Şu An Okunan
KuirFest’ten Esma Akyel: Belki de Yasaklarla Yanlışlıkla Büyümemize Neden Oldular

KuirFest’ten Esma Akyel: Belki de Yasaklarla Yanlışlıkla Büyümemize Neden Oldular

Söyleşi: Ekrem Buğra Büte, Fırat Yücel

Pembe Hayat KuirFest, Türkiye’de LGBTİ+ sinemacıların, sanat üreticilerin ve kuir sinemanın takipçilerinin en önemli buluşma noktalarından biri. Yolculuğuna 2011 yılında Ankara’da başlayan Kuirfest, yıllar içinde Denizli’den Mersin’e kadar uzandı. Berlin ve Amsterdam gibi şehirlere giderek gezgin bir festival niteliği kazandı; etki alanını yurtdışına da taşıdı. 2017’de valiliğin getirdiği LGBTİ+ etkinlikleri yasağı sonrası Ankara’da yapılamayıp yolculuğuna İstanbul ve sözü geçen diğer şehirlerde devam eden Kuirfest, bu yıl hem 10. yaşını kutladı, hem de evine, Ankara’ya döndü.

KuirFest’in 23-26 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilen Ankara etabının ertesi, İstanbul ayağının hemen öncesinde festival ekibinden Esma Akyel’i Açık Radyo’da yayınlanan Fasikül programımızda ağırladık. Festivalin 10 yıllık yolculuğundan bu yıllar boyunca yaşanan zorluklara, Ankara’ya geri dönüşün yarattığı hissiyata uzandığımız söyleşi, süre kısıtlamasından dolayı radyo programına sığmayan kısımlarıyla huzurlarınızda. 

KuirFest ekibinden Esma Akyel

KuirFest’le 2019 yılında, pandemi öncesinde Altyazı’nın Beyoğlu’ndaki eski mekânında ortak etkinlikler yapmıştık. Aradan iki yıl geçti ve bu yıl, hem festivalin onuncu yılı, hem de yasaklar sonrası Ankara’ya döndüğü yıl. Buradan başlayalım: Ankara’ya dönmek nasıl hissettirdi?

İlk olarak o yasaklardan bahsedebilirim. 2017 yılında Ankara Valiliği tarafından, Ankara’daki LGBT+ ilişkili etkinlikler yasaklandı. Hatta iki ayrı yasak gelmişti ama bunun ayrıntısına çok girmeyeyim, isteyenler internetteki haberlerden takip edebilirler. Sonrasında davalar açıldı ve süreç devam etti. Geçtiğimiz yıl o davalar kazanıldı ve yasaklar kalktı. Ancak yasağın kalktığı süreç (Mart 2020) aslında pandemiye denk geliyor. Ve insanın aklına şu gibi düşünceler de gelmiyor değil aslında: Zaten pandemide böyle bir etkinlik yapamayacağımız için mi yasak kalktı?

Tabii ki pandemi vardı o sırada ve onuncu yılımız yaklaşıyordu… Aynı zamanda Ankara’ya dönme isteğimiz de vardı zaten uzun zamandır. Ve şöyle bir sıkıntı oldu: Biz İstanbul’u planlamaya çalışırken pandeminin gidişatını da gözlemlemeye çalıştık. Çünkü hangi festivaller nasıl yapıyor, biz nasıl yapacağız, başka türlü nasıl olabilir gibi sorular kafamızı kurcalıyordu.

Bu yıl Ankara’ya dönüşümüz, eve dönüş gibi aslında. Sadece Ankara’dan değil, Türkiye’nin dört bir tarafından LGBTİ+ aktivistler de festivale katıldı. Komünite tekrar bir araya geldi.

Ekibimizle toplantılar aldık, çevremize danıştık nasıl organize edebiliriz diye. Bu süre zarfında Ankara’yı da organize etmeye çalışıyorduk. Sonuçta son iki ayda organize edebildik bu yılki festivali. Çünkü pandeminin gidişatı biraz daha belli olmuştu: Aşılara göre mi alınacak, mekânlar nasıl olacak, kısıtlamalar nasıl olacak vs. Onu biraz takip etmeye çalıştık ama sonunda organize edip Ankara’ya dönebildik.

Açılışımızı da yıllar sonra Ankara’da gerçekleştirebildik. Bu arada İstanbul’da bir açılış yapılmıyor. Açılışın Ankara’da olması, komünitenin bir araya gelmesi çok değerliydi. Bu yıl Ankara’ya dönüşümüz, eve dönüş gibi aslında. Sadece Ankara’dan değil, Türkiye’nin dört bir tarafından LGBTİ+ aktivistler de festivale katıldı. Komünitenin tekrar bir araya geldiği açılış, gösterim ve etkinlikler oldu. Gerçekten çok güzeldi, hepimize çok iyi geldiğini düşünüyorum. Ankara’da yeniden başlıyoruz, kaybettiğimizi düşündüğümüz alanları tekrar kazanıyoruz gibi bir şevkle başladık diyebilirim.

Marion Hill’in yönettiği Dilberim, Güzelim çok aşklılık üzerine bir film.

Bu yılki programın diğer yıllardan farkı neydi?

Kuir film festivali olarak yola çıktık ama aslında festivalin gitmesini hedeflediğimiz yer biraz daha kuir sanata yönelik. Sinemayı festivalin odağından çıkarıp biraz daha sanat festivaline dönüştürmek gibi bir hedefimiz var. Bu yıl evet sinema salonlarından uzaklaştık ama aslında çok fazla görsel materyale maruz kaldığımız bir yıl da oldu pandemi nedeniyle. Bu yüzden de programı çok fazla filmle doldurmaktan ziyade, insanları bir araya getirecek etkinliklerle organize etmek istedik açıkçası. Ve filmleri seçerken daha az film ama daha güçlendirici film seçmeye çalıştığımızı söyleyebilirim. Biraz daha lubunya belleğine dair, bizim belleğimize dair seçkiler hazırlamaya çalıştık. Mücadeleye teşvik edici ve umutlandırıcı temalar seçtiğimizi söyleyebilirim.

Kendi favori filmimden bahsedeyim. Dilberim, Güzelim (2021) diye bir film var, Ma Belle, My Beauty. Çok aşklılık temalı bir film. Genelde çok aşklılık, hareketimiz içerisinde konuştuğumuz ama görsel anlamda çok izleyebildiğimiz bir şey değil. O yüzden bu yıl özellikle bu filmi seçtik. Death and Bowling’den (2021) de bahsedeyim, Ölüm ve Bowling. Lyle Kash’in filmi, Amerikalı trans yönetmen. Türkiyeli trans aktivist Denise Türkan da filmde yer alıyor. Bu film aslında biraz komünite güçlendirici bir film. Burada önemli olan şeylerden biri sanırım benim için şu: T4T diye bir yapımcılık şirketi var yönetmenin yine trans arkadaşlarıyla kurduğu. Kamera önünde ve arkasında özellikle transların olması gerektiğini savunan ve buna dair çalışmalar yapan bir yapım şirketi diyebiliriz. Bir sürü alanda üretim yapan çok fazla isim var; mesela kuir sinemacılar, kuir görüntü yönetmenleri var, kuir sesçiler var ama yapımcılık üzerine pek temsil yok.Bu, bir ilk diye biliyorum; kuir ve trans yapımcılık üzerine ilk kez yapılan bir etkinlik yapılacak: KT Film Yapımcılığı LTD. ŞTİ. Oturumu. Burada da yapımcıların aslında biraz daha kendi deneyimleri, yaşadıkları zorluklar ve benzeri konuları konuşmayı düşünüyoruz.

LGBT+ hareketinin ve trans hareketinin aktivizm tarihine kişiler üzerinden bakan filmler gösteriyoruz. Güçlendirici bir şey olmasını istiyoruz. Takipçilerimizin buna da bakmasını çok isterim: Pembe hayat YouTube hesabımızda sözlü tarih çalışması yayınladık Yıllar Affetmez diye. Ve trans tarihine üç aktivist üzerinden yaklaşmaya çalıştık. Aslında bir bellek çalışması o. Bu yılın programındaki bazı unsurları bu çalışmanın bir devamı olarak da düşünebiliriz.

Festivalde Hayalimdeki Sahneler belgeseli gösterilen Metin Akdemir, LGBTİ+ mücadelesini sanat aracılığıyla yükselten isimlere verilen Zeliş Deniz Kuir Sinema Ödülü’nün üçüncüsüne layık görüldü. 23 Eylül 2021, Ankara Goethe Enstitüsü.

Atölyeler de çok önemli aslında. Vogue (balo kültürü) atölyesi ve K’nın Sesi (Kadınların & Kuirlerin Sesinden Podcast Üretimi) atölyesi. Son olarak Yumuşak G’den bahsedebilirim. Bu yıl komünitemizden çıkan çok önemli iki film var: Metin Akdemir’in Hayalimdeki Sahneler (2020) filmi ve Ayça Damgacı ile Tümay Göktepe’nin Patrida filmi. Bu filmler seyirci ve komünite tarafından çok güzel karşılandılar, çok güzel söyleşiler gerçekleşti.

Festivalde bu yıl 3. Zeliş Deniz Kuir Sinema Ödülü’nü alan Metin Akdemir, 2019’da da Rüzgar Buşki ile birlikte Küür Belgesel Geliştirme Atölyesi’ni yapmıştı. KuirFest’i bir sanat festivaline dönüştürmeye çalışıyoruz dediniz ama öte yandan atölyeler de var, Film Kültürlerini Kuiryantelleştirmek konferansını da yaptınız, sonra LGBTİ+ Film Platformu var vs. Tüm bu festival zamanına tabi olmayıp yıl içinde devam eden etkinlikleri nasıl konumlandırıyorsunuz, bunlar devam edecek mi?

Açıkçası pandemi yüzünden festivali biraz daha yayma kararı aldık. Onuncu yıl kutlamalarını Film Kültürlerini Kuiryantelleştirmek konferansıyla başlattık, daha sonra LGBTİ+ film platformundaki film kütüphanesini biraz daha geliştirmeye çalıştık. Belki pandemi olmasa KuirFest Berlin’in üçüncüsünü düzenleyecektik. Aynı zamanda bir de sergi fikrimiz var ama bunu 2022 Ocak ayına alma kararı aldık. Festivalin sene içerisinde ana ayakları olacak; ama aynı zamanda sergi, LGBTİ+ platformu -ki onu ayrı bir web sitesi olarak açmayı düşünüyoruz artık, bir ay içerisinde onu da gerçekleştireceğiz- vs. de olacak. Öte yandan, başka şehirleri Denizli ve Diyarbakır’ı da ziyaret etmek istiyoruz. Amacımız festivalin onuncu yılını böyle bir ziyaretle kapatmak. Festivali birkaç güne sıkıştırmak değil de, yıl içine yaymak, farklı tarihlerde farklı etkinliklerle festivali var etmek istiyoruz.

Pembe Hayat’ın YouTube kanalında yayınlanan Yıllar Affetmez‘de Belgin Çelik, 70’lerden bugüne trans hareketinin tarihini anlatıyor.

KuirFest’in hem yapısı çoğullaştı hem de festival daha kapsayıcı bir hale gelmeye başladı. !f İstanbul’un yokluğu, tam bu dönemde KuirFest’in İstanbul’da yapılıyor olması… Belki bunlar üst üste geldi ama festivalin komünite içerisindeki, LGBTİ+ hareketi içerisindeki konumu nasıl?

Öncelikle şunu söyleyeyim, ben pandemi sonrası festival organize etmenin bu kadar zor olacağını asla tahmin etmemiştim. Yani sonrası demeyeyim, sonuçta hâlâ pandemi sürecindeyiz ama en azından kısıtlamalar biraz daha azaldı. Başladıktan sonra tabii biraz daha rahatladık ama organizasyon açısından en zorlandığım yıl oldu. Bunun nedenlerinden biri de, dediğiniz gibi festivalin biraz büyümesi. Mesela bu yıl onuncu yıl seçkisi için MUBI ile bir ortaklık kurduk. Hiçbir zaman sadece komünite için festivalin var olması gibi bir durum yoktu ama ister istemez gitgide açıldığını, belki anaakıma, anaakım seyirciye diyeyim daha doğrusu, göz kırptığını söyleyebiliriz. Ekibin gitgide deneyim kazanması gibi bir sürü neden var aslında. Belki yasaklanmak, yasaklandıktan sonra İstanbul’a gitmek de bizi buna itti. Belki de yasaklarla yanlışlıkla büyümemize neden oldular, bilemiyorum. Her zaman hedefimizdi ama daha fazla çeşitlilikle daha fazla izleyiciye ulaşma hedefimize bu sene biraz daha yaklaştığımızı ve kitlemizin daha da büyüyeceğini söyleyebilirim, bu festivalden sonra özellikle.

Daha fazla izleyiciye ulaşma hedefimize bu sene biraz daha yaklaştığımızı söyleyebilirim. Belki de yasaklarla yanlışlıkla büyümemize neden oldular, bilemiyorum…

Ankara ve İstanbul’un farkından bahsedebilirim belki burada: İstanbul’da da açılışlar yaptık ama Ankara’da biraz daha komünite ağırlıklı, daha az kişi olduğu için birbirimize karşı daha samimiyiz. Açılış mesela çok samimi bir ortamda geçti, şakalaşmaların döndüğü bir ortamdı yani. İstanbul’da ister istemez biraz kasıldığımızı fark ettim mesela. Herkes bunu söyledi, Ayça Damgacı ile Tümay Göktepe de bunu söyledi hatta söyleşide. Ankara seyircisi farklıymış. Festival dediğim gibi komünitenin bir araya geldiği, samimileştiği, birbirini özlediği bir noktadan sonra hissiyat olarak gayet güzel gidiyor yorucu olsa da.

Bir de Ankara’da şöyle bir şey oldu: Goethe Enstitüsü’nde ilk olarak gösterimle başladık aslında, akşam açılış olacaktı. Goethe Enstitüsü’nün önüne gittim, kapısında KuirFest’in afişi vardı. Ankara’nın ana caddelerinden biri olan Atatürk Bulvarı’nda, Kızılay dediğimiz yerde. Kamusal alanda afişimizin olması beni çok etkiledi. Bir anda “Nasıl ya!” dedim. Hiç beklemiyordum böyle bir duygusallık yaşayacağımı ama çok garip hissettirdi mesela. Böyle bir şey yani, Ankara’daki hissiyat buna benzer, hâlâ etkisindeyim ve çok mutluyum.

İstanbul’da biraz daha kasıldığınız söylediniz. Bu biraz da, fiziksel etkinliklere mekân bulmakta zorluk çekmenizle ilgili olabilir mi? LGBTİ+ etkinlikleri için önemli bir mekân olan Anahit kapandı mesela pandemi sürecinde. Fransız Kültür Merkezi’nde etkinlik yapmak farklı bir şey olsa gerek…

Biz öncelikle güvenli mekânlar bulmaya çalışıyoruz. İstediği kadar büyük, şaşalı ya da teknik açıdan çok donanımlı olsun, onun öncesinde güvenli ve erişilebilir olması çok önemli. Bu tarz şeylere bakıyoruz ilk olarak. Fransız Kültür Merkezi zaten uzun yıllardır çalıştığımız bir yer, teşekkür ederiz, destek oluyorlar. Ankara’da da Goethe Enstitüsü destek oldu bu yıl ki önceki yıllarda KuirFest gösterimleri için kullanılmamıştı. Bu yıl gerçekten kurtarıcımız oldular diyebilirim. Bu yıl en zorlandığımız şeylerden biri mekân bulmaktı gerçekten. Çok çok büyük zorluk yaşadık. Özellikle partiler için, çünkü biliyorsunuz Anahit kapandı, bazı mekânları kaybettik pandemi ve başka nedenler yüzünden. Bu sebepten son dakikada mekân arayışına girdik bu yıl.

Dudakların Cengi (yukarıda), Queerwaves ve KuirFest partileri gibi etkinlere sahne olan Anahit, LGBTİ+ hareketi için önemli bir mekândı. KuirFest ekibi 2020’de kapanan mekânın tarihini anlatan bir çalışma hazırlığında.

Bu süreçte şunu fark ettim, aslında kazandığımız kuir mekânlar ya da dayanıştığımız mekânlar ne kadar önemliymiş. Mekân kaybetmek ne kadar önemliymiş, ben bunu bu yıl gerçekten anladım. Şimdi ki hedeflerimizden birisi -ki bunu sergi olarak da düşünüyoruz-, mekâna dair bir çalışma yapmak. Mesela Anahit’le ilgili, mekânın tarihiyle ilgili bir şeyler yapmak istiyoruz. Dediğim gibi, sergiye taşıyacağız bu mevzuyu da.

Ama şöyle de bir şey var tabii ki. Fransız Kültür Merkezi ve Goethe güvenli mekânlar ama kurumsallığı olan mekânlar. Bu kurumsallık bazen seni koruyabilir tırnak içerisinde ama bazen de orada barınabilmeni, bir şeyler yapabilmeni zorlaştırabilir. Bu yıl mesela pandemi kaynaklı da olabilir, belli başlı prosedürler değişmiş ve o prosedürler bizi yine zorladı. Bu yüzden de mekân üzerine bir şeyler yapmak istiyoruz.

Peki yaptığınız işe yönelik herhangi bir sansür girişimi ya da sizi otosansüre sürükleyen bir şey oldu mu?

Esasında bizimle anlaşamayan olmuyor çünkü şöyle bir şey oluyor genelde: Bizimle çalıştıkları ve neye ne tepki vereceğimizi bildikleri için şu zamana kadar -en azından benim olduğum döneme kadar- hiç böyle bir şey yaşamadık. Şunu gösterin şunu göstermeyin, şunu yapabilirsiniz şunu yapamazsınız diyen hiç olmadı. Zaten bu ilk başta söylendiği anda biz diyoruz ki biz sizinle devam etmek istemiyoruz. Çünkü parti mekânı gibi mekânlarda böyle şeylerle karşılaştık. Partiler de bizim festivalin çok beklenen, önemli bir parçası. Her yıl KuirFest partileri bekleniyor. Mekânını bulmaya çalışıyorsun ve buna dair ufacık bir eleştiri ya da yorum geldiğinde diyoruz ki biz çekiliyoruz, yapmak istemiyoruz. Buna en baştan, hiç müsaade etmiyoruz yani.

Türkiye’nin son bir yılı, LGBTİ+ bireylere yönelik saldırıların alenileştiği bir dönem oldu, İçişleri Bakanlığı’nın tweet’lerine kadar. Öte yandan, sosyal medya üzerinden beyanların, açılmaların, ifşaların da görünürleştiği bir dönemden geçiyoruz. Sosyal medya sizin için önemli bir alan gibi görünüyor. LGBTİ+ Film Platformu güçlü bir mevcudiyet mesela. Sosyal medya yasası olarak bilinen düzenlemelere karşı bir önlem alıyor musunuz? Dijital alana nasıl bakıyorsunuz genel olarak?

Şöyle bir şansımız var aslında, bizim genç bir ekibimiz var. Mesela en yaş almış benim, öyle diyeyim. Bayağı genç bir ekibimiz var. Ben mesela sosyal medyayı o kadar da kullanmıyorum. Twitter’dan hep uzak durdum. Asla oradaki tartışmaları takip edemem ya da o tartışmalara dahil olamam. Ama mesela genç ekibimiz Twitter’a ve diğer sosyal medya platformlarına çok hakim. O yüzden mümkün olduğunca yakından takip etmeye çalışıyoruz. Bu KVKK meselesi mesela gündeme gelmişti, buna dikkat etmeye çalışıyoruz.

Goethe Enstitüsü’nün önüne gittim, kapısında KuirFest’in afişi vardı. Ankara’nın ana caddelerinden birinde, Kızılay dediğimiz yerde. Kamusal alanda afişimizin olması beni çok etkiledi. Bir anda “Nasıl ya!” dedim.

Bunları takip edip ayak uydurmak, ama tabii ki gerektiği zaman da başka çözümler bulmak için çabalıyoruz. İlla bize söyleneni yapmak zorunda değiliz. Küçük bir örnek bile verebilirim aslında: LGBTİ+ Film Platformu neden açıldı veya Pembe Hayat YouTube kanalı neden açıldı? Çünkü 2017 yılında yasak geldiğinde yüz yüze etkinlik yapamayacaktık ve biz de ne yapacağımızı düşündük ve komüniteyle bağımız kopmasın diye bu iki platformu açtık. Genç ekibimiz yasak geldiğinde ilk olarak “Neden YouTube kanalımız yok?” diye sordu. Biz de bu kanalın gelebileceği yeri hayal etmemiştik. Hiç düşünmediğimiz noktalara kadar gitti ve baya kişiye ulaştı aslında. Dediğim gibi, yakından takip ediyoruz ve mümkün olduğunca yeniliklere ayak uydurmaya çalışıyoruz. Sansür gibi mevzularda da taktiksel olarak hareket edip, neler yapabiliriz bunu düşünüyoruz.