Şu An Okunan
Devletin Vekilleri: 2000 Sonrası Türkiye’de Sinema Sansürü – Bölüm 1

Devletin Vekilleri: 2000 Sonrası Türkiye’de Sinema Sansürü – Bölüm 1

Son dönem Türkiye’de filmlere uygulanan sansürün çeşitlerini ve mekanizmalarını nasıl anlayabiliriz? Devlet-dışı aktörlerin sansürün uygulayıcısı olduğu vakalar neye işaret ediyor? Konu hakkında akademik çalışmalar yapan Sonay Ban, iki bölümlük yazı dizisine Altın Portakal’ın Kanun Hükmü sansürüyle başlıyor.

22 Eylül 2023’te 60. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali yönetiminin Kanun Hükmü filmini belgesel film yarışması listesinden çıkarması; hem ülkenin muhalif kesimlerinin büyük bölümü için hem de ilgili konularda akademik ve pratik çalışmalar yapanlar için, maalesef ki, şaşırtıcı değil. Sürecin kamuoyunda etkisinin gitgide büyümesi ise sevindirici. Peki vakanın görece şaşırtıcı olmamasının sebeplerini nasıl açıklayabiliriz? Kanun Hükmü’yle bağlantılı ama onunla sınırlı kalmayacak şekilde; son dönem Türkiye sinemasında sansür çeşitlerini ve mekanizmalarını nasıl anlayabiliriz?

Akademik araştırmalarımdan hareketle iki bölüm olarak paylaşacağım bu çalışmada; 2000 sonrası Türkiye’sinde uygulanan film sansürlerini, 2021 sonrasına denk düşen dört vaka üzerinden analiz edeceğim. İnceleyeceğim filmlerin yapım tarihleri sırasıyla; Ölümüne Boşanmak (Chloe Fairweather, 2021), Kurak Günler (Emin Alper, 2022), Ulysses Çevirmek (Aylin Kuryel & Fırat Yücel, 2023) ve Kanun Hükmü (Nejla Demirci, 2023). Yazı dizisine en güncel sansür örneğiyle, yani Nejla Demirci’nin Kanun Hükmü filmiyle başlayacağım.

Şunu söyleyerek başlamalı: 2000 öncesinde devlet (ve kurumları) neredeyse tek güç olarak film sansürünü uygulamaktaydı. 2000 sonrası süreçte ise devletin gücü baki kalmakla birlikte; belirli bir manevra alanı bırakarak kendisine bağımlı kıldığı ve “devletin vekilleri” olarak nitelendirdiğimiz bazı devlet-dışı aktörlerin (sanat kurumları, film festivalleri, meslek örgütleri ya da sendikaları, sanat alanında çalışan STK’lar vb.) sansür uyguladığı ve devletten çok devletçi kesildiği örneklere şahit oluyoruz. Yani sansür biçimlerinin değiştiğini, geliştiğini[1]; devletin gerekli durumlarda geri planda kalarak vekillerini adeta bir yönetmen edasıyla istediği gibi yönlendirdiğini ve sansürü ustaca uyguladığını görüyoruz. Peki bu manevra alanları ve pratikleri eş zamanlı olarak ne yapıyor? Sansürün nereden geleceğinin belli olmadığı; muğlak ve keyfî uygulamalarla, sahne kesilmesi ya da film gösteriminin engellenmesi gibi alışılagelmiş uygulamaların yanı sıra sinemacıların siyasi ve kişisel olarak hedef gösterildiği, tehdit edildiği, kimi zaman canlarına kastedildiği, gayrimeşrulaştırıldıkları ve hatta yargılandığı süreçleri de peşine katıyor. Yani sansür; artık çok çeşitli kurumlardan, kişilerden; iş birlikleri ağlarının sonucunda, farklı mekanizmalarla ve her an olabilecek şekilde ya da hiç olmayacağını düşüneceğimiz yerlerden, keyfî biçimlerde karşımıza dikilebiliyor.[2]

‘Kanun Hükmü’nün sansürlenme süreci

7-14 Ekim 2023 tarihleri arasında yapılacak 60. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin (Antalya FF) başlamasına iki hafta kala, 22 Eylül’de, belgesel sinemacı Nejla Demirci sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı ve Kanun Hükmü belgeselinin Antalya FF seçkisinden “ani bir karar ile” kaldırıldığını duyurdu. Seçkiye 13 Eylül’de alındığını paylaştığı ve 2016-2018 arasındaki OHAL sürecinde yürürlüğe giren KHK’larla kamu görevlerinden çıkarılan doktor Yasemin’in ve öğretmen Engin’in hayatlarına odaklandığı belgeselinin neden hepi topu 9 gün festival seçkisinde “tutunabildiğine” ise; yine 22 Eylül’de, festival yönetmeni Dr. Ahmet Boyacıoğlu’nun ağzından kaleme alınan bir basın duyurusuyla açıklama geldi.[3] Açıklamada Demirci’nin belgeselinde “yer alan bir kişi ile ilgili yargı sürecinin devam ettiğinin saptandığı” ve “yargıya intikal etmiş bir konuda yargılama sürecini ve tarafsızlığını etkilememek adına” filmin seçkiden çıkarıldığı belirtildi. Süreç tamamlandıktan sonra festivalin filmi göstereceği de duyurunun son cümlesinde yer aldı. Festival jürileri ortak bildiri yayımlayarak görevlerini ancak, belgeselin seçkiye eklenmesi ve festivalde gösterilmesi koşuluyla icra edeceklerini belirtti. Sansür haberinin yayılmasından itibaren sektördeki birçok sendika ve meslek birliği de Demirci’ye desteklerini kamuyla paylaştı ve sansürü kınadı. Son olarak 27 Eylül’de, Ulusal Uzun Metraj, Ulusal Belgesel ve Ulusal Kısa Metraj Film Yarışmaları kategorilerindeki yönetmenler ve yapımcılar; Kanun Hükmü belgeseli seçkiye alınana dek filmleriyle festivalde yer almayacaklarını kamuoyuna duyurdu. 28 Eylül’de ise festival yönetmeninin basın açıklamasıyla film seçkiye geri alındı; bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı, belgeselin “provokasyon unsuru olarak kullanılma çabasının bir parçası olmamak” adına festivalden çekildiğini duyurdu.

Kanun Hükmü‘nün karakterlerinden, KHK’yla işinden çıkarılan ilkokul öğretmeni Engin Karataş, farklı dillerde “işimi geri istiyorum” yazılı pankartlarla eylem yapuyor.

Yazıyı uzatmamak adına bütün bu açıklamaların analizini yapmayı başka bir zamana bırakıyorum (ki halihazırda bunu hakkıyla yerine getiren çok sayıda işinin ehli kişi var). Fakat Altın Portakal’ın filmi yarışmaya geri alma yönündeki açıklamasının; sanatsal ifade özgürlüğünün anayasada güvence altına alınmasını ne denli es geçtiğinin ve genel anlamda sanat-sansür ilişkisine yönelik önemli konuların altını çok iyi çizen, Altyazı Sinema Derneği açıklamasını buraya iliştirmeden geçmiyorum.

Şimdiki zamanda bu vakaya dair söylemek istediklerim ise şöyle: Nejla Demirci ve ekibi Kanun Hükmü filmini çekmeye başladığı andan itibaren; kolluk kuvvetleri ve yerel yönetimler (ve çoğunlukla belediyeler, kaymakamlıklar ve valilikler) başta olmak üzere birçok kurumun ve kuruluşun sistematik fiziksel ve manevi şiddetine defalarca maruz kaldı. Bu şiddetin bir kısmında ekipten gözaltına alınanlar ve sorgulananlar oldu, teknik ekipmanlar tahrif edildi ve ekipmanlara el konuldu ve Nejla Demirci başta olmak üzere ekip üyeleri gözaltı süreçlerinde darp edildi. Bodrum Kaymakamlığı’nın Mayıs 2018’de belgesel çekimini yasaklaması akabinde Demirci; “izin talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği” talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulundu. AYM Demirci’yi Eylül 2022’de, “Anayasanın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği” gerekçesiyle haklı buldu ve kendisine tazminat ödenmesine karar verdi.[4] Bu süreçte Demirci film çekimlerini ve çekim sonrası çalışmalarını hiç kolay olmayan koşullarda sürdürdü.

Eylül 2023’e geldiğimizde ise Altın Portakal’ın; filmin iki karakterinden biri hakkında mevcudiyeti film ekibi tarafından sorgulanan bir dava sürecini, “yargı tarafsızlığına” vurguyla filmin seçkiden çıkarılmasına bahane ettiğini görüyoruz. Bu durumun sansür çalışmaları ve 2000 sonrası Türkiye sinemasında sansür vakaları açısından kuramsal düzlemde karşılığı şudur: Festival yönetimi, henüz kanıtlanmayan bir dava sürecini, yani hukuki bir süreci; kamusal alanda kamu için yapılan bir kültür-sanat etkinliğinin ana organizatörü ve ev sahibi unvanıyla (ki ev sahipliği bu festival özelinde aynı zamanda Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne ait), sansür eylemine bahane olarak kullanmayı kendine hak görebilmektedir. Bunu yaparken iki husus dikkate değer hale geliyor: Altın Portakal yıllardır; Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü tarafından, film festivallerinin bazılarına verilen yıllık bakanlık desteğini alan önemli ulusal/uluslararası festivallerin başında geliyor. Bakanlık desteği alınan bir festivalin yönetiminin, seçkideki bir filmine dair “yargı sürecini” sansür bahanesi olarak sunması, eyleme geçerek filmi festivalden kaldırması ve kendi içinde durumun “suç teşkil” ettiğine dair hükümde bulunması ise; sansürü bir devlet vekili olarak devlet kurumlarına fırsat bırakmadan tespit edip “icabına baktığını” gösteriyor. Böylelikle festival, devletin sansür uygulamaya vekalet ettiği aracısı haline geliyor.

Buradaki en mühim durumlardan bir diğeri ise; Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin 2023 yılında ana muhalefet partisinde olması ve festival yönetiminin bir bakıma; son yirmi senedir eleştirilen iktidar partisinin ve odaklarının önceki sansür uygulamalarını aratmayacak bir vakaya imza atması. Şenay Aydemir’in belirttiği gibi[5] festival yönetimi geri adım atmazsa; muhalefet tarafından, yıllardır eleştirdiği siyasi iktidarın sansür eylemlerinin aynısını yapmakla suçlanacaktı. Belgeseli seçkiye geri alması halinde ise iktidarın ve çevresinin olası hedef göstermelerine ve taşlamalarına maruz kalacaktı. İkincisi oldu, bu noktaya bir sonraki yazıda geri döneceğiz.

Peki bu vaka, Altın Portakal’ın ilk vukuatı mıdır? Hayır ve bu vakadaki dayanışma sürdürülmezse sonuncu da olmayacak. Festivalde bundan önceki -bilinen- en yakın sansür vakası 2014’te yaşanmıştı: Reyan Tuvi’nin Gezi Direnişi’ni konu ettiği Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek (2014) belgeseli, dönemin başbakanına hakaret içeren bir sahne bulunduğu gerekçesiyle yine festival yönetimi tarafından, hukuk danışmanlarının telkini doğrultusunda seçkiden çıkarılmıştı.[6] O zaman belgesel sinemacılar festivalden filmlerini çekmiş ve sansürü protesto etmişti. Kurmaca sinemacılarsa “alanı boş bırakmayıp filmlerimizi gösterip ödül töreninde de sansüre sansür demeliyiz” minvalinde hareket etmişti.

Sonuçta ne olduğunu hatırlayalım: Belgesel sinemacılar festival sırasında ve sonrasında yalnız bırakıldı, sansüre karşı sektörce iyi bir dayanışma sağlanamadı. Bu durum 2015 İstanbul Film Festivali’nde Bakur belgeselinin, gösterimine bir gün kala festival programından çıkarılmasıyla sonuçlandı. 2014’te Antalya’da tüm bileşenleriyle sansüre karşı boykota çağrılan sinema sektörü sağlam ve kararlı dursaydı Bakur vakasını yaşar mıydık? Bu soru zihnimizde her daim geri dönüp anılacak bir çapa olarak kalmalı.

2014 Antalya krizinden çıkan olumlu tek durum ise şu oldu: Antalya’da belgeseli üzerinden yalnız bırakılan ve tüm krizin faturasının kesildiği Reyan Tuvi’ye ve festival yönetimi tarafından “aba altından sopa gösterilerek”[7] tehdit edilen ve yalnız bırakılan belgesel yarışması ön jürisine gösterilmeyen dayanışma; tam altı ay sonra yaşanan Bakur krizinde artık göz ardı edilemeyecek bir hâl aldığı için yerini, geri adım atılmayan “sansüre karşı” birlikte harekete bıraktı. Hareket sonucunda Bakur’unfestival gösterimi yapılamadı. Bununla birlikte kapanış ve ödül törenlerinin iptal edilmesiyle festival, hâlâ akıllarımızda sönük ve sansürle anılır kalmaya devam ediyor. 2015 yazında ve sonrasında kısa süreli de olsa kazanılan bu dayanışma ivmesinin maalesef devamı bu güne kadar istikrarla getirilemediği içinse; Kanun Hükmü vakasını ve inceleyeceğim diğer vakaları konuşuyoruz ve akut çözümlerle günü kurtarmaya uğraşıyoruz.

Dokuz senelik süreçte önce iktidara sonra muhalefete ait belediye yönetimlerinin ev sahipliği yaptığı Antalya Film Festivali’nin; “hukuki” sebeplerle/bahanelerle sansür vakalarıyla anılmasına dair üç hususu, yazının bu bölümünü tamamlarken özetlemek istiyorum:

  1. Sansür, sadece belli güç odaklarının/iktidar erklerinin siyasi eğilimlerine sıkı sıkıya bağlı olmak ya da bu eğilimleri birebir yansıtmak zorunda değil: Sağ, merkez-sağ, merkez-sol ya da sol partilerin herhangi birinden erk sahibi olup, karşıt olduğunuzu iddia ettiğiniz sansürleri uygulayabilirsiniz, güncel vakada olduğu üzere. Mesele çoğunlukla ekonomi-politiğin, gündelik siyasetin gerektirdikleri doğrultusunda hangi konuları yasaklamayı “makbul” bulduğuyla alakalı.
  2. Yeterli dayanışma gösterilmeyen her vakada ve süreçte sansür ayrımcılık yapmaz: Gündelik siyasetin içeriğine göre şekillendiği için, (belli başlı daimî tabu meseleler haricinde) her an her konu, fikir, sanat eseri, potansiyel bir sansür vakasına evrilebilir. O nedenle hem vatandaş hem de kültür üreticileri nezdinde hiçbirimiz aslında, “bizim alanımız olmadığından, bize dokunmadığından,” herhangi bir vakada ilkesel olarak sansüre karşı çıkmayarak kendimizi kurtaramıyoruz. Muhalefet alanları sansüre sansür demedikçe, kol kırılıp yen içinde kaldıkça, belgeselci Elif Ergezen’in tabiriyle maalesef “kıskaç daralmaya” devam edecek.
  3. Günümüzde sansür sadece devlet/devlet kurumları kaynaklı olmak zorunda değil. Hele gösterim yasağı, eserden sahne çıkarma ya da senaryosuna müdahale etme vs. gibi eski usul belli sansür mekanizmalarını takip etmek zorunda hiç değil. Daralan kıskaç sansürün farklılaşması konusunda ters orantılı hareket ediyor; sansür yayılıyor, gelişiyor ve sansür eyleyicileri çeşitleniyor.

NOTLAR
[1] Konuya dair öncü ve sarih bir açıklama için: https://altyazi.net/soylesiler/siyah-banttan-banu-karaca-ile-soylesi-sansurun-degisen-bicimleri/
[2] Konuya dair kapsamlı akademik çalışmayı şu linklerden indirebilirsiniz:
Download  |   https://anthrosource.onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/var.12302
[3] https://www.antalyaff.com/tr/news/detail/219
[4] https://www.anayasa.gov.tr/tr/haberler/bireysel-basvuru-basin-duyurulari/belgesel-film-cekim-izni-talebinin-reddedilmesi-nedeniyle-ifade-ozgurlugunun-ihlal-edilmesi/?fbclid=IwAR3YAOD6-SodNGwy4FmfDwu1qzezJLSHO5h5Yu1gDrF-decCFfga_AeZqes
[5] https://www.gazeteduvar.com.tr/altin-portakal-sansuru-bakanlik-ve-belediye-neden-susuyor-makale-1639403
[6] Tuvi’nin süreci detaylı açıkladığı dosya için: https://altyazi.net/soylesiler/2000lerde-sansur-dosyasi-tanikliklar/
[7] Bu ifade, belgesel ön jüri üyelerinden alan araştırmasında edinilen bilgiye dayanıyor.