Şu An Okunan
İlay Arıkan’ın Avukatı Hülya Gülbahar: İş Yeri Güvenli Olmalı

İlay Arıkan’ın Avukatı Hülya Gülbahar: İş Yeri Güvenli Olmalı

Kurgu asistanı olarak çalıştığı projede Mertkan Bozkurt tarafından cinsel saldırıya uğradığını beyan eden İlay Arıkan’ın avukatlığını Hülya Gülbahar yapıyor. Gülbahar’a göre, kurgu odasının ve sanatın üretildiği tüm alanların ‘iş yeri’ olduğu unutulmamalı, bu ortamların güvenliği sağlanmalı. Davanın üçüncü duruşması öncesi Gülbahar’la İstanbul Sözleşmesi, iş yeri, cinsel saldırı ve taciz kavramları üzerine…

İlay Arıkan’ın davasının bir sonraki duruşması 19 Nisan 2022 saat 10:10’da Çağlayan’da 32. Asliye Ceza Mahkemesi’nde.

Söyleşi: Öykü Tanışman

2018 yılında Elit İşcan’ın Yaşamayanlar (2018) dizisindeki rol arkadaşı Efecan Şenolsun’a, kendisine cinsel saldırıda bulunduğu suçlamasıyla açtığı dava setlerde cinsiyet mücadelesinde bir dönüm noktası olmuştu. Aynı dönemlerde bir grup kadın sinemacının setlerdeki cinsel taciz ve ayrımcılıkla mücadele etmek üzere kurduğu Susma Bitsin platformunun da yarattığı kolektif güç ve destekle birçok taciz mağdurunun haklarını aramaya başladığı bir döneme girdik. Bu dönemde kurgu asistanı İlay Arıkan, görev yaptığı Akıncı (2021) adlı dizinin çalışmaları sırasında kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu, sarkıntılık yaptığını ve kendisini tehdit ettiğini beyan ettiği kurgu yönetmeni Mertkan Bozkurt’tan şikayetçi oldu. Mertkan Bozkurt’un bu suçlardan yargılandığı davanın ilk duruşması 23 Eylül 2021’de ikinci duruşması ise 14 Aralık 2021’de İstanbul’da görüldü. Davada İlay Arıkan’ın avukatlığını yapan Hülya Gülbahar’la yargılama süreci ve İstanbul Sözleşmesi, cinsel saldırı ve taciz kavramları üzerine konuştuk.

Hülya Gülbahar, birçok taciz davasında kadınların avukatlığını yapan bir isim.

İlay Arıkan’ın cinsel taciz ve saldırı davasının ikinci duruşması 14 Aralık’ta gerçekleşti. Davanın içeriği neydi?

İlay’ın davası iş yerinde başlayıp, emrivaki bir ev ziyaretinde sürdürülen bir cinsel saldırı ve cinsel taciz davasıdır. Bu cümlede iki önemli konu var: İlki iş yeri tanımıdır. Kültürün, sanatın kolektif üretim alanları “iş yeri” olarak görülmek istenmiyor. Sanat, haklı olarak kimliğin, kişiliğin kendini gerçekleştirme alanı ve bir yaşam biçimi olarak görülüyor. Ama sanatın bir iş yerinde üretilmekte olduğunu da unutmamak gerekiyor. Çünkü unutulduğu takdirde, bu alanlarda çalışma hayatı, kuralları belirsiz, çoğu zaman kişisel ve keyfî uygulamalarla yürüyen, denetimsiz bir sürece dönüşebiliyor.

Bu tür ortamlar, toplumdaki eşitsizlikler üzerinden sınıf, etnisite, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği gibi alanlarda tacizlerin, ayrımcılıkların, mobbingin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu nedenle sinema, televizyon, tiyatro, müzik vb. kolektif üretim ve ürün sergileme süreçleri, iş hukuku, sosyal güvenlik hukuku, bağlayıcı uluslararası sözleşmeler ve hatta ceza hukuku anlamında iş yerine ve iş ilişkilerine ilişkin özel yaptırımlar alanındaki süreçlerde şu çok önemli: İş yeri ve iş yerindeki iş ilişkileri kavramları unutulduğunda örneğin, işveren, işveren vekili, iş yerindeki hiyerarşik olarak üst pozisyonların sağladığı özel konumlar ve getirdiği sorumluluklar da unutulmuş oluyor. Kimi istenmeyen tutum ve eylemlerin usta-çırak, hoca-öğrenci, profesyonel-amatör vb. kavramlar içinde eritilmesi, üzerinin örtülmesi, meşrulaştırılması mümkün olabiliyor.

Kültürün, sanatın kolektif üretim alanları “iş yeri” olarak görülmek istenmiyor. Sanatın da bir iş yerinde üretilmekte olduğunu unutmamak gerekiyor.

İkinci önemli konu olarak, cinsel taciz ve cinsel saldırı kavramlarının hem içeriklerini, hem de farklarını iyi öğrenmemiz gerekiyor. Cinsel taciz, bir kimsenin cinsel amaçla, farklı yollarla sözlü olarak rahatsız edilmesidir. Örneğin, ıslık çalmak, takip etmek, cinsel niyetli tekliflerde bulunmak, cinsel içerikli mesaj göndermek, kişinin cinsel hayatı ile ilgili istenmeyen sorular sormak, göz hapsine almak, öpücük atmak, iş yerine taciz edici fotoğraflar asmak gibi davranışlar cinsel taciz oluşturuyor. Kolundan tutmak, başına ya da saçına dokunmak, beline sarılmak gibi fiziksel bir temas olduğu anda konu cinsel saldırıya dönüşüyor. Cinsel taciz ceza kanununda 105. maddede düzenleniyor ve cezaları daha hafif. Cinsel saldırı ise 102. maddede düzenleniyor ve cezası çok daha ağırdır.

İlay Arıkan’ın davası özelinde bu konular nasıl somutlanıyor?

Bu konuştuğumuz her şey İlay’ın davasında da var. Bu davada sanık, mağdurun amiri pozisyonunda. Dosyanın savcısı, son dönemde gördüğüm en güzel iddianamelerden birini düzenledi. İddianamede şüphelinin, zincirleme şekilde sarkıntılık yapmak suretiyle cinsel saldırı ve zincirleme şekilde cinsel taciz; tehdit, hakaret suçlarından cezalandırılması istendi ve bu suçlar nedeniyle kamu davası açıldı.

İddianamenin güzel yanlarından biri de, cinsel taciz için 105/2-c fıkrasının uygulanmasının yani cinsel tacizin “aynı iş yerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle” gerçekleştiği için verilecek cezanın yarı oranında artırılmasının istenmesiydi. Aynı şekilde cinsel saldırı suçu için de 102/3-b fıkrası uyarınca “hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanılmak suretiyle” işlendiği için cezanın yarı oranında arttırılması istendi.

Görüldüğü gibi, aynı iş yerinde çalışmanın faillere sağladığı kolaylık ve böyle bir ortamda fiilin tekrar etme riski önemli bir unsur. İlay’ın davasında da bunları net olarak görüyoruz. Bu nedenle “zincirleme” suç değerlendirilmesi yapıldı. Öte yandan, aynı ortamda çalışma sebebiyle kurulan güven ilişkisi nedeniyle doğan kafa karışıklığı, anlamlandırma güçlüğü, işe ihtiyaç ve doğrudan ya da dolaylı olarak faile bağımlılık gibi faktörler mağdurların direncini kıran olgulardır. Neyse ki İlay bu handikapları kısa süre içinde atlatıp Sinema-TV Sendikası ile iletişim kurdu ve hemen ardından da hukuki süreçleri başlattı.

Yapım şirketinin Mertkan Bozkurt’a ve davaya yönelik tavrı ne oldu?

İlay olayları ve bu olaylar nedeniyle işten ayrılmak zorunda kaldığını yetkililere aktardıktan sonra yapım şirketine çağrıldı. Ancak şirkete yalnız değil, Sinema-TV Sendikası başkanı Ufuk Demirbilek ile birlikte gitti. Sendika başkanı burada bir tutanak düzenledi. Bu tutanakta, şirket yetkilisinin iş yerinde çalışması gerekenin fail değil İlay olduğunu ve kadının beyanını esas aldıklarını, kadın hakları hususunda daha hassas ve dikkatli olacaklarını söylediği açıkça yazıyor. Bütün bunlar bilinçli hareketin ve sendikal örgütlülüğün ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.

Şirket önce failin işine son verdiğini söyledi ama maalesef bir hafta kadar sonra tekrar işe aldı. İlay’ı da faille aynı ortamda ve üstelik de uzmanlığı olmayan bir alanda çalışmak üzere işe davet etti. İlay’ın itirazı üzerine de konunun fail ile mağdur arasında kişisel bir mesele olduğunu, şirket olarak kendilerini çok da ilgilendirmediğini söyleyerek kendini hukuki ve vicdani sorumluluktan kurtarmaya çalıştı.

İlay Arıkan’ı, duruşmalarda Susma Bitsin platformu ve üyesi olduğu Kurgucular Dayanışması yalnız bırakmıyor.

Yapım şirketi ne yapabilirdi? İşverenler bu konularda nasıl tutum almalı?

İşverenlerin ilk yükümlülüğü bu tür olayları önlemektir. Bunun için de öncelikle iş yerindeki çalışanları bu tür istenmeyen, kusur ya da suç oluşturan davranışlar konusunda bilgilendirmek, bunları yapmamaları konusunda bilinçlendirmek, kendilerine ya da başka birisine yapıldığında sessiz seyirciler olarak kalmamaları konusunda bilinçlendirmek gerekir. İkinci olarak, etkin çalışan başvuru ve disiplin mekanizmaları oluşturmak önemli. Üçüncü olarak da, faillerin değil mağdurların yanında yer alarak; mağdurların yasal, sosyal, tıbbi ve idari destek önlemleri gibi uygun ve etkin çözüm mekanizma ve prosedürlerine kolay erişimlerini sağlamak gerekir. Bunlar gözde büyütülecek ya da özel bütçeler gerektiren şeyler değildir. Geçen gün bana danışan bir iş yeri sahibine “uygun bir yere bir cinsel taciz şikayet kutusu koyması, bunu herkese de duyurması, gelen şikayetleri de derhal incelemeye alması ve gereğini yapması, birkaç ay içinde bu şekilde olayları en aza indirebileceği” konusunda öneride bulundum. Çok mantıklı geldi ve yapacağını söyledi. Umarım vazgeçmez. Çünkü bunlar küçük gibi görünen ama büyük ve etkili adımlardır. Çalışanlar için güvenli iş ortamları yaratmak tamamen işverenlerin sorumluluğundadır.

Sanat kurumları örnek olma, toplumun önünü açma işlevini haklara saygılı iş ortamları yaratarak da yerine getirebilir.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 190 sayılı Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşmesi bu konudaki genel çerçeveyi çok iyi ortaya koyuyor. Sözleşme, şiddet ve tacizi önlemek için karşılıklı saygı ve insan onuruna dayanan bir çalışma kültürü yaratmanın önemini vurguluyor; çalışma yaşamındaki tüm aktörlerin şiddete ve tacize karşı sıfır toleransın olduğu ortamları yaratma konusunda önemli bir sorumluluğu olduğunu hatırlatıyor.

Türkiye bu sözleşmeyi henüz imzalamadı ama iş hukukumuzda bu konuda epey bir düzenleme var. Örneğin işveren cinsel tacizde bulunan işçiyi derhal ve tazminatsız olarak işten çıkarabilir. Yargıtay 2019 tarihli bir kararında cinsel tacizin haklı fesih sebebi olduğunu belirterek “İş yerinde cinsel tacizin önlenmesinin yolu, taciz mağdurunun herhangi bir aşağılamaya maruz kalmadan karşı çıkabilmesinden, tacizde bulunanı şikayet edebilmesi için ortam sağlanmasından, taciz failinin ise gerekli yaptırımlara maruz kalacağını bilmesinden geçmektedir” tespitine yer vermektedir.

İlay örneğinde iş yeri maalesef bu konulardaki sorumluluklarını yerine getirmemiş görünüyor ve bu nedenle de şiddet ve tacize açık bir çalışma ortamı olmaya devam ediyor.

Sanat insanların, insanlığın önünü, ufkunu açan bir alan. Bu alanda çalışan kurumların sözleşmelerin imzalanmasını, yasaların mahkemelerde uygulanmasını beklemesine gerek yok ki… Uluslararası sözleşmelerin, iş yasalarının felsefesini, ruhunu kendi alanında gündelik bir pratik haline getirmesi için hiçbir engel yok. Örnek olma, rol model olma, toplumun önünü açma işlevleri haklara saygılı iş ortamları yaratarak da yerine getirilebilir.

İkinci duruşma nasıl geçti?

Son duruşmada sanığın iki tanığı dinlendi. Açıkçası ortak çalışma arkadaşı olan bu iki tanığın mağdur aleyhine bu kadar düşmanca bir tanıklık yapacağını tahmin etmiyordum. Güç ilişkileri, maddi manevi beklentiler, kankacılık vb. nedenlerle failin yanında yer alanlar her zaman olur, alışkınız. Ama özellikle kadın tanığın, hemcinsi ile en küçük bir empati yapma gereği duymadan, adeta düşmanca bir tutum alması üzücü idi. Duruşmada ‘mağdur suçlayıcılık’ın tipik bir örneğini daha izlemiş olduk. Mağdurda kusur ya da kabahat bulmaya, bulamadıysa da ona bunları atfetmeye çalışarak mağduriyetin nedenini ve sorumlusunu mağdur olarak göstermek maalesef yaygın bir davranış. Cinsel şiddet üzerine daha çok düşünmemiz, daha çok konuşmamız gerekiyor. İlk sorgulamamız ve aklımızdan çıkarıp atmamız gereken klişe ise, “Bazı insanlar cinsel şiddeti hak eder” klişesi… Yerine koymamız gereken ise çok basit: “Hiç kimse cinsel şiddeti hak etmez.”

İlay Arıkan’ın taciz vakası kurgu odasında yaşandı. Peki tacizin sette ya da burada olduğu gibi set dışında post-prodüksiyonda yaşanması dava süreçlerinde ne gibi farklılıklar yaratıyor?

Bu saydıklarınızın tümü “iş yeri” tanımının içinde yer aldığı için hiç fark etmiyor. İş yerine bağlı yerler (dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar) da iş yeri kapsamındadır. İşverenin sağladığı taşıt aracıyla işin yapıldığı yere gidiş ve geliş sırasında işlenen suçlar, oluşan kazalar da iş yerinde gerçekleşmiş sayılır. İş yeri sayılan bu alanların tümünde şiddet ve taciz olayları konusunda işverenlerin önleme, faile yaptırım uygulama ve mağdura destek olma yükümlülüğü vardır.

Görebildiğim kadarıyla evde ya da iş yeri dışında gelişen olaylar konusunda işverenlerin ve sendikaların sorumluluğu olup olmadığı konusunda bir kafa karışıklığı var. Bunu her olayın kendi özelinde değerlendirmek gerekir. Burada asıl olan, “iş yeri dışında gerçekleşti”, “evde özel alanda gerçekleşti” denilerek sorumluluktan kaçılamayacağını bilmemiz. Bazı sendikalar ve belediyeler toplu iş sözleşmelerinde eşine şiddet uygulayanlara çeşitli yaptırımlar oluşturan hükümler koymaya başladılar. Bu son derece önemli bir konu. İşverenler de bireysel iş sözleşmelerine bu tür hükümler koyabilirler. Çalışanlarını evde ya da sokak vs. kamusal alanlarda şiddetten uzak durma konusunda uyarabilirler. Aksi takdirde, hukuki sınırlar içinde işten çıkarma dahil çeşitli yaptırımlar uygulayabilirler.

Ayrıca hatırlatalım: Her yurttaşın TCK anlamında suçu önleme yükümlülüğü var. Bir suçun işlendiğine tanık olan herkesin kolluk oraya ulaşıncaya dek, bir polis gibi suçluyu yakalama ve alıkoyma hakkı ve yükümlülüğü vardır. Bu hiç bilinmiyor ve uygulanmıyor. Aynı şekilde herkesin, tanığı olmasa bile, işlendiğini bildiği kamu davasına konu bir suçu ihbar yükümlülüğü de var. Kadına, çocuklara karşı cinsel şiddet dahil şiddetin birçok biçimini -kamu davası konusu olduğu için- herkes ihbar edebilir. Kaldı ki, 6284 sayılı şiddet yasasına göre üçüncü kişiler de şiddet ihbarında bulunabilir. İşverenler için de, çalışma arkadaşları için de bu bir hak olduğu gibi aynı zamanda da bir yükümlülüktür. İş yeri dışında gerçekleşmiş olması bu yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.

İlay Arıkan

Bundan önce de televizyon, sinema, tiyatro sektörlerinde ve diğer alanlarda çalışan birçok kadını, taciz davalarında savundunuz. Bu süreçte yaşanan aşamalar genelde birbirine benzer oluyor. Başka taciz mağduru kadınları da cesaretlendirmek ve bilgilendirmek adına bu süreçlerden bahsedebilir misiniz?

Cinsel şiddetle ilgili davalarda benzerlikler çok oluyor. Bu benzerlikler tüm dünyada geçerli. Geçen gün Kıbrıs’ın güneyinde İngiliz bir kadına tecavüz eden on iki İsrailli erkek ile ilgili bir haber okudum. Toplu tecavüze maruz kalan kadın haftalarca gözaltında tutulmuş, avukatı olmadan polis tarafından saatlerce sorgulandıktan sonra baskı altında şikayetini geri çekmiş. Bir de üstüne, yalan beyandan mahkûm edilmiş. Neyse ki, yüksek yargı kararı bozmuş. Kadın ve ailesi hâlâ tecavüz ile ilgili dava nerede, niye açılmıyor diye soruyor!

Çok uzatmadan birkaç örnek vereyim. Bu tür hukuki süreçlerde ve davalarda öncelikle ‘mağdur suçlayıcılık’ (victim blaming) yani patriyarkal şiddet olaylarında saldırının sorumluluğunun faile değil saldırıya uğrayan kişiye yüklenmesi olgusu ile mücadele etmeyi göze almak gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi bu konuya da dikkat çekiyor. 15. maddesi, her türlü şiddet eylemleri ile ilgili profesyonel kadroların, ‘mağdur suçlayıcılık’ gibi ikincil mağduriyetlerin önlenmesi konularında uygun bir şekilde eğitilmelerini gerektiriyor. Genel yükümlülükleri belirleyen 18. maddesi, alınacak tüm önlemlerin ikincil mağduriyetten kaçınılmasını amaçlaması gerektiğini söylüyor.

Cinsel suçlarla ilgili davalarda ortak bir diğer konu “rızası vardı” savunması. Hukukta rızanın varlığını tartışırken “hayır” demenin, rıza yokluğu için yeterli olduğu yeni yeni kabul edilmeye başlanmış iken bu konuda bir adım daha ileri gidilmiş bulunuyor. Şimdi “açık ve net bir evet” olmadığı takdirde rızanın varsayılamayacağı ilkesi yerleşiyor. İstanbul Sözleşmesi’nin 36. maddesi bu konuda da güzel bir hüküm içeriyor: “Rıza, mevcut koşullar bağlamında değerlendirilmek üzere, şahsın özgür iradesi sonucunda gönüllü olarak verilmelidir.”

Cinsel suçlar ya da cinsel şiddet davalarında, en sık rastlanan kötü uygulamalardan biri de mağdurun cinsel geçmişinin, davranışlarının, kimliğinin ya da kişiliğinin sorgulanmasıdır. İstanbul Sözleşmesi’nin 54. maddesi, “mağdurun cinsel geçmişi ve davranışıyla ilgili var olan kanıtlara yalnızca davayla ilgili ve gerekliyse” izin verilebileceğini söylüyor. İstanbul Sözleşmesi’nin özellikle bu maddesi nedeniyle duruşmalardan atılmışlığım var. Hatırlatalım: İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararı Türkiye’yi taraf devlet olmaktan çıkarmış olabilir, ama derdest davalar olduğu için bu halen kesin değil. Yürürlüğe girmiş olan 6251 sayılı kanun halen yürürlükte olduğu için sözleşmenin hükümleri de şu anda yürürlükte. Herhangi bir yasa gibi. Hatta anayasanın 90. maddesi gereği yasalardan da kuvvetli bir yasa niteliğinde. Çünkü anayasaya aykırılığı ileri sürülemiyor.

İlay’ın davasında olduğu gibi “şaka yaptım” demek de bu davalarda moda halindedir. Cinsel tacizin adı sözlü şaka, espri, ironi, trollemek vs. oluyor; dokunmalı cinsel saldırının adı ise el şakası… Yine İlay’ın davasında olduğu gibi “seviyordum ama kız kardeşim gibi” türünden, ailesinin bir parçası sayınca suçtan azade olunacağını sanan savunmalar da sık karşımıza çıkıyor.

“İlgisine karşılık vermediğim için iftira atıyor, kendisine iftira davası açacağım, maddi-manevi tazminat davası açacağım,” gibi iftira ve tehdit içerikli savunmalar da standart haline gelmiş durumda.

Son dönemde artan kadın mücadelesi ve dayanışması, Susma Bitsin gibi örgütlülükler, sendikalaşma çalışmaları cinsel suçlarla ilgili davalarda yeni bir iddianın ortaya çıkmasına neden oldu: “Müşteki kadın hakları savunucusudur. Kendisini bu şekilde tanıtan şahsa müvekkilim böyle bir saldırıda bulunmuş olsaydı, şahıs şikayet için bu kadar zaman beklemezdi.” Bu benim en beğendiğim savunma argümanı!

COVID-19 bahanesiyle halen duruşmalar kapalı yapılıyor ama sanık ya da sanık vekilleri bu savunmayı yaparken dışarıda 30-40 kadının dayanışma için bekliyor olması harika bir duygu. Bu sayede İlay’ın son duruşmasına annesinin ve sendika temsilcisinin katılımını sağlayabildik.

Kadınların mücadelesi ve dayanışması sayesinde çok zor, çok ciddi davaları kazanabiliyoruz. Arada kaybedilen davalar olsa da oralarda bile kimi kazanımlarımız oluyor.

Geçen yıl ünlü bir oyuncu ile ilgili bir davada bellerinde silahlarla polisler, güvenlikçiler, 7-8 görevli geliyordu. Ben ilk gördüğümde bizi koruyorlar sanmıştım. Duruşma sonrası bizi takip eden kadın görevliye sorunca aslında adamı bizden korumak için geldiklerini öğrenip eğlenmiştik. Böyle renkli anılarımız da oluyor. Karamsar olmaya hiç gerek yok. Tepedekiler ve destekçileri olan bir avuç marjinal grup, İstanbul Sözleşmesi’ni, 6284 sayılı yasayı itibarsızlaştırmaya çalışsınlar, fark etmiyor. Kadınların mücadelesi ve dayanışması sayesinde çok zor, çok ciddi davaları kazanabiliyoruz. Soruşturma aşamasından hüküm aşamasına dek kadının beyanının esas alınması konusunda da mesafe kat ediyoruz.

Arada kaybedilen davalar olsa da oralarda bile kimi kazanımlarımız oluyor. Örneğin geçenlerde ifşa nedeniyle açılan bir hakaret davasında, ifşanın cinsel suçun tahriki altında yapıldığına karar verildi ve güzel bir indirim aldık. Bazı kayıplar bile kazanımlar içeriyor ya da toplumsal bilinci dönüştürmekte iyi birer araç oluyorlar. Mücadeleye ve dayanışmaya devam…