Şu An Okunan
Nur Tuğçe Biga ile ‘Sinema Desteklerinde Muhafazakârlaşma’ Üzerine

Nur Tuğçe Biga ile ‘Sinema Desteklerinde Muhafazakârlaşma’ Üzerine

Kültür Bakanlığı’nın Kurak Günler’e verdiği desteği geri istemesi, dikkatleri sinema desteklerindeki ‘muhafazakârlaşmaya’ yöneltti. Nur Tuğçe Biga, “2000 Sonrası Türk Sinemasında Muhafazakâr Söylem” başlıklı doktora tezinde bu konuyu inceliyor. Bürokratların hâkimiyetindeki Sinema Destekleme Kurulu’ndan en büyük finansal destekleri almış, muhafazakâr söyleme sahip dört film Biga’nın tezinde merkeze oturuyor. Peki iktidarın muhafazakâr film üretimini teşvik etmeyi hedefleyen bu kültür politikası kitlesel karşılık buluyor mu?

Söyleşi: Necati Sönmez

Türkiye’nin henüz bir ulusal sinema kurumu yok ancak 2004’ten beri T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Sinema Genel Müdürlüğü aracılığıyla yerli filmlere yapım desteği veriliyor. Birçok bağımsız sinemacıya projelerini gerçekleştirme imkânı sunan bu mali desteğin kaynağı ise sinema biletlerinden alınan eğlence vergisinden sağlanıyor. Hangi projelere ne kadar destek verileceği kararını ise, yapısı yıllar içinde değiştirilen bir kurul veriyor.

Sinema Destekleme Kurulu ilk dönemde sinema sektörü içinde faal meslek örgütlerinin birer temsilcisinden oluşuyor ve nispeten bağımsız kararlar alabiliyordu. Çeşitli yönetmenlik değişiklikleri ile kararlar önce şeffaflığını yitirdi, 2019’da çıkan yeni sinema yasasıyla da kurul bakanlığın, dolayısıyla iktidarın inisiyatifinde hareket eden bir bürokratik organa dönüştürüldü.1

Geldiğimiz son noktada bakanlık söz konusu müdahaleyi, bu sene üç büyük film festivalinden birine seçilen tek film olan Kurak Günler’e (2022) Sinema Destekleme Kurulu kararıyla verilmiş olan desteği geri isteyecek kadar alenileştirdi. Peki, bir ulusal sinema destek fonundan Cannes’a seçilme başarısı göstermiş bir film yararlanamıyorsa, o fonun hangi sinemaya ne faydası olabilir?

Nur Tuğçe Biga

İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı’nda doktora yapan Nur Tuğçe Biga, geçen sene sunduğu “2000 Sonrası Türk Sinemasında Muhafazakâr Söylem” başlıklı tezinde bu sorunun yanıtını aramış ve son yıllarda en yüksek meblağlarda destek alan dört filmi incelemiş: Buğday (Yön.: Semih Kaplanoğlu, 2017), Kardeşim İçin Der’a (Yön.: Murat Onbul, 2018), Suveydâ (Yön.: Mesut Uçakan, 2021) ve Elli Kelimelik Mektuplar (Yön.: Emir Khalilzadeh, 2021). Biri hariç daha önce adını duymadığımız, ticari sinemalarda en fazla birkaç bin seyirciye ulaşan, konuları farklı olmakla birlikte hepsi siyasal İslam’ın mağduriyet söylemini tekrar eden muhafazakâr filmler. (Kurak Günler‘in uğradığı ekonomik sansür üzerine medyanın “Bu destekler kime veriliyor?” diye araştırıp dosya yapması beklenirdi. Türkiye’de bu boşluğu doldurmak da akademisyenlere düşüyor maalesef.)

Nur Tuğçe Biga ile iktidarın muhafazakâr film üretimini teşvik etmeyi hedefleyen kültür politikasını ve tez araştırması sırasında elde ettiği verileri konuştuk.

Öncelikle konu seçimi için tebrik etmek isterim. Tezinizin konusu özellikle şu günlerde daha da güncellik kazandı; muhafazakâr rejimin ‘kültürel iktidar’ kurma hırsı, tamamlanmış filmlere (üstelik Cannes Film Festivali’ne katılmış bir filme) verilen desteğin geri istenmesi noktasına kadar geldi. Öte yandan, tezinizde ele aldığınız bulgulara göre son beş yılda en yüksek destekler adını sanını hiç duymadığımız filmlere verilmiş. Bu da destek mekanizmasının son dönemde nasıl işlediği konusunda net fikir veriyor. Tezde incelediğiniz bu filmlerin konusu nedir, nasıl bir muhafazakâr söyleme sahipler ve ne tür bir ortaklığı paylaşıyorlar?

Siyasal iktidarın desteklediği, iktidar mensuplarının galalarına ve gösterimlerine katıldığı bu filmler, Siyasal İslam, Kemalist devlet, tek parti iktidarı ve Suriye’de Esad rejiminin uygulamaları gibi konulara yer veriyor ve bu konuları siyasal iktidarın politik tutumuyla uyuşacak bir çerçevede sunuyor. Filmlerde muhafazakarlığa dair öğelerden “geleneksellik”, “modernleşme-laiklik karşıtlığı”, “dindarlık” ile “bilim ve rasyonalite karşıtlığı” gibi öğeler açık biçimde görülüyor. Üstelik laik Türkiye ile hesaplaşılan bu filmlerde pek çok kesimin mağduriyeti görmezden gelinirken, sadece mütedeyyin ve geleneğe bağlı olanlar mağdur olarak kodlanmakta. Dolayısıyla Sünni-İslamcı politikaların meşrulaştırıldığı filmlerin söylemlerinin Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasıyla paralellik içerdiği söylenebilir. 

Kardeşim İçin Der’a 2017 yılında ‘Doktor! Sıra Sana Gelecek’ ismiyle sinema desteği için bakanlığa başvurdu. 1 milyon 700 bin TL ile, Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı’ndan (2018) sonra en çok destek alan ikinci yapım olan film, vizyona girdiği 2018 yılında 9 bin 236 biletli seyirci tarafından izlendi.


Araştırmanıza dayanarak, sizce Türkiye’de filmlere destek mekanizmasının ‘yandaşlaşması’ süreci ne zaman başladı, hangi aşamalardan geçerek bugün bu kadar aleni hale geldi?

Aslında ben bu sürecin 2011 sonrasında başladığını öne sürdüm. Bu durum Türkiye’nin değişen konjonktürüyle alakalı. Mevcut siyasi iktidar 2010 Anayasa Referandumu sonraki süreçte, yani 2011-2012 yılları sonrasında, artık siyasal sistemin bir bileşeni değil, bizzat sistemin kendisi oldu. Yeni Osmanlıcı bir anlayışla yeni bir kültürel ve siyasal hegemonya yaratma girişimlerinde bulunan iktidar, sinemaya da bu anlayışla yaklaştı. 2012 yılında kamuoyunda başlayan muhafazakâr sinema tartışmaları, İskender Pala’nın Muhafazakâr Sanat manifestosu yayınlaması, Sinema Genel Müdürü Cem Erkul’un aile yapısını güçlendirecek ve gişe filmlerine destek verecekleri yönündeki açıklamaları vs. bu dönüşümlerin sinemadaki işaretlerini oluşturuyordu.

2013 sonrasında en çok destek alan filmlere bakıldığında siyasal iktidarın “yerli ve milli sinema” yaratma projesinin sadece gişe anlamında değil, uluslararası başarı, festivallerde gösterim vs. anlamında da oldukça başarısız olduğu çok açık.

2013 yılında Sinema Filmlerinin Desteklenmesi Hakkındaki Kanun’da değişikliğe gidilerek desteklenen filmlerin, “18 yaş ve üzeri” sınıflandırma almaları ve ticari dolaşıma uygun bulunmaması halinde desteğin geri çekileceği belirtilmesi ise tüm bu tartışmaları somutlaştırmış oldu. Dolayısıyla bu süreçte, bakanlıktan en çok destek alan kişilerin Milli Sinema’nın önemli temsilcilerinden Mesut Uçakan ya da ismi hiç bilinmeyen ve AKP’nin 2011’deki seçim şarkısı ‘Aynı’nın söz ve müziğini yazan Özhan Eren gibi isimler olduğunu görebiliyoruz. Fakat tüm bu desteklere rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da belirttiği gibi kültür alanında istedikleri gelişmeyi gösteremediler, kültürel alanda iktidar olamadılar.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü, Kurak Günler‘e 2019 yılında verdiği 950 bin TL’lik desteği yasal faiziyle geri istediğini duyurdu. Kararda senaryoda gerçekleştirilen değişiklikler gerekçe gösterilirken 2022’nin son günlerinde vizyona giren Kurak Günler bugüne kadar 235 bin 196 seyirci sayısına ulaştı.



Öte yandan en büyük meblağlarda destek alan filmlerin çoğunun gişe macerası fiyaskoyla sonuçlanmış. Buradan bakınca evet, sinema fonunu yandaşlara akıtarak “yerli ve milli” sinema yaratma projesinin başarısız olduğu anlaşılıyor. Desteği geri istenen Kurak Günler‘in, bu sansür girişiminin de etkisiyle bağımsız sinema özelinde seyirci rekorları kırması ise bu baskıların ters tepebildiğini gösteriyor. Kültür Bakanlığı’nın bu politikayla aslında kendisini etkisizleştirdiğini söyleyebilir miyiz?

Ne kadar etkisizleştirdiği tartışmalı. Kültür Bakanlığı fonlarının bağımsız sinemanın sürdürülebilmesi açısından ne kadar önemli olduğu biliniyor. Zira dünyadaki pek çok ülke sinema destekleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’deki sinema destek mekanizmalarının sayısının ve devlet desteğinin miktarının oldukça düşük düzeyde olduğu görülmekte. Buna rağmen pek çok önemli sinemacı Kültür Bakanlığı fonları sayesinde filmlerini gerçekleştirebildiler. Fakat 2013 sonrasında en çok destek alan filmlere bakıldığında siyasal iktidarın “yerli ve milli sinema” yaratma projesinin nüvesi olan filmlerin ve yönetmenlerinin sadece gişe anlamında değil, uluslararası başarı, festivallerde gösterim vs. anlamında da oldukça başarısız olduğu çok açık.

Suveydâ 2018’de ‘Hâdim’ ismiyle sinema desteği için bakanlığa başvurdu. 1 milyon 100 bin TL ile en fazla destek alan yapım oldu. Vizyona girdiği 2021 yılında 21 bin 515 biletli seyirci tarafından izlendi.



Aslında Kültür Bakanlığı da bunun farkına varıyor. Barış İçin Sinemacılar’a bir dönem ambargo uygulasa da sonra destek vermeyi sürdürüyor. Sonuçta bu sinemacıların filmleri devletin onaylamadığı tema ve söylemler üretse de, estetik olarak daha güçlü, ulusal-uluslararası sinema dünyasında daha görünür ve seyirci desteğine sahip filmler. Kurak Günler’in yönetmeni Emin Alper de Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza atanlardan biri olsa da bu yüzden destekleniyor. Üstelik mevcut siyasal iktidara yönelik politik tutumu da aşikâr. En sonunda ise filmin hikâyesi de rahatsızlık uyandırıp tüm bunlar birleşince desteğin geri çekilme durumu oluşuyor. Bu bağlamda, Kurak Günler’e insanların desteği çok önemli. Fakat bağımsız filmlerin yapılabilmesi açısından hâlâ bakanlık desteklerinin önemi büyük ne yazık ki. 

Son yıllarda kadın yönetmenlerin sayısı oldukça artmasına rağmen bakanlık desteklerinden yeterince yararlanamadıkları görülüyor.


Elbette bu destek önemli ve gerekli de. Zaten bu fon, kaynağını sinemadan, yani seyircinin ödediği eğlence vergisinden (rüsum) alıyor, bildiğimiz üzere. Bu demektir ki, Emin Alper’in filmine bilet alanların ödediği rüsum vergisi sinema fonuna aktarılarak Kültür Bakanlığı’nın uygun gördüğü projelere akacak; yani bazı İslamcı projeler, LGBTİ+ içeriği dolayısıyla kriminalize ettikleri filmin dolaylı desteğiyle gerçekleşecek. Öte yandan geçen haftalarda Resmî Gazete’de yayınlanan ve 1 Ocak 2023’de yürürlüğe giren ‘Eğlence Vergisi Oranlarına İlişkin Cumhurbaşkanı Kararı’ ile 2004’ten bu yana sinema filmlerine yönelik desteğin ana kaynağını oluşturan bu eğlence vergisi sıfırlandı. Desteğin artık sektörün kendi yarattığı gelirden değil genel devlet bütçesinden karşılanacağı ve bunun da destekleme sistemini devlete daha da bağımlı kılacağı yönünde kaygılar var. Bu konuda ne düşünüyorsun?

Açıkçası rüsum vergisinin kaldırılmasıyla birlikte destekleme sisteminin devlete daha bağımlı hale gelmesinin yanında, sinemaya genel devlet bütçesinden ne oranda bir kaynak ayrılacağının da muallaklaştığı bir süreçle karşı karşıya kaldığımızı düşünüyorum. Yamaç Okur’un Sinemada Devlet Desteği raporunun gösterdiği üzere devlet desteğinin başladığı yıldan 2019 yılına kadar rüsumların bile yalnızca %59’u sinemaya aktarılmış. Yani alınan vergilerin ciddi bir kısmının sinemaya aktarılmadığı bir yapı var. Özellikle rüsumlardan alınan verginin bile tamamının sinemaya aktarılmadığı durumda devletin sinema destekleri için ne kadar bütçe ayıracağı bir soru işareti. Üstelik bakanlık gelirin seyirciden geldiği durumda bile ciddi bir müdahale olanağını kendinde buluyordu. Önümüzdeki süreçte ise devletin bütçesinden ayrılan payın destek mekanizmasında kullanılmasıyla birlikte taraflı finansman aktarım sürecinin daha da belirginleşeceğini söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.

Buğday 2014’te 1 milyon 750 bin TL miktarıyla bakanlıktan en fazla destek alan film projesi oldu. Vizyona girdiği 2017 yılında 33 bin 192 biletli seyirciye ulaştı.



Tezinizde yer verdiğiniz istatistiklerde gözüme çarpan ilginç bir veri: En fazla destek alan 16 yönetmen sıralamasında tek bir kadın yönetmen dahi yok. Bu da başka bir soruna işaret ediyor, destek mekanizmasının muhafazakârlaşması dışında mutlak bir partiyarkal-laşma hali de göze çarpıyor. Oysa bugün aktif olarak sinema yapan epeyce kadın yönetmen var. Onlar büyük meblağda desteklere layık bulunmuyor veya hiç desteklenmiyor. Bu konuda bir gözleminiz oldu mu?

Bu biraz sektörün de erkek egemen yapısıyla alakalı. Fakat söylediğiniz gibi özellikle son yıllarda kadın yönetmenlerin sayısı oldukça artmasına rağmen bakanlık desteklerinden yeterince yararlanamadıkları görülüyor. Günümüze kadar en çok desteklenen yönetmenlere bakıldığında ise Yeni Türkiye Sineması’nın dört kurucu yönetmeninden üç erkek yönetmenin bakanlık tarafından en çok desteği alan yönetmenler arasında bulunduğunu, onlardan biri olan Yeşim Ustaoğlu’nun bu listede yer alamadığını görüyoruz. Bu bile bir ayırımcılık olduğu konusunda bir gösterge olabilir. Mesela 2014 yılında Semih Kaplanoğlu’nun 1 milyon 750 bin destek aldığı listede önemli kadın yönetmenlerden olan Yeşim Ustaoğlu ve Pelin Esmer 500’er bin destek alabiliyor. Hatta Ustaoğlu’nun o yıl destek alan Tereddüt (2016) filminin içinde cinsellik barındıran sahnelerin bulunması dolasıyla desteğinin geri çekilmesi durumunun oluşması ve Ustaoğlu’nun filmini sansürlemesi de yine patriyarkal-laşma hali ile bağlantılı olarak açıklanabilir.

Elli Kelimelik Mektuplar bakanlıktan aldığı 1 milyon 100 bin TL miktarında destekle 2019’da en büyük destek alan üçüncü film projesi oldu. 2021’de gösterildiği ticari sinemalarda 4 bin 297 biletli seyirci tarafından izlendi.    


Destek pastasından en büyük dilimi alan Kardeşim İçin Der’a, Suveydâ, Elli Kelimelik Mektuplar gibi filmler, gişe rakamlarından anlaşıldığı kadarıyla hedeflediği muhafazakâr kitleyi salonlara çekememiş, bazıları sinemalarda ancak üç beş bin seyirciye ulaşabilmiş. Peki bu filmlerin hedef kitlesine ulaşabildiği TV gösterimi, çevrimiçi platformlar vb. başka alanlar var mı? O konuda bir araştırman oldu mu?

Kardeşim İçin Der’a ve Elli Kelimelik Mektuplar filmleri devlet televizyonu olan TRT’de yayınlandı. Dolayısıyla filme devlet desteğinin gösterim aşamasında sürdüğünü görebiliyoruz. Suveydâ filminin de imam hatip okulları, Kur’an kursları ve MTTB gibi derneklerde yaygın olarak gösterimleri yapıldı. Bunlar tabii ki seyirci sayısını artırmıştır. Fakat tüm çabalara rağmen kanaatimce desteklenen bu filmlerin izlenme düzeyinin hâlâ düşük kaldığını söyleyebiliriz.

Sinemacılar açısından sektörün en önemli talebi özerklik. Zira özerlik sinemayı siyasi iklim değişikliklerine karşı korunaklı hale getirme potansiyeli taşıyor.


Tezinizin kapsamına girmiyor belki ama, kurmaca filmlere göre daha gözden uzak bir alan olan belgesel ve kısa filmdeki desteklerde sansür mekanizması son yıllarda nasıl işliyor, o konu hakkında bir fikir oluştu mu tez araştırması boyunca?

Bununla ilgili bir araştırmam olmadı ama görüşme yaptığım kurullarda yer almış bir akademisyen özellikle belgesel alanında muhafazakârlaşma eğilimlerinin kurmaca alanından çok daha fazla olduğunu belirtmişti.


Bütün bu çarpıklıklar, sizin de tezin sonunda altını çizdiğiniz meseleye, özerk bir sinema kurumu oluşturulması ve destek mekanizmasının bu şekilde iktidardan bağımsızlaşmasının gerekliliğini dayatıyor. Sizce kısa veya uzun vadede böyle bir irade veya sinema sektörünün bunu kabul ettirme gücü görünüyor mu?

Benim araştırmamda da belirttiğim üzere sinemacılar açısından sektörün en önemli talebi özerklik meselesi. Zira özerlik sinemayı siyasi iklim değişikliklerine karşı korunaklı hâle getirecek bir durum yaratma potansiyeli taşıyor. Siyasi iktidarın müdahaleci politikalarının gösterdiği üzere kısa vadede bu talebin karşılık görebileceği çok mümkün görünmüyor. Yine de sektörün sorunlarına çözüm üretmek için içinde bağımsız sinemacıların da bulunduğu FilmKoop gibi kuruluşların olması umut verici. Belki de sektörün bu tarz yapılanları büyütmesi gerekiyor.


NOTLAR
1 Yeni Sinema Yasası olarak bilinen değişiklik tasarısı, 18 Ocak 2019’da mecliste görüşülerek yasalaştı, değişiklikleri içeren yönetmelikler ise Ekim 2020’de Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu değişikliklerle birlikte Sinema Destekleme Kurulu’nda sinema meslek birliği temsilcilerinin sayısı azaltıldı. Böylelikle bakanlık tarafından belirlenen üyelerin oranı da artırılmış oldu. Kurul mevcut yapısıyla, dört sektör temsilcisi, bakanlık tarafından belirlenen üç üye ve bir bakanlık temsilcisi olmak üzere sekiz üyeden oluşuyor. Yani kurulda dört sektör temsilcisine karşılık dört bürokrat var ve bakanlık temsilcisi aynı zamanda kurulun başkanlığını da yaptığı için kurulda bürokratlar ağırlığa sahip. Bunun da ötesinde, bakanlık, meslek birliklerinin seçtiği üyelerin değiştirilmesini talep etme hakkına da koruyor. Kısacası, 2020’de yürürlüğe giren değişikliklerle birlikte Sinema Destekleme Kurulu devlet bürokrasisinin hâkim olduğu bir yapıya çevrilmiş durumda.