Şu An Okunan
Anayasa Mahkemesi’nin Kavala Kararı ve Belgeseller

Anayasa Mahkemesi’nin Kavala Kararı ve Belgeseller

Kültür-sanat ve sinemaya katkılarıyla tanınan Osman Kavala, üç yılı aşkın süredir cezaevinde. Kavala hakkında hazırlanan son iddianamede üç belgeselin de ismi geçiyor. Suçlama ‘casusluk’la ilişkili olduğu için, filmlerin konu edindiği meseleler iddianamede ‘devletin gizli kalması gereken bilgileri’ olarak konumlanmakta. Anayasa Mahkemesi’nin, Kavala’ya yönelik hak ihlali olmadığına dair gerekçeli kararının yayınlanmasının ardından, hukuk ve ifade özgürlüğü alanından üç ismin konu hakkındaki görüşlerini aldık.

23 Nisan 2021 itibarıyla Osman Kavala 1270 gündür Silivri’de tutuklu. Anayasa Mahkemesi (AYM) 29 Aralık 2020’de Osman Kavala’nın bireysel başvurusunu görüşmüş, Osman Kavala’nın Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar vermişti. Karar 7’ye 8 oy çokluğuyla alınmıştı. 23 Mart 2021’de yayınlanan gerekçeli kararda 7 karşı oyun gerekçelerini okuyabildik. Hakkında iki defa tahliye kararı verilmesine rağmen üç defa da tutuklama kararı verilen Kavala’nın yaşadıklarını anlatmak için karşı oy açıklamasında AYM üyesi Engin Yıldırım, Kafka’nın ‘Dava’sındaki Josef K.’yı anıyor ve durumu bir hukuk sarmalına, bir labirente benzetiyor. AYM’nin gerekçeli kararında Kavala’nın flash belleğinde bulunan üç belgeselin adı da geçiyor. Bu belgeseller Osman Kavala’nın ‘devletin gizli kalması gereken bilgilerini askeri veya siyasi casusluk için temin etme’ suçunu işlediğine dair değerlendirmeler olarak savcılık iddianamesinde ve iddianameye ithafen AYM’nin gerekçeli kararında yer aldı. İsmi geçen belgeseller, Küçük Kara Balıklar: Güneydoğu’da Çocuk Olmak (2014), Rojava’nın Işıkları: Kadın Devrimi (2018) ve çekilmediğini öğrendiğimiz ‘1994’ adlı bir belgesel projesi. Bu belgesellerin kendilerine dair herhangi bir hukuki süreç yok. Küçük Kara Balıklar 2014 Antalya Film Festivali dahil olmak üzere Türkiye’de çeşitli etkinliklerde gösterilmiş ve çevrimiçi olarak da erişime açık bir belgesel. Osman Kavala 18 Aralık 2020’de verdiği savunmada bu belgeseller ile olan ilişkisini şöyle anlatmıştı:

“İddianamede aleyhime delil oldukları öne sürülenlerin hiçbiri casusluk faaliyeti ile ilgili değildir, herhangi bir suç unsuru da barındırmamaktadırlar. Rojava’nın Işıkları, Küçük Kara Balıklar – Güneydoğu’da Çocuk Olmak, 1994 başlıklı belgesel filmlerin benimle ve Anadolu Kültür’le hiçbir alakası yoktur, bunlar bana gönderilmiş olan, seyretmemiş olduğum için masamın üzerinde flaş bellek içinde kayıtlı filmlerdir.1

Hem belgeselcilerin, hem de belgesel filmlerin suçlulaştırıldığı bu dönemde, Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararlarında film isimlerinin yer almasının ne anlama geldiğini Osman Kavala’nın avukatlarından İlkan Koyuncu, Oyuncular Sendikası’nın avukatlığını yapan Baran Kaya ve sanatsal ifade özgürlüğü ve sansür üzerine çalışmalarını yakından takip ettiğimiz antropolog Banu Karaca’ya sorduk. 

“Karşı Oy Gerekçelerini Savunmalıyız”

İlkan Koyuncu öncelikle iddianamede belgesellerin isimlerinin nasıl zikredildiğine bakıyor. Belgesellerin konularının savcılık tarafından; “dağa çıkmak için özendirmek, Kürt kökenli vatandaşların öldürüldüğü algısını oluşturmak, köylerin yakıldığı ve halkın zorla göç ettirildiği algısını oluşturmak” olarak aktarıldığını söylüyor. Söz konusu değerlendirmelerin bir belgesel eleştirisi değil de hukuki olması beklenen bir iddianamede yer aldığına dikkat çeken Koyuncu, bu durumda suçlamayla bağlantılarının irdelenmesi gerektiğini belirtiyor. Koyuncu, Kavala terör propagandası ile suçlanmış olsaydı bu gibi değerlendirmelerin ifade özgürlüğü üzerinden yapılabileceğini, fakat suçlamanın devletin gizli kalması gereken bilgi ve belgelerini casusluk maksadıyla temin etmek olmasının farklı bir değerlendirmeyi gerektirdiğini vurguluyor. Koyuncu’ya göre, iddianamede ve AYM kararında tekrarlanan ifadelere bakıldığında, bu belgesellerin “devletin güvenliği için gizli kalması gereken eserler” olduğu sonucu çıkıyor. Buradan hareketle; Koyuncu şu soruyu gündeme getiriyor: “Köy yakılması, halkın zorla göç ettirilmesi, Kürt kökenli vatandaşların öldürülmesi gizli kalması gereken bilgi niteliğinde mi?” Koyuncu, ifade özgürlüğü bağlamında baktığımızda çekilmeyen bir belgeselin dahi iddianamede yer almasının en basit tabirle üzüntü verici olduğunu da ekliyor.

Banu Karaca ise görsel kültür çalışmalarının, film eleştirisinin ve film çalışmalarının temel prensibini hatırlatıyor: Olan bir şeyi göstermek, bir şeyi onaylamak anlamına gelmez. Karaca AYM’nin bu kararıyla bir ‘yer değiştirme’ yaptığına işaret ediyor. Karaca’ya göre, hem iddianame ile savcılık, hem de gerekçeli kararıyla AYM, toplumsal sorunları görselleştiren belgeselleri bir sorun haline getiriyorlar. Böylelikle de, belgesellerin film dilinin araçlarıyla görselleştirdikleri sosyal ya da siyasi meseleleri (köy boşaltmalar, faili meçhul cinayetler, dağa çıkmak gibi), ele alınması gereken siyasi meseleler olmaktan çıkarıyorlar. ‘Sorunun görselleştirilmesi’, ‘sorun’un kendisinin yerini alarak onu konuşulmaz kılıyor.

Avukat Baran Kaya ise böyle bir iddianameyi takip eden bir AYM kararı sonrası, artık hiçbir sanatçının ortaya koyduğu eserin ‘casusluk’, ‘anayasal düzeni ortadan kaldırma’ gibi suçlarla karşı karşıya kalıp kalmayacağını ön göremeyeceğini belirtiyor. Kaya’ya göre bu, sanatsal ifade özgürlüğüne dair anayasal ve kanuni güvencelerin bir savcının hissiyatıyla kalkabileceğine işaret etmekte. AYM kararında karşı oy kullanan üyelerin gerekçelerini savunmamız gerektiğini vurgulayan Kaya, bu üyelerin neredeyse tamamının söz konusu sanat eserlerinin yasa dışı olduğuna dair bir delil olmadığının altını çizdiğini belirtiyor. Kaya’nın işaret ettiği gibi, karşı oy kullanan üyelerin gerekçelerine belgeseller bağlamında baktığımızda özellikle başkan vekili Hasan Tahsin Gökcan’ın gerekçesinin şu bölümünü hatırda tutmak önemli:

“Bu şekildeki yaklaşımlarla kişilerin kendi toplumları veya başka toplumlar üzerindeki sosyolojik, antropolojik, tıbbi veya hukuksal alanlardaki bilimsel veya kültürel çalışmaları hakkında da toplumun sinir uçlarının araştırıldığı ve toplumsal-kültürel sırların yabancılarla paylaşıldığı gibi isnatlarda bulunulması mümkün olabilir. Böyle bir yaklaşımla suçlanamayacak kimse kalmayacağı gibi bu mantık benimsendiğinde, söz konusu sivil toplum faaliyetlerine katılanlar hakkında da suça iştirak isnadında bulunulması gerekir.”2

Bu karşı görüşün ifade ettiği “herkesin suçlanabilir olması”, bugün iktidarın kurduğu ve yürüttüğü belirsizlik rejimi olarak adlandırılan rejimin en etkin yargı pratiği. Belgeseller de belgesel sinemacılar da toplumun birçok farklı kesimi gibi her an suçlanabilir, her an suça kanıt olabilir hale geliyorlar.

NOTLAR
1 Osman Kavala’nın 18 Aralık 2020 tarihli yeni davasının ilk duruşmasında yaptığı savunmanın tam metni için, son erişim 22 Nisan 2021, bit.ly/32DL15O
2 Resmî Gazete, Sayı: 31432, Anayasa Mahkemesi Kararı, sf. 49-50, son erişim 22 Nisan 2021, bit.ly/3avATjL