Şu An Okunan
Yeraltına Kök, Yokluğa Tepki:  İran’da Olmayanların Gözünden Jina Devrimi*

Yeraltına Kök, Yokluğa Tepki:  İran’da Olmayanların Gözünden Jina Devrimi*

Yurtdışındaki İranlı sinemacı, tiyatrocu ve sanatçıların kurduğu AIFTAA derneği, İran’da “yeraltına kök salan” kadınlara sınırların ötesinden destek taşıyor. “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketinin sesini tüm dünyada duyurmaya çalışan dernekten sinemacı/sanatçı Mania Akbari ve tiyatrocu Niloofar Beyzaie ile konuştuk.

Söyleşi: Gözde Onaran, Senem Aytaç, Fırat Yücel
Çeviri: Gözde Onaran

Geçtiğimiz Eylül ayında, İran’da, ahlak polisi tarafından gözaltına alınan Mahsa Jina Amini’nin gözaltındayken öldürülmesi üzerine başlayan feminist isyan dalgasına ülke dışında yaşayan İranlılardan da güçlü bir katılım ve destek geldi. Bir yandan dünyanın pek çok yerinde rejim karşıtı eylemler devam ediyor diğer yandan da diasporadaki İranlılar arasında yeni dayanışma biçimleri hayata geçiyor. Rejimin baskısı altında üretmekte zorlandıkları için ülkelerini terk etmiş, dünyanın farklı yerlerinde yaşamaya ve çalışmaya başlamış İranlı sinemacı, tiyatrocu ve sanatçılar da bir araya gelerek ‘Yurtdışında Yaşayan İranlı Film ve Tiyatro Sanatçıları Derneği’ni (Association of Iranian Film and Theatre Artists Abroad – AIFTAA) kurdu ve Aralık 2022’de yayınladıkları bir bildiri ile İran’daki rejim karşıtı protestoları desteklemeyi amaçladıklarını açıkladı. AIFTAA’nın kurucularından, 2011’den beri Londra’da yaşayan sinemacı ve sanatçı Mania Akbari ve otuz yedi yıldır Almanya’da sürgünde olduğunu ifade eden tiyatro yazarı ve yönetmeni Niloofar Beyzaie ile yaptığımız söyleşide İran’daki durumu, derneğin kuruluşunu ve bu devrimci hareketliliğe ne şekilde katkı sunmayı planladıklarını konuştuk.

Mania Akbari

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bu grubu kurmaya nasıl ve neden karar verdiniz? İlk duyurunuzda farklı bakış açılarına ve entelektüel eğilimlere rağmen bir araya geldiğinizden bahsediyorsunuz, bu nasıl mümkün oldu?

Mania Akbari: On bir yıldır Birleşik Krallık’ta yaşayan İranlı feminist bir film yapımcısı ve sanatçısıyım. İşlerim, cinsel kimlik, vücut bulma, beden ve travma, beden imgesi ve beden politikasını irdeliyor. İran sinemasındaki köklü melodram geleneğinin aksine benim tarzım görsel sanatlara ve otobiyografiye dayanıyor.

Çoğumuzun İran’ı terk etmekten başka seçeneği yoktu. Farklı zamanlarda ülkeden ayrıldık ve dünyanın dört bir yanına dağıldık. Çünkü İslam Cumhuriyeti’nin yönetimi altında sansürsüz, yaratıcı bir yaşam ve çalışma için gerekli güvenceye sahip değildik. Örneğin, ben yurtdışına festivallere giderken başörtüsü takmıyordum. Bu nedenle bir noktada pasaportuma el koydular ve benden bir kağıt imzalamamı, bir dahaki sefere başörtüsü takacağıma dair söz vermemi istediler. O zamanlar sosyal medya yoktu, İslami rejimin baskısı altında olduğumuzu anlatmak, sesimizi duyurmak için hiçbir aracımız yoktu.

2011’de filmlerimden birini göstermek için İngiltere’ye gittiğimde BBC ile başörtüsü takmadan bir röportaj yaptım. O zamanlar kanserdim ve yüzüm çok farklıydı, çok hasta görünüyordu. Ertesi gün, rejim çok hasta göründüğüm fotoğraflardan birini seçti ve Hizbullah’a ait yaklaşık on sekiz web sitesi diğer hükümet medya organlarıyla birlikte bu fotoğraflarımı yayınladı ve şöyle yazdı: “Mania Akbari bir lezbiyen ve HIV+. Bu yüzden İran’dan İngiltere’ye kaçtı.” HIV de değildim lezbiyen de; ayrıca kaçmamıştım da. Ancak, bu yalan haberlerin ardından İran’a dönemezdim.

Hepimiz benzer deneyimler yaşadık. İran’dan ayrılmayı biz seçmedik. Şu anda gerçekleşmekte olan bu önemli ve hayranlık uyandırıcı siyasi devrim -beden devrimi, kadın bedeni devrimi, “Kadın, Yaşam, Özgürlük” (Jin, Jîyan, Azadî)- bize tüm dünyada büyük bir etki yaratma şansı verdi. Özgürlük çağrısını İran’dan Afganistan’a, Belucistan’dan Kürdistan’a yaymak istedik. Bu bizim için çok önemliydi, bu yüzden İran’da baskı altında olan, zarar gören veya hapsedilen siyasi tutukluların ve protestolara katılan sanatçıların haklarını desteklemek için bir araya gelmeye karar verdik. Biz de “Kadın, Yaşam, Özgürlük”’ün, bu ilerici hareketinin yanında yer almaya karar verdik. El ele tutuşmaya ve İran’daki bu değerli organik hareketin sesine ses katmaya karar verdik. Örneğin, derneğimiz, yakın zamanda okullarında rejim tarafından zehirlenen genç kızlara destek amaçlı önemli bir açıklama yaptı.

Niloofar Beyzaie

Niloofar Beyzaie: Oyun yazarı ve tiyatro yönetmeniyim. Otuz yedi yıldır Almanya’da sürgünde yaşıyorum. Oyunlarımda hep kadın meselelerini; totaliter bir yönetim ve ataerkil yapıların egemenliği altındaki yaşamı ele aldım. Mania Akbari beni arayıp sinema ve tiyatro sanatçıları için bir dernek kurma kararından bahsetti. Bunu çok olumlu karşıladım çünkü böyle bir dernek kurmak için yıllar önce çok uğraşmıştık ama başaramamıştık. Ama şimdi, İran’daki durum ve İran halkının protestoları göz önüne alındığında, baskı altındaki sanatçıların haklarını korumak, halkı İslami rejimin baskılarına karşı korumak ve desteklemek için böyle bir organizasyonun gerekli olduğunu düşünüyorum. İslam Cumhuriyeti tüm muhalifleri, daha doğrusu kendisi gibi düşünmeyen herkesi bastırıyor. Dolayısıyla İslam Cumhuriyeti’nin zulmüne karşı mücadele ulusal bir meseledir. Bu derneği kurmamızın ardındaki en önemli sebeptir.

Bu İslam Cumhuriyeti’ne karşı şimdiye kadarki en güçlü, en umut verici hareket ve bu devrimci hareketin merkezinde kadınlar yer alıyor. Sizce kadınların katılımı ve liderliği nasıl bir fark yarattı?

N.B. İslam Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği ana temellerden biri, bedenin ve kadının toplumdaki varlığının kontrolüdür. İslam Cumhuriyeti iktidara geldikten sonra kadınlar haklarının çoğunu kaybettiler ve İslam kanunları onları ikinci sınıf vatandaşlar haline getirdi. Onlara her türlü ayrımcılık uygulandı; kaderlerine dair tüm kararları verme hakkı kocalarına ve babalarına verildi. İranlı kadınlar yıllardır kaybettikleri hakları geri kazanmak için mücadele ediyor aslında. Bu kez, yeni nesilden kadınlar, haklarında ısrar etmenin yanı sıra, inanılmaz bir cesaretle sokaklara çıkarak taleplerini haykırdılar ve İslam Cumhuriyeti’ni devirmeyi amaçlayan devrimci hareketin önünü açmayı başardılar. Bu kadınlar seçme hakkı, insani yaşama hakkı, yaşam ve özgürlük mücadelesi için meydanlara, sokaklara çıktılar ve taleplerinden vazgeçmediler. Bu nedenle, tüm baskılara rağmen, protestoların ve eylemlerin devam ettiğini görüyoruz. Hükümet son eylemlerde çok sayıda insanı öldürdü ve hapse attı. Yine de bu kadınlar – geçici olarak salıverilmiş olsalar ve duruşma tarihleri pek yakında olsa bile – cezaevinden çıkar çıkmaz yine itaatsizlik edip başörtülerini çıkarıyorlar. Bir diğer önemli konu ise bugün birçok erkeğin mücadele saflarında kadınların yanında yer alması ve önceki protestolarda yaptıkları gibi onları yalnız bırakmamasıdır.

M.A. Ruhullah Humeyni’nin Mart 1979’da İran’a gelişinden yalnızca otuz beş gün sonra, “zorunlu başörtüsü” gibi İslamî kuralları dayatma girişimine karşı direnen ilk grup kadınlar oldu. Şu anda kadınlar -dindar, geleneksel veya kırsal kökenli olanlar da dahil olmak üzere- çoğu insanın desteğini alıyor. Kadınlar da erkekler de İranlı kadınların taleplerini destekliyor ya da, en azından, toplum içinde başörtülerini yakmak gibi cesur hareketlerini tehdit olarak algılamıyorlar. Kadınların talepleri çok basit ve dünyadaki herkesin ilişki kurabileceği bazı temel insan haklarına işaret ediyor. Asıl şok edici olan, İran’da kadınlar için bu hakların olmaması. Yokluk, eksiklik, orada olmayan “şey” ve özellikle İranlı genç neslin bu “yokluğa” tepkisi, insanların hayal gücünü ele geçirdi. Bugün İran’da binlerce eylemci insan onuru, kadın hakları, eşitlik, seçim, mahremiyet, bireysel özgürlükler, demokrasi, özgürlük ve sıradan bir yaşam için hayatlarını riske atıyor. Bugün İranlı gençler, her toplumsal ve ahlakî değerin göreceli olmadığını göstererek bazı evrensel değerlerin önemini dünyaya hatırlattı. İnsanlar, çifte standart uygulamadan kültürel açıdan duyarlı olmanın yollarını buldular. İnsanlık deneyimleri, değerleri paylaşmanın insanları birbirine yaklaştırmada, şefkat ve empati duygusunu ateşlemede önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Bazı ortak değerlere duyulan ihtiyacın arkasında başkalarının duygularını anlama ve paylaşma becerisi mi var yoksa bunun tersi mi geçerli bilmiyorum ama ortak evrensel değerlere sahip olmanın gücü inkar edilemez. Elbette değerler değiştirilebilir, düzeltilebilir veya yeniden tanımlanabilir. İranlı kadınlar kırk yıldır ülkenin her yerinde yeraltına kök saldılar. Pek çok gazeteci, muhabir, düşünür, akademisyen, feminist vb. bunca yıl canla başla çalıştı yeraltında. “Kadın, Yaşam, Özgürlük” onların bu çalışmalarının sonucu. Her yerde çok güçlü ve iç içe geçen kökler oluşturdular – sadece Tahran’da değil: Kürdistan’da, Belucistan’da, hatta Türkiye’de. Bu çok güzel.

İranlı kadınlar kırk yıldır ülkenin her yerinde yeraltına kök saldılar. “Kadın, Yaşam, Özgürlük” onların bu çalışmalarının sonucu. 

Kadın aktivistlerin ve özgürlük savaşçılarının “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganıyla önderlik ettiği İran halkının devrimci hareketi, siyasi ve sosyal özgürlükler oluşturmayı; kadınlara, cinsel ve cinsiyet kimliklerine, dinî ve ulusal kimliklere yönelik ayrımcılıkla mücadele etmeyi; baskı, işkence ve infazların son bulması için çalışmayı amaçlıyor. Bugünlerde İslam Cumhuriyeti bu hareketten o kadar korkmuş durumda ki, ‘Jina Devrimi’nin devrimci kızlarını bastırmak için okullara, özellikle kız öğrencilere yönelik çok sayıda kimyasal saldırı düzenleyerek insanlık dışı bir suç işlemeye bile vardırdı işi. Bu zehirli gazların öğrencilerin sağlığı üzerindeki geri dönüşü olmayan etkileri ve tehlikeleri hâla bilinmiyor. Yeni nesil, bu gerici ve kadın düşmanı iktidar yok olana kadar mücadeleden geri adım atmayacağını kanıtladı. Kurbanların aileleri, özgürlük mücadelesi veren diğer insanlarla birlikte protestolara katılıp hükümetin bu organize suçlarına derhal son verilmesini talep ederken, hükümet statükoyu normalleştirmek için eylemcilere şiddet uyguluyor. İslam Cumhuriyeti’nin baskıcı güçleri, iktidara tutunmak için her yolu kullanacaklarını gösterdiler. Tarih, baskıcı rejimlerin insanlığa karşı suçlarda sınır tanımadığını ve daha büyük zulümler işleyebileceğini kanıtladı. AIFTAA, İran halkının hak mücadelesine destek veriyor ve uluslararası sanat camialarını ve tüm özgürlük savunucularını İran halkının sesi olmaya, bu sistematik şiddet karşısında sessiz kalmamaya çağırıyor.

Dindar kişilerin de bu devrime destek verdiğinden bahsettiniz. Bu laik ve dindar kesimlerin rejimi değiştirme konusunda hemfikir olduğu anlamına mı geliyor?

M.A. Çok güzel görüntüler gördüm: Çarşaflı bir kadın, başı açık bir kadının elini tutuyor, ikisi birlikte protestoya katılıyor. Bu hem güzel hem de şiirsel ve güçlü bir siyasi mesaj taşıyor. Protestolar çarşafla ilgili değil, daha çok ne giyeceğini seçme özgürlüğüyle ilgili. Genç nesil kendi inançlarını başkalarına empoze etmek istemiyor, aksine herkesin kendi dinini, inancını ve kılık kıyafetini seçmekte özgür olmasını istiyor. Faşizme, diktatörlüğe, ataerkil topluma ve kadın düşmanlığına karşı savaşıyorlar. Kendi bedenleri üzerinde kontrol hakkı ve bir devrim talep ediyorlar. Dünya çapında kadınlar nesneleştirilmeye karşı ve bedensel özerklikleri için mücadele ediyor; ancak İran’daki kadınlar, yaşadıkları acı ve baskı deneyimleri nedeniyle, hayatlarının her anını devrimci bir eyleme dönüştürmüş durumdalar. 

Kadınların kamusal alanda birer özne olarak varlığı da tarihsel olarak önemli bir dönüm noktası. Kamusal alandaki bu değişimin kalıcı olduğunu düşünüyor musunuz? Bu değişikliklerin uzun vadeli etkileri olacağına inanıyor musunuz?

M.A. Şehirleri şekillendirmede toplumsal cinsiyetin rolü hem kuramsal hem pratik açıdan ihmal edilmiş bir mesele olmaya devam ediyor. Onlarca yıldır birikmiş feminist literatüre rağmen bu nasıl mümkün olabiliyor? “Kent hakkı” literatüründeki baskın bakış açıları, “hakların” nasıl cinsiyetlendirildiğine çok az değiniyor. Buna karşılık, gündelik yaşamla ve marjinalleştirilmiş şehir sakinlerinin çoklu mekânsal taktikleriyle ilgilenen feminist ve kuir çalışmalar, hakların müzakere edildiği veya uygulandığı daha karmaşık bir kentsel arena tanımlıyor. Modern kentte bir arada var olan ihtilaflı toplulukların daha bütünsel olarak tanınması ve gündelik deneyimlerin toplumsal cinsiyet aracılığıyla ele alınması şehir-planlamacıların ve politikacıların kentsel alana daha kapsayıcı şekillerde müdahale etmelerini sağlayabilir.

İslam Cumhuriyeti gibi diktatörlükler şehirleri kadın bedenini kontrol edecek şekilde inşa ediyor. Şehirler, erkekler için, protestoları kontrol etmek için tasarlanmış durumda. Ancak, bu sefer, bir devrim söz konusu! Belki bu süreç zaman alacak ama artık hükümetin bunu durdurması imkânsız. Geri gitmiyoruz. İnsanlar şu anda sokakta olmasalar bile önemli değil, artık her yerde çok güçlü bir sesleri var. Rejim bunu kontrol edemedi. Durduramadılar. Devrim yeraltında kök saldı ve her yere yayıldı; bu kökleri kesemezler.

Derneğimiz, kadınların sesini duyurmak amacıyla Dünya Kadınlar Günü için bir açıklama hazırladı. Çünkü bu yıl İranlılar için çok farklı.

22 yaşındaki Mahsa Amini’nin gözaltında öldürülmesinin ardından yapılan protestolardan. 19 Eylül 2022, Tahran.

İslam Cumhuriyeti gibi diktatörlükler şehirleri kadın bedenini kontrol edecek şekilde inşa ediyor. Şehirler, erkekler için, protestoları kontrol etmek için tasarlanmış durumda. Ancak, bu sefer, bir devrim söz konusu!

N.B. Uzun zamandır, İran’da bir sonraki devrimin kadınlar tarafından, özgürlük, yasal eşitlik ve demokrasi talepleriyle gerçekleştirileceğine inanıyordum. Hükümet kadınların rolünü ev hanımlığına indirgemeye çalışırken kadınlar her zaman eğitim almaya ve kamusal alanda var olmaya çabaladılar. İran’da eğitimli ve bilgili kadın sayısı oldukça fazla. Bu hem kendi çabalarının hem de hükümetin onları bastırma girişimlerine karşı gösterdikleri direnişin sonucudur. Kadınların toplumsal hayattaki varlığı İran toplumunu ve kadınlara bakışını derinden ve kalıcı olarak etkiledi.

Elham Modaresi, Shirin Samadi ve Taraneh Alidoosti’nin tutuklanması göz önüne alındığında, rejimin özellikle feminist sinemacıları hedef aldığını ve onları susturmaya çalıştığını söyleyebilir miyiz?

N.B. Ayrımcılığa ve kadın hakları ihlallerine karşı direniş ne kadar etkili olursa, rejim bunu o kadar kırmaya çalışacaktır. Bu kadınlar bu rejimde büyüdüler. Hatta, rejim, İran’daki atmosferin normal olduğunu kanıtlamak için onları kullanmaya bile çalıştı. Ama “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketi bu kadınlara, ayrıcalıklarını kaybetme pahasına da olsa, rejime karşı direnme cesaretini ve dayanıklılığını verdi.

1985’ten beri Frankfurt’ta yaşayan Niloofar Beyzaie, yazıp yönettiği One File, Two Murders (Bir Dosya, İki Cinayet) oyununda 1988’de İran’da rejimin zincirleme siyasi cinayetlerine kurban giden iki muhalif figürün, Parwaneh ve Dariush Forouhar’ın hikâyesini anlatıyor.

Yayınladığınız ilk bildiride İslam Cumhuriyeti’nin uluslararası sanatsal festivalleri ve toplantıları propaganda amacıyla kullandığını söylüyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?

N.B. İslam Cumhuriyeti, ülke içindeki tüm sanatsal alanları denetliyor, filmleri sansürlüyor ve yasaklıyor, sanatçılar üzerinde baskı kuruyor ve aynı zamanda İslam Devrim Muhafızlarına bağlı sinema kurumları aracılığıyla İran sinemasının ekonomisini kontrol ediyor. Bu kuruluşların desteği olmadan film çekmek mümkün değil. Bu şekilde hükümet, sanatçıları kaynaklarına bağımlı kılarak onlar üzerinde baskı kurmaya çalışıyor. Bu arada lobileri aracılığıyla da uluslararası festivalleri etkilemeye çalışıyor. Batı’nın işbirliğini kazanmak için, eleştirel İran filmlerinin Batı festivallerine katılmasına izin veriyorlar, ancak filmlerin oyuncuları üzerinde ciddi bir baskı kuruyorlar. Onları Batılı gazetecilerin soruları karşısında sessiz kalmaya ya da İran’daki yasaları normalmiş gibi yansıtmaya zorluyorlar.

İslam Cumhuriyeti ülke içindeki tüm sanatsal alanları denetliyor, filmleri sansürlüyor ve yasaklıyor. İslam Devrim Muhafızlarına bağlı sinema kurumları aracılığıyla da İran sinemasının ekonomisini kontrol ediyor. Sanatçıları kaynaklarına bağımlı kılarak onlar üzerinde baskı kurmaya çalışıyor.

M.A. Bu nedenle, Batı’nın yapabileceği en önemli şey İran rejimiyle işbirliği yapmayı bırakmaktır. Harika açıklamalar yapıyorlar; sözleri güzel ama yeterli değil. Doğrudan hükümet üzerinde bir baskı olmadığı sürece bunların İran halkına nasıl bir faydası olabileceğini anlamıyorum. İran hükümeti her gün insanları idam ediyor. Onları asıyorlar! Hapishaneden çıkabilenler ise derin bir travma yaşıyor. Hapisten çıkanlar arasında çok sayıda intihar vakası var. Batılılar dayanışmadan bahsediyor ama dayanışma tam olarak nedir? Siyasi dil nedir? Siyasi eylem nedir? Bu devrim Batı’nın para kazanacağı bir başka kaynağa dönüşmemeli.

İslam Cumhuriyeti’ne bağlı kuruluşların ürettiği veya rejim desteğiyle dağıtılan eserlere karşı devam eden yaygın bir boykot var. AIFTAA olarak bu boykotu desteklerken, İran sinema ve tiyatrosunun bağımsız ve yeraltı yapımlarına da koşulsuz olarak destek verdiğimizi beyan ediyoruz. Yaratıcılarının acısı ve fedakarlıklarıyla ortaya çıkan bu bağımsız eserler İran’ın gerçek yüzünü canlı tutmayı başardı. AIFTAA, adından da anlaşılacağı üzere, tamamı İran dışında yaşayan üyeleriyle ilgili faaliyetlerden sorumludur. Ancak, İran’daki bağımsız sanatçılarla dayanışmayı da ahlaki görevimiz olarak görüyoruz. Tüm kalbimizle, dürüstlükle ve sorumluluk duygusuyla İslam Cumhuriyeti’nin bastırmaya çalıştığı sesleri duyurmaya yardımcı olmak için çalışacağız. Bağımsız İranlı sanatçıların eserlerini uluslararası alanlarda sunmaları ve sergilemeleri için elimizden geleni yapacağız. AIFTAA olarak, bu günlerde bağımsız işler yaratmış veya yaratmaya devam eden sanatçıları tanıtmaya hazır olduğumuzu duyuruyoruz. Dernek tarafından desteklenmeye ihtiyaç duyan İran’daki tüm sinema ve tiyatro sanatçılarını bizimle iletişime geçmeye ve eserleriyle ilgili bilgileri bize göndermeye davet ediyoruz.


AIFTAA sosyal medya hesaplarından boykot çağrılarını da paylaşıyor. Endonezyalı yönetmen Kamila Andini’nin çağrısı: “Bu yılın Fajr Film Festivali’nin (1-11 Şubat’ta Tahran’da düzenlendi) kırmızı halısı İran halkının kanıyla serildi. Bu propaganda etkinliğine katılmayın!”


İslam Cumhuriyeti ile çalışma meselesini Batılı devletlere soracak olsanız, zaten ağır yaptırımlar uygulamakta olduklarını söyleyeceklerdir. Siz bunun aslında yeterli olmadığını mı düşünüyorsunuz?

M.A. Evet, çünkü masa altından hâlâ onlarla anlaşmalar yapıyorlar. Yaptırımlar da hükümeti değil, İran’daki halkı etkiliyor aslında. Diğer bir konu ise, Batılı bazı haberlerin yaşananları bir devrim olarak değil de sanki yalnızca başörtüsüne karşı protestolardan ibaretmiş gibi sunması. Ama durum bunun çok ötesinde. Kadınlar tabii ki kendi vücutlarını kontrol edebilmek istiyorlar. Ama bundan da öte, insanlar bu rejimi istemiyorlar, İslam Cumhuriyeti’ni istemiyorlar. Ama Batı haberleri bundan hiç bahsetmiyor. Asla ‘devrim’ kelimesini kullanmıyorlar. Batı medyasının çoğu muhafazakar. Örneğin, İran sadece Tahran’dan ibaretmiş gibi yalnızca oradaki olaylara odaklanıyorlar. Ayrıca tutuklamaları bildirirken sadece ünlü isimlerden bahsediyorlar. Ama İran sadece Tahran değil; devrim sadece orada olmuyor. Aslında çoğu eylem Kürdistan’da, Belucistan’da oluyor. Üstelik sadece şehirlerde değil, köylerde de oluyor. Batı medyasından destek alan ünlülerin zaten bir sesi var. Örneğin, Taraneh Alidoosti tutuklandıktan iki hafta sonra serbest bırakıldı. Ama hapiste olan insanların çoğunu kimse bilmiyor, isimleri yok. Bu insanların rejimin kurbanı olamaması için isimlerini duyurmalıyız. Derneğimizin en önemli misyonlarından biri de budur.

Uluslararası kurumlar dışında İran’daki film festivalleri gibi organizasyonlardan da bir tepki gelmesini bekliyor musunuz?

N.B. İran’da hükümet kontrolünden bağımsız festival yok. Aksine İslam Cumhuriyeti, Batı ile uyum içinde olduğu izlenimini vermek için, Amerikan karşıtı eğilimlere sahip Batılı sinemacıları İran’daki festivallere davet ediyor.

Sinema ve tiyatro sanatçıları olarak İran halkının sesini nasıl duyurmayı planlıyorsunuz? Aklınızda ne tür projeler var? Yerel etkinlikler organize etmeyi ya da kurumlar kurmayı hedefliyor musunuz?

N.B. İran’da baskı altındaki sanatçıların seslerini duyurarak; hükümetin protestolara katılan sanatçılara uyguladığı şiddete karşı çıkarak; uluslararası festivalleri bilgilendirerek ve İran devlet kurumlarının bu festivaller üzerindeki etkisini açık ederek; dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarımıza mektuplar yazıp hükümetin hedeflerini açıklayarak; sansürsüz sinema ve tiyatro festivalleri düzenleyerek; devletin baskısı altında olan ve çalışmaları bastırılan sanatçıları destekleyerek.

M.A. Psikolojik olarak İran’daki insanlara umut veriyoruz. Onları desteklediğimizi ve seslerini duyurduğumuzu bilmeleri çok önemli. Bu, devrime devam etmeleri için onlara güç veriyor.

Ayrıca cezaevindeki herkesin adını yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Tüm isimleri sosyal medyada paylaşıyoruz ve güçlü bir farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Özellikle de hükümetin idam etmeyi planladığı kişilere dair.

Bu derneğin, İranlı feministlerin sesini daha duyulur hale getirmesini istiyoruz. Ayrıca Kürtlere, Belucilere ve LGBTQI bireylere odaklanmak istiyoruz. Hepsi bizim için çok önemli. Kuir ve LGBTQI’ler için İran rejiminin tam aksi yönünde bir kapı açıp onları derneğe davet etmek ve onların sesini daha fazla duyurmak istiyoruz.

Jina Devrimi, İran’ın feminist sinemasına yönelik ilgiyi de arttırdı. The Print’te konu hakkında yayınlanan yazıya eşlik eden illüstrasyon. (Soham Sen)

Bu harekete ve derneğinize dahil olan herkesin uzlaştığı bir tavır mı?

M.A. Evet, hepimiz hemfikiriz. Mümkün olduğunca kapsayıcı olmak istiyoruz. Derneğimizin kapıları herkese açıktır. Aksi takdirde kendimize ‘kolektif’ diyemezdik. Ayrıca, ben şahsen geleceğin sinemasının LGBTQI sineması olduğuna, geleceğin sanatının LGBTQI sanatı olduğuna inanıyorum. Bunu kabul etmeliyiz.

Diasporadaki İranlı sanatçıların tüm bu süreci nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? İran’ın dışında ve içinde etkileri nedir? Aralarında söylemsel bir fark var mı? Varsa, direniş üzerindeki olumlu ve/veya olumsuz etkileri neler olabilir?

N.B. İran içinde ve dışında gerçekleştirilen eylemler birbiriyle uyumlu hale geldi. İran dışında yaşayan biz sanatçıların çoğu baskılar, tehditler, sansürler nedeniyle ülkeyi terk etmiş olsak da İran’da kalan ve baskı altında yaşayan meslektaşlarımızın seslerini hep duyurmaya çalıştık. İran’da kalan sanatçıların çoğu, belki de profesyonel çıkarlarını gözettiklerinden, şimdiye kadar sessiz kalmayı tercih ettiler. Biz bu süre boyunca İran’da devam eden sanatsal ve toplumsal alanlardaki baskıları dile getirmeye çalıştık. Bugün bizi birbirimize yakınlaştıran şey, daha önce sessiz kalan İran’ın önde gelen sanatçılarının birçoğunun bu harekete katılması ve alenen hükümeti protesto etmeye başlamasıdır.

Pek çok kişinin yanı sıra dernek, müze ve festivaller de toplumsal hareketlerden para kazanmaya çalışıyor. Batı’nın bu devrimci hareketten kapitalist bir pazar yaratmasını engellemek istiyoruz.



M.A. “Kadın, Yaşam, Özgürlük” eylemlerine katılan pek çok kişi, hapsedilme tehlikesiyle karşı karşıya kalıp İran’ı terk etmek zorunda kalacak. Onları kucaklamak ve duygusal, zihinsel ve finansal olarak desteklemek istiyoruz. Sığınmacı olarak gelen ve destek alacak kimsesi olmayan insanlara güç vermek istiyoruz. El ele tutuşmaya ve onlar için bir aile oluşturmaya çalışıyoruz. Bizimle güvende hissetmelerini istiyoruz. Onlara ekonomik olarak yardımcı olabilmek için bağış topluyoruz.

Ayrıca sinema veya tiyatro alanında okuyan ya da çalışan İranlı genç nesil ile dünyanın dört bir yanından sanatçılar ve film yapımcıları arasında bir diyalog oluşturmak için çevrimiçi atölyeler düzenlemek istiyoruz. İran hükümeti asla böyle bir diyalog kurmalarına izin vermiyor. Üniversiteler devlet tarafından kontrol ediliyor ve birçok sanatçı devletle çalışmak istemiyor. Bu nedenle İran’daki festivallere katılmıyorlar veya üniversitelere kabul edilmiyorlar. Ama bizim derneğimiz bağımsız ve bize güvenebilirler. İran ile Batı ve diğer ülkeler arasında bu sanatsal diyaloğu kurmak çok önemli.

Hükümetin dış güçleri suçladığı durumlarda, bazen uluslararası desteğin ters tepebileceği, bunun hapis cezalarını meşrulaştırmak için bahane oluşturabileceği söyleniyor. İran’daki tutuklamalara dünya çapındaki sessizliği ve rejimin tepkisini göz önünde bulundurarak, uluslararası bir dayanışma oluşturmak ile daha yerel mücadele taktiklerini zorlamak arasındaki bu ikilem hakkında ne söyleyebilirsiniz?

N.B. Son kırk üç yılın tecrübesi, İran’da hüküm süren cinayetlere, işkencelere, baskılara ve sansüre karşı dünya ne kadar sessiz kalırsa, baskıların da o kadar şiddetlendiğini gösterdi. Bence artık hükümet propagandasının hiçbir etkisi yok. Bugün halkımızın bu hükümeti yenmek için uluslararası dayanışmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.

M.A. Bizim için en önemli konulardan biri “Kadın, Yaşam, Özgürlük”ün Batı tarafından gasp edilmemesidir. Pek çok kişinin yanı sıra dernek, müze ve festivaller de toplumsal hareketlerden para kazanmaya çalışıyor; bir marka yaratmak, tişört, çanta ve şapka satmak istiyorlar. Batı’nın bu devrimci hareketten kapitalist bir pazar yaratmasını engellemek istiyoruz.

Ayrıca, İranlı kadınların mağdur olarak tanımlanmasına karşı da mücadele ediyoruz. Bu kadınlar çok cesurlar, çok güçlüler ve ne istediklerini biliyorlar. Aslında Batı desteğine ihtiyaçları yok. Batı’nın tek yapması gereken, İran hükümetiyle çalışmayı bırakmak; parayı değil insanları düşünmek. İnsan Hakları ve kadın hakları Batı için pazarlanabilir klişelerden ibaret. “Black Lives Matter” (Siyah Yaşamlar Önemlidir) hareketine ne yaptıklarına bakın. “Kadın, Hayat, Özgürlük”ün başına da aynı şeyin gelmesini önlemek istiyoruz.

N.B. İranlı kadınların ve halkın bu baskıcı hükümete karşı zafer kazanmasını temenni ediyorum. Lütfen İran protesto hareketini destekleyin.

* İranlı eylemciler, Eylül 2022’de başlayan protesto dalgasını, gözaltında öldürülen Mahsa Amini’nin Kürtçe ismine atıfta bulunarak Jina Devrimi olarak adlandırıyor.