Çekimler bitiyor ve başka bir hayat başlıyor. Gecenin gündüze karıştığı, kurgucunun filmi sırtlandığı bir hayat. Altyazı Fasikül’ün Kurgucular Buluşuyor etkinliğine katılan kurgucular neleri nasıl değiştirebilecekleri üzerine tartıştılar.
Moderatör: Fırat Yücel
Fotoğraf: Furkan Üstel
Türkiye’de film ve dizi setlerinde emek verenlerin haklarını kollayan, çalışma koşullarını iyileştirmeye çabalayan örgüt, dernek ve meslek birlikleri var. Ekran başında emek verenlerin, gece gündüz filmlerin kurgusu, sesi, rengi vs. üzerine çalışanların yaşadıklarıysa büyük oranda karanlıkta kalıyor: Haftada kaç saat çalıştıkları, uyku ve yemek düzenleri, yapımcı ve yönetmenlerle ilişkileri, sigortalı mı sigortasız mı, sözleşmesiz mi sözleşmeli mi çalıştıkları…
Altyazı Fasikül’ün Aralık ayında düzenlediği Kurgucular Buluşuyor başlıklı tartışma etkinliğine, belki tam da bu nedenlerden, büyük bir katılım oldu. Tartışmaya katılan kurgucular kendi deneyimlerini ve yaşadıkları hak ihlallerini birbiriyle paylaştılar. Sonrasındaysa mevzu hızla örgütlenme ihtiyacına ve ihtimallerine doğru yol aldı. Kurgucular birlik olabilir miydi? Belli ilkeler üzerinde ortaklaşmaları ve bunları yapımcılara kabul ettirmeleri mümkün müydü? Bu gibi soruların konuşulduğu bu buluşmaya katılan kurgucular sonrasında tekrar tekrar bir araya geldiler, Post-Prodüksiyon Çalışanları Derneği (Postrproder) ve Sinema TV Sendikası gibi oluşumlarla buluşup onların konu hakkındaki deneyimlerini dinlediler ve fikir alışverişini sürdürdüler. Kurgucuların örgütlenmesi konusunda nasıl bir yol izleneceği yönünde buluşmalar devam ederken, Aralık ayındaki bu ilk buluşmada konuşulanların özetini sizlerle paylaşıyoruz.
Fırat Yücel: Türkiye’de özellikle de belgesel sinemada, ama onun da ötesinde bağımsız kurmaca filmlerin ve ticari filmlerin önemli bir kısmında filmin yapısını yönetmenle birlikte oluşturan kurgucular oluyor. Çoğu örnekte filmin ek çekime ya da ses efektine, animasyona vs. ihtiyacı olup olmadığını da yönetmenle birlikte belirleyen yine kurgucu. Kurgucular kendi sorumluluk alanlarının çok ötesinde emek veriyor ve bunun değeri yeterince teslim edilmiyor. Çoğu durumda altyazıyı yerleştiren de kurgucu, post-prodüksiyonun diğer safhalarında bütçe kısıtlarından oluşan eksiklikleri gideren de kurgucu.
Çiçek Kahraman: Belgeselde aslında Avrupa’da bir gelenek kurgucuyu yönetmen olarak yazmak. Orada o dediğin hak teslim edilmeye başlandı. Ama daha temel bir yerden girelim mevzuya. Kurgu dediğinde bazen bütün post-prodüksiyon süreci anlaşılabiliyor. Onları ayırmak lazım. O senin dediğin ses efektinin takibini aslında post-prodüksiyon süpervizörünün yapması lazım. Ama yapımcı öyle bir birim koymadıysa o iş kime kalıyor, tabii ki ilk adım olan kurguya kalıyor. Mesela festivallere filmi gönderirken altyazının yapılması. Benim yapmışlığım vardır çünkü kimse yoktu benden başka yapacak.
O noktada, bütün bunları yapması gereken başka birimler olması gerek. Bu noktada post-prodüksiyon süpervizörlüğü denilen ara birimin ne kadar hayati olduğundan bahsedebiliriz. Bizim enerjimizi yaratıcı bölüme harcamamız için sırtımızdan yük alıyor post-prodüksiyon süpervizörü. Ama genelde Türkiye’de ne öyle bir bütçe ayrılıyor ne de öyle bir gelenek var.
F.Y. Peki post-prodüksiyon süpervizörü tam olarak ne yapar? Selda senin deneyimin var bu konuda, anlatır mısın?
Selda Taşkın: Post kısmıyla ilgili yapımcılar ve yönetmenler de genelde çok bilgili değiller. Özellikle de CGI ya da animasyon varsa. Ben biraz bu alanlarda geçmişim olduğu için süpervizörlük yaptım. Yapılan iş post-prodüksiyonla ilgili her şeyi yürütmek aslında; altyazısını da, ses tasarımını da, rengini de, online’ını da, hangi stüdyolarla kimlerle neyin ne yapılacağını da. Teknik bilgi ve onun takibini gerektiren bir iş. Ama set zamanı da başlanan bir şey. Özellikle setin teknik olarak kurgu ve post’la kurulacak bağlarını yürütmek. Ama bu benim için bir yük de oldu. Çünkü kim kimden tam olarak neler talep edeceğini bilmiyor. Bir sürü insanın üzerinden yük alıyor post-prodüksiyon süpervizörü ama tanımı çok net olmadığı için kendi tecrübelerimde zorlandığım anlar oldu.
Osman Bayraktaroğlu: Bence de yaratıcılık kısmı ile ilgili şöyle bir sorun oluşuyor. Bazı prodüksiyonlarda uzun süre, filmin ses tasarımının nerede yapılacağı, görsel efektini kimin yapacağı, ne noktada ne olacağı belli olmuyor… Bir sahne kurgularken bende şu endişe hep oluyor; yönetmene ben şimdi aktarıyorum, konuşuyoruz ama ya bu unutulursa, ya da bir şekilde değişirse ve bütünlüğüne daha sonra zarar gelirse… Aslında bazen çok da yapmak istemeyerek, ortalamanın çok çok üstünde bir ses tasarımı da yapman gerekiyor sanki, ki en azından duyabilelim, görebilelim ve tamam diyebilelim, yaratıcı ekip olarak, yönetmeni, yapımcısı, kurgucusu olarak… Bu iç rahatlığını oluşturmak için aslında gereğinden çok fazla iş yükü oluşuyor. Bazen kurguya ayırdığım vakitten çok fazlasını sese ayırdığım oluyor. Hep maddi olarak zor prodüksiyonlarda çalışıyoruz ve post-prodüksiyon da paranın bittiği aşama oluyor. İş bitse bile akşam oturup “biraz da sesiyle uğraşayım” diyebiliyorum. Bahsettiğimiz post-prodüksiyon süpervizörünün baştan işe dahil olması, bütün bunların çözülmesinde çok faydalı olabilir.
Can Eskinazi: Seste gerçekleştirilecek bazı hamleler, filmin atmosferini, hissini, yaptığınız kesmelerin ikna ediciliğini çok değiştirebilecek şeyler. Osman’ın söylediği kötü sürprizlerle karşılaşmak çok mümkün. Osman elinden geldiğince ses tasarımını kendisinin belirlemeye çalıştığını söyledi. Bunu tercih etmeyen ya da bunu yapacak teknik donanımı olmayan kurgucular da var mı aramızda? Onlar ne yapıyor? Ses tasarımcısı ile diyalog kuruyorlar mı?
Ç.K. Öyle bir pratik burada yok. Kurgucu ses tasarımcısını ziyaret edebilir ama bu beklenmez kurgucudan. Rızaya bağlıdır. Görev olarak benimsediğimiz bir şey değildir. Ama içime sinmesi açısından benim ses tasarımcısını ziyaret ettiğim durumlar oldu tabii.
Özcan Vardar: Neyin kurgucunun işi olup neyin olmadığı mevzusunun başka bir boyutu da var. Bazen şu oluyor mesela, post-prodüksiyon aşamasında, filmlerin festivallere başvurusu için ekstra videolar yapmak gerekiyor. “Bize 5 dakikalık bir şey daha lazım” diyorlar ama bu bambaşka bir iş! Veya teaser, fragman vs… Böyle bir sürü yan ürün var aslında filmin kendisinden ayrı. Bunları kim yapacak sorusunda muğlaklık başlıyor.
F.Y. Kurgucular bu görev tanımlarının belirlendiği bir sözleşme yapıyor mu yapımcı ile?
Ö.V. Çok nadiren. Maalesef birçok şey lafla oluyor, lafla anlaşılıyor. En profesyonel Netflix dizilerinde bile lafla konuşuldu, bir şey imzalamadık orada da. Son dakika gelip de “biz sizinle çalışmayacağız” deseler, kalırsın ortada, kanıtlayabileceğin bir şey olmaz elinde. Ki bunu yaşayanlar da var.
Korhan Koryürek: İptal kaşesi adı verilen şeyi eklemek gerekiyor sözleşmeye. İptal kaşesi bir haktır. Biz kurgucuların temel olarak sattığımız şey zaman. Ben bir zamanı eğer birine ayırıyorsam onun bir karşılığının olması gerekir.
O.B. Yabancı filmlerle ilgili imzaladığım sözleşmelerde iptal kaşesi oluyor. Örneğin altıncı haftada iptal oldu iş, yapımın bana bunun ücretini ödemesi gerekiyor.
Ç.K. Bunu mesela bir kişinin uygulamasının bir anlamı yok. Herkes tarafından uygulanması gerekir. Bir kişi uygulayınca ne oluyor, yapımcı seninle çalışmıyor. Sen oyunbozan oluyorsun onun gözünde. Yapımcıların, bu örgütsüzlüğü sömürdükleri aşikar. Benim durumumda mesela, ortada bir sözleşme olmadığı için bana bir telafi ücreti ödemediler.
Ö.V. Şu da var. Bazı durumlarda çalışmanın kaç hafta olacağı da konuşulmuyor. Belgeselde zaman meselesi o kadar muğlak ki. Bir belgeselin ne zaman biteceği o kadar muğlak ki. Sadece size değil, yönetmene ve çekilen konuya da bağlı. Belki de hiç bitmeyecek. Gerçekten hiç bitmeyen belgesel projeleri var. O zaman ne yapacağız, yıllar boyunca o projeyle mi uğraşacağız? Sözleşmede “şu kadar hafta çalışılacak” gibi ifadeler olması da gerekiyor.
K.K. Kazanç meselesine gelirsek. Mesela çocuklu bir hayat ve kurguculuk. Hadi buyrun yapın. Haftasonunuz yok, geceniz yok, gündüzünüz yok. Ben üniversitede okurken bir proje yaptığım zaman hem okuyordum hem önümü görebiliyordum. Bugün durum çok daha zor herkes için. On sene önceki bütçelerle çalışılıyor. Post-prodüksiyon stüdyolarında kurgu fiyatlarına bakın, on sene önceki fiyatlarla aynı. Ama o on senede bu ülkede çok ciddi bir enflasyon, çok ciddi bir devalüasyon yaşandı. Öte yandan kurgucu sayısı da arttı işlerin artmasıyla birlikte. Bugün yeni başlayan bir arkadaş 20 yıl sonra aynı problemleri yaşayacak.
Gökçe İnce: Belgeselde en büyük mesele işin sonunu görememek. Kurgucuya bir deadline veremeyen bir sürü yönetmen var, yapımcı var. Bütçe bulunamaması büyük bir sorun. 20 saatten 300 saate kadar uzanan malzemeler oluyor. Bir ömür onları izlemek. Ama büyük bütçeler yok. Gönülden bağlanmasını bekliyorsunuz kurgucunun. Ama kurgucu o kadar saat veremez, mümkün değil. Belgesel yönetmeni ve yapımcısı da bazen “bu önemli bir konu, bunu yapman lazım” gibi bir yerden kurgucuyu gönüllü olmaya itebiliyor. Belgeseldeki temel sıkıntı bu. Bilmiyorum nasıl ortaklaşacağız…
Burak Dal: Ortaklaştıracak şey şu açıkçası: Bu filmin kötü adamı yapımcı. Kurmacada da belgeselde de böyle. Burada hep kurgucunun kapattığı açıklardan bahsediyoruz. Altyazı yapıyor, teaser yapıyor, onu yapıyor, bunu yapıyor. En başta yapım tasarımında bir yanlışlık var. İş akışı yanlış planlanıyor. Şu kadar zaman var, şu kadar bütçe var, ne yapılması gerekiyorsa bu kadar zamanda yap, yani “çukur kazılacak, kaz” gibi bir mantıkla giriliyor işe. Anlaşılması gereken, ikna edilmesi gereken taraf da yapım tarafı.
Ö.V. Yapılan belgesel politik olarak angaje olduğunuz bir konudaysa, karşılığında göze alıyorsunuz ki ödemeniz yapılmayacak, belki hiç olmayacak. Ama o zaman sözleşmede, emeğinin karşılığını almama durumunda kurgucunun ortak yapımcı olacağı belirtilmeli. Eğer kurguculuk yapıyorsan ve karşılığını almıyorsan, o zaman ortak yapımcılık hakların gasp ediliyor. O zaman o proje üzerinde söz hakkın da olmalı. Sadece belgesellerde değil, bağımsız kurmaca filmlerde de. Birisi parasını koyuyor ama sen de emeğini koyuyorsun, bu ikisi aynı şey aslında.
Ç.K. 10 istiyorsun, diyor ki benim 5’im var ama film bitsin, festivallerde ödül alırsa ya da gişede iş yaparsa ben sana bunun tamamını veririm. O zaman ben de şunu diyorum: Risk almak yapımcının işi. Ben de seninle birlikte risk alıyorsam o zaman ben de ortak yapımcı olmalıyım. Yapımcının riskini bizle paylaşmaya çalışmasını etik olarak çok problemli buluyorum. Benim iş tanımımda o riski almak yok, parayı koyanın alması gereken bir risk bu.
S.T. Çalışma şartlarında da şöyle bir şey var bence. Setlerde saatler, sigorta, yemek paraları vs. var, stüdyoya gidiyorsanız set-up kirası var ama mesela ben kendi set-up’ımı kullanıyorum ve onun karşılığının bütçede hiçbir yeri olmuyor. Özellikle sigorta bence bunların içinde çok önemli. Setlerde insanları sigortalamadan çalıştırmak kolay değil, ama biz kurgucular için bundan bahsedemeyiz.
Ahmet Can Çakırca: Yapım tarafını dize getirmenin tek yolu bu gövdeyi karşısında oluşturmak. Benim hiç alamadığım paralar oldu. Yüzde 10’unu aldım, yüzde 90’ı kaldı. Gün sonunda bir hesap yapıyorsun, o yüzde 90’ı avukata versen paranı ancak öyle alabileceksin. Onu alırken harcayacağınız avukat, mahkeme vs. parası değmeyecek. Ama bir yapı olsa, o yapının bir avukatı olsa… Emeğinizin karşılığını alın ya da alamayın, yeter ki yapım tarafı karşısında böyle bir yapı olduğunu görsün.
Ali Aga: Alttan gelen yeni kurgucuların ne gibi koşullarda çalışacağının da konuşulması gerekiyor. Diyelim ki benim çalışmaktan imtina ettiğim bir yönetmen var. Başka bir kurgucu onunla çalışıyor ve aynı sorunları yaşıyor. Ben o kurgucuyla iletişim halinde olamayınca bu devri daim halini alıyor. Kasa kazanıyor her zaman. Yönetmen bir şekilde işini yaptırıyor vs. Risk yönetimini her zaman biz üzerimize alıyoruz. Bir başka arkadaşımızın da aynı şeyden başı ağrımış ve bunu on sene sonra da konuşacağız. Bir yerden başlamamız lazım. Bu konularda bir standart oluşturacaksak biz oluşturacağız, kurgucular oluşturacak. Sonuçta işin en ortasındaki insanlar buradaki insanlar. Bugün burada bir kurgucular birliğinin temelini de atabiliriz. Hem şu an aktif olarak kurgu yapanların hem de ileride bu mesleği yapmak isteyenlerin yollarına ışık tutmalıyız. Buradaki tüm kurgucular olarak elimizi taşın altına koyma vakti geldi.