Bir sinemacı üzerinde çalıştığı proje için araştırma yapmakta, arşivleri taramaktadır. Karşısına Five Minutes in Turkey isimli, 1938 tarihli kısa bir belgesel çıkar… Peki bu karşılaşma, Türkiye’de üretilen belgesel sinemaya bakışımıza dair neler söylüyor? Deniz Tortum* seyircisi olmayan bir film ve geçmişin barındırdığı olasılıklar üzerine yazdı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü binasının bodrum katında bir odadayım. Ağustos 2021, dışarısı olabildiğince sıcak, içerisi buz gibi. Film arşivi bu katta olduğu için soğutma sistemi devrede. Dijital film kütüphanesine erişilebilen izleme odasında yeni bir film projem için araştırma yapıyor, görüntüleri tarıyorum. Fakat yan yollara sapmamak mümkün değil, o kadar çok ilginç görüntü var ki: Osmanlı’nın son yılları, Atatürk’ün cenaze töreni, 1950’lerden Türkiye haberleri, İstanbul imar faaliyetleri dahilinde Barbaros Bulvarı olacak yerin kazılması…[1] Vaktim sınırlı, hepsini tek tek izleyemeyeceğim için atlaya atlaya dolaşıyorum filmler arasında.[2]
Katalogda İngilizce isimli bir film karşıma çıkıyor: Five Minutes in Turkey. Yapım tarihi olarak 1938 geçiyor. Muhtemelen Amerika ya da İngiltere’nin hazırladığı bir haber filmidir diyorum. Bundan daha sıkıcı bir başlık olamaz. Fakat yine de beni çeken bir tarafı var, belki de ‘beş dakika’nın ekseriyetle Türkçe bir kavram, bu coğrafyaya ait bir zamansallık birimi olması. Hızlıca bakıp çıkarım en azından deyip filmi izlemeye başlıyorum. İlk başında jenerik akıyor.
Yönetmen: Vedad Ar. Senaryo: Abidin Dino.
Çok şaşırıyorum, ilgim de tavan yapıyor. Kısacık bir film. 1919 yazısı ile başlıyor. Anlatıcı bir çocuk, İngilizce bir metin okuyor. Mezarlar, eski sokaklar, ağaçlar, medreseler, şimşekler. 1922 yazısı beliriyor sonlara doğru. Kurtuluş Savaşı’nı anlatan soyut bir essay film, deneysel bir belgesel. Montajı açık bir şekilde Sovyet sineması esintili. O an tasvir etmek için aklıma ilk gelen isim Dziga Vertov.
Türkiye belgesel sineması sıklıkla 1956’da çekilen Hitit Güneşi filmi ile başlatılıyor. Bu filmse neredeyse ondan 20 sene önce çekilmiş.
Film bitiyor, benim aklımda sorular. Böyle bir filmi hiç duymamışım. 20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren belge filmler çekiliyor: Manaki Kardeşler, Fuat Uzkınay… Türkiye belgesel sineması sıklıkla 1956’da çekilen Hitit Güneşi filmi ile başlatılıyor.[3] Bu filmse neredeyse ondan 20 sene önce çekilmiş. Tarz olarak da özgür, yenilikçi, avangard. Abidin Dino 25 yaşında, Vedad Ar 31.[4]
İlk iş olarak Google’da aratıyorum filmi. “Five Minutes in Turkey”. “Türkiye’de Beş Dakika”. “Türkiye’de 5 dakika”. Koca internette tek bir sonuç çıkıyor: 1989 Cumhuriyet gazetesi sanat ekinde, Gökhan Akçura’nın paylaştığı bir set fotoğrafı. Cumhuriyet’e bir günlük abone olup, bu fotoğrafı indiriyorum. Fotoğrafın yanında “New York sergisi için hazırlanıyor” yazıyor. 1939’da gerçekleşen New York: Yarının Dünyası Fuarı olmalı. Filmin İngilizce olmasının sebebi bu demek ki. Ve sonradan öğreneceğim üzere, hiç bilinmemesinin sebebi de.

Bu fotoğraf ve yazı dışında internette hiçbir bilgi yok film hakkında.
Filmi açıp bir kere daha izliyorum. Arşiv içerisinde fotoğraf çekmek yasak, film hakkında notlar alıyorum ben de, hızlıca bir senaryo karalamaya çalışıyorum.
Jenerik. Ekranda 1919 yazısı. Eski sokaklar, mezarlar, ağaçlar. Birbiriyle ilişkilenecek şekilde kurgulanmış görüntüler. Sembolik kesmeler. Bir çocuk sesi: Houses have arms too Cypress trees reaching towards the sky Minarets reaching towards the sky There is no answer from the sky (Evlerin de kolları var Selviler göğe uzanıyor Minareler göğe uzanıyor Göklerden bir yanıt yok) Eski medrese canlandırmalarını gördüğümüz orta kısım. Metin şöyle devam ediyor: A school of the old days, a classroom Immobile men The dummies in the museum today are just as immobile Everything is still as the clock stops The clouds are waiting for the lightning (Geçmiş zamanlara ait bir okul, bir sınıf Hareketsiz adamlar Müzelerdeki cansız mankenler de onlar kadar hareketsiz Saat durduğundan her şey de durgun Bulutlar şimşeği bekliyor) 1922 yazısı. Şimşekler çakıyor, fırtına başlıyor, bir süre sonra duruluyor. Filmin sonunda savaş sona ermiş, bir kadın çocuğuyla beraber asker eşinden gelen mektubu okuyor: Tell my mother that the war is over and enemy is gone We should be back soon and [work all year?[5]] (Anneme haber ver, savaş bitti, düşman gitti Yakında dönmüş olacağız ve [yıl boyunca çalışacağız])
Film bitiyor.
Peki bu filmle ne yapacağım? Arşiv şube müdürü Bahriye Şeyda’ya heyecanla filmden bahsediyorum. Haberleşelim, belki bir gösterim düzenleriz deyip ayrılıyoruz.
Buradan sonra ne yapabilirim? Metin Nâzım Hikmet’in bir şiirinin tercümesi olabilir mi diye Türkçe’ye çeşitli şekillerde çevirip aratıyorum.
Evlerin de kolları vardır / Göğe uzanıyor selviler / Göğe uzanıyor minareler / Göklerden gelen bir yanıt yok.
İnternetten de bir yanıt alamıyorum.
Etrafımdaki sinemacı arkadaşlarıma, tanıdıklarıma soruyorum. Arşivler üzerine çalışan bir arkadaşım izlemiş bir tek, o da benim gibi bakanlığın arşivinde. Film hakkında fazla bir bilgisi yok ama Abidin Dino’nun Türkiye’nin Kalbi: Ankara’nın[6] yönetmeni Sergei Yutkevich ile tanışıp dost olduğunu ve bu filmin çekimlerinden sonra Yutkevich’in yanında çalışmak için Sovyetler’e gittiğini öğreniyorum ondan. Abidin Dino, üç yıl Sovyetler’de kalıp sinema endüstrisinde çeşitli rollerde çalışıyor. O günlerden şöyle bahsediyor:
“Benim işim, nasıl söyleyeyim ‘kadrajı’ hazırlamaktı. Tabii dekor işleriyle de ben uğraşıyordum. Provalar sırasında filmi resimliyordum. Sonunda tüm bunlardan ortaya çıkanları, değişik sosyal gruplardan kişilere gösteriyorduk. Örneğin, sinemacılara, örneğin, işçilere ve daha başka gruplara. Bir filmin oluşum süreci üzerine anlatacak o kadar çok şey var ki. Çünkü sürekli değişiyordu, adı bile. Filme ‘Bahçevan’ adı veriyorduk. Bir de bakıyordunuz ‘Bahçevan’, Madenciler olmuş.”[7]

filminin dekorlarını yapıyor. Filmin jeneriğinde Dino’nun ismi (en üstte).
Abidin Dino 1938’de Türkiye’ye dönüyor. Türkiye’de Beş Dakika’yı döndüğü sene çekmiş olmalılar. Fakat ulaşabildiğim söyleşi, anı ve biyografilerinde bu film hakkında hiçbir şey söylemiyor.
1939 New York Dünya Fuarı’nı araştırmaya başlıyorum. Türkiye pavyonu hakkında bulabildiklerimi toparlıyorum. Abidin Dino Türkiye pavyonu için sanat danışmanı ve dekoratör olarak görevlendirilmiş. Vedad Ar da pavyonun iç tasarımlarını yapmak için seçilmiş.
Dünya Fuarı’nın başlamasıyla Türkiye pavyonu da pek çok davetlinin katılımıyla açılıyor. Mimar Sedad Hakkı Eldem’in tasarladığı havuzlu avlusu, Fikret Mualla’nın resimleriyle süslenmiş kahvesi, Hereke halıları, Kütahya çinileri ve Türk tütünlerinin satıldığı dükkanı, duvarında “Her maden işçisine daha iyi yaşam koşulları sunmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal programıdır” yazan Etibank maden sergisi ve kebaplardan imam bayıldıya zengin bir menüsü olan Star and Crescent (Ayyıldız) isimli lokantasıyla ziyaretçilerin çokça ilgisini çeken bir pavyon.[8]
Bu pavyon Prelinger Arşivi’nde bulunan amatör 8mm kayıtlardan birine şöyle yansımış:
Peki film böyle bir fuarda gösterildiyse nasıl olur da hiç bilinmez? Fuarda gösterildiğine dair hiçbir bilgiye ulaşamıyorum. M. Şehmus Güzel’in Abidin Dino biyografisinde karşıma önemli bir bilgi çıkıyor: Sergi heyeti başkanı Vedat Nedim Tör, Dino’nun askerliğini bahane ederek Amerika’ya gitmesine engel oluyor.[9] Bunun sebebi açık açık söylenmese de Dino’nun politik duruşu ve konumuyla ilgili olabilir. Dino’yla beraber filminin gösterimi de engelleniyor mu peki?
Bahriye Hanım sonraki konuşmalarımızda bu filmin Mimar Sinan Üniversitesi Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi tarafından taranıp dijitalleştirildiğinden bahsediyor. 1938’de çekilmiş, demek ki yanar tabanlı / nitrat tabanlı bir film. Kültür Bakanlığı’nın 1981’de, Atatürk’ün 100. doğum yılı sebebiyle başlattığı film restorasyonu projesi dahilinde, TSK Foto Film Merkezi Komutanlığı Film Arşivi’nde (ki bu arşiv Türkiye’deki dört büyük resmî arşivden[10] bir tanesi) bulunan nitrat tabanlı filmler Mimar Sinan Üniversitesi’ne taşınıyor. Filmler burada uzun bir süre muhafaza edildikten sonra 2000’li yıllarda restore edilmeye ve taranarak dijitalleştirilmeye başlanıyor. Dijitalleştirilen filmler de Kültür Bakanlığı’na teslim ediliyor.
Sadece filmi yapanların, tanıdıklarının, arşivcilerin ve araştırmacıların izlediği bir film. Seyircisi yok.
Türkiye’de Beş Dakika’nın yolculuğuna dair nasıl bir hikâye kurabiliriz? Muhtemelen 1939’da New York Fuarı’nda gösterilemiyor; bu gösterim çeşitli politik, kişisel ya da teknik sebeplerden dolayı engelleniyor.[11] Sonrasında bu filmin kopyası alınıp ordunun arşivine götürülüyor. Orada saklanıyor. 1981’de Mimar Sinan’a yollanıyor. 2000’li ya da 2010’lu yıllarda dijitalleştirilip Kültür Bakanlığı’na dijital bir dosya olarak teslim ediliyor. Bakanlığın şimdilik internet üzerinden erişime kapalı olan arşivi ve bir gazete kupüründe bulunan set fotoğrafı dışında varlığına dair ne bir kayıt ne de bir belge var. Kim bilir böyle başka ne filmler var.[12]
Bu filmin kamusal alanda herhangi bir şekilde gösterilmemiş olması kuvvetle muhtemel. Sadece filmi yapanların, tanıdıklarının, arşivcilerin ve araştırmacıların izlediği bir film. Seyircisi yok. Ve Türkiye’nin ilk belgesel filmi. Daha doğrusu günümüze ulaşan en erken tarihli belgesel filmi.[13]
Arşiv ziyaretimden iki ay kadar sonra TRT 2’de Tarihin Ruhu programı bu belgesel hakkında bir bölüm yapıyor. Hem filmden kimi görüntüler paylaşılıyor programda hem de filmin gösterildiği 1939 New York Dünya Fuarı hakkında bilgiler sunuluyor.
Fakat programda filmle ilgili iki önemli yanlış bilgi var. Bunun sebebinin program ekibinin eriştiği kopyanın (muhtemelen TRT’deki kopya) farklı bir kopya olmasından ötürü olduğunu düşünüyorum.
Programda sunucu filmin aniden kesildiğini ve devamını arşivde bulamadıklarını belirtiyor. Fakat kesildiği düşünülen yerde film bitiyor. Anlatı ve akış bakımından doğru bir bitiş noktası, ani bir kesilme değil. Ayrıca filmin ismi Türkiye’de Beş Dakika ve jeneriği saymadığınızda filmin süresi de beş dakika. Yani film eksik değil, bütün bir eser olarak arşivde mevcut.
Ayrıca filmin bugüne ulaşan kopyasında ses olmadığı belirtiliyor. Belki TRT kopyasında ses olmayabilir ama Kültür Bakanlığı kopyası sesli ve yukarıda paylaştığım şiirsel metni dinliyoruz.

Peki bu film niye bugüne kadar gün yüzü görmemiş? Diğer kayıp filmlerden farklı olarak dijitalleştirilmiş, erişilebilen bir film. Gözümüzün önünde ve yine de kayıp. Neden hepimizin gözünden kaçmış? Belgesel sinemaya olan bakışımızla alakalı bir şey mi? Yaygın kodlara göre ne belgesel ne belge-film ne de kurmaca diyebileceğimiz, ‘kurmacadışı’ bir film bu. Bu yüzden iki arada bir derede kalmış ve göz ardı edilmiş olabilir mi?
Öte yandan, önemli sinemayı yıllarca kurmaca sinemadan ibaret gördüğümüzden belgesel üzerine yapılan araştırma ve çalışmalar da az sayıda. Fakat eskiden daha yaygın olan bu bakış hızla değişiyor, sinemanın alanı genişledikçe genişliyor, hareketli görüntülerin her birinde bir dil, bir yaratıcılık ve bir öznellik bulunuyor.
Evet, Türkiye sinemasında deneyler ve çoğulluk ilk günden beri var. Kim bilir daha nice yapılmış ve yapılmamış film var.
Peki Sabancı Müzesi’nin Abidin Dino arşivinde niye bu filme dair hiç belge yok? Ya da M. Şehmus Güzel’in üç ciltlik Abidin Dino biyografisinde niye sözü hiç geçmiyor? Abidin Dino’nun da anmak istemediği bir film mi acaba? İçinde ukde olduğundan, ya da filmi beğenmediğinden ötürü mü? İşin içinde bir başka gizem mi var yoksa?
Peki bugüne gelirsek, bu filmi bilmenin izlemenin bize bir faydası var mı?
Böyle bir filmin varlığı, 1930’larda böyle bir filmin çekilmiş olması sinema tarihini havalandıracak, belgesele bakışımızı, üretim şekillerimizi etkileyecektir. Evet, Türkiye sinemasında deneyler ve çoğulluk ilk günden beri var. Kim bilir daha nice yapılmış ve yapılmamış film var.[14]
Türkiye’de Beş Dakika’yı izlediğimden beri sık sık düşünüyorum. Belgesel sinemayla ilgilenen pek çok insanı da etkileyeceğini düşünüyorum. Sinema Genel Müdürlüğü’ne bu filmin bir gösterimini yapıp ardından bir panel düzenleme isteğimi ilettim. Fakat, dijital kütüphane erişime açılmadan bu filmin gösterimini yapmak istemediklerini belirttiler. Dijital kütüphane umuyorum en kısa zamanda açılır. Ve film ilk kez bir seyirciyle buluşabilir.
Benim araştırmam, yazdıklarımdan da görebileceğiniz üzere, amatör bir araştırma. Fakat bu yazıyı yazarak hem ilgilenenleri filmin varlığından haberdar etmeyi, hem de kurmacadışı filmleri tekrardan keşfetmemizin daha kolektif bir çabaya dönüşmesini umuyorum.[15] En kısa zamanda filmin erişime açılması ve hep beraber bu filmin ilk seyircileri olmamız dileğiyle.