12. Londra Kürt Film Festivali, Nisan ayında on farklı Kürt film festivalinin işbirliğiyle dijital olarak gerçekleşti. Global Kürt Film Festivali (Global Kurdish Film Festival) adı altında düzenlenen festivalin dünya çapında gördüğü ilgi, Kürt sinemasının dijital geleceği üzerine düşünmeye çağırıyor. Suncem Koçer, festivalin direktörü Ferhan Stêrk, belgesel yarışmada jürilik yapan akademisyen Bahar Şimşek ve yapımcı/gazeteci İlknur Bilir’e danışarak soruyor: Ulus-devlet duvarlarının yükseldiği dünyada Kürt sineması için gelecek dijitalde olabilir mi?
Londra Kürt Filmleri Festivali (LKFF) bu yıl 20. yaşını kutladı. 16-27 Nisan tarihleri arasında yaklaşık 120 uzun metraj, kısa metraj ve belgesel film 12. LKFF seçkisinde seyirciyle buluştu. Ulus-devlet sınırları ile parçalanmış, devlet politikalarıyla çeşitli baskılara, sürgünlere maruz kalmış, göç ettirilmiş, yok sayılmış bir halk olarak Kürtler için sinema perdesi varoluşun, sömürünün ve direnişin aynası. Kürtler diasporada kültür sanat alanında örgütlendikçe, Yılmaz Güney, Bahman Ghobadi gibi yönetmenlerin filmleri uluslararası alanda ses getirdikçe Kürt sineması bir kategori olarak ortaya çıktı. 2001 yılından beri Kürt sinemasının görülmesine, konuşulmasına ve kategorileşmesine vesile olan, alan açan Londra Kürt Film Festivali’nin 20 yaşına ve 12. seçkiye ulaşması başlı başına üzerinde durmaya değer bir konu. Üstüne, bu sene LKFF Kürt sineması için heyecan verici yepyeni bir pencere açtı ve birkaç adım sıçrayarak bizi Kürt sinemasının dijital geleceği üzerine düşünmeye davet etti.
2021 Londra Kürt Film Festivali, Global Kürt Film Festivali adı altında on farklı Kürt film festivalinin iş birliğiyle bir VOD (Video on Demand) platformu üzerinden, dijital olarak gerçekleşti. İzleyiciler 12 gün boyunca yaklaşık 120 filme kendi yaşam alanlarından, ücretsiz olarak eriştiler. LKFF direktörü Ferhan Stêrk’in aktarımına göre, platforma festival süresince üye olan 13 bin kişi toplamda 60 bin kez film izlemiş. Bu 13 bin kişi ağırlıklı olarak Avrupa, Türkiye ve Irak Kürdistanı’ndan olsa da izleyiciler Japonya’dan Avustralya’ya Latin Amerika ve hatta Afrika ülkelerine uzanan çok çeşitli konumlardan platforma bağlanmış. Festivalin sona erdiği 27 Nisan’dan bu yana, filmler erişilir olmamasına rağmen platforma üye olanların sayısı her gün artıyormuş. Stêrk 13 bin üyeliğin bir başarı olup olmadığından emin olmadıklarını ancak kendilerine geri dönüşlerin çok iyi olduğunu ve platformun devamı için yoğun bir taleple karşılaştıklarını söylüyor.
LKFF ekibi, 2021 seçkisi için pandemi nedeniyle geçtiğimiz yıl çevrimiçi gerçekleşen 11. festival sırasında çalışmaya başlamış. Her yıl Nisan ayında, Londra’da Rio sinemasında düzenlenen festival 2020’de COVID-19 önlemleri nedeniyle Ağustos ayına ertelenmiş, salgının seyri değişmeyince odağını kısa filmlerle sınırlayıp Facebook ve YouTube üzerinden yayınlarla devam etmişti. Bu yayınları toplamda 240 bin kişi izlemişti. LKFF direktörü Ferhan Stêrk gülerek “biz pandemide kazayla bu işe girdik” dese de Ağustos 2020’den itibaren yedi ay boyunca aralıksız tartıştıkları, üzerinde çalıştıkları platformu 2021 festivaline yetiştirmişler. Üstelik teknik altyapıyı ve koordinasyonu Londra ekibi yürütmüş olsa da bu sene LKFF, Hamburg’dan Moskova’ya, Diyarbakır’dan New York’a on Kürt film festivaliyle ortaklaşarak Global Kurdish Film Festival olarak seyirci karşına çıktı. Dünyanın dört bir yanındaki festivalleri ortaklaştırmanın olası zorluğundan söz edince Ferhan Stêrk COVID-19 salgınıyla birlikte iletişimin hızlandığını, pandeminin Kürt film festivallerinin bir araya gelmesini kolaylaştırdığını söylüyor.
Dört duvar arasına kapanmanın, yükselen ulus devlet sınırlarının ve kıstırıcı bir yerelliğin toplumsal hayatı belirlediği pandemi dönemi, Kürt sineması için zihinsel ve pratik bir açılma ile birlikte verimli buluşmaları beraberinde getirmiş. Bu buluşmalar festivalin bu yılki başlığı olan ‘Kurdistana min’ (Benim Kürdistanım) fikrini beslemiş. Devletsiz bir ulusun ulus aşırı alanda görünür hale geldikçe, söze döküldükçe beliren sineması için ‘Benim Kürdistanım’ başlığı manidar. LKFF program koordinatörü Avesta Kadir’in bir röportajında1 işaret ettiği gibi Kürdistan bir tahayyül ve herkesin Kürdistan hayali farklı. Sınırları aşmanın tek yolu ulusal tahayyüllerdeki çoğulluğu kucaklamak, kapsamak.
“İzleyicinin iştahını 12 gün doyurmadı”
Ferhan Stêrk bundan sonrası için umutlu olduklarını, umudun kendi aralarındaki hararetli tartışmalarla daha da yeşerdiğini anlatıyor. Kürt filmlerinin bir ücret karşılığında erişilir olacağı kalıcı bir VOD platformu hayata geçirmek için çoktan çalışmaya başlamışlar. İş planları, yatırımcı arayışı ve farklı üyelik modelleri bugünlerde gündemlerini oluşturuyor. Mayıs ayının sonuna kadar bu proje için somut adım atmayı planlıyorlar. Peki bir VOD platformu üzerinden Kürtlerle ilgili ve Kürtlerin ürettiği filmleri seyirciye ulaştırmak Kürt sineması için ne anlama geliyor? Ferhan Stêrk dünyada VOD platformlara doğru gidişatın içinde Kürt filmlerinin de yerini alması gerektiğini ve dijital alanın tam anlamıyla oluşmamış olan Kürt film sektörüne ivme kazandıracağını söylüyor:
“Bizim ürünlerimiz var ama bu ürünleri satabileceğimiz bir kitleye ihtiyacımız var. Sinema sektörümüz henüz oluşmadı ve bunun pek çok nedeni var. Mesela her ulusal topluluğun televizyonu var. Televizyon festivallerden sonra filmlerin gösterildiği, insanların para kazandığı bir alan. Kürtler için televizyon piyasası oluşmadığı, ulusal televizyonculuk olmadığı için filmler televizyonda gösterilemiyor. Bizim için VOD iki adımlık bir sıçrama oldu. Filmleri TV’de gösteremeden direkt dijital platforma taşımış olduk. Keşke o televizyon kültürünü biz de yaşamış olsaydık, filmler televizyonlarda gösterilseydi, onun yarattığı havayı hissediyor olsaydık. Belki de bunu yaşamadığımız için şu an dijital platforma çok büyük şaşkınlıkla bakıyoruz.”
Ferhan Stêrk’in şaşkınlık olarak ifade ettiği kolektif duygu durumunun özünde iştah var. Yılmaz Güney’den Bahman Ghobadi’ye, Shawkat Amin Korki’den Kazim Öz’e yönetmenlerin klasik Kürt sineması olarak tanımlanan onlarca filminin yanı sıra Rojava Film Komünü’nde üretilen filmlerden öğrenci kısalarına ve animasyonlara uzanan bir çeşitlilikle bir anda karşılaşmak izleyicide coşkuya neden olmuş. Stêrk gülerek “o panikle insanlar hiçbir şey izleyemeden festival sona erdi,” diyor. İzleyicinin iştahını doyurmaya 12 gün yetmemiş. 120 filmin kısıtlı zamanda ücretsiz gösterilmesi var olan talebi körüklemiş.
Dört duvar arasına kapanmanın, yükselen ulus-devlet sınırlarının ve kıstırıcı bir yerelliğin toplumsal hayatı belirlediği pandemi dönemi, Kürt sineması için zihinsel ve pratik bir açılma ile birlikte verimli buluşmaları beraberinde getirmiş.
Peki kim bu izleyiciler? Ferhan Stêrk festivali takip edenlerle ilgili detaylı raporu beklediklerini, raporda bölge, cinsiyet, yaş aralığı gibi demografik bilgilerin yer alacağını söylüyor. Önceki yılın 240 bin kişilik erişim sayısına kıyasla 13 bin kişinin az olmasını YouTube ve Facebook’tan yayın izlemenin kolaylığına bağlıyor:
“Bu platforma üyelik gerekiyordu. En basitinden platformun adını (globalkurdishfilmfestival.com) doğru yazmak lazım. Bilgisayar lazım, internet lazım. Bunlar daha nitelikli bir izleyici anlamına geliyor. Bu kitle genç, internete erişimi olan, orta sınıf ve eğitimli kuşak olarak tanımlanabilir. Bu umut veriyor. Diğer yandan herkesin izleyememesi de bir o kadar buruk. Gönül isterdi ki herkes kolaylıkla izlesin ama bu platform, filmini verenler için bir garantördü.”
“Parayı ulusal kültür politikaları belirliyor”
Dijital, Kürt sinemacılar için alternatif bir alan olabilir mi? Kazım Öz’ün yönettiği Zer (2017) filminin yapımcısı, gazeteci ve akademisyen İlknur Bilir dijital alanın Kürt sinemasına etkisi hakkında hem umutlu hem de tedbirli. LKFF’nin sosyal medyadan yayınlanan 11. seçkisi Bilir’e göre bir köşe taşı: “11. LKFF’de Urfa’daki Diyarbakır’daki çocukların oradaki tartışmalara dahil olduğunu gördüm. Açılış gecesini on binlerce kişi izledi. Kadın sinemacılar üzerine bir workshop oldu, Diyarbakır’dakiler konuştu, Twitter’da yazılar paylaşıldı. Sosyal medya bu imkânı sağlıyor. Bunu fizikselde yapamazsın.” Dijital açılım Bilir’e göre 1990’lar sonrası uydunun ve internetin getirdiği erişim imkânlarının devamı.
Bilir Suriye iç savaşıyla Kürtler için meşruiyet zemininin genişlemesiyle internetin getirdiği imkânları iç içe görüyor. Dijitalin Kürt sinemasını dünyaya ulaştırmada bir devletten daha fazlasını yapabileceğini ekliyor. Uzun yıllardır diasporada olan ve kümülatif olarak kültür sanat alanında deneyim kazanan kalifiye ekiplerin imkânları doğru yönlendireceğine inanıyor. Bilir’in tedbirli olmasının en somut nedeni Zer’in dağıtım sürecinde bizzat karşılaştığı zorluklar ve bir akademisyen olarak gözlemleri:
“O dönem içeriklerine Kürtçe altyazı yapalım diye Netflix’e teklif götürdük. Sıcak bakmadılar. Ulusal kültür politikaları hâlâ belirleyici. Dijital alan demokratik düzen getirmiyor. Geldiğimiz noktada dünyanın en büyük medya şirketlerine sansür siciline rağmen temsilcilik açtırmış bir ülkeden bahsediyoruz. Para konuşur. Parayı da ulusal kültür politikaları belirler. BluTV’ye, MUBI’ye, Netflix’e bakın. Ne münasipse o gösteriliyor. Kürt sineması hâlâ münasip değil. Dijitürk’te ne izlenirse Netflix’te de o izlenir. Bir Başkadır’da iki-üç dakika Kürtçe konuşulduğunda mevzuyu gördünüz.”
Yakın zamanda MUBI’de Press (2010), Sesime Gel (2014) ve Min Dît (Ben Gördüm, 2009) filmleri Kürtçe altyazı seçeneği ile gösterilmiş olsa da İlknur Bilir’in “münasiplik” ifadesiyle tarif ettiği durum genel anlamda geçerliliğini koruyor. Kürt filmleri popüler VOD platformların izleyiciye sunmak istedikleri içerikler arasında kesinlikle en üstlerde yer almıyor. Bilir’e göre internet bu yaklaşımı şekillendiren daha geniş politikaların ulaşamayacağı likit alanları yine de içinde barındırıyor. Bilir, “dağıtım sorunlarını çözmez ama Facebook ve YouTube yeni gösterim alanları olabilir” diyor. İzleyiciye ulaşabildikçe yeni bir Kürt sinemasının nüveleri yeşerecektir diye de ekliyor.
“Kürtler hiç mi gülmüyorlar?”
Peki yeni Kürt sinemasından ne kastediliyor? Bugün Kürt filmi olarak nitelenen filmlerin ortak özelliklerinin en başında odaklandıkları konuların devlet temelli mağduriyetler, savaş ve sürgün olması var. LKFF’nin belgesel yarışmasında bu yıl jürilik yapan akademisyen Bahar Şimşek var olandan farklı yeni bir Kürt sinemasının dijitalle ortaya çıkmayacağının altını çiziyor:
“Kürtler hiç mi gülmüyorlar? Hiç mi başka korkuları yok? Bu duvar, devletin baskısının ötesinde mağdur pozisyonuna fazla yaslanılmasıyla ilgili. Buradan herhangi bir halka özgürleştirici, davetkar bir şey çıkmaz gibi geliyor bana. Dijitalleşmenin kendisinin Kürt sinemasına katacağı bir şey yok. Kürtlerin filmlerini okumayı çeşitlendirmek gerekiyor. Sinemaya sadece hakikat değeri üzerinden rol biçemeyiz. Öyle olunca özerk bir sanat alanından söz edemiyoruz. Herhangi bir sinemaya baktığımızda o sinemada kendi içinde komedi filmini, korku filmini görüyoruz. Kadın karakterler, kuir karakterler görüyoruz. Kürt sineması halihazırda kötü bir Kürt karakter üretebilmiş değil. Mevcut üretim alanı içinde bunu sorgulayan insanların az olması sanatsal bir kırılmayı ve etik dönüşümü imkânsızlaştırıyor. Bunu değiştirecek olan dijital değil, Batman’daki Diyarbakır’daki festivallerin devam etmesi olurdu. Kayyımlar olmasaydı bu kırılmayı daha ziyade onlar tetikleyebilirdi.”
Ama kayyımlar oldu. Öte yandan, devlet rejimine paralel olarak Kürt filmleri resmi ve gayri resmi yöntemlerle Türkiye festivallerinden yıllarca dışlandı, sansüre uğradı. Dahası, yönetmenler terör soruşturmalarıyla, davalarla muhatap oldular. Kürt sinemasında Şimşek’in sözünü ettiği kurbanlık ve mağdurluk anlatılarının başatlığını kayyımlardan, sansürden, devlet politikalarından bağımsız görmek zor. Şimşek için yolu dijitale çıkan Kürt sinemasının çelişkisi burada başlıyor.
“Perdede film izlediğinde o deneyimin kendisi bir Kürt özne olarak seni başka bir pozisyona çağırır, sana bir kendilik verir. Sinemada Kürt açılımı Yol’daki (1982) Kürdistan yazısı ile başlar. Kürt sinemasının teknoloji ile buluştuğu nokta nitelikli bir izleme deneyimi getirmektense sinemayı araçsallaştırıyor. Bu, var olan potansiyeli de baltalayabilir. Kürt filmlerini istediğimiz aygıttan izleyebilmek sinemanın gelişmesi demek değil. Esas, film okuma biçimlerinin değişmesi, özgürleştirici okumalara alan açılması gerek. Dijitalleşme olduğunda bu filmlerin alıcısı kim olacak? Okuma biçimlerinin değişmesi için dijitalleşme ile beraber farklı kesimlerin alıcı olacağını varsaymak gerekiyor. Esas olan, sadece Kürtler ve onlara merhamet gösterenler için değil, herkes için vaadi olan bir Kürt sinemasının evrensel sinema değerleriyle işlenmesi. Mesele bu duvarı zorlamak, buradan çıkmak.”
Kürtlerin çektiği filmler dünyanın dört bir yanında festivallerde gösterilirken ya da LKFF platformu üzerinden 120 kadar film iki hafta boyunca seyirciye ulaşırken “Kürt sineması var mı yok mu?” tartışmasının yerini artık daha çok “Kürt sineması nasıldır?” sorusu alıyor.
2000’li yıllardan itibaren gerek diasporada, gerekse Diyarbakır’da ve İstanbul’da hararetle yapılan Kürt sineması tartışmalarının ilk sorusu cevabı kendinden menkul şu soru olurdu: “Kürt sineması var mıdır?” Bu soru Kürt sinemasını bir kategori olarak gerçekliğe çağırıyor olsa da, 2021 yılında işlevini yitirmiş durumda. Kürtlerin çektiği filmler dünyanın dört bir yanında festivallerde gösterilirken ya da LKFF platformu üzerinden 120 kadar film iki hafta boyunca seyirciye ulaşırken “Kürt sineması var mı yok mu?” tartışmasının yerini artık daha çok “Kürt sineması nasıldır?” sorusu alıyor. “Kürt yönetmenlerin realite ile arasındaki bağı nasıl kurduğuna dair bir tartışma yürütülmesini çok isterim,” diyen Ferhan Stêrk odaklanılan konular ve Kürt sinemasının dili hakkında Bahar Şimşek’le benzer düşünüyor: “Kürt yönetmenler neden var olanın ötesine çıkamıyor? Sadece acı olmamalı. İnsanlar ‘Kürt sinema dili işte budur’ diyecekleri işler bekliyor.”
“Hawraman’da bir köy evinin duvarında”
Diğer yandan, Ferhan Stêrk’e göre Şimşek’in tarif ettiği Kürt filmleri ile evrensel sinema değerleri arasındaki duvar Kürtlerin kendi arasındaki, ulus-devletlerin ördüğü görünmez duvarlarla ilgili. Stêrk bu duvarları aşmakta dijital alanın önemli rol oynayacağını düşünüyor.
“İnsanların kuzeyden, güneyden, farklı bölgelerden filmleri bir arada görebileceği bir ortamda yapılan filmler de farklı olur. Güneydekinin kuzeydeki bir filmi görmesi kullanacağı dil, sinema estetiğini etkiler. Bölgesel iç içe geçmişliği ulusal resimde görmek mutlaka bir katkı sağlayacaktır.”
Bu katkının kalbinde izleyici ile endüstri arasında kurulan dinamik ilişki var. Film sahipleri için bir gelir kaynağı haline gelmesi de planlanan platform, bugüne kadar festivaller ve kaçak internet yayınları arasına sıkışmış bu ilişkinin dönüşmesi için bir ilk adım olabilir. Stêrk oturtmak istedikleri platformun genç sinemacıları film yapmaya teşvik edeceğini düşünüyor:
“İzleyici ile endüstri arasında dinamik bir ilişki kurulduğunda ortaya çıkacak motivasyon heyecan veriyor. Çünkü bizim sinema salonlarımız yok. Rojava’da film yapanlar ‘bu filmi İngiltere’de nasıl gösteririz?’ diye düşünüyorlar. Sinema alanının beslenebileceği bir sisteme ihtiyaç var. Dijital alandaki hızı yakalayabilmemiz gerek. Filmlerimizi izletebildiğimizde endüstri ortaya çıkar. Ürün var ama piyasa olmadığı için diyelim İran’daki Kürt yönetmen ‘kendimi Kürt yönetmen olarak tanıtıp zorlanacağıma İranlı yönetmen olurum,’ diyor. Türkiye de bu durumda. Yönetmenlerin bu korkuyu yenebilecekleri bir teşvike ihtiyaçları var. Genç sinemacılar için bu platform teşvik edici olacak.”
Türkiye bağlamındaki en reel sorunlardan biri olan RTÜK yasasını hatırlatınca Ferhan Stêrk amaçlarının filmleri her yerde gösterebilmek olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Türkiye muhtemelen platformu engeller. İran festival sırasında engelledi. İran’da izleyiciler VPN üzerinden platforma ulaştılar. Farklı ülkelerdeki regülasyon meselesi henüz gündemimize gelmedi, çok umurumuzda da değil. Nerede gösterebilirsek orada göstereceğiz.”
Dijital gösterimler ulus-devlet sınırlarını ve politikalarını tamamen askıya almıyor elbette. Tıpkı ulus aşırı hareketliliğin, görünürlüğün ve örgütlenmenin ulus-devlet politikalarını sıfırlamadığı gibi. LKFF ekibininki kısa vadeye sığan bir hayal değil. Dijitalin açtığı alana sahip çıkmak o alanı genişletmenin, dönüştürmenin ilk adımı. Ferhan Stêrk bu projenin sürekliliği sağlamak için inatla çalışacaklarını vurguluyor ve bu seneki seçkide izlediği bir filmden söz ediyor:
“Bu sene Rojhilat’tan Hell isimli bir belgesel izledik. Hawraman’da bir köy evinin duvarında Yılmaz Güney’in resmi vardı. Dağdaki köy evinde Yılmaz Güney’i görünce çok heyecanlandım. Orada başka bir duygu, başka bir hayal var. Ben genç sinemacıların her birinde Yılmaz Güney’i görüyorum. Yılmaz Güney’in tüm filmlerini izledikleri o kadar belli ki. Bu platformla genç sinemacılar ‘filmimizi boşuna yapmıyoruz, göndereceğimiz, tanıtacağımız yerler var,’ desin istiyoruz.”
Ülke tahayyülünün sınırsız olması, zengin ama ortak bir sinema dili, kıvrak, çevik ama gittikçe sağlamlaşan bir film endüstrisi, hayatın türlü hallerini gören bir sinema kısa vadede hayata geçecek bir hayal olmayabilir. LKFF ekibine göre bu hayalin yolu sınırları, yasakları, mesafeleri aşıp yan yana gelen izleyici topluluğundan geçiyor.
1 “London Kurdish Film Festival coming soon and going global for first time, say organisers”, Medyanews, 20 Nisan 2021, erişim 17 Mayıs 2021 <bit.ly/3ftEjp0>.