Açık Radyo davası: RTÜK’ün itirazı reddedildi
RTÜK’ün, yayın durdurma kararına uyulmadığı gerekçesiyle yayın lisansını iptal ettiği Açık Radyo‘nun başvurduğu idare mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Açık Radyo’da yayınlanan Açık Gazete’nin 24 Nisan tarihli programında yayına katılan konuğun “Ermeni soykırımı” ifadesini gerekçe göstererek idari para cezası ve beş kez yayın durdurma cezası veren Üst Kurul, 3 Temmuz’da radyonun lisansının iptal edildiğini duyurmuştu.
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), 22 Mayıs’ta gerçekleşen Üst Kurul toplantısında aldığı kararla, Açık Radyo’ya üst sınırdan 189 bin 282 TL idari para cezası ve beş program durdurma cezası verdi. Açık Gazete yayınına katılan konuğun “…Ermeni, yani Osmanlı topraklarında gerçekleşen tehcir ve katliamların, soykırım olarak adlandırılan katliamların 109. Yıldönümü, sene-i devriyesi. Bu yıl da yasaklandı biliyorsunuz Ermeni soykırım anması” ifadeleri nedeniyle “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik”” gerekçesiyle yaptırım uygulayan RTÜK, açıklanan kararda ihlalin bir yıl içinde tekrarı halinde, yayının on güne kadar durdurulacağı ve bir kez daha tekrarı halinde Açık Radyo’nun yayın lisansının iptal edileceğini ihtar etti.
Ceza kararıyla ilgili 28 Haziran’da paylaşılan açıklamasında Açık Radyo, yayın hayatına başladığından bu yana her zaman düşünce ve ifade özgürlüğünü ve bunun doğal bir sonucu olan basın özgürlüğünü savunduğunu, yayınlarını da bu ilkeler çizgisinde sürdürdüğünü ifade etti. Ceza kararlarının evrensel hukuk ve gazetecilik ilkeleri doğrultusunda kabulünün mümkün olmadığı belirtilen açıklamada program içinde, ifade ve düşünce özgürlüğünün sınırlarını aşan bir ifade ve gazetecilik ilkelerine aykırı bir yön bulunmadığı vurgulandı. “Anılan programın toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edici ve toplumda nefret duyguları oluşturabilecek nitelikte olabilmesi mümkün değildir,” denilen açıklamada verilen cezanın hatalı bulunduğu ve hukuki yollara başvurulacağı ifade edildi.
“Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo” sloganıyla 13 Kasım 1995’te yayın hayatına başlayan, bağımsız ve kâr amacı gütmeyen bir medya kuruluşu olan Açık Radyo, bir dönem Açık Dergi’de Altyazı Fasikül’e ev sahipliği yapmıştı.
Haberin tamamını okumak için tıklayınız.
‘Görünür Görünmez’ prömiyerini Documentarist’te yaptı
Altyazı Fasikül’ün yeni serisinin videolarından oluşan Görünür Görünmez: Bir (Oto)Sansür Antolojisi (2024) prömiyerini Documentarist 17. İstanbul Belgesel Günleri’nde yaptı. Türkiye’de belgesel alanında yapılan en önemli etkinliklerden birisi olma özelliği taşıyan ve bu yıl 8-13 Haziran tarihlerinde düzenlenen Documentarist’in gelenekselleşen bölümlerinden Türkiye Panorama kapsamında gösterimi gerçekleşen Görünür Görünmez masaüstü belgesel, mektup, mesajlaşma, fotoğraf, video-deneme, yeniden canlandırma, güvenlik kameraları, çevrimiçi tanıklık gibi farklı teknik ve arayüzler aracılığıyla ifade özgürlüğünün sınırlarını sınayan altı videodan oluşuyor.
Çekilip bitirilmemiş belgeseller, hapishane duvarlarında yazılamalar, gönderilmemiş bir mektup, UNESCO’ya yazılmış bir dilekçe, kitaba basılamayan bir resim… Türkiye’den sinemacı ve sanatçılar yükseklikleri giderek artan duvarların ardında sinemanın kadim meselesi üzerine düşünüyor: “göstermek ya da göstermemek.” Görünür Görünmez Türkiye’den sinemacı ve sanatçıların yükseklikleri giderek artan duvarların ardından sansür ve otosansür üzerine düşündüğü kolektif bir sorgulama olma niteliği taşıyor. Aynı zamanda Altyazı Sinema Derneği bünyesindeki Altyazı Fasikül’ün İçeriden Dışarıya (2021) ve Aşağıdan Yukarıya‘nın (2022) ardından gelen üçüncü video serisi.
Küratörlüğünü Fırat Yücel’in, proje koordinatörlüğünü Yetkin Nural’ın üstlendiği seride Erhan Örs, Hakan Bozyurt ve Can Memiş’in Duvarlar, Sibil Çekmen’in Eksik Belgeseller, Nadir Sönmez’in Çark, Serra Akcan’ın Sevgili F ve belit sağ’ın Sevil adlı videoları yer alıyor. Yücel’in artistik direktörlüğünde, ekip içi kolektif fikir alışverişiyle bir araya getirilen proje Yücel’in imza attığı prolog niteliğindeki Tereddütler adlı videoyu da içeriyor. Görünür Görünmez videoları Haklara Destek Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlandı.
Documentarist
Her zaman olduğu gibi belgesel sinemanın güncel örneklerini bir araya getiren Documentarist kapsamında 70’ten fazla film seyirciyle buluştu. Son iki yılda yapılmış belgesellerden bir seçki sunan ‘Türkiye Panorama’ bölümünde Görünür Görünmez‘in yanı sıra İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Kısa Film Yarışması’nda Mansiyon ödülü kazanan Şirin Bahar Demirel imzalı Zarafet ve Şiddet Arasında (2023), beş tutukludan ikisinin sinemacı olduğu Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen Osman Kavala’nın kurucusu olduğu Anadolu Kültür’ün 20 yılda yaptıklarını ona emek verenler aracılığıyla aktaran Mert Kaya imzalı Nehre Su Taşımak: 20. Yılında Anadolu Kültür (2024), Mardin’e bağlı Dargeçit’te oğulları ve kardeşleri devlet güçlerinin elinde kaybolan ailelerin 1995’ten bugüne adalet mücadelesini takip eden ve 43. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Belgesel seçilen Berke Baş imzalı Dargeçit (2024) ve İzmir’den Kudüs’e, Amsterdam’dan Kahire’ye takipçi edinmiş Yahudi bir haham olan Sabetay Sevi’nin hikâyesi üzerinden hafıza, resmî tarihin dışladıkları ve dolaşımdaki şehir efsaneleri üzerine düşünen Aylin Kuryel ve Raşel Meseri imzalı Şehir ve Mesih (2024) gibi belgeseller gösterildi.
On yılı aşkın süredir Johan van der Keuken adına Yeni Yetenek Ödülü veren Documentarist, yönetmenin filmlerinden oluşan ilk toplu gösterimin onuncu yılında, yönetmenin filmlerinden oluşan yeni bir seçki sundu. Johan van der Keuken Yeni Yetenek Ödülü bu sene Nagehan Uskan’ın Sweet Home Adana (2024) belgeseline layık bulundu. Jüri Özel Ödülü’nü ise Ceren Özkanlı Samlı ve Erinç Durlanık’ın birlikte yönettiği Kraliçenin İllüzyonu (2024) kazandı. Ödül jürisi bu yıl Ceylan Özgün Özçelik, N. Buket Cengiz ve Ekin İlkbağ’dan oluşuyordu. Festival kapsamında ilk kez geçen sene verilmeye başlanan Kurgu, Görüntü ve Ses Tasarımı Ödülleri’nde ise Dargeçit iki ödül birden kazandı. Kurgucular Dayanışması’nın önerileriyle oluşturulan ve Koray Kesik, Özlem Sarıyıldız ve Murat Şenürkmez’in yer aldığı jürinin kararıyla En İyi Kurgu ve En İyi Görüntü ödülleri Dargeçit‘e giderken En İyi Ses ödülünü Zarafet ve Şiddet Arasında kazandı.
NECS 2024
Öte yandan Altyazı Sinema Derneği’nin ‘Bir Direniş Biçimi Olarak Politik Deneme Film’ (Political Essay Film as a form of Resistance) atölyesi 25-29 Haziran tarihlerinde NECS 2024 uluslararası konferansında gerçekleşti. “Emergency” (acil durum) temasıyla düzenlenen konferansta Fırat Yücel ve Övgü Gökçe’nin tasarladığı atölyenin sunumunu Yücel ve Ayça Çiftçi gerçekleştirdi. Altyazı Fasikül’ün ifade özgürlüğü ve video alanlarındaki çalışmalarından söz edilen atölyede ‘Politik Deneme Filmi’ formunun 2020-2024 arasındaki süreçte video serilerine katkı sunanlar tarafından nasıl benimsendiğinden söz edildi. Bir başka başlık olarak arşiv mefhumunun ele alındığı atölyede İçeriden Dışarıya ve Aşağıdan Yukarıya video serilerinin yanı sıra Görünür Görünmez serisinden de parçalar gösterildi.
Festival yolculuğu devam eden Görünür Görünmez: Bir (Oto)Sansür Antolojisi 13 Eylül Cuma günü saat 19:00’da, Sinematek/Sinema Evi’nde seyirciyle buluşacak. Ücretsiz gösterime katılmak için kayıt formunu doldurmanız yeterli.
Altın Portakal tartışmaları devam ediyor
Geçtiğimiz yıl sansür nedeniyle yapılamayan Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin 61’inci edisyonunun 5-12 Ekim tarihlerinde gerçekleşmesi planlanıyor. Altın Portakal’ın bu yıl Ferzan Özpetek başkanlığında toplanacak Ulusal Uzun Metraj Yarışması jürisi ve diğer yarışmalı bölümlerinde görev yapacak jürileri açıklanırken Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) festivale jüri göndermeyeceğini öğrenildi. SİYAD’ın söz konusu kararının, geçtiğimiz yıl yaşanan Kanun Hükmü sansürünün üzerinin örtülmesiyle ilgili olduğu biliniyor.
Türkiye’nin en köklü sinema etkinliklerinden Antalya Altın Portakal Film Festivali, geçen sene yaşanan ve programının iptaline neden olan sansür skandalını geride bırakmış görünüyor. Nejla Demirci‘nin Kanun Hükmü (2023) belgeselinin, seçildiği yarışma programından çıkarılmasıyla birlikte tartışmaların odağına yerleşen festivalde yönetimin ve Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek‘in içeride bir muhakeme yapıp yapmadıkları merak konusu. Zira filmlerin seyirciye ulaşmasında kritik bir konuma sahip festivalin itibarsızlaşmanın önüne nasıl geçeceği sorusu belirsizliğini koruyor. Belgesel sinema başta olmak üzere filmlerin giderek daralan özgürlük alanının iyileştirilmesine yönelik bir gayretin olmadığı, filmlerin ve yönetmenlerinin ‘suçlulaştırılması’nın önüne geçilmesi için geliştirilecek stratejiler ve bunlara istinaden atılacak adımların belirlenmediği bir Altın Portakal’ın geleceği muğlak görünüyor. Sinemacılar üzerinde derinleşen baskı biat kültürü ve otosansürü de beraberinde getiriyor.
Haberin tamamını okumak için tıklayınız.
Sinema örgütleri: Tasarrufa sanattan başlanılması kabul edilemez
Sinema sektörünün farklı alanlarında faaliyet gösteren meslek birliği, vakıf ve derneklerden oluşan dokuz sinema örgütü, bir ekonomi politikası olarak öne sürülen tasarruf tedbirleri kapsamında kültürel etkinliklerin kısıtlanmasına ve film festivallerinin iptal edilmesine tepki gösterdi. Yayımlanan ortak bildiride “Tasarrufa sanattan başlanılmaz,” denildi.
Türkiye’de siyasi iktidarın ekonomide yaptığı hamlelerden doğan krizin faturası en çok yurttaşa kesiliyor. Yurttaşlar yaşam pratiğinin içerisinde ekonomik krizden doğan mağduriyeti hissetmemenin mümkün olmadığı günlerden geçiyor, madden ve manen kısıtlanıyor. Buna karşın siyasiler, ücret artışının yaratacağı enflasyonu gerekçe göstererek Temmuz ayında asgari ücrete ara zam yapılması konusunu gündemin dışı tuttular. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e göre “Türkiye’de asgari ücret düşük değil.”
13 Mayıs 2024 tarihinde Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz tarafından ‘Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi ’ adı altında bir basın açıklaması gerçekleşti. Tasarruf tedbirleriyle ilgili Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ise 17 Mayıs 2024’te Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yayımlanan genelgedeki tedbirlerin yaklaşık üç yıl sürmesi ve kamuda yaklaşık 100 milyar TL tasarruf elde edilmesi tahmin ediliyor. Ancak Türkiye’de kültür sanatı ‘lüks’ sayan siyasi iktidarın tasarrufu bu alanları kısıtlayarak ve yasaklayarak sağladığı görünüyor.
Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB), Sinema Emekçileri Sendikası (DİSK SİNE-SEN), Film Yönetmenleri Derneği (FİLM YÖN), İzmir Film ve Televizyon Yapımcıları Derneği (İFTYD), Oyuncular Sendikası, Senaryo ve Diyalog Yazarı Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SENARİST-BİR), Sinema ve Televizyon Eser Sahipleri Meslek Birliği (SETEM), Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) ve Türk Sinema Vakfı (TÜRSAV) tarafından yayımlanan ortak açıklamada ekonomik koşullar öne sürülerek sanatsal etkinliklerin iptal edilmesine tepki gösterildi: “Ülkemiz sıkıntılı günlerden geçiyor. Ekonomik koşulların giderek ağırlaştığı bir ortamda kamu kurumlarına (Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yerel yönetimlere) önemli bir sorumluluk düşüyor. Bu sorumluluk halkın yaşamsal ihtiyaçlarını karşılanmasının yanı sıra, toplumun kültürel değerlerinin korunması, sanat yoluyla toplumun eğitimine katkıda bulunulmasını da kapsar. Ekonomik koşullar bahane edilerek, sanatsal etkinliklerin iptal edilmesi, tasarrufa sanattan başlanılması kabul edilemez.”
Açıklamada daha önce “cinsiyetsiz ödül” kararı nedeniyle 2020 yılında iptal edilen Malatya Film Festivali‘nin bu yıl yerel yönetimce durdurulduğu, İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nin tasarruf nedeniyle iptal edildiğine yönelik duyumların alındığı ifade edildi. Altın Portakal‘ın geçen yıl yapılamadığının hatırlatıldığı bildiride, festival için belirlenen tarihe kısa bir süre kalmasına karşın belediyeden hiçbir açıklama yapılmadığı gibi sinema örgütleriyle temas kurma gereği de duyulmadığı ifade edildi. “Film festivalleri bir kentin kimliğini oluşturan önemli etkinlikler arasında olup, ekonomik koşullar altında bunalan insanımızın nefes aldığı ortamlardır. Film festivallerinin kamu kaynakları ile gerçekleştirilmesi ülkemiz koşullarının dayattığı bir zorunluluktur,” denilen açıklamada siyasi ve ticari kaygılardan uzak durulması, festivallerin sanatsal özgürlüklerinin güvence altına alınması gerektiğini ifade edildi: “Sinema örgütleri olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yerel yönetimlerden beklentimiz, organizasyonunun ciddiyeti ve sanatsal yetkinliği ile tanınan festivallere hak ettikleri desteğin verilmesi, siyasi ve ticari kaygılardan uzak durulması ve festivallerin sanatsal özgürlüğünün güvence altına alınmasıdır. Bu konuda her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu bilmenizi isteriz.”
Emek bileşenleri: Ara zam yapılmaması kaygı verici
Sinema-TV Sendikası çatısı altında bir araya gelen dernek, birlik ve platformlardan oluşan emek bileşenleri Temmuz ayında bir açıklama yayımlayarak devletin/resmî makamların enflasyon karşısında asgarî ücrete ara zam yapmamasını eleştirdi. Açıklamada mevcut koşullar karşısında çalışanların birbirlerinden ve yapımcı işverenlerden beklentileri de sıralandı: “Ocak 2024’te yapmış olduğumuz taban ücret iyileştirme oranı ve rakamlarının altında çalışılmaması, ön hazırlık çalışmaları dâhil devam eden ve yeni başlayacak tüm projelerde 1 Ağustos itibariyle geçerli olacak şekilde, işçi ile işveren arasında ikinci dönem ücret iyileştirme görüşmesi yapılması.”
Ayrıca Ocak 2022’den beri emek bileşenleriyle bir araya gelerek taban ücretlerini belirleyip duyurusunu yaptıklarını hatırlatan sendika, Temmuz 2024’e kadar beş kere ücret iyileştirmesi yapıldığını ve bundan sonraki süreçte “ekipler içi ve ekipler arası taban ücret denklik çalışması” yürütüleceğini bildirdi. Sendika, sürecin “Emek bileşenlerinin dâhil olacağı bir komisyon eşliğinde, tali açıdan dünyadaki bazı örnekler incelenerek ve esasen ülkemiz film sektörünün özgün koşulları gözetilerek, istişare ve mutabakata dayalı” bir şekilde ilerleyeceğini duyurdu.
DİSK’e bağlı Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen), Temmuz ayında TÜİK’in enflasyonu %65,07 olarak açıkladığını, Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) ise Tüketici Fiyat Endeksi’ndeki (E-TÜFE) 12 aylık artış oranını %113,08 olarak belirlediğini hatırlattı. Sendikaya göre en az %45 zam yapılması gerekiyor: “Sinema, TV, reklam ve klip sektörü çalışanlarının gerçek enflasyon karşısında alım güçlerinin korunması için 2024 yılının ikinci altı aylık döneminde en az %45 zam yapılması sendikamızca önerilmektedir.”
Sinema-TV Sendikası bünyesindeki emek bileşenleri ise son birkaç yıldır taban ücretlerin iyileştirilmesi yönünde uyguladıkları ‘taban ücret talebi’ stratejisi ile ilerlemeye devam ediyor. 2023’ün başında yapımcılarla (Reklam Yapımcıları Derneği – RYD ve Televizyon ve Sinema Filmi Yapımcıları Meslek Birliği – TESİYAP) ilk defa aynı masaya oturan Sinema-TV Sendikası’nın ücretlere minimum yüzde 35 zam talebi kabul edilmemişti. Bunun üzerine sendika, kabul görmeyen zam talebini sosyal medya kanallarından açıklamıştı. Yılın ikinci yarısı için ücret politikası konusundaysa bu kez emek bileşenlerini temsil eden Sinema-TV Sendikası ile yapımcı örgütleri arasında bir müzakere süreci yaşanmadı. Bunun yerine, sendika çatısı altında bir araya gelen yirmi yedi emek bileşeni, Temmuz ayının başında, doğrudan sosyal medya üzerinden ortak bir açıklama yaptılar ve 2023’ün ilk yarısı dile getirdikleri “minimum yüzde 35 iyileştirme” talebini tekrarladılar. Söz konusu iyileştirme taleplerinin herhangi bir bağlayıcılığı bulunmuyor; örneğin TESİYAP çatısı altındaki yapımcıların önemli bir kısmı bu ücret politikasını tanımıyor. Ancak öneri mahiyetinde de olsa, iyileştirme taleplerinin sektördeki ücret eğilimleri üzerinde bir etkiye sahip olduğu da bilinmekte.
AYM: Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi yok hükmünde
Anayasa Mahkemesi (AYM), Gezi davasında 18 yıl hapse mahkûm edilen Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesinin ‘yok hükmünde’ olduğuna karar verdi. Atalay’ın Gezi Parkı eylemleriyle ilgili davadaki hapis cezası gerekçe gösterilerek vekilliğinin düşürülmesine yapılan itirazlarla ilgili 22 Şubat tarihli gerekçeli karar, Resmî Gazete’nin 1 Ağustos tarihli sayısında yayımlandı. AYM‘nin, hakkında iki kez hak ihlali kararı vermesine rağmen tahliye edilmeyen Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesine ilişkin Yargıtay Ceza Dairesi’nin verdiği karar 30 Ocak’ta Meclis Genel Kurulu’nda okunmuştu.
AYM 4’e karşı 10 oyla, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’la ilgili hak ihlali kararını uygulamamasının hukuki değerden yoksun olduğunu belirten kararında, Yargıtay kararının TBMM Genel Kurulu’nda okunmasıyla Atalay’ın milletvekilliğinin düşmüş sayılamayacağına hükmetti. Kararın Resmî Gazete’de yayımlanması sonrası muhalefet partileri TBMM’ye olağanüstü toplantı dilekçesi sundu. 16 Ağustos’ta olağanüstü toplanan Genel Kurul’da AKP İzmir Milletvekili ve İdare Amiri Alpay Özalan, TİP Milletvekili Ahmet Şık’a yumruklu saldırıda bulundu. Arbede sırasında Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili ve Kars Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit’in kaşı yarıldı. Altı kez ara verilen Genel Kurul’da Atalay için verilen genel görüşme talebi reddedildi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Meclis’in 10 Eylül’de olağanüstü toplanması için TBMM Başkanlığı’na başvuracağını açıkladı.
Kahraman’a işkence uygulandı
Beş tutukludan ikisinin sinemacı olduğu Gezi davası tutuklularından şehir planlamacısı Tayfun Kahraman, MS hastalığı nedeniyle rutin nöroloji kontrolüne götürülürken, kendisine eşlik eden kolluk kuvvetlerinin işkencesine maruz kaldı. Kahraman’ın eşi Meriç Demir sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, eşinin kontroller sırasında 6.5 saat boyunca kelepçeyle tutulduğunu, kelepçenin bileklerindeki kan akışını durduracak ve fiziki zarar verecek şekilde takıldığını belirterek “Talimatı kim verdi?” diye sordu. İtiraz ettiğinde Kahraman’ın bileklerinde kelepçenin daha da sıkıldığını ifade eden Demir, “Yasa ve mevzuat gereği, doktor muayenesinde kolluk güçlerinin bulunması yasak olduğu halde, doktorun ve Tayfun Kahraman’ın hukuku hatırlatıp çıkmalarını istemelerine rağmen muayenehaneden çıkmamalarını talimat alarak mı yaptılar? Yasaları tanımayan bu kişiler, gücünü kimden alıyor?” dedi.
Jandarma Genel Komutanlığı ise Demir’in duyurusunun ardından yaptığı açıklamada Kahraman’ın maruz kaldığı muameleye ilişkin iddiaları yalanladı ve hastanedeki sevk ve tedavi işlemlerinin kanun ve yönetmeliklere uygun olduğunu belirtti. Açıklamada “Hükümlünün kelepçesinin sıkıldığı ve tehdit edilmesi gibi bir olay yaşanmadığı gibi şahısla ilgili herhangi bir darp raporu bulunmamaktadır,” ifadeleri yer aldı. Kahraman’a uygulanan ‘kelepçeli işkence‘ hakkında Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından adli soruşturma, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ise idari soruşturma başlatıldı.
‘İyi ki doğdun Çiğdem’
Çekmediği Gezi Direnişi belgeselinin merkeze oturduğu suçlamalardan dolayı 18 hapse mahkûm edilen Çiğdem Mater 6 Ağustos’ta yeni yaşına girdi. Elif Ergezen, Mater’in doğum gününde Altyazı’nın Hayal Havuzu köşesine yazdı: “Bugün 6 Ağustos, doğum günün. O gözlerin göremeyeceği, kulakların duyamayacağı, ellerin dokunamayacağı bir şeyi sana getirmek isterdim. ‘Anlatılmaz ama yaşanır’ olanı… Gezi’deki hâlimizi.”
Çiğdem Mater ve tüm Gezi tutsaklarına hayallerimizle yoldaş olmak için başlattığımız ‘Çiğdem Mater için Hayal Havuzu’ yazılarını okumak için tıklayınız.
Boğaziçi Üniversitesi kulüplerinden sansür ifşası
Boğaziçi Üniversitesi’nden 37 öğrenci kulüp ve topluluğu ile öğrenci temsilciliği kurulunun imzasıyla yayımlanan “Baskı ve Sansürleri Kabul Etmiyoruz” başlıklı ortak açıklamada Boğaziçi Sinema Kulübü’nün BÜ(S)K film gösterimlerinin üniversite yönetimi tarafından sansürlendiği ifade edildi. Açıklamaya göre üniversite yönetimi, BÜ(S)K‘ün sosyal medya hesaplarında bulunan BÜLGBTİA+ ifadesinin de kaldırılmasını istemiş.
Daha önce de BÜ(S)K’ün gösterimini yapmayı planladığı Doug Liman imzalı Go (1999), Xavier Dolan imzalı Laurence Anyways (2012) ve Can Candan imzalı Benim Çocuğum (2013) filmlerini hiçbir gerekçe göstermeksizin engelleyen Boğaziçi yönetimi, baskı ve yasaklarına devam ediyor. Öğrenci kulüplerinin ortak açıklamasında üniversite yönetimine bağlı Kültür, Sanat ve Etkinlikler Şube Müdürlüğü‘nün, 31 Temmuz’da gösterimi yapılan Ari Aster imzalı Ritüel (Midsommar, 2019) filmindeki bazı sahneler nedeniyle BÜ(S)K’ü tüm etkinliklerin iptal etmekle tehdit ettiği ifade edildi. Müdürlükte yapılan görüşmede BÜ(S)K’e filmin “toplumsal değerlere aykırı” olduğu, “insanların özgürlük alanını ihlal” ettiği ve “buranın bir kamu üniversitesi olduğu ve böyle filmlerin izlenmeyeceği” söylendi.
Aynı gün içerisinde bir sonraki gün gösterilecek filmlerin kopyalarının istendiği ve izinleri daha önceden alınmış ve onaylanmış olan Luis Buñuel imzalı Bir Endülüs Köpeği (Un Chien Andalou, 1929), Alain Resnais imzalı Gece ve Sis (Night and Fog, 1956), Claire Denis imzalı İyi İş (Beau Travail, 1999) ve Lee Chang-dong imzalı Şüphe (Beoning, 2018) filmlerinin hiçbir gerekçe gösterilmeden sansürlediği ifade edildi. BÜ(S)K, yönetimin bu filmlerden üçünün sansürlenmesiyle ilgili geri adım attığını, ancak Şüphe filminin gösterimine izin vermediğini açıkladı: “Ancak Kültür Bakanlığı tarafından +15 yaş sınırıyla sinemalarda gösterilmesi uygun görülmüş Burning (Beoning) filmindeki bazı sahnelerin ‘etiğe, toplumsal ahlaka, kamu aklına aykırı olduğu’ gerekçesiyle ‘bir kamu üniversitesinde gösterilemeyeceği’ söylendi. Bunun geçerli bir gerekçe olmadığının söylenmesi üzerine herhangi bir yönetmelik veya kanun maddesine dayanmalarına gerek olmadığı, yönetim olarak uygun bulmadıklarını söylemelerinin sansürlemeleri için yeterli olduğu söylendi. ‘İstersek o gün çimleri suluyoruz deriz, elektrikleri kapatırız’ gibi fevri ifadelerle BÜ(S)K tehdit edildi.”
Ayrıca BÜ(S)K’ten sosyal medya hesaplarında bulunan BÜLGBTİA+ ifadesini kaldırmasını isteyen üniversite yönetimi, kulübü sosyal medya hesaplarının kapatmakla tehdit etti: “Bunun dışında sosyal medya hesaplarında bulunan BÜLGBTİA+ ibaresinin kaldırılması emredildi. Aksi halde sosyal medya hesaplarının kapattırılmasıyla tehdit edildiler. BÜ(S)K tüzükte sosyal medyalar hakkında herhangi bir düzenleme olmadığını söyleyerek itiraz ettiğinde, “İstersek tüzüğü de değiştiririz,” karşılığını aldı. Her gün iktidar politikalarıyla hedef gösterilen, saldırıya uğrayan bütün lubunyaların yanında olmaya devam edeceğiz. BÜLGBTİA+ kapalı gibi gözükse de bir kulüpte değil her kulüpte var olmaya devam edecektir.”
BÜ(S)K’e uygulanan sansüre karşı farklı üniversitelerin öğrenci topluluklarından dayanışma mesajları paylaşıldı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Sinema Kulübü’nden yapılan açıklamada “Baskı ve Sansürleri Kabul Etmiyoruz! Keyfi yasak ve bahanelerle filmlerin sansürlenmesinin, üniversite topluluklarının etkinliklerinin engellenmeye çalışılmasının karşısında olduğumuzu belirtiyor ve ODTÜ’den Boğaziçi’ne üniversiteler bizimdir diyoruz!” ifadeleri yer aldı. Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Sinema Kulübü’nün açıklamasında ise “Sansürün karşısında, sıra arkadaşlarımızın yanındayız,” denildi.
Melisa Sözen: Linç kültürünün parçası olmayın
Oyuncu Melisa Sözen, Le bureau des légendes (2015-2020) adlı dizinin 2017 yılında yayınlanan üçüncü sezonunda canlandırdığı karakter üzerinden hedef alındı. Sözen Fransız yapımı polisiye dizide Rojava’da IŞİD’e karşı savaşan YPG’liler arasına sızan Esrin adlı karaktere hayat vermişti. Yedi yıl önce canlandırdığı karaktere ait fotoğraflar sosyal medyada tekrar dolaşıma giren Sözen’in dizideki rolüne ilişkin Odatv’de “Ünlü oyuncu ‘YPG’li’ oldu: Beğenenler dikkat çekti” başlıklı bir haber yapıldı. Sözen, Yeni Akit ve Yeni Şafak gibi iktidara yakınlığıyla bilinen haber kanalları tarafından da “terörist” ifadeleri kullanılarak hedef gösterildi. Kızılcık Şerbeti (2022-), Kızıl Goncalar (2023-) gibi muhafazakâr-seküler yaşam tarzlarını yansıtan hikâyelere sahip televizyon yapımlarını pek çok defa hedef alarak linç kültürünü besleyen söz konusu yayın organlarının, adı geçen dizilere uygulanan ceza ve yaptırımlar göz önüne alındığında, RTÜK‘ün sansür mekanizmasının işlemesinde de kritik bir konumda oldukları ortada.
Hedef gösterilmesinin ardından X hesabından konuya dair açıklama yapan ve kendisine yöneltilen iftiraları kabul etmediğini belirten Sözen, “Söz konusu dizi gizli saklı bir iş değil. 2015 çıkışlı Fransa’nın en ünlü polisiye dizisi. Dizinin benim oynadığım sezonu 2017 yılında yayınlandı. Deaş’la (Işid) savaşan çift taraflı bir ajanı canlandırdım. Dizide herhangi bir terör örgütünün övgüsü yok. Olsaydı, geçen yedi yıl içinde zaten çoktan duymuş olurdunuz,” ifadelerini kullandı. Açıklamasında bilgi kirliliği, internet zorbalığı ve linç kültürünü “çağımızın kara deliği” olarak yorumlayan Sözen, “Bunun bir parçası olmayın, kendinizin ve etrafınızdaki insanların internet zorbalığı ile duygusal şiddet yaşamasına izin vermeyin. Ben vermeyeceğim,” dedi ve ekledi: “Kendi aklımızı, kendi bilgilerimizi kullanmayı, araştırmayı, doğru kaynakları kullanmayı ve önce bir durup düşünerek hareket etmeyi öğrenmemiz gerek. Bu tuhaf olaydan hep birlikte çıkaracağımız ders varsa bu olsun.”
Oyuncular Sendikası da Melisa Sözen’e desteğini sunduğu açıklamasında Sözen’e yöneltilen dijital zorbalığın asla kabul edilemeyeceğini belirterek oyuncuların benzer muamelelere maruz kalmasını önlemek için kamu otoritelerini göreve çağırdı.
RTÜK dijital platformlara ceza yağdırdı
RTÜK Netflix, MUBI ve BluTV’ye idari yaptırım uyguladı. Amazon Prime Video‘nun kütüphanesinde 18+ yaş sınırıyla yayınlanan Sosis Partisi: Gıdatopya (Sausage Party: Foodtopia, 2024-) adlı mini animasyon dizi için yasal inceleme başlatan Üst Kurul, “Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz,” hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle Prime Video’ya katalogdan çıkarma ve üst sınırdan idari para cezası verdi. RTÜK, ahlak dışı olduğu gerekçesiyle 2016’da çekilen Sosis Partisi (Sausage Party) adlı yapımın da Netflix kataloğundan çıkarılmasına karar verdi.
Bir diğer ceza ise Gaspar Noé’nin Climax (2018) filmini gösteren MUBI ve BluTV‘ye gitti. Prömiyerini Cannes Film Festivali‘ne paralel olarak düzenlenen Yönetmenlerin On Beş Günü’nde (Quinzaine des réalisateurs / Directors’ Fortnight) yapan ve burada Art Cinema Ödülü kazanan Climax‘i değerlendiren Üst Kurul, ‘genel ahlak ve aile yapısının korunması ilkelerine aykırılık teşkil ettiği‘ gerekçesiyle her iki yayın platformuna da üst sınırdan idari para cezası ve katalogdan çıkarma yaptırımı uyguladı.
Kurgucu İlay Arıkan davayı bir kez daha kazandı
Kurgucu İlay Arıkan, asistan olarak görev yaptığı Akıncı (2021) adlı dizinin çalışmaları sırasında kurgu odasında kendisine cinsel şiddet uygulayan, hakaret ve tehdit eden kurgu yönetmeni Mertkan Bozkurt hakkında dava açtığı davayı ikinci kez kazandı. İstinafın bozma kararının ardından Çağlayan Adliyesi 32. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülen davanın 6 Haziran 2024 tarihli duruşmasında Bozkurt, cinsel saldırı suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası aldı.
İlk duruşması 23 Eylül 2021’de görülen davanın 23 Mart 2023’te görülen karar duruşmasında mahkeme Bozkurt’u suçlu bulmuştu. Bozkurt hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanılmak suretiyle cinsel saldırı suçundan 2 yıl 6 ay, hakaret suçundan 2 ay 15 gün, tehdit suçundan da 5 ay hapis cezası almıştı. Hakaret ve tehdit suçlarında ise hükmün açıklanması geri bırakılmıştı. Ancak istinaf mahkemesi, birden çok cinsel saldırı olduğu için cezanın artırılması istemi ve Bozkurt’a cinsel tacizden ayrıca ceza verilmesinin yerel mahkemece değerlendirilmediği gerekçesiyle kararı bozmuştu. Yeniden görülen davanın ilk duruşması 26 Mart’ta görülmüş, savcının mütalaasını verdiği davada Bozkurt’un cinsel saldırıdan cezalandırılması ve cezanın artırılması talep edilmişti.
Yargı sürecinde Arıkan’ın avukatı Hülya Gülbahar’la yaptığımız söyleşiyi okumak için tıklayınız.
Sanat asistanı İlke Baştürk’ün davası ertelendi
Sanat asistanı İlke Baştürk, kendisini sistematik olarak tehdit ve taciz eden sanat asistanı Emre Sunar’a “ısrarlı takip”, “hakaret” ve “tehdit” gerekçeleriyle dava açtı. Baştürk’le dayanışma içinde olan ve davayı takip eden Susma Bitsin, konuya ilişkin açıklamasında, Sunar’ın, hakkında uzaklaştırma kararı çıkarılmasına karşın hakaret ve tehdit içerikleri tacizlerini sürdürdüğünü ifade etti. İlk duruşması 11 Temmuz 2024’te Anadolu Adliyesi 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava ertelendi.
Davayla ilgili iletişime geçtiğimiz Baştürk, avukatıyla birlikte hazır bulunduğu mahkemede sanık hakkında çıkarılan uzaklaştırma kararı nedeniyle kendisine sivil polislerin eşlik ettiğini, Sunar’ın ise duruşmaya avukat ya da tanık olmadan katıldığını ifade etti. Baştürk, şu an hakkındaki uzaklaştırma hâlinin devam etmediği Sunar’ın ikinci duruşmaya avukatıyla katılacağını ifade ettiğini aktardı. Suçlamalar üç ayrı dosya hâlinde hâkimin eline ulaştığı gerekçesiyle mahkeme duruşmayı erteledi. İlke Baştürk’ün Emre Sunar’a açtığı davanın ikinci duruşması 16 Ocak 2025’te Anadolu Adliyesi 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
‘Met Çıkmazı’ belgeseline dava açıldı
Met Çıkmazı (2023) adlı belgeseli çeken gazeteciler Tunca Öğreten ve Murat Baykara hakkında “uyuşturucuya özendirme” ve “suçu bildirmeme” suçlarından dava açıldı. 12 Ocak 2023’te Voys adlı YouTube kanalında yayınlanan belgesel Türkiye’de uyarıcı metamfetamin maddesinin yaygın kullanımı ve kolay ulaşılabilirliğiyle ilgili vahim bir tablo çiziyor. Bağımlılar ve uyuşturucu satıcılarıyla yapılan röportajların yanı sıra gizli kamera görüntüleri içeren belgesel 26’ncı Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık bulundu.
Voys kanalının hukuk danışmanı, avukat Tuba Torun, davaya ilişkin sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada belgeselin amacının kamuyu ve kamu görevlilerini uyuşturucunun geldiği boyut noktasında aydınlatmak ve önlem alınmasını sağlamak olduğunu ifade etti. Öğreten ve Baykara’nın gazetecilik mesleği pratiklerini yerine getirdikleri için yargılandıklarının altını çizen Torun, cezalandırılma istemenin “kötü niyetten ibaret ve kesinlikle kabul edilemez,” olduğunu belirtti.
Davaya ilişki MLSA’ya konuşan gazetecilerden Baykara, yaptıklarının gazetecilikten ibaret olduğu gerçeği ile vicdanlarının rahat olduğunu söyledi. Öğreten ise belgeselin ortaya koyduğu acı gerçeklerle davanın konusu olan “uyuşturucuya özendirme” suçlamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, bu yüzden de davanın ‘sanal’ bir dava olduğunu belirterek suçluların koruma altında olduğunu ifade etti: “Gazetecilere ve gazeteciliğe açılmış bu ‘sanal’ dava dosyası ile yargı; uyuşturucu satıcılarını, satıcılara göz yumanları ve hastane bahçesinde uyuşturucu satışına dur diyemeyenleri koruma altına almıştır.”
Davanın ilk duruşması 31 Ekim 2024’te Bakırköy 13. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Belgeseli izlemek için tıklayınız.
Belgeselcilere gözaltı gerekçesi Demirtaş tişörtü
24 Temmuz’da Diyarbakır’dan İstanbul’a seyahat eden yönetmen Ömer Leventoğlu ve kameraman Hüseyin Altürk, akşam saat 18:00 sıralarında Sakarya-Kocaeli karayolu üzerinde araçları durdurularak gözaltına alındı. Leventoğlu ve Altürk, çalışma arkadaşlarını durumla ilgili bilgilendirdikten sonra kendilerinden altı saat haber alınamadı. Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre müvekkilleri için Kocaeli ve Sakarya Emniyet Müdürlüğü’nü arayan avukatlara ikilinin gözaltında olmadığı söylendi. Ancak sonrasında, Leventoğlu ve Altürk’ün Kocaeli Emniyet Müdürlüğü’nde oldukları öğrenildi. Leventoğlu ve Altürk’ün, araçlarındaki eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş baskılı dört adet tişört nedeniyle gözaltına alındıkları öğrenildi. Leventoğlu ve Altürk, tişörtlere el konulduktan sonra emniyet işlemlerin ardından serbest bırakıldı.
Çatlamış Toprağın Çocukları (Zaroken Axa Qelisi, 2006), Sabaha Doğru (2014), Lêger (2023) gibi belgesellerde imzası olan Ömer Leventoğlu’nun 2013 yapımı Mavi Ring filmi Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Behlül Dal Özel Ödülü’ne layık bulundu. Hüseyin Altürk ise kameramanlığın yanı sıra boom operatörü, ses teknisyeni, sanat asistanı, kurgucu, prodüksiyon asistanı, resim seçici ve oyunculuk alanlarında tecrübe sahibi.
Şener Şen’in sahnesine saldırı
Usta oyuncu Şener Şen’in kapalı gişe oynanan oyunu ‘Zengin Mutfağı’ Ankara’da Oran Açık Hava Sahnesi‘nde sahnelendiği sırada bir grubun saldırısına uğradı. Gösteriyi izleyenler arasında olan BirGün muhabiri İsmail Arı, izleyicilere cam şişe fırlatıldığını ve yaşanan panik sonrası oyuna kısa bir ara verildiğini aktardı: “Oyun sürerken alanın dışından önce bir grup bağırıp çağırdı ardından da duvarın arkasından izleyicilere cam şişeler fırlatıldı Panik ve çığlıklarla, yani bu saldırı nedeniyle oyuna kısa bir ara verdirildi, sonra oyun tamamlandı. Şener Şen’in, izleyicilerin gözlerindeki endişeyi gördüm. Yazık, çok yazık.” Eski Adalet Bakanı Abdulmahit Gül ve eşinin de oyunu izleyenler arasında olduğu öğrenildi. Saldırı sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlayan Şen, sağlık durumunun iyi olduğunu, sahnelerinin devam ettiğini söyledi.
1978 yılında ilk kez İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ‘Zengin Mutfağı’ kırk yılı aşkın süredir kapalı gişe oynanıyor. Türkiye’de sanayinin önemli noktalarından İstanbul ve Kocaeli’de yüzbinlerce işçinin iş bırakıp sendikal hakları için sokağa çıktığı 15-16 Haziran 1970 döneminde geçen oyun, Cumhuriyet tarihinin en büyük işçi direnişlerinden birinin, burjuva bir ailenin mutfağında çalışanların hayatlarına yansımasını anlatıyor. Vasıf Öngören’in, direnişin üzerinden yedi yıl geçtikten sonra 1977 yılında kaleme aldığı eser, epik tiyatronun Türkiye’deki önemli örneklerinden kabul ediliyor. 1988 yılında Başar Sabuncu tarafından sinemaya uyarlanan Zengin Mutfağı’nda başrolü Şener Şen canlandırıyor.
Aralarında set işçisi var: 1 Mayıs tutuklusu dört kişinin savunma hakkı gasp edildi
1 Mayıs’ta Saraçhane Meydanı’ndan Taksim’e yürümek istediği için tutuklanan 82 kişiden dördünün tutukluluk hâli devam ediyor. 27 Temmuz’da 47. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada dört kişi hakkında savunmaları alınmadan yalnızca dosya üzerinden inceleme yapıldı ve mahkeme, aralarında set işçisi Hüdanur Keser’in de bulunduğu dört kişinin tutukluluk hâllerinin devamına karar verdi.
Keser, mahkeme huzurunda yapmak için hazırladığı ancak mahkemeye çıkarılmadığı için yapamadığı savunmasında 1 Mayıs kutlamalarına katılmanın anayasal hakkı olduğunu hatırlatarak Saraçhane’de hazır bulunan polisin alandakilere mukavemet ettiğini; plastik mermi ve biber gazıyla müdahalede bulunan kolluk kuvvetlerinin orantısız gücüne maruz kaldığı ifade etti. “Orantısız güç karşısında protestonun anayasal bir hak” olduğuna vurgu yapan Keser, fiziksel zarar görmesine karşın polise mukavemette bulunmadığını aktardı. Tutukluluk durumunun kendisine maddi ve manevi olarak zarar verdiğini, cezaevi koşullarının sağlığını olumsuz yönde etkilediğini ifade eden Keser, “Ben bir set işçisiyim. Kültür-sanat emekçisiyim. Setler tehlikeli iş kolunda yer alıyor. Güvencesiz çalışma. iki ay çalış, üç ay paydos. Çalıştığım sektörün en aktif olduğu yaz döneminde tutukluluğum devam ettiğinden ötürü, maddi zarar görmeye de devam ediyorum. İçinde benim de bulunduğum ve benimle aynı, benzer, daha ağır ithamlar ile suçlanan 82 kişi tutuklandık. 78 arkadaşım tahliye olmuşken, hatta bir kısmı adli kontrol şart olmaksızın tahliye olmuşken, avukatlarımız istikrarlı bir şekilde raporları, itirazları mahkemeye sunuyorken, ben ve diğer üç arkadaşımın tutukluluğunun devam ediyor olması adaletsizlik değil midir?” dedi. Keser’in savunmasının tamamını okumak için Gazete Yolculuk’un internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Hatırlanacağı üzere 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda Saraçhane’den Taksim’e yürümek isteyen korteje polis müdahale etmişti. Kortejde yer alan yönetmen Özgür Cihan Uçar‘ın da aralarında bulunduğu on yedi Partizan okuru polis ablukasında gözaltına alınmıştı. Gözaltı sürecinde düzenli kullanması gereken ilaçlara erişimi sağlanmayan Uçar, Diyar Sarıkuş, İbrahim Hakkı Eren, Metin Kaya ve Mertcan İncioğulları’yla birlikte tutuklanmıştı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı‘nın (TİHV) “13-16 Temmuz 2024 Günlük İnsan Hakları Raporu”na göre Uçar’la birlikte tutuklanan beş kişinin 12 Temmuz 2024 tarihinde yapılan tutukluluk incelemesi sonucunda tahliye edildiği öğrenildi.
Susma Platformu’ndan ‘Örtük ya da Açık: Sansür’
Kültür-sanat ve medya alanlarında gerçekleşen ifade özgürlüğü ihlalleri, sansür ve otosansür vakalarının gündemini tutan Susma Platformu, ‘Örtük ya da Açık: Sansür‘ adlı video serisine başladı. Ayşen Güven’in hazırladığı, teknik sorumluluğunu Fatih Pınar’ın yürüttüğü program sansür ve otosansür konuşmalarına bir görsel hafıza katkısı da sunmayı hedefliyor.
Serinin “Yerli dizilerde kadın temsilleri: Peki anlatılmayanlar!” başlıklı ilk bölümünde popüler kültür ve televizyon diziler odağında “güçlü kadın” anlatısının aslında neye karşılık geldiği, bugünün dizilerinde övülen kadın temsillerinde eksik olan öğeler gibi konu konular ele alınıyor. İki kısım hâlinde yayınlanan programın ilk bölümüne akademisyen, yazar Aslı Kotaman, ikinci bölümüne senarist, yazar Meryem Gültabak konuk oluyor.
Serinin ikinci bölümü ise “Sansüre Karşı Bir İnat: Belgesel Sinema” başlığını taşıyor. Türkiye’de “örgüt propagandası” suçlamasıyla yargılanan ilk film olan Bakur (Kuzey, 2015) üzerinden belgesel sinemanın sansürle mücadelesini ele alındığı yayına filmin yönetmenlerinden Çayan Demirel, Demirel’in eşi ve yapımcı Ayşe Çetinbaş ile görüntü yönetmeni/belgesel sinemacı Koray Kesik konuk oluyor.
Türkiye sınırları içindeki PKK kamplarını görüntüleyerek örgütün Türkiye dışına çekilme sürecini takip eden ve barış sürecinin devam ettiği 2013 yılında çekildiği detayı mahkemece görmezden gelinen Bakur belgeselinin yönetmenleri Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel, “örgüt propagandası” suçlamasıyla yargılandıkları davada 1’er yıl 13’er ay hapis cezasına çarptırıldı. Belgesel sinemanın suç sayıldığı, yüzde 99 engelli raporu olan ve görme duyusunu kaybeden Demirel’in sağlık durumunun bertaraf edildiği karara tepkiler sürüyor.
Kesik ise geçtiğimiz Mayıs ayında görüntü yönetmenliğini yaptığı Bakur belgeseliyle bağlantılı olarak “örgüt üyeliği” suçlamasıyla gözaltına alındı. Kesik’in gözaltında olduğu süreçte arkadaşları ve meslektaşları Karşı Sanat’ta düzenledikleri basın toplantısında özgürlük çağrısı yaparken karar sosyal medyada da protesto edildi. Dört gün süren gözaltı sonrası savcılık ifadesi alınmaksızın tutuklama talebiyle Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edilen Kesik, yurtdışına çıkış yasağıyla serbest bırakıldı.
‘Örtük ya da Açık: Sansür’ videolarını izlemek için tıklayınız.
Rexx Sineması’na yıkım kararı
Tarihi 1870’lere, Afife Jale’nin ilk kez sahneye çıktığı Apollon Tiyatrosu’na dayanan, 1961’de mimar Maruf Önal tarafından tasarlanan ve ilk işletmecisi Yordan Anas tarafından 1962’de Reks Sineması ismiyle kapılarını açan Rexx Sineması‘nın yıkımına karar verildi. Kadıköy Belediye Başkanlığı’na bağlı Afet İşleri Müdürlüğü’nün yıkım başvurusu üzerine İstanbul 5. No’lu Koruma Kurulu, yapının kültürel varlık olmadığına karar vererek yıkım isteğini onayladı.
Docomomo Türkiye, ICOMOS Türkiye, KORDER ve Mimarlar Odası İstanbul‘dan ortak açıklamada Rexx Sineması’nın mimari özelliklerinin yanı sıra toplumsal ve kültürel değerleri de barındırdığı vurgulanarak “Maruf Önal Tasarımı REXX Sineması Modern Mimarlık Mirası Olarak Korunmalıdır” ifadeleri yer aldı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi ise kararın Mimarlar Odası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Kadıköy Belediyesi yetkililerinin itirazlarına rağmen 4’e 3 oy ile alındığını söyledi. Akkuş İlgezdi, “Üstelik kurul başkanı yokken, apar topar yapılan toplantı ile alınıyor bu karar. Tarihi eserlerin değerini yok sayan bir koruma bölge kurulu kararı ile bir tarih yok oluyor,” dedi. Kadıköy Belediyesi’nin binanın kültürel varlık olarak tescil edilmesi talebinin de reddedildiğini belirten Akkuş İlgezdi, “Yıkım kararı derhal durdurulmalıdır. Semt sakinlerinin ve sinema severlerin talebi yerine getirilmelidir. Kurulun aldığı ‘Korunması gerekli kültür varlığı olarak tesciline gerek olmadığına’ kararının yanlışlığı, içerisindeki 1800’lerden kalma tarihi eserler ile ortadadır. Bu karar ile hem tarihi eserler yok olacak hem de ülkemizin sanat tarihinin vazgeçilmez bir yapıtı olan Rexx Sineması yerle bir olacak,” ifadelerini sarf etti.
Kızılırmak Sineması kapandı
1960 yılında faaliyetlerine başlayan ve Ankara kent hafızasında önemli bir yerde duran Kızılırmak Sineması kapandı. Merkez Kızılay’da yer alan tarihi sinemanın bulunduğu bina hakkında depreme dayanıklı olmadığı gerekçesiyle yıkım kararı alındı. Medyascope’a konuşan sinemanın sahibi Can Köksal, Trakya’da bir alışveriş merkeziyle görüştüklerini, yeni sinemalarının adının da “Redriver” (İngilizce Kızılırmak) olabileceğini söyledi: “Burada, film gösterimi dışında çeşitli söyleşiler, festivaller, tiyatrolar da düzenlendi, insanların kültürel buluşma noktası oldu, biz Kızılırmak olarak yaşamaya devam edeceğiz, sadece mekanımız değişiyor.”
Ekonomik kriz, dijitalleşme ve değişen izleyici alışkanlıklarına karşın uzun yıllar ‘kapısı sokağa açık sinema’ kültürünü yaşatmaya devam eden Kızılırmak Sineması, Ankara Film Festivali gibi önemli sinema etkinliklerine de ev sahipliği yapıyordu.
Beyoğlu Kent Savunması: Kültür yaşamdır, yaşamdan ayrılamaz
Beyoğlu Kent Savunması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile Beyoğlu Belediyesi arasında imzalanan İşbirliği Protokolü’nü katılımcı ve şeffaf olmadığı gerekçesiyle protesto etti. Beyoğlu’nun kültürel mirasının korunması ve geleceğe aktarılması amacıyla düzenlenen beş yıllık protokolün özünde bir “yetki devrinden ibaret” olduğunu değerlendiren Beyoğlu Kent Savunması, düzenlediği toplantıda kültürün yaşamdan ayrı tutulamacayağını vurguladı.
İstanbul’un tarihî sinemalarından Emek Sineması, İstanbul’un merkezindeki yegâne deprem toplanma alanı olan Gezi Parkı, yine İstiklal Caddesi’nin sembol yapılarından Narmanlı Han gibi kent hafızasında direniş ve mücadeleyle özdeşleşen mekânların hatırlatıldığı toplantıda Beyoğlu Yurttaş Meclisi üyeleri protokole itiraz edildi: “Bu tepeden inme protokolü tanımıyoruz. Beyoğlu halkının ve Beyoğlu’ndaki tüm bileşenlerin söz hakkı olan bir konuda soru sayısını ikiyle sınırlayıp, lütufta bulunmuşçasına söz kesenler bilsin: Demokrasi bu değil, katılımcılık bu değil, şeffaflık bu değil. Eleştirimizi her yerde söyledik, söylemeye devam edeceğiz.” Beyoğlu Yurttaş Meclisi’nin Beyoğlu’nda hak temelli, katılımcı ve kapsayıcı kültür politikalarını konuşmak üzere düzenlediği “Beyoğlu Kültür Forumu” ise 24 Ağustos’ta Tütün Deposu’nda gerçekleşti.
‘Famagusta’ dizisi daha yayınlanmadan tartışmaların odağında
20 Eylül’de Netflix’te yayınlanacak Famagusta (2024-) adlı diziye Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden (KKTC) tepkiler aldı. Yunanistan’ın en çok izlenen televizyon kanalı MEGA TV için hazırlanan dizi 1974’te yaşanan Kıbrıs Barış Harekâtı’nı ele alıyor. Gazimağusa’da bebeklerini kaybeden bir çiftin elli yıllık mücadelesini takip eden dizide, Türkiye ordusu askerlerinin adayı işgal ettiği yönünde bir temsil olduğu söyleniyor. Dizi hem Türkiye hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) tarafından Türkiye’yi “işgalci göstermek” ve “tarihi gerçekleri çarpıtmak”la eleştiriliyor.
Dışişleri Bakanlığı’nın sosyal medya hesabından yapılan açıklamada tarihi gerçekleri çarpıtmakla suçlanan dizinin “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin kara propagandasına hizmet ettiği” ifade edildi. Diziye yönelik “1963-74 yılları arasında gözlerini kan bürümüş Kıbrıslı Rum çeteler tarafından katledilen Kıbrıs Türklerinin aziz hatıralarına büyük bir saygısızlık teşkil etmektedir,” ifadeleri yer aldı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz “Tarihi gerçekler senaryolar ile örtülemez. Dijital yayın platformları Rum propagandasına alet olmamalıdır” diyerek tepki gösterdi.
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise Türkiye’den yapımcılara seslenerek “KKTC’de yaşayan canlı tarihi dinleyerek güçlü bir dizi yapma” çağrısında bulundu.
CHP İstanbul Milletvekili Yunus Emre yetkililerin Netflix’e gösterdikleri tepkinin haklı olduğunu belirterek “1974 Barış Harekatı Kıbrıs Türkünü bir soykırımdan kurtarmış, adaya da 50 yıldır süren bir barış getirmiştir” dedi.
Dizinin Üst Kurul’un takibinde olduğunu belirten RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin ise “Kıbrıs Türkünün haklı davasını millet olarak destekliyor ve bu konudaki dezenformasyonlara prim vermiyoruz,” açıklamasında bulundu.
Yönetmen koltuğunda oturan Andreas Georgiou’nun aynı zamanda rol aldığı dizinin oyuncu kadrosunda Vasiliki Troufakou, Christos Loulis, Koralia Karanti, Grigoris Valtinos gibi isimler yer alıyor. Dizinin fragmanını izlemek için tıklayınız.
Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi kuruldu
Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi, geçtiğimiz Temmuz ayında Diyarbakır’daki İskenderpaşa Konağı’nda okunan açıklamayla kuruluşunu deklare etti. Tiyatrodan sinemaya farklı alanlarda çalışan ve üreten çok sayıda sanatçının katıldığı toplantıda “Sanatçı yasal çerçevenin çizdiği sınırlılıkların üstündedir. Özgürleşme düşüncenin ve imgelemin ‘başka olanı’ hayal edebilme gücüdür,” denildi. “Konuşabilmek, yaratabilmek için toplumsal barışın tesis edildiği bir ülke” talep eden sanatçılar şöyle seslendi: “Özgürlük için ses çıkarabilecek herkesin yaratıcı gücünü buraya davet ediyoruz.”
Tiyatrocu, akademisyen Sürreyya Karacabey, üyesi olduğu inisiyatif için “Sessiz bir şekilde oturmaktan yorulmuş bir grup sanatçının ses çıkarması olarak bakabiliriz” dedi. Karacabey konuşmasının devamında “Açıklamayı, hakikâtin, yıkıntıların altında kalmış Sur’dan yapıyoruz. Bir köşeye sinmiş olmaktan, sessiz kalmaktan utanıyoruz. Çocuklar, işçiler, hayvanlar için utanıyoruz. Gürültü yapmak istiyoruz. Özgürlüğün herkesin temel hakkı olduğunu, batıda ve doğuda hepimizi bir araya getirecek bir motto olduğunu söylüyoruz.” ifadelerini kullandı.
İnisiyatifin kuruluş metnini Yolcu Tiyatro’dan, oyuncu-yönetmen Ersin Umut Güler okudu. Sansür, baskı ve yasakların sanatçının sanatını gerçekleştirebilmesine engel olduğuna dikkat çekilen bildiride özgürlük için eylemlilik çağrısı yapıldı: “Sürekli yasakların olduğu bir yerde önce herkes için özgürlük mücadelesi verilir. (…) Baskıyla dilsizleşmiş sesimizi geri istiyoruz, özgürlük diye bağırdığımızda, kafamıza fırlatılan şiddet tuğlalarını hayatı saçma bir kafese çevirenlere iade ediyoruz. Siyasetin reel gerekler hiyerarşisi bizi ilgilendirmiyor. Çözümü olduğunu bildiğimiz meselelerin sürekli bir savaş durumu yaratılarak, iktidarlar için kullanıldığının farkındayız. İçinden geçtiğimiz zamana sadece uyum sağlayan bir yedek parça olarak sanat fikrine şiddetle karşı çıkıyoruz. Yaratıcı güçlerin ortak çıkardığı sesin, silahların sesinden daha güçlü olduğunu biliyoruz. Biz konuşabilmek, yaratabilmek için toplumsal barışın tesis edildiği bir ülke istiyoruz. Özgürlük için ses çıkarabilecek herkesin yaratıcı gücünü buraya davet ediyoruz. Çünkü başlangıçta eylem vardı!”
Deklarasyon metninin tamamına ulaşmak için tıklayınız.
Sinema Araştırmaları Merkezi kuruldu
Bir grup akademisyen ve sinema araştırmacısı, bir araya gelerek Sinema Araştırmaları Merkezi‘ni (SİAMER) hayata geçirdi. Gazeteci, sinema araştırmacısı ve yazar Burçak Evren, sinema araştırmacısı ve yazar Deniz Yavuz, sinema yazarı Ertan Tunç, akademisyenler Ali Karadoğan, Ayşe Toy Par, Barış Saydam, Ece Vitrinel ve Ruken Öztürk’ün kurucusu olduğu merkezin ilk genel kurulu geçtiğimiz Temmuz ayında gerçekleşti. İstanbul merkezli mesleki sivil toplum örgütü faaliyetlerini dernek statüsünde sürdürecek. Sinema alanında yapılacak araştırmaları desteklemeyi ve araştırmacıların haklarını korumayı hedefleyen SİAMER’in ilk dönem çalışmalarında arşivsel başlıklara ve ülke genelinde sinema, televizyon alanında eğitim veren fakültelerle yapılacak çalışmalara öncelik vereceği bildirildi.
‘Sansür memurları yok ama BİK, RTÜK, İletişim Başkanlığı var’
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) 24 Temmuz Basın Özgürlüğü için Mücadele Günü‘nde yayımladığı yazılı açıklamada Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskılara dikkat çekti: “Belki artık sansür memurları yok ama Basın İlan Kurumu, RTÜK, İletişim Başkanlığı var. 2024 yılındayız ve hemen her gün gazeteciler mahkeme salonlarında haberlerini savunmak zorunda bırakılıyor. Şu anda 13 meslektaşımız gazetecilik faaliyetleri nedeniyle Türkiye’nin çeşitli cezaevlerinde tutuklu bulunuyor.” Bildiride sansürün kaldırılışının 116. yılı olduğunu hatırlatan TGS, sansür karşısında dayanışmanın önemine vurgu yaptı: “Gazetecilere yönelik saldırıların cezasız bırakılması, saldırı çıtasını her geçen gün bir basamak yukarı taşıyor. Tehditler ve hedef göstermeler endişe verici boyutlara ulaşıyor. Halkın haber alma hakkı ve kamu yararı için çalışan gazetecilerin 116 yıllık mücadelesi bugün de sürüyor. Bugünün sansür memurlarını ancak dayanışma ile medyadan gönderebileceğimizi unutmayalım.”
Öte yandan 2024 yılı yaz aylarında yaşanan ve geniş anlamda ifade özgürlüğünü ilgilendiren iki ayrı vaka daha var. Bunlardan birisi, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) sosyal medya platformu Instagram‘ı “katalog suçlara uymadığı” gerekçesiyle erişime kapatması. Bir diğer ise hayvan katliamının önünü açan ve kamuoyunda ‘katliam yasası’ olarak adlandırılan yasa. Yetkililerin Instagram’a erişimle ilgili keyfi kararı, milyonlarca kullanıcının ifade özgürlüğü ve bilgiye erişim haklarına doğrudan bir müdahale. Hayvanların yaşam hakkına kast eden yasa ise hayvanların yaşam hakkından sorumlu olan devletin, görevini yerine getirmemeyi meşrulaştırdığı gibi toplumu da buna uymaya mecbur bıraktığı bir vaka. Birbirinden bağımsız gibi görünen bu olaylar baskı ve yasakların hüküm sürdüğü Türkiye’de siyasi iktidarın gün geçtikçe cüretkârlaştığını, yurttaşların ise giderek sindirildiğini gösteren vahim bir tablo sunuyor. Altyazı Fasikül’ün üç aylık yaz bültenine konu olan haberler, sektör başta olmak üzere Türkiye’de yaşam pratiği sürdüren herkese dayanışmada kenetlenmenin, kolektif eylemliliğin önemli olduğunu hatırlatır nitelikte.