Şubattan bugüne: Sinemacıların deprem dayanışması
6 Şubat depremlerinin ardından arama kurtarma ve insani yardım çalışmalarında etkin olan sinemacılar, ilerleyen süreçte film gösterimleri ve özellikle çocuklara yönelik görsel sanat odaklı atölyelerle dayanışma faaliyetlerine devam etti. Sinema sektörü bileşenlerinin kurduğu Film Sektörü Afet Koordinasyon Kurulu’yla ilişkili yapıların yanı sıra bağımsız inisiyatifler ve film festivalleri de deprem bölgesinde çalışmalar yürüttü. Sinemacıların Şubat’tan bu yana gerçekleştirdikleri, büyük çoğunluk Hatay’ı merkeze alan dayanışma faaliyetlerini gözden geçirelim.
Depremin dördüncü günü, yani 10 Şubat’ta, 56 sinema oluşumunun film sektörü bileşeninin (sendikalar, meslek birlikleri, dernekler, vakıflar ve emek bileşenleri vs.) bir araya gelmesiyle Film Sektörü Afet Koordinasyon Kurulu oluşturuldu. Arama kurtarma ve insani yardım faaliyetlerinde sektör içi haberleşmeyi kolaylaştırmak amacıyla oluşturulan kurul, bu dönemin ardından ilk iş olarak depremin sektör çalışanları üzerindeki etkisini tespit etmek üzere bir form çalışması yaptı.
Kurulun bileşenlerinden biri olan Oyuncular Sendikası, Hatay, Samandağ’da Biriz Dayanışma Derneği’nin katkı sunduğu bir organizasyon ile Drama ve Oyunculuk Atölyesi gerçekleştirdi. Film Sektörü Afet Koordinasyon Kurulu, sinema sektörü çalışanları tarafından başlatılan Yuva projesine de destek oluyor.
Deprem bölgesinde faaliyet gösteren, sektör bileşeni olmayan bağımsız inisiyatifler de var. Mavi Kuş Dayanışması, Mart ayından beri sanat yoluyla travma sonrası hayatın örülmesine katkı sağlamayı amaçlayan çalışmalar yürütüyor, köy köy dolaşarak çocuklara yönelik atölyeler düzenliyor.
Deprem bölgesinde yapılan ücretsiz film gösterimleri ise bölge halkı için film seyrinin ötesinde bir anlam teşkil ediyor; sosyallik alanları sınırlanmış bölge halkının bir araya gelmesine vesile oluyor. İstanbul’la eş zamanlı Antakya’da gerçekleştirilen 18. İşçi Filmleri Festivali ve Documentarist‘in yine Antakya’da gerçekleştirdiği belgesel gösterimleri bunlara örnek olarak gösterilebilir. Documentarist’in Ekinciler’de gerçekleştirdiği kısa belgesel gösterimlerinin sonrasını aktaran Antakya’da Post Sinema başlıklı video, sinemanın yarattığı şenlik havasını yansıtıyor. Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü – BÜ(S)K’ün İstanbul’dan getirdiği şişme perdesinin söndürülme süreci, seyircinin projeksiyon ve ses ekipmanını ele geçirip dans etmeye başlamasıyla bir nevi şenlik havası kazanıyor.
Deprem dayanışması konusunda etkin olan inisiyatifler sonbaharda da çalışmalarına devam edecek. Film Sektörü Afet Koordinasyon Kurulu, AKUT derneği ile birlikte, “afet (deprem, yangın, sel vs.) öncesinde, sırasında ve sonrasında neler yapılmalı?” sorusunu merkeze alan çevrimiçi seminerler düzenleyecek. Kurgucular Dayanışması, Özgür Sinematek ve Karaçay-Tomruksuyu Koordinasyonu işbirliğiyle ise, yine sonbahar aylarında, bölgenin genç sinema öğrencilerine yönelik ‘film yapımı’ atölyesi gerçekleştirilecek.
Bu haberin tamamını okumak için tıklayınız.
Sanat dünyasında sansür ve ayrımcılık tartışmaları
Karşı Sanat Çalışmaları’nın Artİstanbul Feshane’de açtığı Ortadan Başlamak ve Odunpazarı Modern Müze’sindeki Yas ve Haz sergilerinin LGBTİ+ nefretinin hedefi olması, yaz aylarında güncel sanat dünyası gündeminin merkezine oturdu. Feshanedeki sergi saldırılara rağmen, küratörlerinden Ezgi Bakçay’ın deyimiyle “yan yana çatışmalı bir kamusallık” içinde devam ettirilirken Eskişehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün hakkında soruşturma başlattığı Yaş ve Haz sergisi ise modern sanat müzesinin sezonu erken kapatmasıyla son buldu.
Defne Ayas
LGBTİ+’lara yönelik düşmanlık içeren bu iki olayın ardından Ağustos başında İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) düzenleyeceği 18’inci İstanbul Bienali sansür tartışmalarının odağı haline geldi. Güncel sanat dünyasının merkezî kurumlarından biri olan İKSV, gerek Eczacıbaşı Topluluğu sermayesiyle organik bağı gerekse de yönetim kurulunun neredeyse tamamının sermaye aktörlerinden oluşması sebebiyle Türkiye’nin otoriterleşme sürecinde ismi en fazla sansür ve otosansür ile birlikte anılan kurumlarından biri. Hatırlanacağı üzere yakın dönemde Ölümüne Boşanmak (2021) ve Ulysses Çevirmek (2023) belgesellerinin yönetmenleri, filmlerinin İKSV yönetiminin sansürcü politikaları sonucu İstanbul Film Festivali programına alınmadığını açıklamışlardı. Ölümüne Boşanmak’ın yürütücü yapımcılarından Seda Gökçe, Altyazı Fasikül için filmin sansür süreciyle ilgili bir yazı kaleme almış, Ulysses Çevirmek’in yönetmenleri ise verdikleri söyleşilerde yaşadıkları İKSV sansürünü gündeme getirmişlerdi.
İKSV ile sermaye odaklarının ortaklığı, 2022’nın sonuna doğru Eczacıbaşı Esan maden işçilerinin işten atılmasında da gündeme gelmiş; işçilerin İKSV ve İstanbul Modern’in Eczacıbaşı Holding tarafından finanse edildiğini hatırlatıp sanatçılara dayanışma çağrısı yapması üzerine sanatçılar, aralarında pek çok sinemacının da olduğu geniş katılımlı bir imza kampanyasıyla kazanım yolunda işçilere destek olmuştu.
Ağustos başında ise İKSV’nin Bienal danışma kurulunda istifa dalgasına sebep olan bir olay yaşandı: Vakfın uluslararası uzmanlardan oluşan danışma kurulu, 2024’te düzenlenecek Bienal’de küratörlük yapması için oybirliğiyle Defne Ayas‘ı önerdi; İKSV ise küratörlüğe danışma kurulu üyelerinden Iwona Blazwick’i atadı. Vakfın bu müdahalesinin ardından danışma kurulunun diğer üyelerinden bağımsız küratör Agustín Pérez Rubio, küratör/sanat tarihçisi Selen Ansen ve sanatçı Sarkis istifa ettiklerini açıkladı. Vakıf tarafından küratör olarak atanan Iwona Blazwick’in de danışma kurulundan istifa etmiş olduğu bilgisi edinildi. T24’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Ayas, Blazwick’in küratörlük rolünü geri çevirmemesi konusunda “18. İstanbul Bienali’nin küratörü olmayı kabul etmesi beni şaşırttı, sonuçta bana oy vermiş o da. Ama kendisi nasıl koşullara kurban gitti, o da belli değil” ifadelerini sarf etti.
Bu haberin tamamını okumak için tıklayınız.
Altın Portakal emekçileri dokuz yıldır haklarını arıyor
7-14 Ekim tarihleri arasında 60’ıncı kez kapılarını açacak Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne geri sayım başlarken mağduriyet yaşayan emekçilerin hak arayışları da sürüyor. Türkiye’nin en köklü kültür organizasyonlarından olan Altın Portakal’ın düzenleyicilerinden Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) çalışanları, tazminat ve haklarını alamadan işten çıkartılmalarını protesto etmek için üç kez Antalya Büyükşehir Belediyesi binası önünde eylem yaptı. 2014 yılında, AKP’li Menderes Türel’in belediye başkanlığı döneminde AKSAV’la iş akdi kesilen 30 çalışan dokuz yıldır devam eden mağduriyetin giderilmesini talep ediyor. Aralarında 25 yıldır kesintisiz olarak AKSAV’a emek verenler var. Emekçilerin protestolar sırasında ellerinde festivalin simgesi olan Venüs heykelcikleriyle “Altın Portakal eylemde”, “Altın Portakal emekçileri dokuz yıldır çözüm bekliyor” yazılı dövizler taşıdığı görüldü.
Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin konuyla ilgili yazılı açıklamasında işçilerin özlük hakları ve alacaklarının AKSAV tarafından ödenmesi gerektiği ifade edilerek, “Vakıf bir tüzel kişilik olduğu için belediyeyle hiçbir organik bağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla tüm alacak ve borçlar AKSAV’a aittir,” denildi. Açıklamada mağdurların hak arayışlarının desteklendiği ancak belediyenin ödeme yapabilmesinin yasa ve yönetmenliklere göre mümkün olmadığı belirtildi. Altın Portakal emekçilerinin avukatı Baştuğ Çalışır’la görüşen Yusuf Yavuz ise soL’da yer alan haberinde Altın Portakal emekçilerinin hak arayışının devam edeceğini, çözüm bulunmaması halinde festival boyunca farklı eylem ve açıklamaların yapılacağını bildirdiğini aktardı.
Avukat Çalışır, belediyeden yapılan açıklamada sorumluluğun görmezden gelindiğini ve hatta emekçileri yalanlayan bir tavır olduğunu ifade ederek kamuoyu vicdanına seslendi. Emekçilerin belediye ile çözüm odaklı ve barışçıl yaklaşımlı görüşmeler için çabaladığını ancak bunların sonuçsuz kaldığını ifade eden Çalışır, vakfın kurucu başkanı, doğal üyesi ve şeref üyesi olan belediye başkanı Muhittin Böcek’e görev ve sorumluluklarını hatırlattı: “… (Ö)nümüzdeki haftaya kadar bu sorun çözülmezse, öyle bir soru soracağım ki Sayın Başkan bir daha rahat uyku uyuyamayacaktır. Çünkü kalan siyasi görev dönemi içinde 4 yıldır ne yaptığını hem genel merkeze hem de seçmene anlatmak zorunda kalacaktır. Muhittin Böcek, bu kişilerin mağduriyetlerini gidermek konusunda değil, yapmadıklarıyla anılacaktır.” Çalışır ayrıca festivalin 60’ıncı edisyonunun sanat dolu bir şenlik olarak mı yoksa emekçilerin mağduriyetlerinin nasıl giderilemediğinin tartışıldığı bir eylem platformu olarak mı anılacağına emekçilerin karar vereceğinin altını çizdi.
Geçtiğimiz günlerde üçüncü kez belediye binası önünde toplanan emekçiler bu defa sanatçılara seslendi. Mağduriyetlerin tartışıldığı, emeği görmezden gelen sorumlulara ses çıkaran, boykot eden ‘işçiden ve emekçiden yana bir festival’ talep eden emekçiler ‘bizi unutmayın’ çağrısı yaptı: “Kırmızı halıda yürürken, yazılarınızı yazarken, o sahnelere adım atarken; ellerinden çay kahve içtiğiniz 18 yıllık emeği bir kalemle çizilen Naziş’i, kırmızı halıları seren sahneleri kuran filmleri gösteren Mizan’ı, Turgut ustayı, Ali ustayı, Hüseyin’i, Şenol’u, Tanju’yu, Erdinç’i, Orhan’ı, Eray’ı, İbrahim’i, festival yönetmeni Hülya’yı, Ulusal ve uluslararası yarışmadan Burcu ve Yüksel’i, basından Mustafa Ağabeyi, 60 yıllık tarihin en az 10 yılının üzerinde yükseldiği Meral, Hatice, Nermin, Aysun, Sanem, Hasan, Sermin, Orhan, Kenan, Hacı ve Volkan’ı unutmayın!”
Sosyal medyada da örgütlenen festival emekçileri Altın Portakal Eylemde hesabı üzerinden çağrılarını yineliyor. Çeşitli sanat kurumları ve sektörden isimlerin etiketlendiği paylaşımlarda festivalin tarihi boyunca emeği ve emekçiyi yücelten yapısıyla öne çıkarıldığı hatırlatılıyor. Belediyenin iddialarına ise “AKSAV, Büyükşehir Belediyesi ile organik bağ ve hukuki bağlılık içinde olmuştur,” denilerek yanıt veriliyor. Emekçilerin dokuz yıldır çözüme kavuşmayan mağduriyetleri kara bir leke olarak nitelenirken emeğin ve emekçinin yanında olan duyarlı sanatçılara festivalde “Altın Portakal heykellerini havaya kaldırmayın!” çağrısı yapılıyor.
Tamer Karadağlı, sınavını geçemediği Devlet Tiyatroları’nın Genel Müdürlüğü’ne getirildi
Pek çok dizi ve film projesinde rol alan ve ilk bölümü 2002’de yayınlanan Çocuklar Duymasın dizisinde canlandırdığı rolle hatırlanan Tamer Karadağlı’nın 70 yılı aşkın bir tarihe sahip Devlet Tiyatroları’na atanması tepkilere yol açtı. BirGün’den Sercan Meriç, atama kararıyla ilgili görüş aldığı usta oyuncu Yücel Erten’in Karadağlı’nın DT’de yer alabilmek için girdiği sınavda başarısız olduğunu söylediğini aktardı. 2000 yılından bu yana sadece iki kez tiyatro sahnesine çıkan Karadağlı, iktidara yakın tutum ve açıklamalarıyla da bilinen bir isim.
Tamer Karadağlı (sağda), direniş sırasında Gezi Parkı’nda, Sansüre Karşı Özgür Sinema pankartı önünde Emel Müftüoğlu ile birlikte poz veriyor.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Resmî Gazete’de yayımlanan yeni atama kararlarıyla çok sayıda bakanlıkta görev değişikliği yapıldı. Tamer Karadağlı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne getirilirken Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Sinema Genel Müdürlüğü’ne Erkin Yılmaz, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne ise Ömer F. Belviranlı atandı. Karadağlı Ağustos 2018’den bu yana DT’de müdür olarak görev yapan tiyatro sanatçısı, yönetmen ve akademisyen Mustafa Kurt’un yerine geçecek.
Son yıllarda çalışmalarından çok iktidara yakın tavrı ve muhalif sanatçılara tepkileriyle öne çıkan Karadağlı yıllar önce Gezi Direnişi protestolarında yer almış, mücadeleyi şu sözlerle desteklemişti: “Yükselen sese kulak verilmesi gerektiğine inanıyorum. İnsanlar artık sessiz kalmak istemiyor. Seslerini duyurmak istiyorlar. Bunu da destekliyorum. Ben günlerdir buradayım, olmaya da devam ediyorum.” Gezi’den sonra 2015 yılında Millet Gazetesi’nden Başak Çolak’a konuşan Karadağlı, sanatçıların iş bulamama kaygısıyla kendilerini rahatça ifade edemediğini, çekinmeden konuşamadığını ifade ederek, “Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan korkuyoruz. Ben de dâhil hepimiz bu korkuları yaşıyoruz. Herkes ‘aman ters gitmeyelim, yanlış algılanmayalım’ derdinde” demişti. Bu demecinden birkaç gün sonra katıldığı bir programda ağız değiştiren ve “O müthiş bir hatip, kitleleri peşinden koşturuyor, benim cumhurbaşkanım o,” ifadelerini kullanan Karadağlı, 2017’de ise Erdoğan’ın hitabetini övmüştü: “Doğru hitap ediyor. İnsanların anlayabileceği bir dile sahip. Ben de etkileniyorum.”
2021 yılında 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Nihal Yalçın’a ödülünü takdim etmek üzere sahnede olan ve Yalçın’ın konuşmasını sabote eden Karadağlı, son olarak Kuru Otlar Üstüne filmindeki rolüyle 76. Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu seçilen Merve Dizdar’ı yaptığı ödül konuşması üzerinden hedef almıştı.
Karadağlı’nın atanmasına tepkiler çığ gibi büyürken pek çok tiyatrocu da istifa kararı aldı. Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği’nden (DETİS) yapılan açıklamada “Kurumun kuruluş ilkelerini, sanat anlayışını, teamüllerini, kurum içi ilişkileri bilen liyakatli sanatçıları varken, dışarıdan, Devlet Tiyatroları ile hiç ilgisi olmayan birinin atanması, bu atamanın liyakaten değil de siyaseten yapıldığını düşündürmektedir,” denildi. Devlet Tiyatroları gibi sanat kurumlarının ideolojiler üstü bir anlayışla yönetilmesine ve hiçbir siyasi görüşe hizmet etmemesi gerektiğine dikkat çekilen açıklamada, “Devlet Tiyatroları Genel Müdürü, aynı zamanda Devlet Tiyatroları’nın Genel Sanat Yönetmeni de olduğu bilinciyle özerk, özgür, özgün bir kurum olması için çaba harcamalıdır,” ifadeleri kullanıldı.
BirGün’den Sercan Meriç, uzun süredir devam eden baskıların üstüne Karadağlı da Devlet Tiyatroları’na atanınca tiyatrocuların tepki gösterdiğini, daha önce hazırladıkları ve cepte beklettikleri istifa dilekçelerini yetkililere sunduklarını yazdı. İstifa etmek isteyenler arasında DT Sanat Yönetim Kurulu üyeleri, İstanbul, Ankara, İzmir DT müdürleri yer alıyor. Ancak DT’de başrejisör olarak görev yapan Bengisu Gürbüzer dışında bu taleplerin henüz kabul edilmediği aktarılıyor. Sabah yazarı Tuğba Kalçık ise, adını açıklamadığı Devlet Tiyatrosu sanatçısı ve bir dönem de yöneticilik yapmış bir ismin, tiyatrocuların istifasını “tepkiden dolayı değil nezaketten dolayı verildi” şeklinde yorumladığını yazdı. Aynı ismin “Devlet Tiyatroları’na bugüne kadar bütün genel müdürler Cumhurbaşkanımızın imzasıyla atanmıştır. Seçilerek kimse gelmedi o göreve. Bazı basın organlarının yansıttığı gibi kurum içinde de herhangi bir tepki ya da huzursuzluk yaşanmıyor,” dediği de aktarıldı.
Öte yandan Karadağlı’nın içinde bulunduğumuz sezon kapsamında mevcut repertuvarda bir değişiklik yapmayacağı, DT’deki programı aynı şekilde devam ettireceği yönünde bilgiler de medyaya yansıdı.
Disney Plus’ta yayınlanmayan Atatürk’e devlet desteği
Geçen sene Türkiye’de yayın hayatına başlayan Disney Plus, tüm dünyada 2024 sonuna kadar yerli içerik üretmeme kararı aldı. Kârlılık politikasına göre hareket ettiği ifade edilen platformun, özellikle Atatürk dizisini yayınlayıp yayınlamayacağı uzun süre tartışıldı. Platformun diziyi yayınlamama kararı alması tepkileri de beraberinde getirdi.
Dizinin ilk teaserları FOX’un YouTube kanalı üzerinden yayınlandı.
Ekim 2022’de diziden paylaşılan ilk fragmanın ardından Amerika Ulusal Ermeni Komitesi (The Armenian National Committee of America /ANCA), platforma diziyi iptal etmesi yönünde çağrısda bulundu. Açıklamada, “Disney Plus’a, elinde milyonlarca Yunan, Ermeni, Süryani, Keldani, Süryani, Arami, Maronit ve diğer Hıristiyan şehitlerin kanıyla bir Türk diktatörü ve soykırım katili olan Mustafa Kemal Atatürk’ü yücelten dizisini iptal etmesi çağrısında bulunuyoruz,” denildi. Bunun üzerine dizinin “Ermeni lobilerinin baskısı sonucu iptal edildiğine” yönelik çok sayıda spekülasyon ortaya atıldı.
Dizinin platformda yayına sokulmaması yönündeki karar başta siyasiler olmak üzere pek çokları tarafından eleştirildi; AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, İYİ Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu, Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce, Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı İlay Aksoy gibi isimler tarafından tepkiyle karşılandı. Ömer Çelik, Amerika Ermeni Ulusal Komitesi’nin amacının Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesine mani olma isteği olduğunu ifade ederek, mevzuya hâkim olan düşmanlaştırıcı söylemi sahiplendi: “Amerika merkezli bir dizi/film platformunun Ermeni lobisinin baskısına boyun eğerek ‘Atatürk’ dizisini yayınlamadan yayından kaldırması utanç vericidir. Söz konusu platformun bu tutumu, Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerine ve milletimize saygısızlıktır.”“Disney Plus’ı uyarmak istiyoruz,” diyen Kürşad Zorlu ise platform kullanıcılarına üyeliklerini iptal etme çağrısı yaptı.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin iddialarla ilgili inceleme başlatıldığını ve platformun savunmasının alınacağını duyurdu. The Walt Disney Company Türkiye Genel Müdürü Cenk Soner ise dizinin, film formatında FOX TV ekranlarında ve sinemalarda gösterileceğini açıkladı: “Atatürk içeriğimizi Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında izleyicilerimiz ile buluşturuyoruz. İçerik stratejimizde yapılan değişiklikler sonucunda iki film olarak planladığımız Atatürk’ün ilk TV özel versiyonunun FOX kanalımızda yayınlanmasının ardından, iki film sinemalarda ve sonrasında FOX ekranlarında olacak. Böylece, ‘Atatürk’ü çok daha geniş kitlelere ulaştırmış olacağız.”
10Haber’den Olkan Özyurt ise projenin tüm haklarını satın alan Lanistar Medya’nın filmi Avrupa’dan Uzakdoğu’ya uzanan kapsamlı bir coğrafyada 35 ülkede gösterime sokacağını; ABD, Pakistan ve Hindistan’la da görüşmelerin sürdüğünü yazdı. Her iki filmin Berlin, Paris, Dubai, Bakü gibi şehirlerde galalarının yapılacağı ifade edilirken filmin tüm dünyada gösterilmesinin devlet eliyle desteklendiği, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un konuyla bizzat ilgilendiği belirtiliyor.
Yönetmenliğini Mehmet Ada Öztekin’in üstlendiği, Aras Bulut İymenli’nin Mustafa Kemal Atatürk’e hayat verdiği Atatürk projesinde İymenli’ye Songül Öden, Mehmet Günsür, Sarp Akkaya, Berk Cankat, Esra Bilgiç gibi isimler eşlik ediyor. Yapımcılığını Saner Ayar ve Hakan Karamahmutoğlu’nun üstlendiği, Lanistar Medya imzalı proje Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamını odağına alıyor. İki ayrı filme dönüştürülen projenin ilk filmi 29 Ekim’de TV özel versiyonuyla FOX ekranlarında, 3 Kasım’da da sinema salonlarında gösterilecek. İkinci film ise 22 Aralık’ta sinemalarda gösterime girecek. Her iki film 2024 yazı itibarıyla FOX TV ekranlarında olacak.
Dizi/filmin daha henüz gösterilmeden Atatürkçülük ve Kemalizm üzerine siyasi tartışmaları tetiklediğini de not edelim. Bir örnek için, evrensel.net.
Metaformoz’un yapımcısından: Büyük yapımlara senaryo, Kavala’ya karalama
Gezi Direnişi davasından dolayı yaklaşık altı yıldır cezaevinde tutulan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) hak ihlali yönündeki kararına rağmen tahliye edilmeyen Osman Kavala’nın kişisel tarihini manipülatif öğelerle baştan yazmaya yeltenen Metamorfoz’a (2023-) gelen tepkiler devam ederken dizinin senaristi ve yapımcısı Mustafa Burak Doğu tartışma yaratacak açıklamalarda bulundu. Kültürel iktidarın değişmesinin bir kesimi rahatsız ettiğini iddia eden Doğu, “Tayyip Erdoğan’ın kültürel hegemonya oluşturmak istediğini söyleyenler, 40 yılda oluşturdukları kültürel hegemonyaya alternatif gelsin istemiyorlar,” ifadelerini kullandı.
Projeyi sonlandırma çağrılarına rağmen dokuzuncu bölümü geride bırakan dizinin senaristi ve yapımcısı Mustafa Burak Doğu’ya göre ise dizide direkt Osman Kavala ismi kullanılmadığından hikâyesi anlatılan kişi de Kavala değil. İktidara yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak’a konuşan Doğu, “Türkiye’de sosyalist rolü yapan kimi isimler” üzerinden bir dönüşme hikâyesi anlattıklarını ifade etti. Bugünün Türkiye’sinde “en büyük yapım firmalarını kuran, setlerde inanılmaz bir emek sömürücülüğü yapanlar”ın 1980 öncesinin sosyalistleri olduğunu iddia eden Doğu’nun bu hikâyeyi anlatmak için Osman Kavala’yı andıran bir figür seçmiş olmasındaki tutarsızlık sosyal medyada kendisini eleştirenlerin dikkatinden kaçmadı. Kâr amacı gütmeyen bir kültür kurumu olan Anadolu Kültür’e hayat veren Osman Kavala, Doğu’nun işaret ettiği profilden çok uzak bir figür. Herhangi bir büyük yapım firması kurmayan Kavala sinema katkısını, düşük bütçeli bağımsız belgesellere destek sağlayan, Anadolu Kültür ve !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali ortaklığıyla hayata geçirilen Yeni Film Fonu ile ortaya koymuştu.
Bugüne kadar herhangi bir sinema filmine katkı sunmayan Mustafa Burak Doğu’nun ise, Yeni Şafak’ta sözünü ettiği türden birçok büyük yapımda, yüksek bütçeli TV dizilerinde senarist olarak imzası bulunuyor. Örneğin, 13 bölümünün senaryosuna imza attığı Diriliş Ertuğrul’un (2014-2019) bölüm başı maliyetinin en az 1 milyon 100 bin TL olduğu biliniyor.
Bir kamu kanalı olan TRT’nin dijital platformu tabii’de yayınlanan Metamorfoz Kavala’ya alenen ‘siyasi casusluk’ yakıştırması yapan ve toplumsal hafızada yaratılmak istenen algıya hizmet eden bir araç olarak görülüyor. Dizi, Kavala’nın kişilik haklarına zarar verdiği ve yargı sürecini etkileyebilecek bir zemin yarattığından dolayı eleştirilerin odağında.
Akbelen’de şirketi koruyup kameraları engelleyen jandarma hukuka uygun davranmış!
Muğla’nın Milas ilçesindeki Akbelen Ormanı’nda yaşanan ağaç kıyımına dur demek için ilk andan itibaren alandan ayrılmayan yurttaşlar, tüm sert müdahalelere rağmen direnişlerini sürdürmeye devam ediyor. Limak Holding ve IC Holding’in iştiraki YK Enerji tarafından işletilen Yeniköy-Kemerköy Termik Santralı’nın kömür sahasını genişletmek için başlattığı ağaç kesiminin önüne geçmek için verilen mücadelede büyük bir kamuoyu oluştu. Bölge halkının yanı sıra Türkiye’nin dört bir yanından alana akın eden yaşam savunucularının yanında değil karşısında duran jandarma ise şiddet göstermekten kaçınmadı. Direnişçilere tazyikli su ve biber gazıyla müdahale eden jandarma, alana seyyar tuvalet getirilmesini bile engelledi.
Jandarmanın sert müdahalesine maruz kalanlardan biri de belgeselci, video-aktivist Kazım Kızıl oldu. Temmuz ayında ağaç katliamını kayda almak için alanda çekim yaptığı sırada jandarma tarafından engellenmek istenen Kızıl, geri adım atmayarak işini yapmaya devam etmek istedi. Bunun üzerine jandarma, Kızıl’ın gözlerine çok yakın mesafeden biber gazı sıktı. Arbede anı alandaki başka bir yurttaşın kamerasına yansırken direnişin sembol fotoğraflarından biri de bu kayıttan çıktı. Tüm bu yaşananlar büyük tepki toplarken Jandarma Genel Komutanlığı jandarmanın ‘hukuka uygun’ davrandığı kanısında.
BirGün gazetesi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) üzerinden İçişleri Bakanlığı’na Akbelen’de yurttaşlara karşı sert müdahalede bulunan jandarma personeli hakkında soruşturma başlatılıp başlatılmadığını sordu. “Akbelen’deki eylemlerde yetkisini kullanarak yurttaşlara şiddet uygulayan kolluk hakkında soruşturma başlatıldı mı? Kaç jandarma ve emniyet personeli hakkında tahkikat yürütülüyor?” sorusuna yanıt veren Jandarma Genel Komutanlığı ise kanuna uygun davranıldığını öne sürdü: “Jandarma teşkilatı kendisine verilen tüm görevleri yasal mevzuatlar çerçevesinde, hukuka uygun tedbir, önlem ve zor kullanma yetkileri doğrultusunda icra ettiğini belirtir, bilgilerinize rica ederiz.”
Boğaziçililer Cüneyt Cebenoyan anısına koştu
Boğaziçi Ayvalık Okulları gönüllüleri gazeteci, sinema yazarı ve film eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan’ın anısına Çanakkale’den Ayvalık’a koşu düzenliyor. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi mezunu olan Cebenoyan, 3 Ağustos 2019’da geçirdiği trafik kazasında aramızdan ayrılmıştı.
Cüneyt Cebenoyan, 2019’da hayatının kaybettiği trafik kazasından birkaç hafta önce, Balat’ta Bütün Çocuklar Bizim Derneği’nin düzenlediği yaz okulunda çocuklarla sinema üzerine sohbet ediyor.
Çocukları sinemayla buluşturabilmek için Cüneyt Cebenoyan Çocuk ve Sinema Buluşmaları’nı başlatan Bütün Çocuklar Bizim Derneği (BÇBD) ve Boğaziçili mezunlar, akademisyenler ve öğrencilerin yer aldığı Boğaziçi Ayvalık Okulları, 2015 yılından bu yana ekonomik nedenlerden ötürü eğitime ve sosyal etkinliklere erişimi kısıtlı çocukların yaşamlarına bilim, sanat ve sporla destek veriyor. İki kurum Mart 2023’ten itibarense Cüneyt Cebenoyan’ın sinema tutkusunu depremden etkilenen çocuklara ulaştırmak için işbirliği yapıyor. BÇBD’nin çocukları sinemayla buluşturan çalışmalarının devamlılığının sağlanabilmesini önemseyen Boğaziçi Ayvalık Okulları, 25-27 Ağustos tarihleri arasında Cebenoyan’ın anısına bir koşu düzenledi.
“Kamera 3-2-1, Koşu Başlasın: Boğaziçililer Cüneyt Cebenoyan anısına koşuyor” sloganıyla düzenlenen 220 km’lik maratondan elde edilecek bağışlarla deprem bölgesinde ve Ayvalık’ta imkânları kısıtlı çocukların düzenlenecek film gösterimleri ve atölyeler kapsamında Cebenoyan’ın sinema anlayışıyla buluşturulması hedefleniyor. Bağış maratonuna destek olmak için tıklayınız.
İstanbul Modern’den kadın mücadelesi projesi: “Boşluğa Dikkat”
Sinema sektöründe faaliyet gösteren kadınlara daha fazla alan açmayı ve onları yeni bir diyalog zemininde buluşturmayı hedefleri arasında sayan İstanbul Modern Sinema, bu kapsamda Boşluğa Dikkat adlı uluslararası bir projeye başladı. Kadın mücadelesini ön plana alan projenin 18-23 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilen ilk etkinliğinde kadın yönetmenlerin filmlerinden oluşan bir seçki açık havada seyirciyle buluştu.
İlk kez Türkiye’ye gelen Firouzeh Khosrovani, Bir Ailenin Röntgeni filminin gösterimi sonrası seyirciyle buluştu. Khosrovani, Mayıs 2022’de bir başka feminist sinemacı olan Mina Keshavarz ile birlikte İran’da tutuklanıp şartlı tahliye edilmiş, tepkiler üzerine bir yıl sonra davaları düşürülmüştü.
İran’dan Şili’ye kadın yönetmenlerin filmlerinden oluşan beş filmlik seçkide şu filmler yer aldı: İranlı belgeselci Firouzeh Khosrovani’nin Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali’nden (IDFA) ödül kazanan filmi Bir Ailenin Röntgeni (Radiograph of a Family, 2020), Antalya Altın Portakal ve İstanbul Film Festivalleri’nden ödülle dönen Ekin İlbağ ve İdil Akkuş imzalı Düet (2022), dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nin Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yapan Manuela Martelli imzalı 1976 (2022), dünya prömiyerini Cannes’da Eleştirmenler Haftası kapsamında yapan July Jung imzalı Sıradaki Kız (Da-eum So-hee, 2022) ve Sundance Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan Charlotte Regan imzalı Hırçın (Scrapper). Boşluğa Dikkat kapsamında ustalık sınıfı, atölye çalışmaları ve sohbetler gibi çok sayıda etkinlik gerçekleştirilmesi hedefleniyor.
İranlı yönetmen Saeed Roustayi’ye ‘rejim karşıtı propaganda’dan hapis cezası
İran’da Tahran Devrim Mahkemesi, yönetmen Saeed Roustayi’yi 75. Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü’ne layık bulunan Leyla’nın Kardeşleri (Leila’s Brothers, 2022) filminde “rejim karşıtı propaganda” yaptığı iddiasıyla altı ay hapse mahkûm etti. Beş yıl film çekmesi ve sinemacılarla görüşmesi yasaklanan yönetmenin Kum’daki Devlet Televizyonu Üniversitesi’nde, “milli ve ahlaki sinema eğitimi” alması da zorunlu kılındı. Roustayi ile birlikte filmin yapımcısı Javad Noruzbergi de “rejime muhalefet etiği” gerekçesiyle suçlu bulundu. Karara göre, Rosutayi ve Noruzbergi dokuz gün cezaevinde kalacak.
Leyla’nın Kardeşleri ekibi Cannes’da, Mayıs 2022.
Roustayi’nin filmini İran’da resmî izin almadan Cannes’a göndermesi ve rejim aleyhine propaganda yaptığı iddiasıyla suçlanması ifade özgürlüğüne sert bir darbe olarak yorumlandı. Cannes Film Festivali Film Yönetmenleri Derneği (SRF) ve Biarritz Film Festivali yaptıkları açıklamalarla Roustayi’ye desteklerini açıklayıp karara tepki gösterdi. İran Sinema Yönetmenleri Birliği, sosyal medya üstünden paylaştığı açıklamada kararı “İran sinema tarihindeki en tuhaf yargı cezası” olarak niteleyerek kınadı. Yönetmen Martin Scorsese’yle meslektaşı ve kızı Francesca Scorsese ise Roustayi’ye destek için açılan imza kampanyasını paylaştı. Yönetmene desteğini açıklayan MUBI Türkiye’nin sosyal medya hesaplarından “Roustayi’nin sonuna kadar yanındayız,” yazılı bir paylaşım yapıldı.
Sonsuzluk ve Bir Gün (Abad va yek rooz, 2016), 6.5 Metre (Metri shesh va nim, 2019) gibi filmlerde imzası olan Roustayi, Leyla’nın Kardeşleri filminde tüm yaşamı annesi, babası ve dört erkek kardeşine bakmakla geçen bir kadın hikâyesi üzerinden İran toplumuna bakış atıyor. İran’da gösterimi yasaklanan film Türkiye prömiyerini 21. Filmekimi kapsamında yapmıştı, MUBI Türkiye’deki dijital yayını devam ediyor.
RedCut Kolektifi faaliyetlerine başladı
Orta Doğu’daki bağımsız sinemacıların bir araya gelerek oluşturduğu RedCut Kolektifi faaliyetlerine başladığını farklı dillerde yayımladığı bildirilerle duyurdu. Bu coğrafyadaki bağımsız sinemacılar arasındaki bağları ortak bir deneyim ve birikime dayanarak güçlendirmeyi amaç ve motivasyonu olarak benimseyen kolektif, Orta Doğulu film yapımcıları başta olmak üzere bağımsız film yapımcılarının bir araya gelmesini hedefliyor. RedCut oluşturulmak istenen bu ortak zeminde coğrafi sınırların aşılarak sinemaya hâkim olan kapitalist sistemden kurtulmanın yollarını birlikte keşfetmek için yeni ve yaratıcı etkileşim yöntemleri keşfetmeyi amaçlıyor.
“Sansür, baskı ve Orta Doğu’daki totaliter hükümetler tarafından kontrol edilme ve küresel ticari çıkarların etkisi, bağımsız sinemanın ufkunu karartmıştır,” diyen RedCut, sansür mekanizmalarının karşısında durarak bağımsız film yapımcıları için fikirlerin özgürce ifade edilebildiği bir alan açmak istiyor. Bunun yolunun temas hâlinde olmaktan geçtiğini ifade eden RedCut, “Bu doğrultuda odak noktası, sınıfsal baskıya, cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı baskıya ve ulusal baskıya karşı mücadele etmiş, baskı ve tahakküm yapılarını her zaman görünür ve teşhir etmeye çalışmış bağımsız sinemacılar olacaktır,” diyor. RedCut, Orta Doğu’da sinema ve sanatın diğer kollarına hâkim olan kapitalist düzene karşı toplumsal direnişi ve uluslaraşırı dayanışmayı güçlendirmeyi hedefliyor.
RedCut, İranlı yönetmen Saeed Roustayi’ye verilen hapis cezası üzerinden İran’da baskıcı rejimin bağımsız sinema ve sanat üzerinde kurduğu baskıyı özetleyen bir açıklama da yayımladı. İran İslam Cumhuriyeti’nin, sanatı ve sanatçıya müdahale edebilmek için baskıcı alt kuruluşlar kurduğuna dikkat çekilen açıklamada, rejimin son zamanlarda, otoriter yapısını normalize etmek için İran sinemasının uluslararası film festivallerindeki görünürlüğünü kontrol altında tutarak kullandığına da dikkat çekildi. Bunun da rejimin ideolojisine muhalif olmaktansa onunla aynı yerde hizalanan bir sinemayı beraberinde getirdiğine vurgu yapılan açıklamada Saeed Roustayi imzalı Leyla’nın Kardeşleri de bu tür sinemaya örnek olarak gösteriliyor. Bugünkü İran’da filmlere el koyma, izin vermeme, yasaklama ve hapsetmenin yaygın hâle geldiğinin ifade edildiği açıklamada RedCut kolektifi, Saeed Roustayi vakasını da Cannes’da filmini rejimden izinsiz gösteren yönetmenin ‘hizaya getirilme’si olarak okuyor.
Camide çekim yapan yönetmen ve model hakkında hapis talebi
Ankara’nın Çankaya ilçesindeki Kocatepe Camisi’nde yaptıkları moda çekimlerine ait fotoğrafları sosyal medyada yayınlayan yönetmen Bilal Kısa ve model Ezgi Cebeci, iktidara yakın ve muhafazakâr çizgiden yayın yapan yayın organları tarafından hedef gösterildi. Bunun üzerine Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından gözaltına alınan ve ifadelerinin ardından adli kontrol şartıyla serbest bırakılan Kısa ve Cebeci hakkında dava açıldı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma kapsamında Kısa ve Cebeci hakkında TCK’nın 216/3 maddesinde düzenlenen ‘halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama’ suçlamasıyla 9’ar aydan 1 yıl 6’şar aya kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı. İddianamede fotoğrafçılık ve sanatın halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılamada araç olarak kullanıldığı ifade edilirken sanatçılar için ‘ifade özgürlüğünün koruma şemsiyesinden yararlanamaz’ denildi:
“Fotoğrafçılık ve benzeri kültür ve sanat etkinlikleriyle ülkede kültürün ve sanatın yaygınlaşması, demokratik toplum düzenine olumlu yönde katkılar sağlayan araçlar olup ifade özgürlüğünün kullanımının en belirgin göstergelerini oluştururlar. Ancak sanat adı altında halkın bir kesiminin benimsediği dini değerlerin aşağılanması, fotoğrafçılık adı altında dini değerlerin özüyle bağdaşmayacak şekilde bir meta olarak camii gibi dini değerlerin aşağılama aracı olarak kullanılması kabul edilemez ve bu durum ifade özgürlüğünün koruma şemsiyesinden yararlanamaz.”
Yönetmen Bilal Kısa ise konu hakkında bir açıklama yayınlayarak, çalışmasının yanlış yerlere çekildiğini, niyetinin “camiye küsmüş belli bir kesimin önyargısını kırıp huzuru bulacakları yerin camii olduğunu göstermek” olduğunu ifade etti.
İfade Özgürlüğünün On Yılı – İkinci Kitap yayımlandı
Gökçer Tahincioğlu’nun hazırladığı İfade Özgürlüğünün On Yılı – İkinci Kitap: 2012-2022 IPS İletişim Vakfı Yayınları’nca yayımlandı. 2012’de yayımlanan İfade Özgürlüğünün On Yılı: 2001-2011’in tamamlayıcısı olarak hazırlanan ikinci kitap Türkiye’de son on yılda yaşanan gelişmeleri ifade özgürlüğü merkezinde tartışmaya açıyor. Gazetecilerin deneyimlerine yer vermesi açısından ilk kitaptan farklı bir yerde duran ikinci kitaba Alican Uludağ, Aysun Cerek, Ayşegül Doğan, Bahadır Özgür, Burcu Karakaş, Erol Önderoğlu, Fikret İlkiz, Gökçer Tahincioğlu, Kenan Şener, Levent Pişkin, Mehtap Ceyran, Mehveş Evin, Özlem Akarsu Çelik, Sibel Yükler, Timur Soykan, Ulaş Karan, Yetvart Danzikyan ve Yıldız Tar yazılarıyla katkı sundu.
Kitapta öncesi ve sonrası yaşananlarla Gezi Direnişi protestoları, 2016’daki darbe girişimin ardından ilan edilen ve iki yıl süren OHAL dönemi, Barış Akademisyenleri’nin mücadelesi, kadınlara, Kürtlere karşı güçlenen düşmanlaştırıcı tutum, LGBTİ+ karşıtı nefret söylem ve eylemleri, hedef gösterilen insanlar gibi çok sayıda konu ve olay ifade özgürlüğü zemininde ele alınıyor. Gazetecilere yönelik sert yaptırımlar, internet yasakları, bağımsız medya üzerinde giderek artan baskıya dikkat çeken kitapta sınırları gittikçe genişleyen bir sansür aygıtına dönüşen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve İletişim Başkanlığı gibi yapıların etkisi tartışılıyor. “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi”nin kurulması, basına ve sosyal medyaya yönelik yeni yaptırımları içeren “sansür yasası”nın kabul edilmesi ve benzeri pek çok gelişme iktidarın medyada tek sesliliği sağlayabilmek adına izlediği adımlar olarak sıralanıyor.
IPS İletişim Vakfı’nın yayımladığı kitaplar Punto dağıtım şirketi tarafından dağıtılıyor. İfade Özgürlüğünün On Yılı – İkinci Kitap: 2012-2022’yi edinmek için tıklayınız.