Bakur (Kuzey, 2015) belgeselinin yönetmenleri Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’nun ‘terör örgütü propagandası yapmak’ suçlamasıyla hapis cezası aldıkları Bakur davası iddianamesi, PEN Norveç tarafından incelendi. Avukat Ezio Menzione’nin hazırladığı rapora göre iddianamede, suçlamanın temelini oluşturan “propaganda”ya işaret eden herhangi bir unsur yer almıyor. Menzione, Bakur belgeselinin tıpkı Barış İçin Akademisyenler bildirisi gibi ifade özgürlüğü sınırları içinde değerlendirilmesi gerektiği görüşünde.
Yönetmen Çayan Demirel ve gazeteci Ertuğrul Mavioğlu’nun yönetmenliğini, Ayşe Çetinbaş’ın yapımcılığını üstlendiği Bakur (Kuzey, 2015) belgeseli, Türkiye sınırları içindeki PKK kamplarını görüntüleyerek örgütün Türkiye dışına çekilme sürecine tanıklık etmişti. Barış sürecinin devam ettiği 2013 yılında çekilen belgeselin, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) 2015 yılının Nisan ayında düzenlediği 34. İstanbul Film Festivali’ndeki gösteriminden bir gün önce ‘eser işletme belgesi’ olmaması gerekçe gösterilerek program dışı bırakılması, boykot sürecini de beraberinde getirdi. Bu dönem belgeselciler güçlü bir direniş refleksi geliştirdi, zamanla kurmaca film çeken sinemacılar da bu sürece dâhil oldu. Festival süresince filmler salonlardan çekildi, gösterimlerin yerine izleyicilerle sansürün konuşulduğu forumlar düzenlendi. Bir sansür mekanizması olarak kullanılacağı öne sürülen ‘eser işletme belgesi’ne hiçbir şekilde başvuru yapılmayacağı yönünde ortak görüş içeren bir bildiri de yayımlandı.
Bu sürecin ardından çeşitli etkinliklerde seyirciyle buluşan belgeselin, Mayıs 2015’te Batman’da Yılmaz Güney Sineması’nda yapılan gösterimi gerekçe gösterilerek, yönetmenler Demirel ve Mavioğlu’na, söz konusu gösterimden iki yıl sonra ‘terör örgütü propagandası yapmak’ suçlamasıyla dava açıldı. 18 Temmuz 2019 tarihinde Batman 2’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada Demirel ve Mavioğlu’na 4’er yıl, 6’şar ay hapis cezası verildi. Demirel ve Mavioğlu’nun son savunmalarını yapmaları beklemeksizin alınan kararda ayrıca yönetmenler hakkında yurtdışına çıkış yasağı getirildi. 18 Mart 2015’te, yani Bakur’un İstanbul Film Festivali gösterimden bir ay önce kalbi duran ve tedavi süreci halen devam eden Çayan Demirel, sanatsal ifade özgürlüğünü ihlal eden bu hukuksuz süreçte malulen emeklilik hakkı için de mücadele etti.1 Arkadaşları, Çayan Demirel’in emeklilik mücadelesine destek vermek adına Arkadaşımız Çayan (2019) adlı bir kısa filme de imza attı.
Yönetmenlerin hukuk mücadelesine, sinemacıların yanı sıra sanatçılardan insan hakları kuruluşlarına, sivil toplum örgütlerinden politikacılara pek çoklarının desteklediği eylemler eşlik etti. Kırkı aşkın kültür sanat ve insan hakları kuruluşu, 2018 yılında dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e hitaben kaleme aldıkları mektupta sinemacılara yöneltilen suçlamaların düşürülmesini talep etmiş; Türkiye’de sinema yönetmenlerinin ilk kez bir film gerekçesiyle hapis cezasına çarptırıldıklarına dikkat çekilmişti.
Özgür Düşünce ile Propaganda Arasındaki Bulanık Sınırlar
Söz konusu mektubun da imzacılarından olan PEN Norveç, yazar ve çevirmenlerin “dünyanın neresinde olursa olsun düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmak” için 1921’de kurdukları Uluslararası PEN Kulüpleri Federasyonu’nun Norveç şubesi. PEN Norveç, bu amaç kapsamında Türkiye’nin son altı yılında gündeme gelen gazeteciler ve sivil toplumla ilişkili davalara ve iddianamelerine odaklandığı ‘İddianame Projesi’ni de yürütüyor. Cumhuriyet Gazetesi, Büyükada Davası ve Gezi Direnişi de dâhil ifade, basın ve örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiği davaları konu alan proje, Türkiye’deki hukuk devleti krizine ilişkin tartışmalara somut bir zemin sağlamayı amaç ediniyor. Proje kapsamında yapılan bir incelemede avukat Kevin Dent Q.C., Gezi Direnişi davası iddianamesini, “Hukuki açıdan korkunç bir iddianame,” olarak değerlendirmişti.
Projenin 2021 yılı kapsamında, Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu aleyhine düzenlenmiş iddianame de, ceza hukuku alanında uzmanlaşan avukat Ezio Menzione tarafından incelendi. Raporda, Türkiye Cumhuriyeti’nin iç hukuku ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce (AİHM) ifade edilen ilkeler ekseninde başka benzer davalarla da kıyaslanarak analiz edilen iddianamenin hukuka aykırı niteliklerine dikkat çekiliyor. Yönetmenlerinin kendilerini savunabilecekleri bir ortamın sağlanabilmesi için, örgüt lehine propagandaya işaret eden unsurların iddianamede belirtilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Söz konusu İddianame İnceleme Raporu’nda öncelikle yönetmenlerin yargılandığı ‘terör örgütü propagandası yapmak’ suçlamasında geçen ‘propaganda’ kavramı ele alınıyor ve propaganda ile düşüncenin özgür ifadesi arasındaki bulanık sınırlara dikkat çekiliyor. Raporda ‘propaganda’, başkalarını bir örgüte bağlı kılma ve söz konusu örgütün meşruluğuna ikna etme girişimi olarak değerlendiriliyor. Böyle bir amacın olmadığı durumlarınsa “bir kanaatin ifadesi veya özgür bir düşüncenin dile getirilmesi” olarak değerlendirilmesi gerektiğinin altı çiziliyor.
Menzione’ya göre, belgeselin “örgüt propagandası” suçu kapsamında değerlendirilebilmesi için iddianamede hangi bölümlerinin “izleyenleri terör örgütüne üye olmaya teşvik etmek amacını taşıdığını”nın belirtilmesi gerekmekteydi.
Ceza hukukunda suçlayıcı bir normun belirsizliğinin kabul edilmez olduğuna (veya en azından bu belirsizliğin minimumda tutulması gerektiğine) değinilen raporda, Bakur iddianamesinde ise suçlayıcı norm olan ‘propaganda’nın belirsiz kaldığına dikkat çekiliyor. Kısacası Menzione’ya göre, belgeselin “örgüt propagandası” suçu kapsamında değerlendirilebilmesi için iddianamede hangi bölümlerinin “izleyenleri terör örgütüne üye olmaya teşvik etmek amacını taşıdığını”nın belirtilmesi gerekmekteydi. Menzione, iddianamede bu hukuki gerekliliğin yerine getirilmemiş olduğuna vurgu yapıyor.
İddianameye Göre ‘Bakur’da Suç Yok
Menzione, iddianamede Bakur’un, PKK/KCK üyelerinin yaşamlarını ve kendilerini örgütleme biçimlerini yansıtan bir belgesel olarak nitelendiğine dikkat çekiyor ve bu ifadelerin davanın dayanağı olan propaganda suçuna (izleyenleri terör örgütüne üye olmaya ikna etmek) tekabül etmediğini dile getiriyor. Menzione’ye göre Bakur’un, yönetmenlerin “önlerinde olan neyse onu aktardıkları” bir temsil niteliğinde olduğunu gösteren unsurlardan biri de, belgeselin içeriğine dair bizzat iddianamede kullanılan ifadeler: PKK/KCK üyelerinin yaşamları, kırsal alandaki faaliyetleri, askeri ve siyasi ideolojilerini yansıtan diyaloglar vs. Menzione’ye göre Bakur, iddianamede ele alındığı şekliyle, iki yönetmenin “gazeteciliğe özgü habercilik yöntemini” kullanarak ortaya çıkardıkları bir belgesel görünümünde.
Raporda ayrıca iddianamenin, büyük oranda terör örgütünün ağırlıkla kadınlardan oluşan bir örgüte ve dolayısıyla bir kadın hareketine dönüştüğü olgusuna odaklandığına vurgu yapılıyor. Menzione, bunun da siyasi bir olgu olmakla birlikte “kendi içinde kesinlikle terörist bir organizasyona dair herhangi bir ipucu sunmadığı” görüşünde. Menzione, belgeselin bu boyutunun, olsa olsa örgüt içerisinde kadın ve erkek üyelerin medeni haklarına ne ölçüde dikkat edildiğini gösteren bir unsur olarak görülebileceğini söylüyor.
Eylemleri Filme Çekenler Cezaya Tabi Tutulamaz
Raporda, belgeselin genellikle üniforma giyen veya slogan atan militanları gösterdiği yönünde iddianame yer alan çıkarımın doğru olduğu belirtiliyor. Ancak Menzione’ye göre, söz konusu eylemleri gerçekleştirenler cezaya tabi tutulabilir; onları filme çekenler değil. Raporda ayrıca iddianamedeki bu gibi unsurların terör örgütü propagandası yapıldığı iddiasını destekleyen deliller olarak dikkate alınmadığı belirtiliyor: “Dolayısıyla, iddianameyi hazırlayan kişinin, bu tür davranışları filme almanın bir propaganda fiilini oluşturmadığını açıkça belirttiği varsayılmalıdır…”
Raporda belgeselin herhangi bir bölümünde, kısa dahi olsa, bir örgüte katılmaya teşvik veya örgüt lehine propaganda fiili olarak tespit edilebilecek, bu şekilde anlaşılabilecek tek bir unsura dahi rastlanmadığının altı çizilerek yönetmenlerin kendilerini savunabilmeleri için söz konusu unsurların iddianamede belirtilmesi gerektiği şu sözlerle destekleniyor: “Bir iddianamenin içeriği tam olarak budur: sanıkları açıklama yapmaya ve kendilerini savunmaya çağrıldıkları her bir unsurdan haberdar etmek.”
Bakur iddianamesini hazırlayan savcının, sanıklar lehine olan önemli olguları göz önünde bulundurmaması da raporda dikkat çekilen bir başka unsur. Buna göre savcı, belgesel çekimlerinin “Türkiye hükümeti ile Kürt toplumu arasında ciddi uzlaşma görüşmeleri”nin yapıldığı dönemde gerçekleştirilmesini değerlendirme dışı tutmuş. Rapor, bu bağlamda “liderleri olduğu kabul gören Öcalan’ın talebi üzerine” Kürtlerin silah bırakmış olmalarının da göz ardı edildiğini vurguluyor. Raporda savcının, “uluslararası toplumun tamamının PKK’yi bir terör örgütü kabul etme konusunda hemfikir olmaması” ve “belgeselin büyük bir bölümünün (…) kadınların PKK içinde üstlendiği role ayrılması” unsurlarını da gündem dışı bıraktığına da değiniliyor.
Tıpkı Barış Bildirisi gibi ‘Bakur’ da İfade Özgürlüğü Sınırları İçinde Değerlendirilmeli
Raporda, belgeselin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın düşünce ve kanaat özgürlüğünü tanıyan 25. maddesi, düşünce ve kanaati yayma hürriyetini koruyan 26. maddesi, bilim ve sanat özgürlüğüne değinilen 27. maddesi kapsamında ele alınmasının gerekliliği belirtilerek “Savcının, açıkça olmasa da, belgeseli, ‘… milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve Cumhuriyetin temel niteliklerinin korunması’ temelinde kısıtlanabilir bir ifade biçimi olarak değerlendirme kastı olduğu anlaşılmaktadır,” denildi.
Menzione, Bakur belgeseline kıyasla siyasi etkisi çok daha büyük olan Barış İçin Akademisyenler bildirisinin Anayasa Mahkemesi tarafından ifade özgürlüğü sınırları içinde değerlendirilmiş olduğuna da özel bir vurgu yapıyor.
Raporda Bakur davası iddianamesi, birçok benzerlik taşıyan bir başka dava olan Barış İçin Akademisyenler (BAK) davası iddianamesiyle de karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Rapora göre her iki davada da suçlama aynı temele oturtuluyor ve Bakur davasında söz konusu olanın, siyasi bir bildiri değil de bir belgesel olması göz ardı ediliyor. Belgeselin “gerçekten de Türkiye Cumhuriyet Hükümeti’ne karşı eleştirel unsurlar” içerdiğine, ancak “herhangi bir kışkırtma” içermediğine değinilen raporda, bu kıyaslama babında şu ifadelere yer veriliyor: “BAK bildirisi bir siyasi-askeri krizin ortasında hazırlanmışken (bildiriyi meşru kılan da bu olgudur), Bakur; Hükümet ile PKK arasındaki barış görüşmelerinin silahların bırakılmasına zemin yarattığı ve yakında bir barış anlaşmasının gerçekleşmesinin beklendiği bir dönemde planlanmış ve çekilmiştir.”
Menzione, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bakış açısından yaklaşıldığında dahi, Bakur belgeseline kıyasla siyasi etkisi (ve dolayısıyla yaratabileceği “tehlike”) çok daha büyük olan BAK bildirisinin Anayasa Mahkemesi tarafından ifade özgürlüğü sınırları içinde değerlendirilmiş olduğuna da özel bir vurgu yapıyor. Bildirinin “şiddete teşvik eden” ya da “topluma, devlete ve demokratik siyasi düzene tehdit oluşturan” niteliklere sahip olmadığının Anayasa Mahkemesi tarafından görüldüğünün altının çizildiği raporda, Bakur belgeselinin devlet güvenliği açısından “daha zararsız” bir bağlama oturduğunun açık olduğu dile getiriliyor.
ARTICLE 19: İfade Özgürlüğü Kanuna Aykırı Şekilde Sınırlandırılıyor
Ayrıca 2018 yılında Londra merkezli ifade özgürlüğü kuruluşu ARTICLE 19 tarafından hazırlanıp mahkemeye sunulan uzman görüşünde de filmin örgütü övücü olmadığı ve özellikle izleyiciler üzerinde nasıl bir etkisinin olduğu araştırılmadığı için dava konusu edilemeyeceği görüşü dile getirilmişti. Susma Platformu’nun paylaştığı raporda şu ifadelere yer verilmişti: “[S]anıklara atılı suçların asılsız olduğu ve sanıkların ifade özgürlüğü haklarına keyfî bir biçimde müdahale teşkil ettiği kanaatindeyiz.”