Şu An Okunan
Sinema “İşgal” Rehberi: La Clef Nasıl Ayakta Duruyor?

Sinema “İşgal” Rehberi: La Clef Nasıl Ayakta Duruyor?

Paris’te bir sinemada yeni bir direniş tarihi yazılıyor. La Clef’i işleten kolektif, Mart ayında binadan polis zoruyla çıkartıldı. Ama geri adım atmadılar. Önce sinemayı satın alacak sermaye grubunu vazgeçirdiler. Sonra da “sinemanın sahipleri mekânı bizzat kullananlardır” diyerek salonu bağış kampanyasıyla satın almak için kolları sıvadılar. La Clef Revival ekibiyle tahliye öncesi yaptığımız bu söyleşiyi, yeni sinema salonu modellerine rehber olması dileğiyle sizlerle paylaşıyoruz. Şubat ayından bir söyleşi, işgal günlerine geri dönüş.

Söyleşi ve fotoğraflar: Sibil Çekmen

Paris’in Latin Mahallesi’nde iki buçuk yıldır direniş halinde olan, şehrin dernek esaslarına göre işletilen son sinema salonu La Clef (Fransızcada “anahtar”), 1 Mart günü zor kullanılarak tahliye edildi. Salonu işgal eden ve yaşatan kolektif La Clef Revival (La Clef Yeniden), tahliye tehdidinin ciddi bir şekilde kendini hissettirdiği son altı hafta boyunca, bağımsız, aktivist, kuir filmlerden, dünya sinemasından örneklerden oluşan seçkiler aracılığıyla kamuoyunu, kâr hesaplarından uzak bir işleyişe sahip olan bu salonun sunduğu sinema salonu modelinin yaşaması gerektiğine ikna etmişti. Céline Sciamma, Jean-Luc Godard, Olivier Assayas, Claire Denis, Tony Gatlif gibi sinemacıların, onlarca kültür-sanat ve sinema kurumun ve en önemlisi altı hafta boyunca sinemayı sabah altıdan gece yarısına kadar dolduran sinemaseverlerin desteklediği direnişin kararlılığı, tahliyenin hemen ardından, sinemanın tek potansiyel alıcısı olan SOS Grubu’nun[1] teklifini geri çekmesine neden oldu. 

Röportaj günü gişede çalışan gönüllü genç, Emek Sineması mücadelesini anlatan Özgürleşen Seyirci belgeselini La Clef’de izledikten sonra direnişe katılmaya karar verdiğini anlattı: “Belgeseli izledikten sonra kendi kendime, La Clef’nin sonu böyle olamaz!’ dedim.”

La Clef üç ayı aşkın bir süredir kapalı ama La Clef Revival, binayı satın almak için somut adımlar atmaya devam ediyor. Yönetim kurulunda Céline Sciamma’nın da bulunduğu Cinéma Revival adıyla kurulan bağış fonu aracılığıyla kolektif, “herkese açık ve kâr amacı gütmeyen, bağımsız, yatay bir işleyişe sahip olan sinema salonlarını korumayı ve gelişmelerini sağlamayı” amaçlıyor. Bu fonun resmî statüsü sayesinde, sinemanın sahipleri, satın alma işlemi için bağış yapanlar ya da ortaya para koyanlar değil, sinemayı bizzat kullanan kişiler olacak. Binanın satın alınması için gereken 4,5 milyon avroluk bütçeyi kitle fonlaması[2], kişisel bağışlar, kamu fonları ve banka kredisi ile tamamlamayı planlayan kolektif, “La Clef’yi bize satın!” adlı toplantılar dizisi ile projelerini her gün daha fazla kişiyle paylaşıyor ama aynı zamanda, kendilerini destekleyen alternatif kültür sanat mekânlarını kullanarak, sinemaseverlere film gösterimleri ve sinema atölyeleri sunmaya devam ediyor.

Peki kolektifin bu kadar büyük bir desteği harekete geçirmesini, La Clef direnişinin tahliyeye rağmen ayakta kalmasını hatta satın alma projesinin gittikçe daha fazla somutlaşmasını sağlayan sinema salonu hayali hangisiydi? La Clef’nin işgal dönemindeki işleyiş modeli hangi prensipler üzerine kuruluydu? Ve en önemlisi, La Clef’nin kurduğu bu alternatif ortam nasıl bir ihtiyaca karşılık geliyordu? Bu soruların cevabını almak için, tahliyeden hemen önce, kolektifin aktif üyelerinden Apolline/Lawrens Diaz ve Thomas Hirgorom ile söyleşmiştik. Altyazı Fasikül olarak hem takip ettiğimiz bu direnişi desteklemeye devam etmek, hem de farklı bir işleyiş modelini sizlerle paylaşmak için işgal günlerine bir geri dönüş niteliğindeki bu söyleşiyi yayımlıyoruz.

La Clef’nin işleyişini anlayabilmemiz için öncelikle sinemayı yaşatan ekipten bahsedebilir misiniz?

Thomas Hirgorom: Ekip, aktif üyeler ve gönüllülerden oluşuyor. Sinemaya düzenli olarak gelen ve günlük bazda ayakta kalmasını sağlayan aktif üyelerin sayısı bugün elli civarı. 

Apolline/Lawrens Diaz: Aktif üyeler farklı birimlerin işleyişini sağlıyor ve gerektiğinde yenilerini kuruyorlar: Gösterim programı, iletişim, mekânın genel yönetimi ve bakımı, muhasebe, hukuki süreç, arabuluculuk, arşiv ve genç yönetmenlere rezidans imkânı sunan Studio 34. Her birimin iki-üç sorumlusu var. Aktif üye olmak, La Clef’nin zaman içinde nasıl işlediğini öğrenmeyi ve hukuki süreç başta olmak üzere farklı birimler tarafından yapılanları takip etmeyi gerektiriyor. O yüzden, aktif üye adaylarından sinemada en az dört kere gönüllü olarak çalışmış olmalarını bekliyoruz.

Sinema salonu zincirlerinin ya da bağımsız salonlarınkinden farklı, kolektif bir işleyişimiz var. La Clef bir paylaşım alanı.

T.H. Bu grubun çalışmalarını destekleyen, sinemaya ara ara destek atan gönüllülerin sayısı ise yüzün üzerinde. Son iki buçuk senede 450 kadar gönüllünün La Clef direnişine katıldığını biliyoruz. Tabii sinemanın ayakta kalmasını sağlayan seyircileri de unutmamak lazım. İster salonlarda film izlemek ister ortak bir yaşam alanı sunan fuayede oturmak, çalışmak için olsun, La Clef’ye gelen herkesin ücretsiz olarak derneğe üye olmasını istiyoruz. Bugün, direnişin başlamasından iki buçuk sene sonra, üye sayımız 20 bin. Direnişin başka bir etabına geçtiğimiz şu son beş haftada ise 6 binden fazla seyirci sinemamıza uğradı. 

Ekibe katılmak isteyen gönüllüleri nasıl bir süreç bekliyor? Aktif üyeler ya da deneyimi olan gönüllülerin yeni katılanlara neyin nasıl yapılacağını aktardıkları bir süreçten bahsedebilir miyiz?

T.H. Zorla tahliye tehdidi ortaya çıktığından beri, gönüllülerden gün içinde, sinemanın daha sakin olduğu saatlerde gelmelerini rica ediyoruz. Böylece onlara mekânı, farklı birimlerin nasıl işlediğini anlatmaya vaktimiz oluyor. Onları genelde başlangıç için iyi sayılan, tecrübe sahibi olmadan da rahatça çalışabilecekleri, sosyalleşebilecekleri birimlere yönlendiriyoruz: Gişe, mutfak ve bar. Onlara ilk verdiğimiz bilgilerden biri gönüllüler, aktif üyeler ve seyirciler arasında çıkabilecek çatışma durumlarında devreye giren “arabuluculuk” biriminin varlığı. Burada çalışanların fiziksel sağlık ve ruh sağlığı için bu gerekli. Bunun dışında oto-formasyonun önemine de vurgu yapıyoruz: Kolektifin herkesi kapsayacak yatay işleyişini koruyabilmemiz için gerekli bu. 

A.L.D. Bu işleyiş sayesinde her gün öğrenmeye devam ediyoruz. Ekipte bugün, sinemanın işleyişini A’dan Z’ye sağlayabilecek olan birçok dernek üyesi bulunmakta. 

Klasik bir gün nasıl geçiyor La Clef’de? İş bölümü nasıl yapılıyor?

T.H. Aslında her şey bir önceki gün başlıyor. Drive üzerindeki tabloları düzenli olarak dolduruyoruz, böylece ertesi gün aktif üyeler ve gönüllülerden kimler sinemada olacak takip edebiliyoruz. Zorla tahliye tehdidi ortaya çıktığından beri, her gece birkaç kişi burada nöbet tutuyor. Semt teftişi sabah 5’te başlıyor: Sokaklar ne durumda, polis barikat kurmuş mu diye kontrol ediyoruz. Saat 6’da ilk seans için kapıları açıyoruz. Bolca kruvasan ve kahvemiz mevcut. Sabahları işe, okula gitmeden önce film izlemeye gelen çok sayıda seyircimiz var. Bu ilk seanstan sonra, fuayemiz akşama kadar, çalışmak, dinlenmek, yemek yemek isteyen kişileri ağırlıyor. Akşam barı açtığımız anda, ortam değişiyor. Neşeli, muhabbetli… Akşam 20.00 seansı için, girişte dört kişi olmaya çalışıyoruz. Bir kişi Covid 19 aşı sertifikalarını kontrol ediyor. İki kişi seyircilerin dernek üyeliğinin kaydıyla ilgileniyor. Bir kişi de sadece sorulara cevap veriyor. Son seanstan sonra tekrar fuayede toplanıyoruz. Genelde 23.00’e kadar sohbetler devam ediyor. Tabii bu arada toplantıları da unutmamak lazım: Günde en az bir toplantı yapıyoruz, günlük raporlar tutuyoruz ama aynı zamanda, her birimin kendi gündemine göre toplantıları da oluyor. 

Oldukça kalabalık bir ekipsiniz, hele ki ara ara gelen gönüllüleri de sayarsak… Somut olarak iletişimi nasıl sağlıyorsunuz? 

T.H. Birimler iletişimi genelde Whatsapp üzerinden sağlıyor. Messenger grubunu daha genel konuları tartışmak, sorularımıza hızlı yanıtlar almak, fikirlerimizi paylaşmak için kullanıyoruz. Bir de Signal grubumuz var: Herkesin haberdar olması gereken önemli açıklamaları buradan paylaşıyoruz. Bu iletişim kanallarının mesaj yoğunluğuna maruz kalmasını engellemek için ikinci bir Messenger grubumuz var: “La Clef Revival Spam”. Bu grubu gülmek, eğlenmek için kullanıyoruz.

Harcamalar ve muhasebe ile ilgili neler diyebilirsiniz? Bir de hem film gösterimleri hem de bar için serbest fiyatlandırma (prix libre) prensibini uyguluyorsunuz. Bunun avantaj ve dezavantajlarından bahsedebilir misiniz? 

A.L.D. Masrafları şöyle sıralayabilirim: Mekânın işleyiş ve bakımı, yiyecek-içecek, teknik gereklilikler ve tabii ki hukuki süreç. Bilet satışı ve kafe/bar, tek maddi kazanç kaynaklarımız. Serbest fiyatlandırma prensibinin amacı tabii daha fazla kişinin sinemaya erişimini sağlamak. Ama bir yandan da zaten mekânı işgal ettiğimiz için CNC’ye (Ulusal Sinema Merkezi) bağlı olan bir bilet satışından bahsetmek mümkün değil. Bu yüzden de sabit bilet ücreti uygulamamız yok.

Filmlerin gösterim hakları için şirketlerle iletişime geçtiğimizde, ücretsiz gösterim izni talep ediyoruz çünkü gösterim şartlarına, elde edilen hasılatın paylaşılma şartlarına göre film sahiplerine ödenen gösterim ücreti 100 ila 400 avro arasında değişiyor. Bunu sağlayacak bir bütçemiz yok. Çok küçük dağıtım şirketlerine destek olmak için, birkaç filmin gösterim hakkını ödediğimiz oldu ama bunu çok sık yapamayız çünkü bu, destek mahiyetinde filmlerini göstermemize izin veren diğer dağıtım şirketlerine haksızlık olur. Zaten bu işleyiş, işgal bağlamı dışında sürdürebileceğimiz bir şey değil. Gösterdiğimiz filmlerin birçoğu zor bulunan, seyircinin erişiminin olmadığı filmler. Sanatçıların ve bu filmlerin bizlere kadar ulaşmasını sağlayan bütün yapıların emeklerini ekonomik olarak tanımak politik olarak önemli. Şu anda kriz anında olduğumuz için, henüz üzerine çok kafa yoramadığımız bir konu bu. 

İşgal ettiler, durmadan film gösterdiler, sinemacıların desteğini kazandılar, sermayeyi vazgeçirdiler. Mart ayında polis zoruyla binadan çıkartılan La Clef Revival kolektifinin şimdiki amacı sinemanın sahibi olmak. Ekibi işgal günlerinde ziyaret etmiştik.
Metin Akdemir’in Hayalimdeki Sahneler adlı belgeselinin gösterimi sonrasında, akademisyen Sibil Çekmen ve sinema eleştirmeni Öykü Sofuoğlu ile, Türkiye sinemasında kuir temsiller üzerine söyleşi. Fotoğraf: Yoel Meranda, 18 Şubat 2022.

Biraz da program tercihlerinden bahsedebilir misiniz? Filmleri hangi kriterlere göre seçiyorsunuz? 

T.H. Zorla tahliye tehdidinin ciddi ciddi ortaya çıkmasından sonraki ilk hafta, stratejik kararlar aldık: Önemli olan olabildiğince çok insanın sinemaya gelmesini sağlamaktı. Gösterimlerin hep yönetmenin, yapımcının ya da seansı sunabilecek kişilerin eşliğinde gerçekleşmesine dikkat ettik. Direnişimizin görünürlüğü arttıkça, birçok sinemacı, bizlere destek olmak için filmlerinin gösterim hakkını ücretsiz olarak verdi.

İdealde La Clef’nin işleyişi nasıl olmalı sorusuna gelirsek: Biz bir dernek olarak bu binayı işgal ettik ama başka derneklerin, farklı kolektiflerin, politik grupların, toplulukların gelip binaya sahip çıkmasını, burada gösterimler düzenlemesini temenni ediyoruz. Kapsayıcı ve demokratik bir sinema işleyişi bunu gerektirir. Ne yazık ki bu kriz döneminde üzerine istediğimiz kadar eğilemediğimiz noktalardan biri de bu.

A.L.D. İlk haftalar gerçekten, Fransa ve dünya sinemasının büyük isimlerini getirmeye ihtiyacımız vardı. Wang Bing, Frederik Wiseman… Céline Sciamma ve Adèle Haenel’in gelişi gerçekten bir tür doruk noktası oldu. Sinema ve kültür sanat dünyasında ağırlığı olan insanların mücadelemize katılması, bizi desteklemesi, elimizi güçlendirdi. Tabii bunun yanında asıl prensibimiz, tanınmayan, bilinmeyen, ötekileştirilen grupların hikâyelerini anlatan filmleri seyirciyle buluşturmak.

T.H. Bu sinemanın ayakta kalmasını sağlayan üç güç var: gönüllüler, sinemacılar ve zincirin en önemli halkası, seyirciler. Hiç bilinmeyen filmlerin gösterimleri bile tıka basa dolduğunda bunu anladık. O haftalar aslında çok daha cesur bir program önerebilirmişiz diyorum kendi kendime. Şimdi seyirci sayısı biraz düşmeye başladı tabii ama ilk haftalar seyircilerin ilgisi beni inanılmaz etkilemişti.

A.L.D. Bazı gösterimler, ötekileştirilen grupların La Clef’ye gelmesini sağlıyor ama önemli olan bu insanların, kendilerini ilgilendiren konuları ele alan filmlerin gösterimleri dışında da burada kendilerine bir yer bulabilmesi. Bence üzerine eğilmemiz gereken konulardan biri de bu. 

Harekete geçirdiğiniz dayanışma ağı muazzam. La Clef nasıl bir ihtiyaca karşılık geliyor ki bu kadar insanı direnişin içine çekebildi? 

T.H. La Clef’nin programını sonu hiç gelmeyen bir festivale benzetebiliriz. Göstereceğimiz filmleri kalbimizle seçiyoruz. Program, herkesin önerilerine açık olduğu için de büyük bir çeşitlilik söz konusu. Filmleri uzun uzun tartışıyoruz. Önemli olan, seçimlerimize belirli bir mesafeden bakabilmek ve kendimize hep “Bu programda eksik olan ne?” sorusunu sormayı unutmamak. 

A.L.D. Ben bir süredir sosyal medya üzerinden LGBTIQ+ filmleri ile ilgili paylaşımlar yapıyordum. Luisa benimle iletişime geçti ve kendimi bir anda La Clef’de buldum. Harikaydı çünkü bana güvendiler ve açık çek verdiler. Bu sayede, LGBTIQ+ hikâyeleri, arşivleri ve hafızası temaları etrafında gösterimler düzenleyebildim. Sinema salonu zincirlerinin ya da bağımsız salonlarınkinden farklı, kolektif bir işleyişimiz var. La Clef bir paylaşım alanı. Bu yüzden seyircilerin burada kendilerine bir yer bulması daha kolay ve bence mücadelemiz etrafında bu kadar çok insan toplanmasının nedenlerinden biri de bu. 

Parislilere harika bir sinema şöleni sunmanın yanında eğitim çalışmaları da yürüttüğünüzü duydum. 

A.L.D. Semtteki bazı okullar ve merkezler ile anlaşmamız vardı. Her Çarşamba, yaşları 5 ila 10 arasında değişen çocuklar buraya geliyordu ve onlara tüm yıl süren, hem film okumalarını hem de film çekme tekniklerini kapsayan bir sinema eğitimi sunuyorduk. Programın adı Küçük Kaçamak idi. Zorlu tahliye tehdidinden beri ne yazık ki bu çalışmaları askıya almak zorunda kaldık. 

Eskiden sinema endüstrisini düşündüğümde, hep düşmanca bir tavrın hâkim olduğu bir ortama mecbur olduğumuzu düşünüyordum. La Clef’de bu paylaşım ve tartışma ortamının kurulabildiğini görmek bana inanılmaz iyi geldi.

Peki son olarak La Clef’nin yapım ayağı olan Studio 34’ten bahsedebilir misiniz?

T.H. Bu birimi kuranlar, “Başka bir film üretme yöntemi mümkün” diyerek yola çıkmışlar. Studio 34’ün sanatçı rezidansına katılan ilk kişilerden biriyim, zaten La Clef’ye gelişim de bu vesileyle oldu. Bu ilk büyük rezidans kapsamında, yapımını La Clef’in üstlendiği dört film çekiliyor şu anda. Gönüllüler (profesyoneller ama bazen öğrenciler de) yönetmenlere, senaryo, ekipman bulma, çekim, montaj, ses tasarımı gibi çeşitli etaplarda eşlik ediyor. Katılımcıların La Clef içindeki tüm alanlara ve sinemanın sunduğu tüm olanaklara -sinemanın kapalı olduğu saatler de dahil olmak üzere- tam erişim hakkı var. Kolektif olarak birbirimize nasıl yardım edebiliriz ve bu mekânı nasıl kullanabiliriz, bunun üzerine düşünüyoruz. Mesela ben ilk test-gösterimimi Salon 1’de yaptım!

La Clef’nin boşaltıldığı gün yapılan destek eylemine katılan Céline Sciamma alanda şu sözleri sarf etmişti: “Ürettiğimiz alternatifler gerçekçi oldukları için bu kadar büyük bir sabotaja maruz kalıyorlar.”

La Clef’nin yapımı olan filmlerde öne çıkacak temalar ve sinema dilleri üzerine de tartışıyoruz. Amaçladığımız, şu anda benim gibi rezidansa katılan kişilerin, seneye yeni katılımcılar olduğunda onlarla çalışması. Studio 34, sinemaya bakışımı değiştirdi. Eskiden sinema endüstrisini düşündüğümde, hep düşmanca bir tavrın hâkim olduğu bir ortama mecbur olduğumuzu düşünüyordum. La Clef’de bu paylaşım ve tartışma ortamının kurulabildiğini görmek bana inanılmaz iyi geldi.


[1] “DNA’sında sosyal girişimcilik olan” SOS Grubu’nun başkanı Jean-Marc Borello, aynı zamanda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un partisi La République en marche’ın üst düzey yöneticilerinden. La Clef’nin SOS Grubu tarafından satın alınması durumunda bağımsız bir sinema salonu olarak varlığını sürdürememe riski, kolektifin sıklıkla dile getirdiği bir husustu.
[2] 2188 katılımcı ile hedeflenen 150 bin avronun 140 binden fazlası toplanmış durumda