Apaçık Radyo: Lisansı iptal edilen Açık Radyo internet yayınıyla geri döndü
Açık Radyo‘nun karasal yayını 16 Ekim 2024 itibarıyla Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), aldığı lisans iptali kararı nedeniyle durduruldu. Buna bağlı olarak radyonun 2002’den beri FM yayına bağlı sürdürülen eş zamanlı internet yayını da sona erdi. Tüm itiraz ve hukuki girişimlere rağmen RTÜK’ün lisansını iptal ettiği Açık Radyo, 11 Kasım’da yayın hayatına başlayan ‘Apaçık Radyo’ adlı yeni internet radyosu üzerinden faaliyetlerine devam ediyor.
Hatırlanacağı üzere RTÜK, Açık Radyo’da yayınlanan Açık Gazete’nin 24 Nisan tarihli programında yayına katılan konuğun “Ermeni soykırımı” ifadesini gerekçe göstererek üst sınırdan 189 bin 282 lira para ve beş kez yayın durdurma cezası vermişti. 3 Temmuz’da ise radyonun lisansının iptal edildiği duyurulmuştu. Açık Radyo yönetiminin başvurduğu idare mahkemesi, yürütmeyi durdurma kararı almıştı. Ankara 21. İdare Mahkemesi tarafından 8 Temmuz’da alınan karara karşı RTÜK’ün itiraz talebi ise reddedilmişti. Ancak Ankara 21’inci İdare Mahkemesi, 27 Eylül’de aldığı yeni kararla ‘yürütmenin durdurulması isteminin reddine’ karar vermiş, 11 Ekim’de de RTÜK, Açık Radyo’nun yayın lisansını iptal etmişti.
Açık Radyo davasının detaylarını okumak için tıklayınız.
1995’ten bu yana yayın hayatını sürdüren Açık Radyo, RTÜK’ün kararından bir gün sonra İzmir Basın Kampı’nda Basın Özgürlüğü Ödülü’ne layık görüldü. Radyo kurucusu Ömer Madra‘nın konuşmasıyla yayınını sonlandırdı. Tüm dinleyicilerine ve destekçilerine teşekkür eden Madra, “Açık Radyo kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık kalacaktır,” dedi. Radyodan çalınan son şarkı, Açık Gazete’nin jeneriğiyle simgeleşen The Beach Boys’un ‘Good Vibrations’ı oldu. Tophane’de yer alan radyo binası önünde de bir basın toplantısı düzenlendi. Karara karşı yürütmenin durdurulması istemli dava açtıklarını, hukuki süreçlerin hâlen devam ettiğini söyleyen Madra, Açık Radyo için birlik çağrısında bulundu: “Açık Radyo için ses çıkar diyoruz. Toplumumuz, giderek sayıları artan şiddet sarmallarıyla dört bir yandan kuşatılmışken birbirimizi dinlemek, ortak bir gelecek hayal edip onu hep birlikte kurmaktan başka çaremiz yok. Dinleyicilerimizi, destekçilerimizi ve kamuoyunu Açık Radyo için, özgür yayıncılık ve özgür habercilik için bir kez daha ama bu sefer çok daha net ve gür bir biçimde ses çıkarmaya davet ediyoruz. Bulunduğunuz her yerde radyonuzun sesi olun ve her yerde yüksek sesle söyleyin lütfen: Açık Radyo, açık kalmalı.” Radyo çalışanlarının yanı sıra basın emekçilerinden dinleyicilere yüzlerce kişinin katıldığı basın toplantısında #AçıkRadyoAçıkKalmalı ve #AçıkRadyoSusturulamaz sloganları yükseldi.
‘Türkiye’de bağımsız radyo yayıncılığına ağır bir darbe’
RTÜK’ün kararı, kamuoyunda geniş bir tepkiye yol açarken desteğin yalnızca yerelde değil, uluslararası düzeyde de karşılık bulduğu görülüyor. Önde gelen uluslararası medya kuruluşları ve bağımsız gazetecilik platformları da Açık Radyo’nun sesine ses katmaya devam ediyor. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) öncülüğünde, ulusal ve uluslararası 62 medya, basın, ifade özgürlüğü kuruluşu ile sivil toplum örgütü RTÜK’ün Açık Radyo’nun karasal yayın lisansını iptal kararını kınayan bir ortak bildiriye imza attı. “Açık Radyo’nun susturulması Türkiye’de bağımsız radyo yayıncılığına ağır bir darbedir,” denilen bildiride Üst Kurul’un kararının yalnızca radyonun geleceği değil, Türkiye’deki bağımsız medyanın varlığı için de tehdit oluşturduğuna dikkat çekildi. Açık Radyo’nun uzun zamandır Türkiye’de ifade özgürlüğünün hayati bir kaynağı olduğunu belirten kuruluşlar, yetkililere Anayasayı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi doğrultusunda basın ve ifade özgürlüğünü koruma yükümlülüklerini hatırlatarak radyonun lisansını iade etme çağrısında bulundular: “Çok sesliliğe adanmış bağımsız bir platform olan Açık Radyo’nun kapatılması, toplumu benzersiz ve bağımsız bir sesten mahrum bırakacaktır. Basın ve ifade özgürlüğü, medya ve sivil toplum kuruluşları olarak, RTÜK’ü medyada çoğulculuğu ve ifade özgürlüğünü koruma görevini yerine getirmeye davet ediyoruz. Açık Radyo’nun yayın lisansının iptaline yönelik kararını derhal geri çekmesini ve Açık Radyo gibi eleştirel ve bağımsız kuruluşlara yönelik sansüre son vermesini talep ediyoruz.”
Açık Radyo’ya gelen destekler arasında en dikkat çekici olanı, İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg’in radyoyu ziyareti oldu. Açık Radyo stüdyolarında Ömer Madra’yla bir araya gelen Thunberg, bağımsız medyanın demokratik bir toplum için taşıdığı önemi vurguladı ve Açık Radyo’nun susturulmasına karşı dayanışma çağrısında bulundu.
‘Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık’ Apaçık Radyo
Öte yandan Açık Radyo, “Apaçık Radyo” adıyla internette yayın yapmaya başladı. 8 Kasım’da internet mecrasında dinleyicilerle bulan radyo, üç gün süren test yayınının ardından, 11 Kasım’da yayın hayatına başladı.
Apaçık Radyo’nun yayın ilkeleri ve modeli Açık Radyo ile aynı olacak: Radyo yüzlerce gönüllü programcısı ile çevre ve iklim mücadelesinden halk sağlığına, toplumsal cinsiyet eşitliğinden çok-kültürlülüğe binbir konuda Türkiye’den ve dünyadan son gelişmeleri, haberleri ve analizleri, ayrıca dünyanın tüm müzik çeşitlerini aktarmak üzere yayın yapacak.
BBC Türkçe‘ye konuşan Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra, “Çok değişen bir durum söz konusu olmayacak. Yirmi dört saat internet üzerinden yayın yapılacak ve bence onun dışında da önemli bir fark olmayacak” dedi. Dinleyici kitlesinin çoğunun orta yaş ve üzerindekilerden oluştuğunu belirten Madra, internetten yapılan yayınlara gençlerin kendilerini daha yakın hissedebileceğini söyledi ancak karasal yayının Açık Radyo için özel bir yeri olduğunun da altını çizdi.
“İşkenceciden işkence kurbanına, AIDS hastasından travestiye, üç yaşındaki genç birinciden 93 yaşındaki tecrübeli bir müzisyene” 26 binden fazla konuğu Açık Radyo’da ağırladıklarını söyleyen Madra, radyonun yeni yayın döneminde de “Kâinatın tüm seslerine, renklerine, titreşimlerine açık” olmayı sürdüreceğini ifade etti: “Bir kültürün ayakta kalabilmesi için etiğin yanı sıra adalet nasıl şartsa, estetiğin de gerektiği düşüncesindeyim. Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık olmaktan kasıt, etik ve estetiği bir bütünsellikle ele alıp işleyebilmek… Gelecek nesillere de bu korkunç, tehlikeli bekleyişleri önleyecek cesareti ve davranma tarzını da verebilmek için yayın yapıyoruz.”
Açık Radyo’nun yayın lisansının iptal edilmesinden birkaç gün sonra, kamuoyunda “etki ajanlığı” olarak bilinen düzenlemenin de yer aldığı torba yasa teklifi TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. AKP’nin 23 maddeden oluşan kanun teklifinin 16. maddesi “devletin iç ve dış siyasi yararları”, “yabancı organizasyon”, “stratejik çıkar”, “talimat”, “savaş etkinliği” gibi kapsam ve sınırı belirsiz, muğlak ve yorumlamaya açık ifadelere yer verdiği için eleştiriliyor. Gazeteciler başta olmak üzere sivil toplum, kültür, sanat, medya, akademi, bilim, politika gibi birçok alanda çalışanlar için tehdit oluşturan maddenin ifade ve düşünce özgürlüklerine yönelik baskıyı artıracağı, halkın doğru bilgiye ulaşma özgürlüğü önünde engel oluşturacağı öngörülüyor.
“Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlıklı torba yasa teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Tartışmalı ‘etki ajanlığı’ maddesi ise geri çekildi. Madde kabul edilseydi Türk Ceza Kanunu’ndaki (TCK) “casusluk” suçunun kapsamını genişletilmiş olacaktı.
RTÜK’ün, Açık Radyo’nun lisansını iptal etme kararı Türkiye’de bağımsız medyaya yönelik sistematik taciz olarak niteleniyor. Yetkililere anayasa ve uluslararası insan hakları hukuku doğrultusunda basın ve ifade özgürlüğünü koruma yükümlülüklerini yerine getirme ve Açık Radyo’nun lisansını iade etme çağrıları yapılıyor. Üstelik RTÜK’ün yaptırımı, “etki ajanlığı” maddesinin henüz yasalaşmadığı bir düzenleme içerisinde gerçekleşti. Maddenin kabul edilmesi durumunda yaşanabilecek hukuksuzlukların boyutunu öngörmek zor.
Bakanlıktan ‘Rojbash’ yasağı
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Sinema Filmlerini Sınıflandırma ve Değerlendirme Kurulu Rojbash’ın (Merhaba, 2022) “ticari dolaşıma ve gösterime sunulmasının uygun bulunmadığına” karar vererek filme eser işletme belgesi vermedi. Filmin yönetmeni ve yapımcısı Özkan Küçük, ayrımcılık olarak yorumladığı yasak kararının, Kürtçe sanat üretimlerine yönelik baskının devamı olduğunu belirtti. MLSA, yasak kararının sanatsal ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini savunarak mahkemeye başvurdu.
Rojbash, bir grup Kürt tiyatrocunun 25 yıl önce oynadıkları bir oyunu yeniden sahnelemek üzere bir araya gelişlerinin hikâyesini anlatıyor. Büyük kısmı Kürtçe olan filmde oyunu sahneye koymayı bir direniş biçim olarak benimseyen oyuncular, kendilerini canlandırıyor. Anlatısında tüm engellere rağmen oyuncuların başladıkları provaları sürdürme inadına odaklanan film Kürtçe üzerindeki baskının yıllar içerisinde değişmediğine de dikkat çekiyor. İlk defa Irak’ta düzenlenen Duhok Uluslararası Festivali’nde seyirciyle buluşan, Avrupa prömiyerini Düsseldorf Kürt Film Festivali’nde gerçekleştiren film Türkiye’de henüz gösterilmedi. Yasak kararı filmin Türkiye’deki gösteriminin önünde büyük bir engel.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın filme yönelik kararında hiçbir gerekçe bulunmuyor. MLSA Hukuk Birimi Direktörü Av. Veysel Ok, çoğunluğu Kürtçe olan bir filmin tercüman olmaksızın incelenerek reddedildiğini, filmin asıl yasaklanma nedeninin Kürtçe olması nedeniyle olduğunu vurgulayarak kararın Kürtçeye yönelik baskı ve yasaklamalardan bağımsız olmadığını ifade etti. Dava dilekçesinde, filmin seyirciyle buluşmadan doğrudan yasaklanması kararıyla hem filmde yer alan tüm sanatçıların sanatsal ifade özgürlüğünün ihlal edildiği hem de seyircilerin filmi izlemesinin imkânsız hale getirildiği belirtildi. Anayasa Mahkemesi kararlarına atıfta bulunulan dilekçede, idarenin işleminin bir “ön sansür” niteliğinde olduğu kaydedildi. Hatırlanacağı üzere AYM, Adressiz Sorgular (2006) filmine bakanlık tarafından eser işletme belgesi verilmemesini, “ön sansür” olarak nitelemişti. Yönetmen Özkan Küçük, Rojbash’ın seyirciyle buluşacağına inandığını söylüyor: “Yürütmeyi durdurma talebiyle açtığımız davanın kısa sürede filmin lehine sonuçlanacağına ve filmin vizyona gireceğine inanıyorum.”
İfade ve basın özgürlüğüne operasyon: #GazetecilikSuçDeğildir
Geçtiğimiz günlerde gazeteci, sinemacı, yazar, karikatürist ve insan hakları savunucularına yönelik büyük bir operasyon gerçekleştirildi. Eskişehir merkezli operasyonda Türkiye’nin otuz ayrı şehrinde çok sayıda kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan gazetecilere mesleki faaliyetleri, çalıştıkları kurumlarla olan ilişkileri soruldu. Gazetecilik meslek pratiklerinin kriminalize etmeye yönelik operasyon ulusal ve uluslararası basın medya kuruluşlarının yanı sıra kamuoyunda da yoğun tepkiyle karşılandı. Gözaltı süreci boyunca #GazeticilikSuçDeğildir etiketi Türkiye’nin X gündemi maddelerinin ilk sıralarında yer aldı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 26 Kasım’da sosyal medyada yaptığı açıklamada 30 ilde PKK/KCK-PYD/YPG’ye yönelik “GÜRZ-27” operasyonu düzenlendiğini ve 231 kişinin gözaltına alındığını duyurdu. Yerlikaya gözaltına alınan kişileri “şüpheli terör örgütü mensubu” olarak niteledi. Ev baskınlarıyla gözaltına alınanlar arasında gazeteciler Erdoğan Alayumat, Bilge Aksu, Ahmet Sümbül, Bilal Seçkin, Suzan Demir, Tuğçe Yılmaz, Mehmet Ücar ve Roza Metina da vardı. Ayrıca yönetmen Ardin Diren, karikatürist Doğan Güzel, fotoğrafçı Emrah Kelekçier, Pirpûka Kurdî koordinatörü, yayıncı Baver Yoldaş, yazar Hicri İzgören, yazar ve çevirmen Ömer Barasi, Aralık Feminist Kolektif’ten Berfin Atlı ve İHD kurucu üyesi Nimet Tanrıkulu da gözaltına alındı.
Gazetecilerin avukatlarıyla görüştürülmelerine izin verilmedi; avukatların soruşturma hakkında bilgi alması “kısıtlılık kararı” gerekçesi ile engellendi. Basın özgürlüğü ve insan hakları örgütleri, yetkililere gazetecilere yönelik baskılara ve haksız gözaltılara derhal son verme, tüm gazetecilerin güvenliğini sağlama ve ifade özgürlüğünü koruma çağrısı yaptı: “Gözaltılar ve operasyon hakkında bilgi vermemek, basın özgürlüğüne ve gazetecilik mesleğinin özgürce icra edilmesine yönelik devam eden tehditlerin yükseldiğini göstermektedir. Türkiye, Basın Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden (AİHS) doğan yükümlülüklerini yerine getirmeli ve gazeteciler üzerindeki baskılara son vermelidir. Gazetecilere yönelik süregelen sistematik taciz ve gözdağı verme politikalarına derhal son verilmesi gerekmektedir.” Açıklamada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi uyarınca gazetecilik faaliyetlerinin korunması talep edildi.
Documentarist, 2019 yapımı Her Ev Bir Okul (Her Mal Dibistanek) filmiyle festivalin Johan van der Keuken Yeni Yetenek Ödülü’nü kazanan Arin Diren’in aynı zamanda FilmAmed Belgesel Film Festivali‘nin düzenleyicilerinden olduğunu hatırlattı. Diren ve tüm gözaltılarla dayanışma için yayımlanan açıklamada “Her muhalif sesi bastırmayı, haber ve bilgi alma hakkını gasp ederek sansürü kalıcı hâle getirmeyi, bağımsız, siyasi ve kültürel faaliyetleri sindirmeyi hedefleyen bu türden hukuksuz operasyonlarla bizi susturamazsınız,” ifadeleri yer aldı. Orta Doğu Sinema Akademisi Derneği‘nin kınama açıklamasında ise aynı zamanda üyesi olan Arin Diren ve diğer tüm gözaltıların hukuksuz olduğu belirtilerek “Kürt kültürüne, diline, sanatına yönelik baskı, yasaklama, sansür ve iktidarın zorbalığının artarak devam ettiğini bir kez daha göstermektedir,” denildi. Sanat ve özgür düşünceye yönelik saldırıların kabul edilemez olduğu belirtilen açıklamada “Bu baskı politikası ve uygulamalara karşı hak ve özgürlük mücadelemizi hikâyelerimizle, kameralarımızla, filmlerimizle sürdüreceğiz,” ifadeleri yer aldı.
Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), üyesi olan gazeteci ve sinema yazarı Suzan Demir’in gözaltı sürecini takip ettiğini duyurdu. Trans cinayetlerini haberleştirerek görünürlük kazanmasına büyük katkı sunan bianet editörü Tuğçe Yılmaz ise LGBTİ+ örgütleri ve meslek birlikleri başta olmak üzere yerelde ve uluslararası camiada büyük destek aldı.
Eskişehir merkezli soruşturma kapsamında aynı tarihte farklı kentlerden gözaltına alınarak Eskişehir’e götürülen gazeteciler tutuklama talebiyle Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edildi. Bilal Seçkin, Suzan Demir, Havin Derya, Serap Güneş, Erdoğan Alayumat ve Tuğçe Yılmaz adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Arin Diren, Hicri İzgören, Doğan Güzel ve Berfin Atlı da adli kontrol şartıyla serbest bırakılanlar arasında. Gazeteciler Bilge Aksu ve Mehmet Uçar ise tutuklandı.
Berfin Atlı’nın Altyazı Fasikül’e yazdığı “İşçilerin Fantazi Evreni: TikTok’un Emek Sineması” başlıklı yazısını okumak için tıklayınız.
Kazım Öz’e ‘terör örgütü propagandası’ suçlamasıyla soruşturma
Yönetmen Kazım Öz, YouTube’da yayınlanan Zer (2017) filmi nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında açılan soruşturma kapsamında ifadeye çağrıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından önce desteklenen filmi, daha sonra sansürlenen sahneleriyle YouTube’a yüklediği için “terör örgütü propagandası” yapmakla suçlanan Öz, Türkiye’de sansürün ulaştığı boyuta dikkat çekiyor: “Uluslararası festivallerde gösterilmiş, ödüller kazanmış bir sinema filminin YouTube gösterimine dava açmak, ülkemizde sanat alanında sansür ve otosansürün hangi düzeye ulaştığını gösteriyor.”
Çekimleri 2015-2016 yıllarında tamamlanan ve 2017’de vizyona giren Zer Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sinema destek fonundan yararlanan bir film. Filmde bir şarkının peşinde New York’tan Dersim’e doğru yollara düşen Jan’ın hikâyesi anlatılıyor. 2017 yılında 36. İstanbul Film Festivali kapsamındaki prömiyer yapan filmdeki bazı sahneler, yapım desteği aldığı Kültür Bakanlığı tarafından sansürlenmişti. Yönetmen Öz de bakanlık tarafından sansürlenen sahnelerde perdeyi karartarak bu durumu protesto etmişti. Perdenin karartıldığı kısımlarda yönetmen “Bu sahne T.C. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü Üst Denetim Kurulu tarafından sakıncalı bulunduğu için izleyemiyorsunuz” sözlerine yer vermişti.
Bunun üzerine Bakanlığın denetim kurulu filmin işletme belgesini iptal etti. Medyascope’a konuşan Öz, daha önce verilen eser işletme belgesiyle ilgili olarak “Bakanlık daha önce verdiği belgede, 113 dakikalık filme, filmde yer alan siyah ekranlarla, onlar dahil olacak şekilde belge vermişti. Bu belki de Türkiye tarihinde de bir ilk. Verdikleri belgeyi iptal ettiler. Yeni kurul siyah kısımlar olmadan filmin gösterilmesine müsaade etti. Şart olarak da siyah sahnelerin de çıkarılması istediler,” dedi. Konuyla ilgili kişisel sosyal medya hesabından da açıklama yapan Öz, Zer‘in bir propaganda filmi olmadığına dikkat çekerek “Propaganda filmlerini görmek istiyorsanız TRT’nizi açın oraya bakın!” dedi. Öz açıklamasının devamında sanatsal ifade özgürlüğüne vurgu yaptı: “YouTube kanalımda gösterimi devam eden filmimin bir suç teşkil edip etmediğini kamuoyunun takdirine bırakıyorum. İfademde belirttiğim gibi ben bir yönetmenim, hangi konuyu seçeceğime ve o konuyu ne şekilde anlatacağıma ben karar veririm.”
Daha önce de ‘örgüte üye olmak’ iddiasıyla yargılanan ve hakkında 7 yıl 6 aydan 15 yıla kadar hapis cezası istenen Kazım Öz, delil yetersizliğinden beraat etmişti.
Fırat Yücel’in, Kazım Öz ile Zer üzerine yaptığı söyleşiyi okumak için tıklayınız.
Altın Portakal’da LGBT tartışması: Sansürün itirafı
Geçtiğimiz yıl sansür nedeniyle yapılamayan Antalya Altın Portakal Film Festivali bu yıl da tartışmalı geçti. SİYAD’ın “Sansürün üzerinin örtülmesini doğru bulmuyoruz,” diyerek jürisini çektiği festivalin ön jürisinde görev yapan, aynı zamanda SİYAD üyesi olan Tunca Arslan’ın Ulusal Kanal’a yaptığı açıklamalar tepki çekti. Festivalin bu yılki seçkisini değerlendiren Arslan, “Yurt dışı festivallere ve fonlara bağlı filmler, ülkeye haddinden fazla eleştirel bakan filmler, LGBT temalı filmler yoktu,” açıklamalarında bulundu. Ulusal Kanal, Arslan’ın açıklamalarının yer aldığı video haberi “LGBT propagandasına geçit verilmedi, fonlanan sinemalar yer almadı” ifadeleriyle servis etti. “Kiliseler Birliği Ödülleri görüyoruz sinemamızda,” gibi eleştiriler sıraladığı açıklamalarında Arslan, ulusal sinemanın güçlenmesi için devlet politikalarının etkin olması gerektiği fikrini savundu. Bu yılki programdan hareketle “Ayakları daha Türkiye’ye basan, halka dönük filmler yapan yönetmenlerin dönemi başlayacak gibi görünüyor,” diyen Arslan’ın açıklamaları sektörde yoğun tepki gördü. Arslan’ın açıklamalarıyla ayrımcılık yaptığını, muhalif sinemacıları hedef gösterdiğini ve nefret suçu işlediğini ifade eden sinemacılara göre söz konusu ifadeler “sansürün itirafı”.
Bu yıl 35. Ankara Film Festivali’nin jüri başkanlığını üstlenen yönetmen Onur Saylak, Arslan’ın “LGBT temalı film yok” ifadeleri ve Kanun Hükmü filmine yönelik sansür hakkında Gazete Pencere’ye açıklamalarda bulundu. Sansürü kabul etmenin mümkün olmadığını belirten Saylak, festivale karşı sürdürülebilir bir aksiyon geliştirmeyen sinemacıları eleştirdi: “O dönem tüm jüri olarak karşı durmuştuk. Bu karşı duruşa pek çok sinema bileşeni de destek verdi. Burada sorulması gereken şey şu; ne değişti de bu sene festival düzenlenebildi. Bence hiçbir şey… Maalesef her alanda olduğu gibi bizim alanda da o anlık geçici karşı duruşlar ortaya çıkıyor ama yapıyı değiştirecek sürdürülebilir bir duruş sergilenemiyor. Bu yüzden de yöneticiler rahatlıkla yanlışlarının üstünden atlayıp hiç yaşanmamış gibi devam edebiliyorlar. Gelişme sağlanamıyor. Burada iğneyi kendimize batırıyor ve soruyorum, ne değişti de bu sene o festivale katıldınız? Her koyun kendi bacağından asılır mı dedik?” Saylak, Arslan’ın açıklamalarıyla ilgili olarak da “Gelelim o tuhaf, anlamsız açıklamaya; bir film seçkisini tanımlamak için kullanılan dil anlaşılır gibi değil. Fonlanan film ne demek, LGBT filmi ne demek? Sinema yazarı olarak ilgini çeken şeyler bunlar mı? Film seçkisiyle ilgili tespitin bunlar mı? İnsanların ne zorluklarla film üretebildiklerinden haberin var mı? Milletin yatak odasıyla mı ilgilisin… Anlamsız, haddini aşan bir açıklama, hele ki bir festivalin seçici ön jürisinden,” ifadelerini kullandı.
Sansür ve LGBT tartışmalarının yanı sıra festivale organizasyon eksikliği ve bazı kategorilerdeki film ekiplerine ‘ayrımcılık’ yapıldığı yönünde eleştiriler yöneltildi. Festivalin Öğrenci Filmleri kategorisinde finale kalan filmlerin ekipleri ve destekçileri de festivalin yürütme kuruluna ve yöneticilerine hitaben açık mektup yayımladılar. Altın Koza‘da yaşanan organizasyon eksikliği ve ayrımcılıkların bir benzerinin Altın Portakal’da yaşandığına dikkat çekilen mektupta “öğrenci filmlerinin gösterim çizelgelerinde yer almadığı”, “tüm filmlere telif ödenirken öğrenci filmlerine ödenmediği”, “ödül töreninde öğrenci filmlerinin ekiplerine yer ayrılmadığı”, “akreditasyon garantisi verilmediği”, “festivalin 240 sayfalık kitapçığında öğrenci filmlerine bir sayfa yer verildiği”, “diğer filmlere sağlanan gösterim öncesi test imkânının öğrenci filmlerine sağlanmadığı” gibi başlıklar yer aldı. Film ekipleri festival sürecinde yaptıkları uyarılara rağmen bir aksiyon alınmadığını da belirtti. Altın Portakal ekibiyse mektuba karşı bir özür açıklaması yayımladı. Festivalin Sinema Okulları Öğrenci Filmleri Yarışması Koordinatörü Sema Fener‘in imzasıyla yayımlanan açıklamada Altın Portakal kapsamında ilk kez gerçekleştirilen bu kategoride yaşanan olumsuz durumların kasıtlı olmadığı ifade edilerek festivalde filmleriyle yer alan öğrencilerden özür dilendi. Gelecek festivalde bu sorunların yaşanmayacağı, gerekli tedbirlerin alınacağı ifade edildi.
Sinemacılardan Altın Koza’ya açık mektup: Ayrımcılık, şeffaflık, sansür ve görünürlük sorunları çözülmeli
Altın Portakal’ın hemen öncesinde düzenlenen 31. Adana Altın Koza Film Festivali‘nde de ‘ayrımcılık‘ başlığı öne çıktı. Festivalin Kısa Film, Ulusal Belgesel Film ve Öğrenci Filmleri Yarışmaları kategorilerinde filmleri yer alan sinemacılar, festivalin bu yılki ödül dağıtım mekanizmasına, organizasyondaki eksikliklere dair festival yönetimine hitaben yayımladıkları açık mektupta çeşitli ‘ayrımcılıklara’ maruz kaldıklarını ifade ettiler. Festivallerde yaşanan ayrımcılık ve sansür vakalarının birbiriyle ilişkili olduğuna dikkat çekilen açıklamada “Sinema sektörünün en önemli ayaklarından biri olan festivallerde ayrımcılık, şeffaflık, sansür ve görünürlük sorunlarının en kısa zamanda tüm sektör paydaşlarının desteğiyle acilen çözülmesini talep ederiz,” denildi.
Altın Koza’da bu yıl ödül dağıtım sıralamasında değişikliğe gidildi ve yıllardır süren geleneğin aksine ilk olarak Ulusal Yarışma’da yer alan kurmaca uzun metraj filmlere verilen ödüller açıklandı. Belgesel ve kısa metraj bölümünde yarışan filmlere gelindiğinde salonun boş kalmasına neden olan bu değişiklik, sinemacıların törende maruz kaldığı durumdan dolayı eleştirilmişti. Açık mektupta bu konuya değinen sinemacılar, yönetime şu soruları sordu:
– Ödüller her senenin aksine, bu yıl neden farklı sıralamada verilmiştir?
– Ödül törenini terk ederek kapanış partisine gidilmesinde festivalin de payı olduğu aşikârdır. Bunun sorumluları kimdir?
– Festivalin Onursal Başkanı Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve Festival Yönetim Kurulu neden hâlâ açıklama yapmamıştır?
Mektupta imzası olan sinemacılar filmlerinin teknik donanımı yetersiz salonlarda gösterilmesi, gösterim sonrası soru&cevap bölümü yapılmaması, belgesel sinema için yapılan söyleşilerin iyi organize edilememesi, ödüller arasında rakamsal uçurum olması, genel olarak organizasyonel iletişim ve bilgilendirmede ciddi eksiklikler olması gibi konulardan şikâyetçi. Altın Koza’da benzeri durumların yaşanmaması için bir aksiyon planı geliştirmenin aciliyetine dikkat çeken sinemacıların yanıt aradığı diğer sorular ise şöyle:
– Festival yönetimi filmlerin gösterileceği salonların teknik yeterliliğini kontrol etmeden mi festivali programlamıştır?
– Bu teknik yetersizliğin farkında olup şartların iyileştirilmesi için neden bir çalışmada bulunulmamıştır?
– Neden tüm yarışma filmleri teknik standartları yüksek olan salonlarda programlanmamıştır?
– Uluslararası Kısa Metraj Yarışma jürisinin yarışma filmlerini kaldıkları otelde seyretmeleri kararını kim vermiştir?
– Festival programlaması neden merkezine uzun metraj filmleri almış, genel olarak sansür ve görünürlük sıkıntısı yaşayan belgesel film ve kısa filmler neden ikinci plana atılmıştır?
– Yıllardır festivale bildirildiği hâlde, tüm yarışma filmlerinin temsilcilerinin bir arada ve benzer standartlarda konaklama ve ağırlama sağlanması, tanışma toplantıları yapılması mümkün değil midir?
– Festival ‘misafirleri’ yarışmada olan kısa film ve belgesel yönetmenlerinden daha mı önemlidir?
İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışmalar kaldırıldı
Sinemacılar, Altın Koza yönetimine yazdıkları açık mektupta ayrımcılık ve sansürün festivallerde yapısal değişikliğe neden olabileceğinin altını çizmişlerdi: “Film festivallerinde yaşadığımız ayrımcılık ile yıllar içinde şiddetini artıran sansür vakaları birbirinden ayrı sorunlar değildir. Belgesel ve kısa film bölümlerinin ortadan kaldırılmasına kadar varabilen bu anlayış, sadece 31. Adana Altın Koza deneyimini yaşayan bizlerin değil, ülkede üretim yapan tüm sinemacıların meselesidir ve buna karşı hep birlikte mücadele verilmelidir.” Bu bildiriden çok kısa bir süre sonra ise İKSV, İstanbul Film Festivali’nde 1985’ten bu yana düzenlenen Ulusal Yarışma ve Ulusal Belgesel Yarışması’nın gelecek yıldan itibaren festival programında yer almayacağını duyurdu.
Yeni düzenlemeye göre festivalin yarışmalı bölümleri Altın Lale Yarışması, Yeni Bakışlar ve Kısa Film Yarışması olmak üzere üç başlıkta gerçekleşecek. Altın Lale Yarışması, yerli veya yabancı kurmaca, belgesel ve animasyon türündeki uzun metraj filmlere açık olacak. Yarışmada yaklaşık 15 filmin yer alması hedeflenirken filmlerin üçte biri Türkiye’den olacak.
Daha önce Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde de Ulusal Yarışma festivalden kaldırılmıştı. 2014 yılında Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek… belgeselinin festival programından çıkarılması, festivallerde sansür tartışmalarını alevlendirmişti. Bu tartışmalı süreç sonrasında, Menderes Türel başkanlığındaki Altın Portakal yönetimi, önce belgesel ve kısa film yarışmalarına son verdi, ardından da köklü Ulusal Yarışması’nın festival programından çıkardı. Ulusal Yarışma’nın kaldırılması sansürün yalnızca artmasına değil, daha sistematik bir şekilde uygulanmasına da imkân tanıdı. 2019’da Ulusal Yarışma festival programına tekrar dâhil edilse de Altın Portakal, 60. yılında bir belgesele, Kanun Hükmü’ne (2023) sansür uygulanan ve nihayetinde iptal edilen bir festival olarak anılıyor.
İstanbul Film Festivali bu kararıyla sadece Ulusal Yarışma’yı ortadan kaldırmakla kalmıyor, belgesel sinemanın görünürlüğüne de bir darbe vuruyor. Bu değişiklikle birlikte festivalde yer alacak yerli belgesel sayısında ciddi anlamda düşüş yaşanacak. Türkiye’de üretimi zor koşullarda, risk altında gerçekleştirilen ve ticari sinemalarda kendilerine hemen hiç yer bulamayan belgeseller için festival gösterimleri hayati öneme sahip. Özellikle kendine temsil alanı bulmakta zorlanan politik odağa sahip yaratıcı belgesellerin üretiminin de bu karardan kötü yönde etkilenmesi büyük bir olasılık. Ayrıca, yerli belgesellerin festivalde kendilerine ait bir bölümünün olmaması, bu filmlerin toplu olarak değerlendirilmelerini de güçleştirecek. Örneğin geçen yılın belgesellerini, ‘Yönetmenler Anlatıyor’ soruşturması kapsamında yönetmenlerine sormuştuk. Söz konusu değişikliğin bu gibi toplu bakışların da önünü keseceği aşikâr.
Festival yönetimine göre ise yapısal değişikliğin nedeni ‘dikkat çeken yönetmenleri daha güçlü desteklemek’: “Festival tüm bu değişikliklerle kariyerinin başındaki, dikkat çeken yönetmenleri daha güçlü bir şekilde desteklemeyi, yenilikçi ve yaratıcı seslere ifade alanları açmayı, karşılıklı kültürel etkileşim ve bölgesel tanıtım imkânları yaratmayı ve Türkiye’deki sinema kurumları ve sinema profesyonelleriyle ilişkilerini güçlendirmeyi hedefliyor.”
Özgürlük için Sanat İnisiyatifi: Sansür uygulamalarına sessiz kalmayacağız
Özgürlük için Sanat İnisiyatifi, Altın Portakal Film Festivali‘ni protesto etmek ve festival tarihinde yaşanan sansür olaylarını hatırlatmak amacıyla Antalya Baküs Sahne’de ‘Özgür Portakal Film Günleri‘ adıyla alternatif gösterimlerin yer aldığı bir program düzenlemeyi planlıyordu. Festivalle aynı tarihlerde, ‘sansürle yüzleşme‘ amacıyla düzenlenecek etkinlikte gösterilmesi planlanan filmlerden Nejla Demirci imzalı Kanun Hükmü (2023) Antalya Valiliği tarafından engellendi. Gösterim Özgürlük için Sanat İnisiyatifi ve Baküs Sahne‘nin kararlı duruşuna rağmen polis engeli nedeniyle yapılamadı. Kanun Hükmü, Altın Portakal’da da sansürlenmiş ve tartışmalı sürecin sonucunda festival iptal edilmişti.
Valilik, belgeselinin gösterileceği mekâna ve yönetmen Demirci’ye önce sözlü ifadeyle, ardından da tebligâtla filmle ilgili 15 gün boyunca herhangi bir etkinlik yapılmasınnı yasaklandığını bildirdi. Gerekçe olarak ise “milli birlik ve beraberliğimizi zedeleyici nitelikte olduğu ve provokasyonlara sebep olabileceği” ihtimalini gösterildi. Yasaklama kararıyla ilgili açıklama yapan Özgürlük için Sanat İnisiyatifi ise “Hukuk tanımayan ve ifade özgürlüğümüzü gasp eden bu kararı kınıyor, devletin hoşuna gitmeyen her konuyu hasıraltı etmeye, resmi söylemle uyuşmayan her sesi susturmaya çalışan sansür uygulamalarına sessiz kalmayacağımızı bildiriyoruz,” ifadelerine yer verdi. Yetkililere, görevlerini sinemacıları ve filmleri susturmak yerine filmlerin gösterilebileceği ve kamuyu yakından ilgilendiren konuların tartışabileceği güvenli ortamlar yaratmak için kullanma çağrısı yapıldı.
Kanun Hükmü gösteriminin polis zoruyla engellendiği ‘Özgür Portakal Film Günleri’nde Reyan Tuvi’nin Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde sansüre uğrayarak program dışı bırakılan filmi Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek… (2014) ve Kazım Öz’ün Adana Altın Koza Film Festivali’ne kabul edilmeyerek bir çeşit sansür uygulanan Bir Kar Tanesinin Ömrü (2022) filmleri gösterildi.
Türkiye’de kültür sanat alanında artan baskı, sansür ve yasaklara karşı mücadele eden bir platform olarak geçtiğimiz Temmuz ayında Diyarbakır’daki İskenderpaşa Konağı’nda okunan açıklamayla kuruluşunu deklare eden Özgürlük için Sanat İnisiyatifi, kültür sanat alanında yaşanan ihlaller, sansür, otosansür ve ifade özgürlüğü gibi meselelerde eylemlilik gösterdiği gibi halk iradesinin hiçe sayıldığı kayyım atamalarından gazeteci ve hak savunucularının mesleki faaliyetleri nedeniyle gözaltına alınmasına Türkiye gündeminde yer edinen pek çok meseleye dair de söz üretiyor.
Gezi davası: Adalet?
Çiğdem Mater, çekmediği Gezi Direnişi belgeselinin merkeze oturduğu suçlamalardan dolayı 18 hapse mahkûm edildi. Beş tutukludan ikisinin sinemacı olduğu Gezi Direnişi davası, sinema meslek pratiklerini suçlulaştırmasının yanı sıra soyut, muğlak iddiaların ‘gerçek’ sayılarak Türkiye’nin önemli değerlerinin özgürlüklerinin ellerinden alındığı ve daha pek çok açıdan hukuksuzluğu meşru kabul eden, gerek yargı gerekse ifade özgürlüğü zemininde kuvvetle tartışılmaya devam eden bir dosya. Sosyal medya fenomeni ve çok sayıda güzellik merkezi sahibi Dilan Polat ise eşi Engin Polat‘la birlikte “suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme ve üyesi olma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama ve 7258 Sayılı Futbol Ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis Ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanuna muhalefet” suçlamalarından hapse girip Türkiye’nin gündemine oturan bir isim. Dilan ve Engin Polat, yargılandıkları davada tahliye oldular. Çiğdem Mater ise Mine Özerden, Osman Kavala, Tayfun Kahraman ve Can Atalay‘la birlikte mahkûm tutulmaya devam ediliyor. Yapımcı Rıfat Erkek’in yürüttüğü Cinemascot adlı Instagram hesabı, Dilan ve Engin Polat’ın tahliye edilmesinin üzerine Çiğdem Mater’i hatırlatarak “Adalet?” sorusunu yönelten bir paylaşımla yargı düzenine tepki gösterdi. Cinemascot’un paylaşımı büyük bir yaygınlık kazandı.
Ayrıca bu sene 81. Venedik Film Festivali‘nde “Çiğdem Mater’e özgürlük” dövizleri açıldı. İki yıl önce de Venedik Film Festivali kapsamında düzenlenen Sinemada Kadın Ödülleri (Women in Cinema Awards, WICA) Çiğdem Mater’e ithaf edilmişti. Mater’in el yazısıyla yazıp WICA’ya gönderdiği Türkçe mektup ekrana yansıtılmış, alkışlarla karşılanmıştı.
Gezi davasında bir diğer gelişme ise müebbet hapis cezası alan Osman Kavala‘yla ilgili. DW Türkçe’den Kayhan Karaca’nın haberine göre, AİHM’de Osman Kavala ile ilgili ikinci bir yargı süreci daha başlıyor. Bu yargı sürecine insan hakları alanında faaliyet gösteren George ve Amal Clooney’in kurduğu Clooney Vakfı da dahil olacak. Vakıf oyuncu George Clooney ve eşi, insan hakları avukatı Amal Clooney tarafından kuruldu. Clooney Vakfı’nın yaptığı başvuru, AİHM tarafından kabul edildi. Vakıf, dava sürecinde AİHM’e görüş bildirecek.
Clooney Vakfı’nın yanı sıra Türkiye Barolar Birliği, İfade Özgürlüğü Derneği, İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), Uluslararası Hukukçular Komisyonu da ikinci davaya müdahil olmak için AİHM’e başvurdu.
ICFR’dan uluslararası sinema sektörüne: İran’daki sinemacılara tereddütsüz destek verilmeli
Risk Altındaki Sinemacılarla Uluslararası Dayanışma Koalisyonu (ICFR), İran’da ve çevresinde giderek gerginleşen koşullara dikkat çekerek uluslararası sinema sektörüne İranlı sinemacılarla dayanışma çağrısı yaptı. Eylül ayında yayımlanan bildiride İranlı yetkililerin, film yapımcılarına ve ekiplerine yönelik zulümlerini sürdürdüğü; seyahat yasakları, tutuklamalar ve bozulan yargı kararları gibi uygulamalarla İranlı sinemacılar üzerindeki baskının arttığı belirtildi. ICFR 2022 yılında da Çiğdem Mater‘in tutukluluğunun “ifade özgürlüğüne açık bir tehdit” olduğunu belirterek bir an önce serbest bırakılmasını talep etmişti.
Bildiride prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü’ne layık görülen İran yapımı My Favourite Cake (Keyke mahboobe man, 2024) filminin yönetmenleri Maryam Moghadam ve Behtash Sanaeeha‘nın seyahat yasağı ve cezai suçlamalar nedeniyle festivale katılamadığı, pasaportları yaz başında kendilerine iade edilse de filmin İsveç prömiyerine gitmek üzere havaalanında bulundukları sırada durdurularak pasaportlarına tekrar el konulduğu aktarıldı.
Bildiride hakkında üç yıl hapis cezası verilen yönetmen ve yazar Navid Mihandoust‘un tutukluluğunun ikinci yılında olduğu hatırlatıldı. Tahran İslami Devrim Mahkemesi’nde “güvenliğe karşı eylem” ve “İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı propaganda faaliyeti” suçlamalarıyla yargılanan Mihandoust hakkında ‘cezaların birleştirilmesi yasası’ uyarınca en ağır ceza olan üç yıl hapis cezası verilmişti.
Mahsa Amini‘nin ölümünün birinci yıldönümünde düzenlenen protestolar sırasında tutuklanan sinemacı Zahra Shafiee Dehaghani‘nin ise cezaevinde ciddi fiziksel şiddete maruz kaldığı ve bu durumun yol açtığı felcin ardından beyin ameliyatı geçirdiği aktarıldı. Dehaghani’nin avukatlarının cezanın ertelenmesi ya da iptali için yaptığı başvuruların sürekli reddedildiği ifade edildi.
İsveç Kültür Bakanı Parisa Liljestrand ve İsveç Film Yönetmenleri Sendikası‘nı (Swedish Film Directors, SFR), yönetmenler Moghadam ve Sanaeeha’ya olan desteklerinden dolayı kutlayan ICFR, uluslararası kültür kuruluşlarına içinden geçilen bu zor zamanlarda İran’daki sinemacılarla tereddütsüz dayanışma çağrısı yaptı. Bu desteklerin zor şartlarda olan sinemacılara yönelik zulüm ve baskı üzerinde mutlaka bir etki yaratacağı vurgulandı.
İmre Azem’in Hatay belgesellerinin üçüncüsü yayında
Belgeselci İmre Azem’in, 6 Şubat depremlerinin Hatay’daki izini süren serisinin üçüncü belgeseli Hatay: 5-15 Şubat 2024 yayında.
Geçtiğimiz sene yaşanan depremlerin ardından Hatay’ı anlamak ve anlatma amacıyla kamerasını kente çeviren Azem, Hatay: 17-24 Nisan 2023 ve Hatay: 1-11 Eylül 2023 adlı iki belgesel çekmişti. Deprem sırasında ve sonrasında yaşanan sorunları Hataylıların gözünden aktaran Azem, serinin yeni belgeseli için depremlerin yıldönümünde, üçüncü kez Hatay’ı ziyaret etti. Bölgedeki tanıklıkları, dayanışma ağlarını ve yaşanan insanlık dramını gözler önüne seren Hatay belgeselleri hem bir arşiv niteliği taşıyor hem de deprem sonrası sürecin unutulmaması için güçlü bir çağrı niteliğine sahip. Hatay: 5-15 Şubat 2024 belgeselini izlemek için tıklayınız.
Sibel Tekin’e beraat
Belgesel sinemacı, akademisyen Sibel Tekin‘in, NTV Ankara Temsilciliği’ndeki bir protestoyu takip ettiği için “örgüt propagandası yapmak” ve “iş ve çalışma hürriyetinin ihlali” suçlamalarıyla yargılandığı davanın dördüncü ve karar duruşması Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Dokuz yıl önce haber amaçlı takip ettiği protestoda eylemci olduğu öne sürülerek yargılanan Tekin, avukatı Mehtap Sakinci ve tanık Nazlı Buket Yazıcı’yla birlikte SEGBİS aracılığıyla duruşmaya katıldı. MLSA’dan Nalin Öztekin’in aktardığına göre Yazıcı, Sibel Tekin’i gazeteci olarak tanıdığını ve olay günü NTV binasında bulunduğunu ancak Tekin’i içeride görmediğini ifade etti. Olay gününe ait görüntüde Tekin’e benzeyen bir kişinin olduğu kare kendisine gösterilen Yazıcı, fotoğraftaki kişinin Tekin olmadığını söyledi. Mahkeme, suçlamaya ilişkin yeterli delil bulunmadığı ve suçun işlendiğinin sabit olmadığı gerekçesiyle Sibel Tekin’in beraatine karar verdi.
2015 yılı Kasım ayında Devrimci Parti üyelerinin NTV Ankara Temsilciliği’nde yaptıkları protestoyu takip ettiği için on kişiyle birlikte yargılanan Tekin’in iddianameye yansıyan ifadesinde belgesel yönetmeni olarak protestoyu takip ettiği, polis müdahalesi sırasında basın kartını gösterdiği, karakolda kartının incelenip geçerli olduğunun anlaşıldığı ve hakkında gözaltı işlemi dahi yapılmadığı kaydedilmişti. Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yargılama sonunda Tekin’e “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla 10 ay hapis cezası verilmiş ve hükmün açıklanması geri bırakılmıştı. İstinaf mahkemesine taşınan cezayla ilgili Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi, Tekin’in NTV binasına girip girmediğinin tespitinin yapılmadığını belirtmiş ve “eksik inceleme” gerekçesiyle bozma kararı vermişti. Yeniden başlayan davanın ilk duruşması 16 Ocak 2024 tarihinde görüldü.
Sibel Tekin, gün aydınlanmadan işe gidenleri konu alan Karanlıkta Başlayan Hayat belgeseli için yaptığı çekimler öne sürülerek “örgüt talimatıyla keşif yapmak” suçlamasıyla yargılanmış ve 44 gün tutuklu olarak hapis yattığı davanın altıncı ve karar duruşmasında beraat etmişti. Yıllardır pek çok toplumsal eylem ve hareketi kayda alan, başta 2015 Ankara Tren Garı saldırısı olmak üzere birçok mücadele alanında kamerasıyla takipte olan Tekin, katliamın dokuzuncu yıldönümünde de bir video çalışmaya imza attı. 10 Ekim Ankara Gar Katliamı Davası Avukat Komisyonu’ndan avukatların açıklamalarına dayanan videoyu izlemek için şuraya, Altyazı Fasikül’ün katliamı konu alan belgeselleri derlediği ‘10 Ekim Belgeselleri‘ dosyasına ulaşmak için şuraya tıklayınız.
Erdoğan dizileri hedef gösterdi, RTÜK ceza yağdırdı
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde katıldığı 7. Din Şurası’nda dizilerin dini değerlerin zedelediğini öne sürerek RTÜK’ü göreve çağırdı. LGBTİ+ filmlerin yasaklandığı, sanatsal ifade özgürlüğünün yargılandığı bir dönemde toplumun bir kesiminin inancı, dış görünüşü dolayısıyla aşağılandığını savunan Erdoğan, “Son yıllarda filmlerin, dizilerin, televizyon programlarının, aileyle birlikte dini değerlerimizi, dindarları hedef aldığını da müşahede ediyoruz. Tek tük ve istisnai olumsuz örnekler üzerinden su-i misal emsal yapılarak bütün dindarlara hakaret edilmekte, vakıflar, dernekler, tarikatlar, dini müesseseler linç edilmekte, dindarlar ve dini değerler yıpratılmaktadır. Buna sessiz, tepkisiz kalmamız mümkün değildir,” ifadelerini kullandı. Konuşmasında “Sarıklı, sakallı, başörtülü, çarşaflı, cübbeli vatandaşlarımıza ahlaksızca saldırılmakta, itibar suikastları düzenlenmektedir,” sözleriyle dizileri işaret eden Erdoğan, RTÜK’e seslenerek “milli güvenlik sorunu” olarak gördüğü yapımlarla ilgili hareket geçme talimatı verdi. Erdoğan açıklamalarını sosyal medya hesabından da paylaştı.
Erdoğan’ın çağrısının ardından harekete geçen RTÜK, pek çok kanala ceza yağdırdı. “Şiddet sahneleri” nedeniyle; Yabani (2023-) dizisi için NOW TV’ye, Sahipsizler (2024-) dizisi için Star TV’ye ve Deha (2024-) dizisi için Show TV’ye 2 kez program durdurma ve yüzde 3 idari para cezası verildi. 2006’dan beri devam eden Arka Sokaklar dizisinin, tarikatta küçük yaşta evlilik ve cinayet konusunun işlendiği bölümünü “milli ve manevi değerlere aykırı” bulan RTÜK, Kanal D’ye de 2 kez program durdurma ve yüzde 3 para cezası verdi.
CHP kontenjanından seçilen RTÜK üyesi Tuncay Keser, ceza yaptırımlarındaki ayrımcı tutuma dikkat çekti: “Tarikatlara dokunan yanıyor. Arka Sokaklar‘da, tarikatta küçük yaşta evlilik ve cinayet konusunun işlendiği bölüm, milli manevi değerlere aykırı olduğu gerekçesiyle ceza alırken, Halis Bayancuk’un Akit TV’deki laiklik karşıtı söylemleri, başvurularımıza rağmen gündeme alınmadı.” RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin ise cezalarla ilgili açıklamasında Erdoğan’ın üstünde durduğu başlıkları vurguladı: “Millî ve manevi değerlerimize aykırı dizi filmlerle ilgili sıkı tedbirler almaya devam ediyoruz. Daha önce de ifade ettiğim gibi hiçbir yayıncı reyting şehvetine kapılarak inanç, toplumsal ve kültürel değerlerimizi aşağılayamaz. Kadına yönelik olanı başta olmak üzere şiddetin yayınlar aracılığıyla toplumda olağanlaştırılmasına göz yumamayız. Haber programlarındaki basın meslek ilkelerini çiğneyen yayınlara da tahammülümüz yoktur. Haftalık olağan toplantımızda yasa dışı bahis reklamı yayınlayan televizyonlar dahil geniş bir yelpazede ağır yaptırım kararları verdik. Sorunlara müeyyidelerle neşter atmaktan yana olmamakla birlikte yayıncılık ilkelerini harfiyen uygulatmak görevimizdir. Sorumlu yayıncılara teşekkür ediyorum.”
Sinema-TV Sendikası, Oyuncular Sendikası, Sinema Emekçileri Sendikası‘nın (Sine-Sen) da aralarında bulunduğu sektör bileşenleri ise ortak bir açıklama yaparak RTÜK’ün sansür yaptırımlarına tepki gösterdi. Yayın durdurma ve para cezası gibi yaptırımların sanatsal ifade özgürlüğünün önündeki engellemelerden yalnızca bir tanesi olduğu, sansür uygulamalarının çok yönlü ve çok boyutlu bir biçimde devam ettiği ifade edilen açıklamada, sansürün sonuçlarından doğan mağduriyetlere de dikkat çekilerek “Artık yeter! Sansür, yasaklar ve engellemelerden dolayı nefes alamıyoruz!” denildi. Sansürün normalleştirilecemeyeceğinin altı çizilirken Anayasa’nın 64. maddesi yetkililere hatırlatıldı: “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.” Açıklama sansüre karşı birlik olma çağrısıyla noktalandı: “Sansüre ve sansürün yarattığı dolaylı sonuçlar karşısında tüm meslektaşlarımızı bir arada olmaya davet ediyoruz. Yalnız değiliz, bu mücadeleyi hep birlikte vereceğiz. Sanatsal ifade özgürlüğümüzün önündeki engeller kaldırılsın, sanatçı özgür kalsın.”
MUBI, gösterim yasağı nedeniyle festivali iptal etti
Kadıköy Kaymakamlığı, MUBI Fest İstanbul 2024’ün açılış filmi Queer‘i (2024) gösterime saatler kala “toplum barışını tehlikeye atacak provokatif içerik taşıdığı” gerekçesiyle yasakladı. Sansürü “sanatı ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan bir müdahale” olarak değerlendiren MUBI, festivalin İstanbul programını tamamen iptal etti. Açıklamada “Festivaller, sanatın ve kültürel çeşitliliğin kutlandığı, insanları bir araya getiren nefes alma alanlarıdır. Bu yasaklama, yalnızca bir filmi değil, tüm festivali anlamından ve amacından uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle, MUBI olarak seyircimizin bizden beklediği doğru duruşu sergilemek istiyor ve MUBI FEST İstanbul’un tamamını iptal etme kararı aldığımızı üzülerek bildiriyoruz,” denildi. Konuyla ilgili açıklama yapan Oyuncular Sendikası ise kaymakamlığın film gösterimini engelleyen gerekçelerini “yine ve yeniden bir sansür uygulamasıdır,” ifadeleriyle yorumladı. Sanatın bir tehdit unsuru olmadığına dikkat çekilen açıklamada ‘sanatsal ifade özgürlüğü’nün yasalarla korunduğu hatırlatılarak “Tüm sansür uygulamalarının karşısında olduk ve olmaya devam edeceğiz,” denildi.
Geçtiğimiz yıl altı filmden oluşan programıyla İstanbul’da ilk kez düzenlenen MUBI Fest, ikinci edisyonunda daha kapsamlı bir seçki sunuyordu. Programda The Substance (2024), The Girl with the Needle (2024), Faruk (2024), Perfect Days (2024) gibi festivallerden yolu geçmiş ödüllü filmlerin yanı sıra MUBI koleksiyonundan sevilen yapımları da içeren 17 film yer alıyordu. Bu sene Alan Kadıköy ev sahipliğinde 7-10 Kasım tarihlerinde düzenlenmesi planlanan festival, açılışını Luca Guadagnino’nun, William Burroughs‘un aynı adlı klasik romanından sinemaya uyarladığı Queer‘le yapacaktı. Daniel Craig’in başrolde olduğu film, 1950’lerin Meksiko’sunda geçiyor ve iki erkeğin dokunaklı aşk öyküsü anlatıyor. Venedik Film Festivali‘ndeki dünya prömiyerinde dakikalarca ayakta alkışlanan film yılın övgüyle anılan yapımları arasında.
Kerem Akça SİYAD üyeliğinden çıkarıldı
Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), Kerem Akça’nın üyeliğini iptal ettiğini duyurdu. Açıklamada “Kerem Akça hakkında çeşitli kurum ve kişilerin resmi şikâyetler üzerine bir süre önce başlatılan soruşturmanın tamamlandığı” ve Akça’nın üyeliğinin sonlandırılmasına karar verildiği aktarıldı. SİYAD, söz konusu şikâyetlerle ilgili açıklama yapmasa da, sinema sektöründen çeşitli isimlerin imalı sosyal medya paylaşımlarında konunun, Akça’nın filmlere erişim konusunda şeffaf olmayan iletişim yolları izlemiş olmasıyla ilgili olabileceği anlaşılıyor.
Sinema yazarı Kerem Akça, daha önce de 37. İstanbul Film Festivali‘nde Altın Lale kazanan Borç (2018) filminin yönetmeni Vuslat Saraçoğlu ve jüri başkanı Pelin Esmer hakkında cinsiyetçi ifadeler içeren bir açıklamada bulunmuş, bu paylaşım sinema çevrelerinde ciddi tepkilere yol açmıştı. Konuyla ilgili Türkiye’de sinema sektörüne emek veren 150 kadının imzasıyla yayımlanan açıklamada “Sadece film endüstrisi çalışanlarının değil, sinema yazarlarının ayrımcılığından, tacizkâr dilinden de usandık! Yeter!” denilerek SİYAD’a Akça’nın üyeliğini gözden geçirme çağrısı yapılmıştı. SİYAD, sinema yazınında cinsiyetçi/ayrımcı ifadelerin önlenmesi için adım atacağını ifade ederek üyesine uyarıda bulunmuş, bunun üzerine Akça konuyla ilgili özür dilemişti.
Oyuncular Sendikası: ‘Ulusal Audition Kuralları’ için çalışıyoruz
Oyuncular Sendikası, autidion (seçme) ilanlarında oyunculardan istenen kriterle ilgili bir uyarı metni paylaştı. ‘Çok Önemli!’ başlığıyla yayımlanan bildiride “Audition’larda cinsel simülasyon, mastürbasyon, çıplaklık içeren vb. sahneler için sizlerden audition istenemez. Ulusal/uluslararası uygulamalarda yeri olmayan bu taleplere itibar etmemenizi önemle rica ediyoruz. Tanınmış cast direktörlerinin ve menajerlerin adı kullanılarak yapılan audition’larda bu ve benzeri talepler olduğu sendikamıza bildirilmiştir,” ifadeleri yer aldı. Özellikle genç oyunculara seslenen sendika, audition ilanlarının titizlikle ele alınmasına dikkat çekti. Sendika iş bulma, ifşa olma kaygısı taşıyan oyunculara “Tüm süreç sizlerin belirlediği sınırlarda ve gizlilikte yönetilecektir,” sözleriyle güvence verdi. İstismarın normalleştirilmemesinin altı çizilirken sendikaya yapılan bildirimlerin, yasal süreçleri başlatmak için önemli olduğu ifade edildi.
Ayrıca ‘Ulusal Audition Kuralları‘ üzerinde çalıştıklarını duyuran sendika, tamamlanan çalışmanın tüm sektör bileşenleri ile paylaşılacağını ve gerekli görüşmelerin yapılacağını bildirdi.
Öte yandan 26 Ekim’de Olağan Genel Kurul toplantısını gerçekleştiren Oyuncular Sendikası’nın yeni başkanı Zuhal Olcay oldu. Bir önceki dönem başkanlık görevini Vahide Perçin üstleniyordu.
Anemoia ve Balmumcu: Kayyım yönetimindeki üniversitelerde sinema yasakları bitmiyor
Anemoia: Mithat Alam Film Hatıra Belgeseli ekibi, Boğaziçi Üniversitesi‘ne bağlı Mithat Alam Film Merkezi arşive erişimlerinin engellendiğini duyurdu. Bu yılın başında prodüksiyon sürecine başlanan Anemoia belgesel projesiyle ilgili arşive ulaşmak istediklerinde, merkezin eski öğrencileri olduklarını belirtmelerine karşın kendilerinden ‘kayyımlıktan dilekçe istendiğini’ aktaran film ekibi, arşive bu yoldan ulaşmayı kabul etmedi. Ekibin, merkezden bir hoca vasıtasıyla arşive ulaşma çabası da “Yapılmaya çalışılan projenin politik olduğu” gerekçesiyle gerçekleşemedi. Kayyım yönetimlerinin üniversitenin bağımsız kültürel yapısına zarar verdiğine dikkat çeken Anemoia ekibi, Mithat Alam Film Merkezi’nin herkese açık olması gerektiğinin ifade etti. Açıklamada belgesel için dayanışma çağrısı da yapıldı.
Mithat Alam Film Merkezi, kurulduğu 1999 yılından itibaren bağımsız bir yapıya sahip olmasıyla öne çıkıyordu. Ancak üniversiteye atanan kayyım yönetimlerinin müdahaleleriyle merkezin işleyişi giderek daha fazla kısıtlanıyor. Merkezin arşivleri, Türkiye sineması tarihi açısından önemli bir kaynak olarak değerlendiriliyor ve sinema öğrencilerinin üretim süreçlerinde sıkça başvurdukları bir merkez niteliğinde.
Boğaziçi’nde olduğu gibi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) de okula rektör olarak atanan bir ‘kayyım’ yönetiminde. MSGSÜ Sinema-Televizyon bölümü öğrencileri, üniversitelerinin sinema bölümünün asıl yerleşkesi olan Balmumcu‘dan Ortaköy kadın yurduna taşınmasına tepki gösterdi. Balmumcu kampüsünde toplanan öğrenciler, Balmumcu’nun beş yıldır anti demokratik bir biçimde kapalı tutulduğunu ifade ederek rektöre seslendi: “Balmumcu hakkında neden 5 yıldır açıklama yapılmıyor?”
“Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi’nde Neler Oldu?” başlıklı haberi okumak için tıklayınız.
‘Kardeş Türküler belgeseli desteğinizi bekliyor’
Yönetmen Çayan Demirel‘in on yılı aşkın süre önce çekimlerine başladığı ‘Kardeş Türküler 30 Yılın Öyküsü‘ belgeselinin tamamlanması için destek kampanyası başlatıldı. Sürela Film‘den yapılan dayanışma çağrısında tüm ekibin neredeyse gönüllü çabası ve emeğiyle çekilen belgeselin kurguda son aşamasına gelindiği belirtildi. Belgeselin post-prodüksiyon, ses ve renk düzeltmeleri için desteğe ihtiyaç olduğu ifade edildi.
Demirel’in eşi ve yapımcı Ayşe Çetinbaş, ilk başta Kardeş Türküler’in yirminci yılını takip eden belgeselin tarihinin 2013 yılına kadar uzandığını ifade etti. O dönem Demirel’in sağlık durumunun yerinde olduğunu ve belgesel çalışması için arşiv taramaları ve röportajların yapıldığı, provaların, turnelerin takip edildiği bir sürecin işlediğini aktaran Çetinbaş, Demirel’in 2015 yılında geçirdiği ciddi sağlık sorunlarından dolayı belgeseli askıya almak zorunda kaldıklarını belirtti. Berke Baş, Özcan Vardar, Koray Kesik ve Tatlıhan Tuncel‘in de aralarında olduğu bir ekiple birlikte gönüllü çaba ve emekle belgeseli tamamlamaya çalıştıklarını ifade eden Çetinbaş, kurgunun son aşamasında desteğe ihtiyaç duyulduğunu ifade etti. Kampanyaya destek olmak için tıklayınız.
Çayan Demirel, Türkiye’de “örgüt propagandası” suçlamasıyla yargılanan ilk film olan Bakur‘un (Kuzey, 2015) iki yönetmeninden biri. Demirel ve belgeselin diğer yönetmeni Ertuğrul Mavioğlu, yıllardır devam eden ve “örgüt propagandası” suçlamasıyla yargılandıkları davada 1’er yıl 13’er ay hapis cezasına çarptırıldı. Belgesel sinemanın suç sayıldığı, yüzde 99 engelli raporu olan ve görme duyusunu kaybeden Demirel’in sağlık durumunun bertaraf edildiği karara tepkiler sürüyor.
Zeynep Ocak’a 25 Kasım gözaltısı
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü‘nde kadınlar, yurdun dört bir yanından şiddete karşı ses yükseltmek için alanlardaydı. İstanbul’da yapılacak yürüyüş öncesinde polis, Taksim ve çevresinde geniş bir alanı abluka altına aldı. Bunun üzerine kadınlar Karaköy’e doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında polis çeşitli grupları abluka altına almaya devam etti. Eylemde “Kadınlara değil katillere barikat”, “Jin, Jiyan, Azadî” gibi sloganlar atılırken katledilen ve intihara sürüklenen kadın ve LGBTİ+’lar da unutulmadı. Kadınlar, tüm engellemelere rağmen Karaköy İskele önünde bir araya geldi ve çokdilli okunan açıklamaların ardından eylem sonlandı. Daha sonra polis ablukasında olan kadınlar gözaltına alınmaya başlandı. Kutsal Motor ekibinden Zeynep Ocak, yayın yaptığı sırada gözaltına alınırken Ocak’la birlikte on kadın aktivist Vatan Emniyet’e götürüldü.
25 Kasım Kadın Platformu, toplam 169 kişinin gözaltına alındığını, aralarında Ocak’ın da olduğu 162 kişinin serbest bırakıldığını, yedi kişinin ise adliyeye sevk edildiğini duyurdu. Tutuklama istemiyle adliyeye getirilen yedi kişi de adli kontrol ile serbest bırakıldı.
Antakyalı kadınlar: Ümit Güç cinsel saldırı faili
Antakya’da Karaçay Koordinasyonu’nun kurucuları arasında yer alan yönetmen Ümit Güç‘ün, akademik araştırmalar için yurt dışından kente gelen bir kadına cinsel saldırıda bulunduğu Antakya Kadınlar Birlikte Güçlü kolektifi tarafından ifşa edildi. Antakyalı kadınlar, cinsel saldırının 11 Eylül’de gerçekleştiğini, kadın arkadaşlarının 19 Ekim’de şikâyette bulunması sonrası Güç’ün tutuklandığını ve hukuki sürecin başladığını aktardı. Cinsel saldırı olayının Kadınlar Birlikte Güçlü platformuna 8 Ekim’de taşındığı ve bir buçuk ay süren bir araştırmanın ardından Güç’ün saldırı eylemini gerçekleştirdiğinin kesinlik kazandığı aktarıldı.
Antakya Kadınlar Birlikte Güçlü platformu, ayrıca durumu bildirip tutum almaya davet ettikleri Karaçay Koordinasyon Merkezi ve Kolektif Koordinasyon Derneği‘ni Güç’e karşı ‘korumacı’ davrandıkları gerekçesiyle eleştirdi. Açıklamada “Fail kadar faili aklamanın da suç olduğunu hatırlatmak ister, Anadolu’nun her yerindeki kadınlar olarak bu tutumun karşısında olacağımızı, bu erkek aklı reddettiğimizi ve mücadelemizi sürdüreceğimizi belirtmek isteriz,” denildi.
Karaçay Koordinasyon Merkezi ve Kolektif Koordinasyon Derneği’nin konuyla ilgili ortak açıklamasında Güç’ün cinsel saldırı eylemi iddia olarak değerlendiriliyor: “Akademik araştırmalar için Hatay’a gelen yabancı akademisyen M.N.’nın Samandağ’da cinsel saldırıya uğradığı iddiasını derin bir üzüntü ve öfkeyle öğrendik. Söz konusu iddiada adı geçen kişinin derneğimiz üyesi olması üzüntü ve öfkemizi derinleştirmektedir. Dile getirilen iddianın sonucu ne olursa olsun, ne bir üyemiz ne de herhangi bir gönüllümüzün böylesi bir ‘olay’la anılmasını kabul etmiyoruz.”
Fasikül’de neler oldu?
‘Görünür Görünmez’
Altyazı Fasikül’ün yeni serisinin videolarından oluşan Görünür Görünmez: Bir (Oto)Sansür Antolojisi (2024), gösterim yolculuğuna devam ediyor. Altyazı Sinema Derneği bünyesindeki Altyazı Fasikül’ün İçeriden Dışarıya (2021) ve Aşağıdan Yukarıya‘nın (2022) ardından gelen üçüncü video serisi olma özelliği taşıyan Görünür Görünmez, 12 Kasım’da Art Venue İzmir’de (AVİ) seyircisiyle buluştu. 7 Aralık’ta ise Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği işbirliğiyle ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde Çand Amed’de (Navenda Kongreyê | Kongre Merkezi) gösterildi.
Prömiyerini Türkiye’de belgesel alanında yapılan en önemli etkinliklerden birisi olma özelliği taşıyan Documentarist 17. İstanbul Belgesel Günleri‘nde yapan Görünür Görünmez, Sinematek/Sinema Evi‘nde de gösterilmişti.
Görünür Görünmez masaüstü belgesel, mektup, mesajlaşma, fotoğraf, video-deneme, yeniden canlandırma, güvenlik kameraları, çevrimiçi tanıklık gibi farklı teknik ve arayüzler aracılığıyla ifade özgürlüğünün sınırlarını sınayan altı videodan oluşuyor. Haklara Destek Programı kapsamında hazırlanan bu serideki videolar, Türkiye’den sinemacı ve sanatçıların yükseklikleri giderek artan duvarların ardından sansür ve otosansür üzerine düşündüğü kolektif bir sorgulama olma niteliği taşıyor. Küratörlüğünü Fırat Yücel’in üstlendiği Görünür Görünmez video serisinde Erhan Örs, Hakan Bozyurt ve Can Memiş’in Duvarlar, Sibil Çekmen’in Eksik Belgeseller, Nadir Sönmez’in Çark, Serra Akcan’ın Sevgili F ve belit sağ’ın Sevil adlı videoları yer alıyor. Bu videoların Fırat Yücel’in artistik direktörlüğünde, ekip içi fikir alışverişiyle bir araya getirildiği Görünür Görünmez: Bir (Oto)Sansür Antolojisi‘nde Yücel’in imza attığı prolog niteliğindeki Tereddütler adlı video da yer alıyor.
‘Aşağıdan Yukarıya’
Altyazı Fasikül: Özgür Sinema’nın Aşağıdan Yukarıya (2022) video serisinden bir seçki, CultureCIVIC Kültür Sanat Günleri kapsamında seyirciyle buluştu. Gösterim 26 Kasım’da, Postane’de gerçekleştirildi. Programda Aşağıdan Yukarıya kapsamında üretilen ve CultureCIVIC’in desteklediği beş video gösterildi: Oktay İnce’nin Kadrajın Dışı Yok, Fatma Çelik’in Gündem, Zeyno Pekünlü ile Tatlıhan Tuncel’in Gözüm Üzerinde, Halil Yetiş’in Merhamet ve Alper Şen’in Hasan’ı Beklerken videoları.
Altyazı Fasikül’ün çağrısıyla hayata geçirilen Aşağıdan Yukarıya, Türkiye’nin belgeselci ve video-eylemcilerinin ürettiği kısa videolardan oluşuyor. ‘İzleyenleri izleme’ fikrini temel alan sorulardan yola çıkan seride Migros Direnişi’nden Boğaziçi Direnişi’ne, Suriye savaş arşivlerinden Gündem’e, kamera etiğinden gözetim kapitalizmine uzanan 11 video yer alıyor. Fasikül’ün ikinci video serisi olma özelliği taşıyan ‘Aşağıdan Yukarıya’ kayıt altına almanın, görüntü ve ses ile tanıklık etmenin, müdahale etmenin, tarihe not düşmenin, hatırlamanın, hatırlatmanın, kolektif bir hafıza oluşturmanın önemi üzerine düşünen farklı bakışları bir araya getiriyor.
Filistin Sinema Günleri
Altyazı Sinema Derneği ve Postane geçen sene olduğu gibi bu yıl da Filistin Sinema Günleri’nin bir parçası oldu. 2 Kasım Cumartesi günü Postane Hol‘de düzenlenen etkinlikte festival programındaki filmlerden ikisi gösterildi: Christian Ghazi imzalı Direniş, Neden (Resistance, Why, 1971) ve Michel Khleifi imzalı Maloul Yıkımını Kutluyor (Maloul Celebrates its Destruction, 1985).
İlk olarak 2014 yılında düzenlenen ve Filistin sinemasına odaklanan tek festival olma özelliği taşıyan Filistin Sinema Günleri, ülkede devam eden İsrail işgali ve ilintili savaş ortamı nedeniyle düzenlenemiyor. Filistin sinemasının en önemli buluşma noktalarından biri olan festival ülke tarihinin en yüksek katılıma sahip kültürel etkinliklerinden biri olmasının yanı sıra Filistin sinemasını uluslararası sinema dünyasının haritasına yerleştirmiş bir etkinlik olması açısında da önemli bir yerde duruyor. Dünyanın farklı noktalarından kültür organizasyonları, Filistin sinemasıyla dayanışma ve Filistinlilerin sesini duyurma amacıyla festivalin programından filmleri kendi ülkelerinde gösteriyor. Aynı zamanda her yıl aynı anda farklı şehirlerde düzenlenen Filistin Sinema Günleri’nin geleneğini daha geniş bir boyuta taşıyarak sürdürülmesine de destek sağlayan gösterimler, bu yıl “Soykırıma, apartheid ve işgale karşı durun, anlatılacak hikâyeyi geri kazanmak için küresel harekete katılın ve ‘Filistin Sinema Günleri’ni topluluklarınıza taşıyın” çağrısıyla düzenlendi. Gösterimler her sene olduğu gibi, Balfour Deklarasyonu’nun hüzünlü yıldönümü olan 2 Kasım’da dünya çapında gerçekleştirildi.
Birlikte: Yaratıcı Eylem paneli
Altyazı Sinema Derneği’nin de parçası olduğu BİRLİKTE Kurumsal Destek Programı faydalanıcıları, 6 Kasım’da Ankara’da “Yaratıcı Eylem I Çaresizleştirmeden Etkilemek ve Bir Savunuculuk Aracı Olarak Sanatı Kullanmak” başlıklı panelde bir araya geldi. Panelde sanatın savunuculuk ve aktivizmle nasıl ve hangi araçlarla ilişkilenebileceği üzerine sunumlar yapıldı.
Moderasyonunu STGM’den Meltem Çolak’ın yaptığı panelde İrlanda’da sanatçılara destek sağlayan bir yapı olan Smashing Times’dan Freda Manweiler’ın yanı sıra Muzir.org kurucusu, karikatürist ve hayvan hakları savunucusu Aslı Alpar, Altyazı Sinema Derneği Genel Koordinatörü ve yönetim kurulu üyesi Özlem Saadet Işıl Güç, iletişim uzmanı ve kültür çalışanı Sait Fehmi Ağduk, Hafıza Merkezi İletişim ve Kampanyalar Direktörü Kerem Çiftçioğlu, CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı’nın direktörü Ayşe Eraslan yer aldı. Panelde Altyazı Sinema Dergisi editörlerinden Berna Güler’in hazırladığı ve Özlem Saadet Işıl Güç’ün sunumunu gerçekleştirdiği ‘Diyalog ve Empati Aracı Olarak Sanat‘ başlıklı sunumda Altyazı Fasikül’ün çalışmaları ele alındı.
Sunumda bağımsız sinemayı toplumsal meselelerde bir diyalog aracı olarak konumlandıran Fasikül’ün kolektif üretim pratiğine verdiği önem üzerinde duruldu. Bağımsız sinemacılar, sanatçılar ve video-aktivistlerin kolektif olarak ürettikleri video ve belgeseller aracılığıyla toplumsal meseleler üzerine bir düşünme ve tartışma alanı yaratan Fasikül’ün, Türkiye’de bağımsız sinemaya ve sansüre karşı direnişe ses vererek toplumla bir diyalog başlatmasına dikkat çekildi. Özellikle sansüre uğrayan ya da göz ardı edilen yönetmen ve yapımlar aracılığıyla, toplumun görmezden geldiği meseleler üzerinde duran Fasikül’ün bu içeriklerinin, hem okuyucular hem de izleyiciler arasında bir bağ oluşturduğu ve sanatsal ifade özgürlüğü üzerine birlikte düşünmeye olanak sağladığından bahsedildi.. Özgür sinemanın kapsamına giren ve Fasikül’ün söz üretebileceği her meselenin görsel çalışmaların yanı sıra haber, yazı ve söyleşiler aracılığıyla yazılı olarak da belgelendiği aktarıldı. Fasikül’ün politik meselelere dair kolektif video işler üretmenin yanı sıra sansür, otosansür, hak ihlalleri gibi konularda yazılar yazarak, hem sanatsal hem bilgilendirici bir rol üstlendiği ifade edildi.