor. Umarım bu mahkeme kararının işaret ettiği vahamet ve Kanun Hükmü vakasında gösterilen dayanışma, bundan sonraki hak mücadelelerinde araştırmacıların ve ifade özgürlüğü savunucularının yanı sıra baskının ve sansürün her türlüsüne karşı duranlarımız için de itici bir güç oluşturmaya devam eder.


NOTLAR
[1] Adalet ve Kalkınma Partili Menderes Türel’in belediye başkanlığı sırasında, 2014’te AKSAV’la (Antalya Kültür Sanat Vakfı) iş akdi kesilen 30 emekçi, dokuz yıldır süren mağduriyetlerinin giderilmesini talep ediyor. Bu da mevcut sürecin önemli bir parçası.
[2] Zeki Demirkubuz açıklamasına bir sosyal medya kullanıcısına hitaben “Bacım” ifadesiyle başladı. Şaşırtmayan ve bıktıran bu üst perdeden eril söyleme dair özenli incelemelerin en kısa zamanda yapılacağına eminim ama değinmeden geçmeyeceğim. https://twitter.com/ZekiDemirkubuz/status/1707045861681697228
[3] Sözleşmenin tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi.”
[4] “Sinema Filmlerinin Desteklenmesi̇ Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik” https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/12/20131224-7.htm
[5] “Sinema Sektörünün Desteklenmesi Hakkında Yönetmelik” https://resmigazete.gov.tr/eskiler/2019/10/20191015-3.htm