İran’daki ayaklanma feminist bir devrim mi?
Bu makale bir farkı deneyimlemekten doğan bir sezgiyi anlama çabası. Çevrimiçi fotoğraflara bakıp videolar izlemekle sokakta bulunmak arasındaki fark. Bu, tarihî bir anda bu iki alan –sanal ortam ile sokağın gerçekliği– arasındaki farkta cereyan eden kısa devreyi yorumlama çabası. [1]
Yazı: L [2]
Farsçadan İngilizceye çeviri: Alireza Doostdar
Türkçe çeviri: Kolektif [3]
Zhina için, Niloofar için, Elaheh için, Mahsa için, Elmira için ve adını henüz anmadığım niceleri için…
Protestolar Kürdistan’da patlak verdikten birkaç gün, Tahran’dakilerden ise sadece iki gün sonra yaşadığım küçük kasabaya ulaştı. Günler boyunca sokak protestolarının video kayıtlarına, insanların söylediği heyecan verici şarkılara ve kadın protestocuların fotoğraf ve figürlerine maruz kaldım. Nihayet Çarşamba günü kendimi bir protestonun içinde buldum. “Orada,” sokakta, protestocularla çevrili olmak başta çok tuhaftı. Daha bir gün önce protestocuları telefonumdan izlemiş, cesaretlerine hayret etmiş, eylemleri karşısında boğazım düğümlenmişti ve ağlamıştım. Etrafıma bakındım ve sokağın imajlarını sokağın gerçekliği ile senkronize etmeye çalıştım. İlk elden gördüklerimle daha önce ekranda izlediklerim birbirine çok benziyordu ancak izleyici-ben ile sokaktaki-ben arasında, kısa bir zaman sonra idrak ettiğim bir fark vardı. Benim için sokak artık bir korku mekanı olmaktan çıkmış, sıradan bir mekan haline gelmişti. Her şey, güvenlik güçlerinin bize coplarıyla, mermileriyle ve şok tabancalarıyla saldırması bile sıradandı. “Sıradan” kelimesini nasıl açıklarım ya da daha iyi bir ifade kullanabilir miyim bilmiyorum. Kendimle arzuladığım imajlar arasındaki mesafe çok daralmıştı. Ben kendim o imajlar olmuştum. Aniden kendimi bir çemberin içinde baş örtüsü yakarken görüyordum, sanki her zaman baş örtüsü yakıyormuşuz gibi. Aniden kendime gelip yalnızca birkaç dakika önce dövüldüğümün ayırdına varıyordum.
Dövülmek, gerçekte, ekranda gördüğümden çok daha sıradandı. Videoları izlerken farz ettiğim acıdan eser yoktu. Beden dövülürken “sıcak” oluyor ve acıyı sandığımız şekilde hissetmiyoruz. Havalı tabanca ile delik deşik edilmiş bedenlerin olduğu sayısız video izledik ama söz konusu tabanca ile vurulmuş olanlar o kadar da acı verici ya da korkunç olmadığını söylüyorlar.
Sokakta, birden koşman gerektiğini anlayıp sonra da çoktan koşmaya başladığını fark ediyorsun. Kendine bir sigara yakman gerektiğini söyleyip “orada” olduğunu, insanların arasında sigara içmekte olduğunu görüyorsun. [4] Beden algıdan daha hızlı hareket etmiş ve ikisi henüz senkronize olmamış. Sokakta olmayı deneyimlemiş biri için ölümün bile korkutucu olmadığını düşünüyorum. Sokağın deneyimi ölüm fikrini askıya alıyor. İzleyenlerde korku uyandıran da bu: Ölmeye hazır insanlar görmek. Biz ölmeye hazırız. Hayır, hazır bile değiliz. Biz ölümü düşünmekten azade olduk. Biz ölümü ardımızda, bedenin sıcaklığında, korkularımızla yüzleşmenin ve onların önünde koşmanın samimiyetinde bıraktık.
Ben kendim o imajlar olmuştum. Aniden kendimi bir çemberin içinde baş örtüsü yakarken görüyordum, sanki her zaman baş örtüsü yakıyormuşuz gibi.
Bir keresinde, güvenlik güçleriyle bir çatışmadan sonra, kaçıp kalabalığın arasına koştuğumda yüksek sesli tezahüratlarla karşılandım. Gece geç saatte eve yürürken yanımdan geçen bir motokurye zafer işareti yapar ya da bağırarak yüreklendirirdi. Ben halen anın etkisi altındaydım. Övgü ve teşviklerin nedeninin tam ayırdında değildim. Ertesi sabah, aynada yaralarımı incelerken, çatışmanın ayrıntıları aniden gözümün önünden geçti. Bu, az önce gördüğümün farkında bile olmadığım bir rüyayı aniden hatırlamak gibiydi. Bedenim soğumuş ve zihnim iş başı yapmıştı. Yalnızca dövülmemiştim; direnmiştim ve birkaç yumruk ve tekme de ben savurmuştum. Bedenim, protestocuların yaptığını gördüğüm şeyleri bilinçsizce yapıvermişti. Beni zaptetmeye çalışan güvenlik güçlerinin yüzlerindeki şaşkın ifadeyi hatırladım. Hafızam ancak o zaman, belli bir süre sonra, bedenime ulaşmıştı.
Benim için bu protesto ile daha önce katıldığım protestolar arasındaki somut fark, “bir kalabalığın hareketi”nden “bir durumun yaratılması”na geçiş oldu. Her seferinde, baskıcı güçlerin gelmesinden önceki kısa aralıkta, protestocular bir durum yaratmak üzere bir araya geliyordu. Güvenlik güçlerinin gelmesiyle oluşan karşılaşmanın ardından topluluk dağılıp, sokağın ve çevresindeki ara sokakların şartlarına bağlı olarak, başka bir yerde yeniden toplanıyordu. Bu durumlar, topluluk sokağın ortasında bir çöp bidonunu yakıp trafiği kilitleyerek bir sokağı kapadığında oluşuyordu. Bu kısa fırsat penceresinde, aktif ama çok da kalabalık olmayan topluluk hızla bir durum yaratmaya kalkışıyordu. “Şimdi baş örtülerini yakalım.” Bir kadın çöp bidonunun üzerine atlayıp, yoldaki arabalara dönüp yumruğunu kaldırıyor ve birkaç saniye bu figür halinde sabit duruyordu. Başka bir kadın ise arabalardan birinin üzerine atlayıp baş örtüsünü havada dalgalandırıyordu. Orta yaşlı birkaç kadın, baştan sona grubun merkezinde kalıp, birileri tutuklandığında serbest bırakılmalarına yardım etmek üzere hızla harekete geçiyordu.
Herkes, önceki günlerde diğer kentlerdeki insanların çektiği protesto videolarındaki imaj selinin parçası olmak istiyordu. Bu anlarda çok azı slogan atıyordu. Benimle aynı şehirde yaşayan insanlarda “o imaj” [tasvir] olmaya, önceki günlerde gördükleri o direniş imajı olmaya dair “arzu”yu açıkça görebiliyordum. Aşağıda, bunu feminist bir devrim yapanın ne olduğuna dair soruyu cevaplamak üzere, bu “arzu”yu irdeleyeceğim.
Fotoğrafta hapsolan zaman, onu yoğunlaştırır, mevzubahis bedenin tabi kılındığı bütün bir tarihin taşıyıcısı haline getirir. İran’daki kadınların isyanı fotoğraf-odaklı bir isyan.
Daha önce belirttiğim gibi, bu protestolar kitle değil durum odaklı; slogan değil figür odaklı. Herhangi biri, gerçekten de herhangi birini kastediyorum, tek başına, izleyenleri hayretler içinde bırakacak inanılmaz, radikal bir direniş durumu yaratabilir. “Yapabilirim”e, bu yetkinliğe dair inanç çok geniş alanlara yayıldı. Herkes, oluşturduğu direniş figürleriyle unutulmaz bir durum yarattığını biliyor. İnsanlar –özellikle de arzularını takip eden bu inatçı ve dik kafalı kadınlar– bu yeni arzunun peşinden kararlılıkla gidiyorlar. Aynı arzu, gittikçe daha da teşvik edici hale gelen, daha fazla direniş figürü ve imajı yaratma arzusu uyandıran bir zinciri tetikliyor: Ben de o fotoğrafta gördüğüm, o direniş figürü haline gelen kadın olmak istiyorum ve bir figür yaratıyorum. Bu figürler, hiç eyleme geçirilmemiş olsalar da sanki yıllardır eyleme geçiriliyorlarmışçasına protestocuların bilinçdışında yer edinmişlerdi. Bu direniş figürü, imajlarda kaydedilen bu beden, teşvik edici arzular zincirinin ileriki halkalarında, diğer kadınların kendi figürlerini oluşturma arzusunu kışkırtan bir unsura dönüşüyor. Ah biz kadınlar, bedenlerimiz olacak hapishanelerden ne arzular serbest bırakıldı bu günler boyunca!
Sokaklardaki bu dağınık ve çoğul uyarı noktalarını, örneğin, 2009 protestolarında kitleyi harekete geçiren kuvvet vektörü ile karşılaştırmak istiyorum. Tıpkı kadın orgazmı gibi, bu uyarı noktaları ne bedendeki/sokaktaki tek bir noktaya odaklı ne de o noktayla sınırlı. Bu ayaklanmayı feminist bir ayaklanma olarak değerlendirmek istiyorsam, protestoların başlama noktasının, “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganının ve ülke içindeki kadın aktivistlerin ilk eylem çağrısının ötesine bakmam gerekiyor. Tüm bunların yanı sıra, bu isyanın feminen ve feminist bir şekilde genişlemesini sağlayan ve bugün tüm dünyadaki kadınların arzularını uyandıran şey, isyan eden bedenlerdeki bu çoğul, figüratif uyarı noktaları: Protestocuların açıkça olmayı arzuladıkları figürler. Öyle ki, artık o itaatsiz, isyankâr, direnişçi bedenlerden birinin figürünü oluşturmadan sokağa çıkmak mümkün değil. İster bir arabanın ya da bir çöp bidonunun tepesinde, isterse de baş örtüsünü yakarak, alıkonmuş birini kurtararak ya da baskıcı güçlerin önünde meydan okurcasına dikilerek.
Direnen diğer kadınlara dair gördüğümüz imajlar, bizim kadınlar olarak bedenlerimizi yeni bir şekilde algılamamızı sağladı. Bu feminist direnişin biricikliğinin ve figüratif karakterinin, direnişin en başından beri videoların değil ekran görüntülerinin ve fotoğrafların ikonik hale gelmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bizi gururlandıran ve hızla toplumsal hafızamıza kazınan fotoğraflar kitlesel düzeyde paylaşıldı. Öyle ki, bu ayaklanmanın kronolojisini her gün yayımlanan imajların tarihi üzerinden yazmak mümkün. Ayaklanmayı teşvik eden ve ilerleten fotoğraflar: Zhina [Mahsa] Amini’nin hastane yatağındaki fotoğrafı. Zhina’nın yakınlarının hastanede kederle birbirlerine sarıldıkları fotoğraf. Aychi mezarlığında Kürt kadınların baş örtülerini havada salladıkları imaj. Tüm bu eylem boyunca görmek istediğimiz an: Baş örtülerinin uçuştuğu, dalgalanarak havada asılı kaldığı an. Zhina’nın mezar taşının fotoğrafı. Keshavarz bulvarında meşale taşıyan kadın figürü. Valiasr meydanında, sokağın ortasında tek başına TOMA’ya karşı duran kadın figürü. Oturan kadın figürü. Ayakta duran kadın figürü. Tebriz’de, baskıcı güçlerle göz göze, döviz taşıyan kadının figürü. Bandar Abbas’ta ateşin etrafında çember halinde dans edenlerin fotoğrafı. Ve daha birçokları.
Videoya kıyasla fotoğrafa bu şaşırtıcı derecede yüksek uyarma gücünü veren nedir? Fotoğrafa hapsolan zaman. Fotoğrafta hapsolan zaman, onu yoğunlaştırır, mevzubahis bedenin tabi kılındığı bütün bir tarihin taşıyıcısı haline getirir. İran’daki kadınların isyanı fotoğraf-odaklı bir isyan. Bu feminist izi genişletip kaybolmasına müsaade etmeyen şey nedir? Zhina’nın isminden [5] , “Kadın, Yaşam, Özgürlük”ten sonra, bir kitlenin toplanmasına müsade etmeyecek kadar yoğun bir baskının olduğu bir zamanda, bu ayaklanmayı bir feminist ayaklanma yapan kadınların direniş figürleridir. Hapsolan zaman doğrusal bir tarih anlatısını sorunsallaştırıp, onun yerine durumun topolojisini; jestleri, anları ve her gün verdiğimiz mikro-mücadeleleri vurgular. O an ve tüm o anlar “barayeh [İçin].” [6] O genelgeçer anlatı için değil, küçük olan her şey için. Akıp giden mikro-anlar için, onları geri alabilmek için, boğazımızın düğümlenmesi için, korku için, heyecan için, o kelime için, derimizin altında, tırnaklarımızın arasında, boğazımızdaki düğümde saklanarak şimdiye dek gelen, kendini bugüne kadar sürükleyen o an için. Süregiden yakın geçmiş: Fotoğrafın zamanı süregiden yakın geçmiştir. Arzuları uyandırır, geçmişe hayat verir, onu saniyeler öncesine kadar genişletir ve anların şimdiki zamandaki maratonunu bir sonraki ana, bir sonraki fotoğrafa ve bir sonraki figüre ulaştırır.
Doğrusu, bu ayaklanmayı feminist olarak öne çıkartan şey bu figür-odaklı niteliğidir; çatışmanın yoğunluğunu, baskının zulmünü ya da olayların akışını yakalamaktan ziyade bedenlerin tarihini taşıyan imajlar yaratma imkânıdır. Bir duraksama, durdurma. Bu bedeni gör, tüm bu tarihi gözlemle. Burada. Meşale taşıyan kadın, tarihin taşıyıcısı olmak için yeterli bir figür; önceki ya da sonraki saniyelere atıf gerektirmiyor. Bu bedenin tarihi, baskıyı, çatışmayı ya da eylemi göstermesi beklenen bir videoda, doğrusal bir zaman dizgesi içerisinde anlatılmaz, onun yerine devrimci bir an içerisinde kristalleşir. Kadının yanan başörtüsünü havaya kaldırdığı ve zafer işareti yaptığı anda durun. İmajın eni boyunca gözlerin hareketi, kadının arkasındaki araba farlarının parıltıları, havaya kalkmış eller, sağında duran adamın yüzündeki gülümseme, sokak boyunca ağaçlar. Bir figür, duraksama. Bu anın öncesine ve sonrasına dair bir video kaydına gerek yok, çünkü figür zamansal bir süreklilikte değil, tarihsel durdurmada, duraklamada yaratılır. Burada, bir saniyeliğine, tarihin kalbi atmayı bırakır.
Bu anlar ve figürler, kadınların bedenlerinin bastırılmasının tarihini temsil etmek için yeterlidir. Bu ayaklanmayı farklı kılan da bu niteliğidir. Bedenlerin ve figürlerin feminist ayaklanması. Protestoların feminist niteliği bu figüratif imajları yaratma imkânının açılmasındadır. Bu ‘imaj-ikonlar’, uzamı bu tür imajlarla doldurma arzusunu tetikler. Şahsen ben de bu kendini teşhir etme arzusuna tanık oldum. “O” figür olmayı isteyen bedenler, kendi bedenlerinin o figür olabilme kapasitesine sahip olduğunu gördüler. Bunun sonucunda bedenler kendilerini tehlikeye attılar, kavgaya katıldılar, o figürü oluşturdular. Yer kaplamak için çok az fırsatın olduğu bir alanda, direniş anları yaratma şansı aradılar.
Vida Movahhed, kadınların başörtüsü olmadan yürüdüğü videoların tümünün yoğunlaşmış figürü haline geldi. Videodan fotoğrafa geçiş noktası.
Daha önce de direnen kadın imajları gördük; örneğin Suriye Kürdistan’ındaki Kadın Savunma Birimleri’nin (YPJ) resimleri. Bu fotoğraflarla, şimdiki protestolardaki kadınların figürleri arasındaki fark, ilki yüzlere odaklanırken diğerinin yüzden yoksun olmasıdır. İlkinin silahları ve savaş giysileriyle kendine haslığına karşılık ikincisinin gündelik giyimleriyle genelliği. Direniş kıyafetleri içindeki güzel yüzlere yakın çekimler (fotoğrafçının arzusu) yerini direniş figürlerinin imajlarına (öznenin arzusuna) bırakır. “Beni böyle görmenizi istiyorum”: Açık saçların ve sıkılmış yumrukların imajları. Çöp bidonlarının ve arabaların üzerindeki beden figürleri.
Bu figürler Vida Movahhed ve diğer “Enqelab Sokağı Kızları”nı hatırlatır. [7] Vida, İranlı kadınların zorunlu başörtüsüne karşı verdiği mücadelenin temsil edilme biçimlerinde bir dönüm noktasıdır. Mesaj odaklı, yüz odaklı “Beyaz Çarşamba” videolarından –çoğunlukla, sokakta yürüyen kadınların, durumu ve arzularını açıklamak için bir şeyler söylediği selfie’lerden–uzaklaşan bir kalkış noktası. [8] Vida Movahhed, kendisinden önce çekilmiş, kadınların başörtüsü olmadan yürüdüğü videoların tümünün yoğunlaşmış figürü haline geldi. Diğer kadınların aksine, o sessizdi, sabitti. Videodan fotoğrafa geçiş noktası. Gündelik koşulların anlatısından tarihsel bir durum yaratmaya geçiş. Kendisi ve arzusu hakkında konuşan bir bireyin yerini sessiz, sabit bir figüre bırakması. Bir direniş figürüne. Burada protestocu kadın kendisini videonun zamansal sürekliliğinden çekip alır, gündelik koşulların temsilinin dışına adım atar ve tarihsel performans sahnesine çıkar. Vida Movahhed, bu bilinmeyen kadın, Vida Movahhed değil devrimci bir figürün resmiydi. Kendisinden önceki tüm kadınların figürü ve kendisinden sonraki kadın figürleri için bir teşvik unsuruydu.
Sonsuz bir döngü içinde imaj ve figür birbirine dönüşür. İmajlar yayınlanır, yayılır ve bedenlerin hayal güçlerini tetikler. Sonrasında insanlar sokağa çıkar; sahip oldukları bedenlerle değil olabilecekleri ve olmak istedikleri bedenlerle. Hayal güçleriyle. Onların devrimci eylemi bu hayal gücünü vücuda getirmektir. Doğrusu, imaj ile sokağın bu şekilde birbirine bağlanmasıyla, temsil ile gerçek birbirlerine yol gösterir. Rüya/temsil/beden bulma gerçeğe kendini dayatabilir. O imaj olmak ve aynı zamanda diğer bedenlerin de oluş arzularını kışkırtmak. İmajlar zinciri: “Sokak ile sanal alemin kısa devre yapması.”
Bu bireysel figürlerin yanı sıra kolektif figürlere de tanıklık ettik. Başörtüsü yakma çemberi. Sari’den diğer şehirlere yayılan, yanan ateşin etrafında dans çemberi. Kolektif figürlerin tekrarını gördük; öyle ki, hangi toplaşmanın nerede olduğunu belirlemek artık imkânsız hale geldi. Protestoların ilk günlerinde, Paveh’teki protestocu kadınların küçük bir eylemine dair kısa bir video dolaşıma girdi. Sokağın sonunda küçük ve yalnız bir grup kadın yürüyordu. Toplanmaları epey riskli olan bu küçük grubun eylemi, bana göre Afganistan’daki kadın eylemlerine çok benziyordu. Bu tarihsel durum iki imajı bir araya getiriyor, iki kolektifi birleştiriyor.
Şimdi figür kendini yüzün esaretinden kurtardı. O artık genel geçer yüzsüz bir figür, bir maskenin ardında, güvenlik nedeniyle gizlenmiş, anonim, isimsiz, arkadan çekilmiş bir imaj. Şimdi kadınların politik bedenleri sokaklara yayılıyor.
Birçok imaj hiç hayat bulmadı çünkü çekilmedi. Birçok imaj “tutmadı” ki zaten protestoya yol açmadılar. Peki (alelade fotoğraflar olmak yerine) nasıl oldu da bu spesifik figürler “tuttu”? Bu figürler “tuttu” zira onlar kadınlar için tarihî bir aynaydı. En baştaki “Ben de Zhina olabilirdim” [bir diğer deyişle: ben de ahlak polisi tarafından gözaltına alınıp ölebilirdim] ifadesi yerine, arabanın üzerindeki meşale tutan kadın imajı bambaşka bir arzu uyandırdı: “Ben de o figür olmak istiyorum.” O ‘vaat figürü’nü ifade etme arzusu. Ve bu arzuyu uyandırmanın ötesinde, kadınları, bedenlerini ifade etmeye ve önlerindeki aynanın pasını silmeye yönelten de bu figürdü. Bu arzu bir imaj tarafından tetiklenmiş olsa da, bedenin taşıdığı tarih vasıtasıyla tomurcuklanan bir devrimci arzu haline geldi. Bu figüratif arzu, feminist ayaklanmanın ayırt edici özelliğidir. Bastırılmış tarihin patlak vermesi. Yıllardır gebe olduğumuz bir bedeni doğurmaktır.
Önceden gördüğümüz siyaseten aktif kadın figürleri, yüzleri ve isimleri öne çıkararak siyasi gücün harekete geçmesine ve yayılmasına engel oldular. Yüzler ve isimler, figürün diğer kadınların arzularını canlandırma gücünü düşürdü çünkü kadınların ortak koşullarına kıyasla o figürün koşullarını farklı ve özel kıldılar. Şimdi figür kendini yüzün esaretinden kurtardı. O artık genel geçer yüzsüz bir figür, bir maskenin ardında, güvenlik nedeniyle gizlenmiş, anonim, isimsiz, arkadan çekilmiş bir imaj. Şimdi kadınların politik bedenleri sokaklara yayılıyor.
Güzel bedenden ilham veren figüre. Güzelliğin içine hapsolmuş bedenden figürde özgürleşen bedene. Bu öznenin ideal bir bedene dönüşümü değil, her seferinde ve her bir bedende direnişe ait yeni bir figürün oluşumu. Beden, sanal alemde imajlarını gördüğü önceki figürler tarafından ve onlardan gelen ilhamla harekete geçirilirken yeni bir figür yaratır ve buna mukabil geleceğin figürlerine ilham verir. Kışkırtılma ve ilham silsilesi. Bu figür kadınları bedenlerindeki esaretten, bedeni ise tarihsel boyunduruğundan kurtardı ve güzelleştirdi. Kendi direnişinin olasılığını ve güzelliğini ancak şimdi keşfeden bir beden: Yepyeni bir olgunlaşma.