Şu An Okunan
‘Özgür Sinema Bülteni’ – Nisan 2024

‘Özgür Sinema Bülteni’ – Nisan 2024

Çayan Demirel hapsedilemez

İstinaf mahkemesi, Bakur (Kuzey, 2015) belgeselinin yönetmenleri Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel’e “örgüt propagandası yapmak” suçlamasıyla 2’şer yıl 1’er ay verilen hapis cezasını onadı. Davanın 14 Aralık 2023’te Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmasında açıklanan kararda belgesel için “sözde belgesel film” denilmiş, yönetmenlerin savunmalarıysa “itibar edilmez” bulunmuştu. Yüzde 99 engelli raporu olan ve görme duyusunu kaybeden Çayan Demirel’in cezai ehliyetinin tam olduğuna karar veren mahkeme, bu konuda yapılan itirazlara itibar edilmeyeceğini savunmuştu. Demirel ve Mavioğlu’nun avukatları ise davayı istinaf mahkemesine taşımıştı. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi istinaf talebini reddederek yerel mahkeme kararını onadı. Demirel ve Mavioğlu’nun avukatları kararın bozulmasıyla talebiyle bu kez de Yargıtay’a başvurdu. Demirel’in bakıma muhtaç olduğu gerçeğinin bertaraf edildiği karar sosyal medyada #ÇayanHapsedilemez ve #BelgeselSinemaYargılanamaz etiketleriyle protesto ediliyor.

Barış sürecinin devam ettiği 2013 yılında çekilen Bakur belgeseli, Türkiye sınırları içindeki PKK kamplarını görüntüleyerek örgütün Türkiye dışına çekilme sürecine tanıklık ediyor. Türkiye’nin yanı sıra DOKLeipzig, Visions du Réel ve Stockholm Film Festivali gibi birçok önemli uluslararası belgesel festivalinde seyirciyle buluşan belgeselin iki yönetmeni, “terör örgütü propagandası” yapmakla suçlandıkları 2017’den bu yana mahkeme koridorlarında. 14 Aralık 2023’te Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Bakur davasının yedinci duruşmasında Mavioğlu ve Demirel 2’şer yıl 1’er ay hapis cezasına çarptırılmıştı. MLSA’dan Deniz Tekin’in haberine göre mahkemenin gerekçeli kararının birçok yerinde “sözde belgesel film” ifadesi kullanıldı. Belgeselin içeriğindeki görüntülerin, konuşmaların ve yazıların suç unsuru olarak gösterildiği kararda, PKK üyelerinin yaşamlarının belgeselde “rahat” ve “eğlenceli” olarak gösterilmeye çalışıldığı savunuldu. Kararda Mavioğlu ve Demirel ile avukatlarının belgesel gösteriminin sanat ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna, görüntülerin örgütün geri çekilme ve barış sürecinde çekildiğine, filmin cebir ve şiddete yönlendirmediğine dair savunmaları ise “suçtan kurtulmaya yönelik” olduğu gerekçesiyle itibar edilmez kabul edildi. Kararda Çayan Demirel’in sağlık durumuna dair değerlendirme de yer aldı. 2015’te geçirdiği kalp krizi sonrasında hayatını yüzde 99 engelli durumda sürdüren; görme, konuşma, hareket etme becerilerinde hasar oluştuğu için sürekli bakıma muhtaç olan Demirel’in ‘cezai ehliyetinin tam’ olduğuna, bu konuda yapılan itirazlara itibar edilmeyeceğine karar verildi. Yönetmen Mavioğlu, haklarında verilen hapis kararını “Yönetmenlere verilmiş olan bu ceza bir ibret cezasıdır. Hiç kimsenin de bundan ibret almamasını ve sözünü eksiltmemesini istiyorum,” şeklinde yorumladı. Demirel ve Mavioğlu’nun avukatları istinaf başvurusu ise Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi’nce esastan reddedildi. İstinaf mahkemesi “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla verilen 2’şer yıl 1’er ay hapis cezasını onadı. Mahkeme, yüzde 99 engelli ve sürekli bakıma muhtaç olan Demirel’e verilen cezanın hukuka uygun olduğunu, kararda bir isabetsizlik olmadığını savundu. Yönetmenlerin avukatları ise kararı Yargıtay’a taşıdı. 

Kararın Yargıtay tarafından onanması durumunda yüzde 99 engeli bulunan Demirel cezaevine girecek. Demirel’in dostları Çayan’la Dayanışma sosyal medya hesabı üzerinden Yargıtay’a seslenerek yaşanan hukuksuzluğa son verme çağrısında bulundu. Açıklamada “Çayan Demirel’in sağlık durumu bu kadar açıkken, onu ısrarla yargılamak ve hapse atmaya çalışmak insanlığa da hukuka da aykırıdır,” ifadeleri kullanıldı. Büyük tepki çeken kararın açıklanmasıyla  sosyal medyada  #ÇayanHapsedilemez, #BelgeseSinemaYargılanamaz etiketleriyle dayanışma kampanya başlatıldı. 

Bakur‘un yapımcısı ve Demirel’in eşi Ayşe Çetinbaş, DW Türkçe’den Aynur Tekin’e verdiği demeçte Demirel’in cezaevi koşullarında tek başına yaşayamayacağını ifade etti: “Çayan tek başına yemek yiyemiyor, tek başına tuvalete gidemiyor. Zaten yürüme zorluğu çekiyor ve görme engelli Çayan, göremiyor. Denge koordinasyon problemi var. Tek başına iki üç adım yürüdüğünde düşebiliyor, çeşitli sakatlıklar olabiliyor. O yüzden her yere götürürken hep elinden tutuyoruz.Biz yediriyoruz yemeğini. Dolayısıyla tek başına hiçbir şey yapabilecek durumda değil.” Avukat Meral Hanbayat ise suç tarihinde Demirel’in komada olduğunu ancak bu durumun tespiti için Adli Tıp Kurumu’na başvurulmadan ceza verildiğini belirtti. Ayrıca Hanbayat mahkemenin verdiği ceza süresinin 2 yıl 1 ay olmasının kanunun sağladığı olanaklardan yararlanılmaması için kasıtlı olarak verildiği görüşünde: “2 yılın altında verilen suçlar açısından hükmün açıklanmasının geri bırakılması söz konusu. İşte kasıtlı olarak 2 yılın üstüne 1 ay fazla verilerek bu uygulamanın önü kapatılmış oldu. Aynı zamanda TCK 51’inci maddede erteleme olanağı var. Hem ondan hem de hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi uygulamalardan faydalandırılmaması için özel olarak bu ceza miktarının seçildiğini düşünüyorum.” 


İstanbul Film Festivali ‘LGBT propagandası’ iddiasıyla hedef alındı

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 17-28 Nisan tarihlerinde 43’üncüsü düzenlenen İstanbul Film Festivali, iktidara yakınlığıyla bilinen muhafazakâr yayın politikasına sahip gazeteler tarafından ‘LGBT propagandası’ yapılıyor denilerek hedef alındı. Yeni Şafak, festival programdaki filmlerden Kadın (Kobieta z…, 2023) Carmen’le O Yaz (To kalokairi tis Karmen, 2023), Pet Shop Günleri (Pet Shop Days, 2023) Geçit (festival programında böyle bir film bulunmuyor, muhtemelen Levan Akin’in 2023’te çektiği Geçiş/Crossing kastedilmiş) ve Yurt‘u (2023) hedef alan haberinde festivalin ‘LGBT’yi normalleştirmeye’ çalıştığını iddia etti. Film gösterimi eylemine karşılık ‘perdelenecek’ ifadesi kullanılan haberde Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Kadıköy ve Beyoğlu belediyeleri de festivale destek sunmakla suçlandı. Festival bir kesim tarafından sosyal medyada da hedef gösterilirken Ankara’nın eski belediye başkanı Melih Gökçek ise Meclis’e seslenerek festivalin yasaklanması çağrısında bulundu.

Nehir Tuna’nın ilk filmi Yurt (2023) festivalin Ulusal Yarışma’sında büyük ödül Altın Lale’yi kazandı.

Hedef gösterilmesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın festivalden desteğini çektiği iddiası gündeme geldi. İKSV iddialara ilişkin açıklamasında festival için yapılan destek başvurusu değerlendirme aşamasındayken bazı mecralarda bakanlık logosuna yer verildiği belirtilerek “Mevzuat gereği logonun, değerlendirme süreci devam ederken kullanılmaması gerektiği için daha sonra ilgili yerlerde güncellemeler yapıldı. Bakanlık desteğinin kesinleşmesinin ardından festival web sitesi, kataloğu ve diğer ilgili mecralarda logo görünürlüğü ayrıca sağlanacak,” ifadeleri kullanıldı.


Cumartesi Anneleri festival gündeminde

Geçtiğimiz yıl Ayşe Polat’ın 90’ların kaybettirilme hikâyelerinden ilhamla çektiği Kör Noktada’nın (2023) ulusal yarışmada En İyi Film ödülünü almasının ardından bu yıl da İstanbul Film Festivali’nde Cumartesi Anneleri/İnsanları gündemi vardı. Bu kez bir belgesel, 1995 yılında Mardin, Dargeçit’te oğulları ve kardeşleri devlet güçlerinin elinde kaybolan ailelerin 27 yıllık adalet mücadelesini anlatan Dargeçit (2024) meseleyi festivalin gündemine taşıdı. Bu sene 43. kez düzenlenen festivalde En İyi Belgesel seçilen filmin yönetmeni Berke Baş, ödül konuşmasında “işlemeyen yargının üzerini kapatmaya çalıştığı mücadelenin” devam ettiğini söyledi. Bu tür davaların mahkemelerde bitmediğine vurgu yapan Baş, davaların zamanaşımına uğramaması için sinema ve kültür dünyasının da mücadeleye katılması gerektiğini dile getirdi. Yapımcı Enis Köstepen ise belgeseli, ağır insan hakları ihlallerinin takip eden Hafıza Merkezi sayesinde çektiklerini vurguladı. Kayıplardan Davut Altınkaynak’ın babası Abdülaziz Altınkaynak ve kardeşi Emine Altınkaynak’ın da festivalin son iki gününde yapılan gösterimlere katıldığını belirten Köstepen hem salonda bulunan kayıp yakınlarına hem de Dargeçit davasının avukatı Erdal Kuzu’ya ve diğer JİTEM davalarında ailelerin avukatlığını yapan Veysel Vesek’e selam gönderdi. Ulusal Belgesel Yarışması’nın jüri üyelerinden sinema yazarı Evrim Kaya’nın iki yıldır hapiste olan Çiğdem Mater’i ve yüzde 99 engelli olmasına rağmen hapis cezası alan Çayan Demirel’i hatırlatması üzerine Enis Köstepen de bu sinemacıyı andı ve her ikisinin de kayıp yakınlarının her zaman yanında olduklarına dikkat çekti.

Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın 996. hafta eyleminden. Abdülaziz Altınkaynak, Dargeçit kayıplarından oğlu Davut Altınkaynak ve Seyhan Doğan’ın fotoğraflarını tutuyor. Avukat Veysel Vesek’in elindeki fotoğraf da yine Dargeçit kayıplarından Abdurrahman Olcay’a ait. (Fotoğraf: Enis Köstepen / 27.04.2024)

Festivalin ödül töreni, Cumartesi İnsanları’nın eylemlerini gerçekleştirdiği Galatasaray Meydanı’na metrelerle ölçülebilecek bir mesafede yer alan Atlas 1948 salonunda gerçekleştirildi. Bilindiği üzere, yargı kararlarına rağmen 5 buçuk yıl boyunca engellenen eylemler 11 Kasım 2023’ten itibaren yeniden Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirilmeye başlandı. Cumartesi İnsanları ve avukatlarının mücadelesi, Türkiye’de henüz gösterimi gerçekleştirilmeyen, İHD Genel Başkanı Eren Keskin’in hayatını anlatan Maria Binder imzalı Eren (2023) belgeselinde ve Onur Saylak imzalı Şahsiyet (2018-) dizisinin ikinci sezonunda da gündeme getiriliyor.


Gezi Davası’nda yeni gelişmeler: AİHM’den Kavala’ya öncelik, Gümrük Birliği’ne blokaj ihtimali

Gezi Davası’ndaki adaletsizlik silsilesi sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir iç mesele değil, uluslararası hukuk ve siyaset zemininde de tartışılan bir konu. 2013 yılında, ülkenin tamamına yayılan protestolarla Türkiye siyasi tarihinin ‘kent hakkı’ merkezli en büyük direnişi hâline gelen Gezi, bugün hapiste tutulan bir avuç insan üzerinden korku ve baskı yaratmayı amaçlayan, hukuksuzlukta emsal kabul edilen bir dava aracılığıyla itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Yıllarca süren davada gelinen noktada çekilmemiş bir belgesel, film festivallerindeki görüşmeler, eylemlerde video kaydı almak gibi en tabi sinemacılık faaliyetleri aleyhte delil olarak sayıldı. Hemen hemen toplumun her kesiminden insanın ‘orada’ olduğu Gezi’nin yükü beş kişinin sırtına bindirilirken tutuklulardan ikisinin sinemacı olması sektöre yönelik tehdidin bir başka boyutuna işaret etmekte.

Evet o iki sinemacı, çekmediği bir belgeselden dolayı 18 yıl hapse mahkûm edilen Çiğdem Mater ve bulunamayan bir ihbarcının, kanıtlanmayan iddiasından dolayı yine 18 yıl hapis cezası alan Mine Özerden. Milletvekilliği düşürülen avukat Can Atalay ve şehir planlamacısı Tayfun Kahraman’ın da 18 yıla mahkûm edildiği davada kültür sanat faaliyetlerine olan katkılarıyla tanınan iş insanı Osman Kavala ise müebbet hapse çarptırıldı. Davanın uluslararası boyutlarından birisi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Kavala hakkında derhal tahliye edilmesi yönünde çağrısı, Türkiye yargısında adeta görmezden geliniyor. 18 Ekim 2017’den beri hapiste tutulan Kavala, AİHM‘e ikinci kez başvurdu. Kavala’nın bu başvurusuna öncelik veren AİHM, Türkiye hükümetinin cevaplamasını istediği soruları da açıkladı. İlk başvuruyla ilgili kararını 10 Ocak 2019’da açıklayan ve Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesinin 1. ve 4. fıkraları ile 18. maddenin ihlal edildiğine karar vererek Kavala’nın derhal serbest bırakılmasına hükmeden AİHM, Kavala’nın tutukluluğunun ‘hak ihlali’ olduğunun altını çizmişti. Kavala’nın, tutukluluğunun ihlal kararına rağmen devam etmesine ve yeni ihlal iddialarına yer veren ikinci başvurusu için AİHM, Türkiye’nin savunmasını 16 Temmuz 2024 tarihine kadar mahkemeye sunmasını talep ediyor.

Osman Kavala, 30 Nisan 2024 itibariyle 2 bin 373 gündür hapiste.

Davanın uluslararası boyutunun bir diğer ayağı ise Türkiye’ye yönelik bir yaptırımın kapısını açabilir. Türkiye’nin AİHM kararlarına uymamasına tepki olarak Hollanda Parlamentosu, Kavala ve HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş serbest bırakılmadan Türkiye‘yle yapılacak Gümrük Birliği güncellemesinin bloke edilmesi yönündeki önergeyi kabul etti. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik süreci, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve Türkiye vatandaşlarına vize serbestisi gibi konuların da gündeme geleceği Wittenburg Konferansı’na katılmak üzere Hollanda’ya gideceği biliniyor.

Çiğdem Mater ve tüm Gezi tutsaklarına hayallerimizle yoldaş olmak için açtığımız Hayal Havuzu köşesine erişmek için tıklayınız.


Mine Özerden bulunamayan bir ihbarcının kanıtlanamayan iddiasıyla 700’ü aşkın gündür tutuklu

Türkiye’de ifade özgürlüğünün bulanıklaşan sınırları sanatsal ifade özgürlüğü noktasında iyiden iyiye muğlak bir hâl alıyor. Sinemacılar, özellikle de belgesel sinema alanındaki faaliyetlerinden dolayı çok yönlü bir baskıyla karşı karşıya. Belgesel sinemacılar toplumsal hafızanın kaydını tuttuğu için sansürleniyor, yargılanıyor, hapis cezasıyla karşı karşıya kalıyor. Kayıt/çekim ve haberleşme özgürlüğünü tehdit eden Emniyet Genel Müdürlüğü genelgesinin yürütmesi durdurulmuş olsa da  genelgedeki uygulamaların üstü örtülü biçimde işlediğini gösteren çok sayıda vaka söz konusu. Sinemacılar yüzde 99 engelli Çayan Demirel’e ‘cezai ehliyeti tam’ diyen bir mahkemenin, Sibel Tekin’in karanlıkta çektiği görüntüleri profesyonel bulmayan bir savcının içinde olduğu bir yargı sistemine teslim ediliyor. Gezi davasının tutuklu beş sanığından ikisinin sinemacı olması gerçeği, tüm bu başlıkları tek potada bir araya getiren emsal bir örnek niteliğinde. Çiğdem Mater çekmediği bir belgeselden dolayı 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mine Özerden ise kimliği belirsiz bir kişinin kanıtlanamayan ihbar mektubundan dolayı hayatının 18 yılını hapiste geçirmek zorunda.

Mine Özerden

MLSA Dava İzleme Koordinatörü Semra Pelek, Gezi davası kapsamında tutuklanan Mine Özerden’in kanıtlanamayan bir iddia nedeniyle 700’ü aşkın gündür mahkûm olduğunu yazdı. 26 Eylül 2013’te İstanbul Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü’ne elektronik postayla bir ihbar yapıldı. İddianameye göre “11167 numaralı ihbarda” adını vermeyen kişi, “Gezi eylemleriyle ilgili önemli bir bilgi paylaşmak istediğini” söyledi. “Taksim’de eylemler başlamadan önce Mine Özerden’in, Açık Toplum Vakfı’ndan Osman Kavala’nın yönlendirmesiyle Gezi olaylarında eylemciler tarafından kullanılmak üzere gaz maskesi, sargı bezi ve deniz gözlüğü alınması için birkaç kişi adına banka hesabı açtırdığı iddia edildi. Üstelik binlerce sayfalık Gezi Davası dosyasında Mine Özerden’le ilgili tek iddia bu. Savcının “ihbarcıyı bulamadıklarını” itiraf etmesine, ihbarcının iddia ettiği banka hesaplarının açılmamış olmasına ve iddianamede “bu iddialarla ilgili bir tespit yapılamadığının belirtildiği” apaçık yazılı olmasına rağmen Özerden serbest bırakılmadı.

İddianamede Özerden 31 Haziran 2013’te başlayan Gezi eylemleri sırasında İstanbul’da Taksim Platformu’nun toplantılarını organize etmek, platformun toplantılarına katılmak ve Gezi Parkı’nda üstelik şiddet içeren eylemlerde bulunmakla suçlanıyor. Fakat Özerden 2013 yılının 1 Haziran’ından 31 Temmuz tarihine kadar Fethiye’de bir dil okulunda çalışıyordu. Özerden’in o dönemde İstanbul’da olduğunu kanıtlayan, emniyet tarafından kaydedilmiş tek bir video, fotoğraf veya teknik takip dosyaya girmedi. Özerden’in o dönemde Fethiye’de olduğuna dair resmî SGK kayıtları dosyaya sunulsa da ne soruşturma sürecinde savcı ne yargılama aşamasında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ne de 18 yıl ağır hapis cezasını onayan Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi bunu dikkate aldı. Özerden’i ihbar eden kimliği belirsiz kişi hiç bulunamadı. İddialar vergi başmüfettişlerince araştırıldı ve hazırlanan raporda, “bu iddialarla ilgili bir tespit yapılamadığı” belirtildi. Davaya bakan mahkeme, suçlamalara delil gösterilen telefon dinlemelerinin yasal olmadığına karar verdi. Hakkında hiçbir somut delil olmamasına rağmen iddianamede Özerden’e, “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni ortadan kaldırma teşebbüsüne yardım etmek” suçlaması yöneltildi. 700’ü aşkın gündür hapiste olan Özerden, Gezi Davası’nda ilk kez hâkim karşısına çıktıkları 25 Haziran 2019’dan bu yana hep aynı soruya yanıt arıyor: “Bunu defalarca söyledim, tekrar söyleyeceğim: Neden burada olduğumu hâlâ anlayamıyorum, bunu bana mantıklı anlatabilecek bir Allah’ın kulu da çıkmadı hâlâ.”


Kazım Kızıl ve Metin Cihan’a Metin Göktepe Ödülü

Evrensel muhabiri Metin Göktepe ve görevi başında yitirilen basın emekçilerinin anısını yaşatmak için 1998 yılından bu yana verilen Metin Göktepe Ödülleri 27’nci kez sahiplerini buldu. Her sene Göktepe’nin doğum günü olan 10 Nisan’da düzenlenen tören bu yıl bayrama denk geldiği için 15 Nisan’da İstanbul’da Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde gerçekleştirildi. Törene Göktepe’nin annesi Fadime Göktepe, ablası Meryem Göktepe ve ailesi başta olmak üzere sendikalar, siyasi parti üyeleri ve çok sayıda gazeteci katıldı. Gecede belgeselci, video-aktivist Kazım Kızıl, 6 Şubat depremlerinin en çok etkilediği illerden Hatay’ın Samandağ ilçesinde çektiği fotoğrafla bu yılki Fotoğraf Ödülü’nün sahibi oldu. Depremin hemen ardından bölgeye giden Kızıl, 10 Şubat’ta basın kartını göstermesine rağmen çekim yapmasının polis tarafından engellendiğini duyurmuş, İskenderun’dan paylaştığı bir videoda ise herhangi bir yetki sahibi olmayan kişiler tarafından da çekimlere müdahale edildiğini göstermişti. Bu süreçte deprem bölgelerinde barınma, su, yiyecek, hijyen gibi temel ihtiyaçların karşılanması kadar önemli bir başlık daha gündeme getirildi. Şehri kaplayan tozun uzun süreli solunmasının pnömokonyoz, mezotelyoma ve akciğer kanseri gibi çok ciddi hastalıklara yol açacağına dair uyarılar yapıldı. Kızıl’ın 10 Şubat 2024 tarihli fotoğrafında ise Samandağ’da molozların bitişiğindeki halı sahada futbol oynayan çocuklar görünüyor. 

‘Hatay’da Top Oynayan Çocuklar’ (Fotoğraf: Kazım Kızıl / 10 Şubat 2024, Samandağ/Hatay)

Jüri Özel Ödülü bu yıl iki alanda verildi. Ödüllerden birisi Kadın İşçi Haber Sitesi’ne diğeri ise bağımsız gazeteci Metin Cihan‘a takdim edildi. Cihan, cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan’ın gemisinin İsrail’den sevkiyat yaptığını ortaya çıkaran ve AKP’de siyaset yapan politik figürlerin İsrail’in Gazze’deki katliamı sürerken ticari ilişkilerine devam ettiğini ispatlayan haberleriyle ödüle layık bulundu. Elde ettiği verileri sosyal medya hesaplarından paylaşan Cihan, bu süreçte tümüyle cep telefonunun ekranını kullanarak ve internetten herkesin erişebileceği kaynaklardan faydalanarak bir çeşit ‘masaüstü belgesel‘ çalışmasına da imza atmıştı. Kısıtlı imkânlar karşısında gazetecilik pratiğinin sınırlarını belgesel ve masaüstü sinemanın olanaklarıyla besleyerek genişleten Cihan, çalışmasıyla herkesin erişimine açık veri tabanlarının kullanılabilirliğine yönelik yeni bir bakış da kazandırdı kuşkusuz. 11 yaşındaki Rabia Naz Vatan’ın şüpheli ölümünü gündeme taşıyan ve kendisine yönelik baskılardan dolayı yurtdışına çıkmak zorunda kalan Cihan’ın ödülünü Kazım Kızıl teslim aldı. 

Hatırlanacağı üzere Kazım Kızıl da 2020’de Rabia Naz Vatan’ın şüpheli ölümüyle ilgili araştırma yaparken gazeteciler Canan Coşkun ve Tuğba Demir’le birlikte Giresun’da gözaltına alınmıştı. Rabia Naz Vatan vakasıyla ilgili bir belgesel hazırlığında olan Kızıl, Emel Anne (2019) filmiyle Altyazı Fasikül Gösterimleri’nin konuğu olmuştu.


Yerel seçimler: Halkın haberleşme özgürlüğüne engel, gazetecilere baskı

Kamuoyunda ‘ses ve görüntü yasağı’ olarak nitelenen Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) genelgesi, 2021 yılında 1 Mayıs İşçi Bayramı arifesinde yayımlanmıştı. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) açtığı davada sonucu Danıştay’ın kararıyla yürütmesi kesin olarak durdurulan genelge, ilanından üç yıl sonra yine 1 Mayıs arifesinde tartışılmaya devam ediyor. 31 Mart yerel seçimleri ve sonrasında çok sayıda gazeteci temel meslek gerekliliğini yerine getirdiği için tehdit, engelleme ve gözaltı gibi müdahalelere maruz kaldı, ölümle tehdit edildi. Tüm bu baskılar yürütmesi durdurulan genelgenin fiilî anlamda devam ettiğini akıllara getiriyor. 

CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer’in yayınladığı Basın Özgürlüğü Raporu Mart ayında gazetecilerin birçok toplumsal olayı izlemekten alıkonulduğu ortaya koydu. İstanbul Yenikapı Miting Alanı’ndaki Newroz kutlamalarını takip eden bianet muhabirlerine yönelik polis saldırısının da aralarında olduğu 42 vaka yaşanırken 31 Mart yerel seçimlerinde de gazetecilerin meslek faaliyetlerini yerine getirmeleri engellendi. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) gazetecilerin oy sayımı sırasında görüntü almasını aldığı karar ile yasakladı. Seçim işlemleri sırasında oy verme işlemlerini engellememek kaydıyla haber amaçlı görüntü alınmasını serbest bırakan kararda “oy sayımı başladıktan sonra içeride çekim yapılamaz” denildi. 298 sayılı kanunun 82. maddesine göre “…Medya mensuplarının sandık çevresinde, sandık başı işlemlerine engel olmamak şartıyla, haber amacıyla görüntü ve bilgi elde etmeleri serbesttir.”

Gazeteci Ferhat Sezgin, 3 Nisan’da İstanbul Esenyurt’taki Van protestolarını takip ederken polis şiddetine uğradı. Adliye’de ifadesi alınan Sezgin’in gözaltı sırasında aldığı darbe nedeniyle burnunun kırık olduğu bildirildi. (Fotoğraf: MLSA)

Mesleki faaliyetlerini yapmak isteyen gazeteciler çok yönlü bir baskıyla karşı karşıya kaldı. Diyarbakır’da seçimleri izlemek isteyen gazeteciler kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından silahlı saldırıya uğradı. Muş’ta ‘hileli oy’ seçimi sandık görevlileri tarafından engellenmediği ve tutanak tutulmadığı yönündeki itirazları kayda almak isteyen gazeteciler tehdit edildi. Özellikle Güneydoğu’daki illerde taşıma seçmen getirildiğine dair pek çok video yayınlandı. Ancak İletişim Başkanlığına bağlı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nden (DMM) yapılan açıklamada görüntülerin dezenformasyon olduğu, gerçeği yansıtmadığı iddia edildi. Van, Batman, Siirt gibi illerde gazetecilere tazyikli su sıkılarak müdahale edildi. Birçok gazeteci seçimlerdeki usulsüzlükleri haberleştirdiği için ölüm tehdidi aldığını duyurdu. Hatırlanacağı üzere EGM genelgesinde eylemler sırasında polislerin görüntülerini veya seslerini kaydeden kişilerin engellenmesi ve haklarında adli işlem yapılması gerektiği ifade ediliyordu. Genelgede kolluk görevlilerinin uyguladığı hak ihlallerinin kaydını ve paylaşımını kolaylaştıran akıllı telefon ve sosyal medya gibi teknolojik alet ve mecralar ‘özel hayatın gizliliğinin ihlalini’ artıran araçlar olarak değerlendiriliyor, ses ve görüntü kaydı alınmasının ‘kolluk personelinin görevini yapmasını engellediği’ öne sürülüyordu. Ortaya çıkan tablo anayasa aykırı olan ve haberleşme özgürlüğünün önüne geçen genelgenin ‘uygulanırlığını’ tartışmaya açıyor. 

Çakırözer’in raporunda dikkat çeken bir diğer başlık ise TRT. “Tarafsızlık, gerçeklik, doğruluk ilkelerine uygun kamu yayıncılığı yapmakla yükümlü” olmasına karşın iktidara yakın bir yayın anlayışı benimseyen TRT, kampanya sürecinde olduğu gibi seçim günü de AKP’li adayların reklam filmlerini yayınladı. TRT’nin seçim günü dahi yasak dinlemediğini belirten Çakırözer, “AKP’nin basına yönelik yasakçı, sansürcü, baskıcı anlayışı bu seçim döneminde de değişmedi. Gazetecilerin haber yapmasını engelleyen, hakkındaki usulsüzlük, görevi suistimal, rüşvet iddialarını konu alan haberleri erişime engelleyen AKP’li yöneticiler, belediye başkan adayları basın özgürlüğüne kara bir leke daha bıraktı. Ama millet sandıkta sadece yerel yöneticilerini seçmedi, bu sansürcü baskıcı iktidara da dersini verdi. Basın özgürlüğü ve demokrasi mücadelemizi sürdüreceğiz,” ifadelerini kullandı.


Ali Aydın’dan Netflix Türkiye yönetimine: Niye sadece siz zenginleşirken binlerce sektör çalışanı yoksullaşıyor?

Senarist ve yönetmen Ali Aydın, Netflix Türkiye’ye yönelik eleştirileriyle gündemde. Aydın sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşımla Netflix Türkiye yöneticisi Pelin Diştaş ve ekibinin hep aynı yapımcılarla işbirliği yaptığını söyleyerek “Sektördeki küçük yapımcılar, yönetmenler, yazarlar ve oyuncular asla Netflix’in kapısından giremiyor,” ifadelerini kullandı. Netflix’in Türkiye ayağındaki işleyişin Fransa ya da Almanya gibi ülkelerde yapılamayacağını öne süren Aydın, bu ülkelerde tekelleşmenin hukuki açıdan büyük yaptırımları olduğuna dikkat çekti. Pelin Diştaş’la yapımcı Ayşe Barım‘ın yakın arkadaş olduklarından dolayı başrol oyuncularının Barım’ın yapım şirketi İd İletişim’in tercihleriyle belirlendiğini iddia eden Aydın, “Kendi menajerlik şirketinde bile oyuncular arasında haksızlık yapanlar size bana ne yapmaz?” sorusunu yönelttiği açıklamasında savcılığa dilekçe vereceğini de not düştü. Sektörden ödüllü yönetmenlerin “Ben istemediğim sürece burada iş yapamazsın” gibi bir muameleye maruz kaldığını vurgulayan Aydın, sendikaları ve sendika avukatlarını bu konuda sessiz kalmakla suçladı. Netflix yönetimine “Niye sadece siz zenginleşirken sayısı binleri bulan sektör çalışanları yoksullaşıyor?” sorusunu yönelten Aydın, “Almanya ve Fransa’daki politikalar Türkiye’de uygulanana, Diştaş ve OGM Pictures’ın kurucusu Onur Güvenatam‘ın eski çalışanı Özge Bağdatoğlu istifa edene kadar” susmayacağını ifade etti.

Ali Aydın

Varyete Film‘in YouTube’da yayınlanan ‘Hemzemin‘ programına konuk olan Aydın, Netflix Türkiye’ye dair eleştirilerini yinelerken menajer-yapım ilişkilerinden sektörde yaşanan tekelleşme ve tek tipleşen yapımlara kadar pek çok başlıkta fikirlerini paylaştı. Programı izlemek için tıklayınız.


EŞİK’ten Kaygılaroğlu’na: Kadın katillerini yüceltmenize izin vermeyeceğiz

Oyuncu Uraz Kaygılaroğlu‘nun, fotoğraf sanatçısı Sayna Soleimanpour‘un “Life in Plastic” adlı sergisi için verdiği pozlar tepki topladı. Kaygılaroğlu ve Soleimanpour’un fotoğraflarının resimle iç içe geçtiği eserler, kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini çağrıştırmasıyla eleştirilirken Eşitlik İçin Kadın Platformu’ndan (EŞİK) yapılan açıklamada “Kadın katillerini yüceltmenize izin vermeyeceğiz,” ifadeleri kullanıldı.

Soleimanpour’un ilk sergisinde yer alan Kaygılaroğlu, erkek şiddetini normalleştiren fotoğraflara gelen tepkilerin ardından bir açıklama yayımladı. Kaygılaroğlu çok sayıda sosyal medya kullanıcısının rahatsız edici bulduğu eserler için “Sakin olalım dostlar,” ifadelerini kullandı. EŞİK’ten yapılan açıklamada Kaygılaroğlu’nun kamuoyunu sakinliğe etmesinin “Kadın cinayetlerinin marjinal şiddet görüntüleri haline getirilip, estetize edilmesi ve vahşetin sıradanlaştırılmasına tepki gösterilmesine” engel olma amaçlı olduğunun altı çizildi. Münevver Karabulut, Pınar Gültekin, Özgecan Aslan, Ceren Özdemir ve Emine Bulut gibi vahşice katledilen kadınları hatırlatan platform “’Sanat’ adı altında, kadın cinayetlerini estetiğe ederek sıradanlaştırmanıza, kadın katillerini yüceltmenize kavramların içini boşaltmanıza izin vermeyeceğiz!” sözleriyle tepki gösterdi.

Bunun üzerine özür dileyen Kaygılaroğlu, amacının kötü duygular uyandırmak olmadığını belirterek “Amacım hayatımdaki özel birinin sanat çalışmasına destek vermekti. Verdiğim destekten ötürü ortaya çıkan görseller toplumumuzda rahatsızlık uyandırdıysa bunu sadece sanat diyerek geçiştiremem ve çok üzüldüğümü belirtmek isterim,” ifadelerini kullandı. Soleimanpour ise eserlerin anlamından bağımsız noktalara çekildiğini ifade eden açıklamasında eserler üzerinden kadına şiddet ve şiddet propagandası yapıldığı iddialarına “Bu eserlerin aktivist veyahut eleştirel bir noktadan ‘kadına şiddet’ konusu ile ilgisi kesinlikle yoktur. Ben kadın bedenine sahip bir insanım ve fotoğraflarımda kendi bedenimi model olarak kullanmak benim üretim pratiğimin içerisinde yer alan öznel bir dildir. Ben doğuştan ‘kadın’ bedenine sahip olduğum için otoportre çalışmalarımda doğal olarak ‘kadın’ bedeni yer alıyor, şayet erkek olsaydım aynı fotoğraflardaki uzuv parçaları bir erkeğe ait olacaktı,” sözleriyle karşılık verdi.


Mahkeme, tacizi ifşa ettiği için işten çıkarılan Zeynep Çetinkaya’yı haklı buldu

TRT 1 ekranlarında yayınlanan Gönül Dağı (2020-) dizisi setinde yaşanan taciz vakası yargıya taşındı. Sette saç asistanı olarak görev yapan Zeynep Çetinkaya, kendisini zorla öpmeye çalışarak taciz eden makyaj şefi Kardelen Özbek‘e açtığı davada haklı bulundu. Sivrihisar Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme, Özbek’e 1 yıl 8 ay hapis cezası verdi. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilirken Özbek’in 5 yıl içinde kasıtlı bir suç işlemesi durumunda cezası infaz edilecek.

Davanın takipçisi olan Sinema-TV Sendikası, yayınladığı açıklamada Çetinkaya’nın uğradığı cinsel istismarı dizinin yapımcılığını üstlenen Köprü Film’e bildirdikten sonra haksız olarak işten çıkarıldığını vurgulayarak mahkeme kararını hatırlattı. Açıklamada “Zeynep Çetinkaya’nın Yanındayız!” ifadeleri kullanıldı. 


Ferzan Özpetek: Netflix Türkiye filmimi içki var diye almadı

Ferzan Özpetek’in üç kısa filmden oluşan projesi Bir İstanbul Üçlemesi (2023) geçtiğimiz günlerde 43. İstanbul Film Festivali kapsamında seyirciyle buluştu. Gösterimin ardından seyircilerin sorularını yanıtlayan Özpetek, Netflix Türkiye‘nin içkili sahneleri nedeniyle filmini almadığını söyledi. Gazete Duvar’dan Ezgi Sivrikaya’nın haberine göre Özpetek, filme uygulanan sansürü şu sözlerle açıkladı: “Filmi İtalya’nın Netflix’i aldı ama Türkiye’ninki almadı çünkü içki var. Biliyorsunuz silah olabilir ama alkol olamaz. Başka bir yere gidecek Türkiye’de. Başka ülkelerin Netflix’leri alıyor ama Türkiye’nin Netflix’i almıyor. Ne yapalım, kaderimiz. Kader utansın.”

Rakı sofralarının zengin ve köklü geleneğini anlatırken arka plana İstanbul’u yerleştiren Bir İstanbul Üçlemesi; ‘Meze’, ‘Müzik ve’ Muhabbet’ adlı üç bağımsız kısa filminden oluşuyor.  Senaryosu da Özpetek tarafından yazılan film Ahsen Eroğlu, Serra Yılmaz, Ayta Sözeri, Aslı İnandık, Burak Yamantürk, Yiğit Kirazcı ve Kubilay Aka gibi oyuncuları bir araya getiriyor. 


FST üyeliğini askıya almıştı: Murat Uçan’ın yargılandığı dava ertelendi

Bursa Bülbülü (2021) film setinde yapım tasarımcısı olarak çalışan Murat Uçan’ın, aynı sette kostüm asistanı olarak görev alan Cansu Tabak’a karşı ‘cinsel saldırı’ ve ‘nitelikli olarak konut dokunulmazlığını ihlal etme’ suçlarını işlediği gerekçesiyle yargılandığı davanın dördüncü duruşması 16 Nisan’da Bursa 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Tabak’tan edindiğimiz bilgiye göre savcının mütalaasını verdiği davada Uçan’ın cezalandırılması talep edildi. Tabak’ın avukatı ise ertelenen davanın bir sonraki duruşmasında hâkimin kararını açıklayacağı görüşünde. Murat Uçan’ın yargılandığı davanın beşinci duruşması 2 Temmuz Salı günü saat 14:00’da görülecek.

Olayın yargıya taşınmasının ardından Susma Bitsin ve Sinema-TV Sendikası Tabak’a desteğini açıklayarak dayanışma çağrısında bulunmuştu. Sosyal medyada çok sayıda kullanıcı da #CansuTabakınYanındayız etiketiyle Tabak’a destek vermişti. Film ve Sahne Tasarım Ekipleri Derneği (FST) ise “Her türlü tacizin karşısında ve mağdurun yanında olacağız” diyerek Uçan’ın üyeliğini askıya almıştı.


‘Taş Kağıt Makas’ dizisinde oğlunu ABD’ye kaçıran Eylem Tok’a gönderme

Kanal D ekranlarında izleyiciyle buluşan Taş Kağıt Makas (2024-) dizisinin altıncı bölümünde işlenen olay, 1 Mart’ta lüks otomobiliyle beş kişiye çarpıp birinin de ölümüne neden olan 17 yaşındaki oğlunu Amerika’ya kaçıran yazar Eylem Tok’un hikâyesini hatırlattı. Dizide Yeliz Akkaya’nın canlandırdığı Meryem karakterinin oğlu Furkan lüks aracıyla bir kuryeye çarpıyor. Meryem, Doğa Karakaş’ın hayat verdiği Furkan’ı kurtarmak ve olayın üstünü örtmek için çare ararken Bünyamin Emirkıran’ın (Atsız Karaduman) desteğiyle oğlunu önce Katar’a oradan da Amerika’ya kaçırmaya karar veriyor.

İstanbul Eyüpsultan’da yaşanan olayda yazar Eylem Tok ile Op. Dr. Bülent Cihantimur’un 17 yaşındaki oğlu T.C., gece 04:30 sıralarında ehliyetsiz araç kullanırken arızalanan ATV motorunu emniyet şeridinde durarak kontrol eden beş kişilik gruba çarpmıştı. Kazada dört kişi yaralanırken 29 yaşındaki Oğuz Murat Acı ise hayatını kaybetmişti. Tok’un olay yerine gelerek oğlunu aldığı, saat 02:00 sıralarında İstanbul Havalimanı’na gittiği ve 04:30 sıralarında Mısır’a uçtuğu tespit edilmişti. Tok ve oğlunun buradan ABD’ye kaçtığı ortaya çıkmıştı.

Yönetmenliğini Yusuf Pirhasan’ın üstlendiği, senaryosunu Uğraş Güneş’in kaleme aldığı Taş Kağıt Makas‘ta Deniz Bulutsuz’a şiddet uyguladığı için yargılanan Ozan Güven de rol alıyor. Dizide bir avukatı canlandıran Güven’in setlere geri dönmesi kadın örgütlerince eleştirilmiş, “Güven’in medyanın gücünü aracı kılarak failliğini aklamaya çalıştığı” iddia edilmişti. Güven hakkında şiddet faili olduğu gerekçesiyle açılan davanın bir sonraki duruşması 4 Haziran 2024’te görülecek.


Umur Çağın Taş’a dolandırıcılık ve mobbing iddiası

2009’da kurduğu Oscar Boy adlı internet sitesinde ödül sezonu başta olmak üzere sinema ve televizyon gündemine dair pek çok konunun nabzını tutan Umur Çağın Taş‘ın eski sevgilisini dolandırdığı ve maddi manevi mobbing uyguladığı iddia edildi. Taş’ın eski sevgilisi sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlarda Taş’ın kendisini tehdit ettiğini iddia ederek hukuk yoluna başvuracağını açıkladı. İfşa paylaşımlarının ardından Umur Çağın Taş’ın sosyal medya hesaplarını ve Oscar Boy sitesini erişime kapattığı görüldü.