Şu An Okunan
Kutbettin Cebe: Alternatif Hafıza Yaratmak

Kutbettin Cebe: Alternatif Hafıza Yaratmak

Yazı: Kutbettin Cebe

Devlet yegâne arşivleyici ve belgeleyicidir, o tektir. Bu önermedeki resmî akıl, hegemoniktir. Özgür bireyi dışlayıcıdır, onu bir özne olarak görmez. Birey zamana tanıklık eder, olayları kendi öznel gözlükleri aracılığıyla süzer ve değerlendirir. Ancak resmî akıl herkes yerine düşünür, karar verir ve bu kararı ilan eder. Bir belgeselci olarak bana yönelttiği suçlama bu bakımdan kendi mantık çerçevesinde tutarlı ve doğrudur, kuralları ihlal ettim, sınırları aştım ve kırmızı çizgiye bastım. Ve şunu da eklemek gerekiyor; resmî aklın doğruları zamanla değişebilir ve bu değişime biz toplum olarak her koşulda ayak uydurmak zorundayız! 

Peki ne olmuştu? 

2015 yılında Suriye’nin Rojava bölgesinde bir belgesel çektik. Roza – İki Nehrin Ülkesi adlı belgesel çalışmamızın konusu DAİŞ’e karşı Kürt, Arap ve Süryani halkları öncülüğünde Kuzey Suriye’de bulunan bütün halkların direnişini yansıtmaktı. Belgesel yurt içinde ve dışında birçok festivalde gösterildi. Rojava’da mevcut konjonktürü yansıtması açısından belgesele övgüler yapıldı. Bütün bu olup bitenlerden iki yıl sonra devlet belgeseli keşfetti. Bu rastlantısal keşif kanımca şöyle oldu: Fransa’da Başka Dünyalar Film Festivali’nden (Festival des Autres Mondes) davetiye aldım. Festivale katılmak üzere Fransa Konsolosluğu’na vize almak için müracaat ettim. Bu müracaat kayıtlara düşüp de zât-ı âlimin neden yurtdışına gideceğini sorgulayan devletimiz bir “suçluyu” suçtan yıllar sonra yakaladı. Aynen de böyle oldu. Balıkesir Ayvalık’taki evimde gözaltına alındım. Mahkemeye çıkarıldım ve neticesinde adli kontrol ve yurtdışı yasağı ile serbest bırakıldım.

Mahkemede öne çıkan konu belgeselde YPG’nin yer almasıydı. Nasıl oluyordu da DAİŞ’e karşı mücadelede bu örgüt bir özne olarak yer alabiliyordu. Devletin en son ‘ötekisi’ bizim gerçekleştirdiğimiz belgeselde bulunamazdı. Şu zamanlar devletin bütün ideolojik aygıtları bu ötekinin kötü olduğunu halka anlatmakla meşgul. Söylemleriyle yeni bir hakikat rejimi inşa etmenin peşindeler. Ancak ortada bir sorun var: Devletin birincil ‘düşmanı’ konumundaki örgüt iki yıl öncesinde düşman sıfatına girmiyordu. Resmî ideolojinin algısı değişmiş ve dün öteki olmayan bugün ötekileştirilmişti. Bunu şu örnekle perçinlemekte fayda var: Suriye devlet başkanı Beşar Esad, Suriye savaşı öncesinde devletin yakın müttefiki iken sonrasında devletin düşmanı haline geldi. Çok daha çarpıcı bir örnek de, YPG ile siyasi yakınlığı aşikar olan PYD başkanı Salih Müslim’in, birkaç yıl kadar önce Ankara’da devlet protokolünce kırmızı halıyla ağırlanırken, şimdilerde kırmızı bültene alınan bir örgütün başkanı olarak gösterilmesidir.

Belgeseli bir bellek olarak algıladığımızda neden çok fazla saldırıya uğradığını anlıyoruz. Kişisel olsun, kamu adına olsun devletin resmî ideolojisinin dışında bellek oluşturmak devleti fazlasıyla tedirgin ediyor. Çünkü devlet, hegemonik gücü ile toplumun bütün hücrelerine sirayet eder ve ideolojik aygıtlarıyla resmî ideolojisini yaygınlaştırır. Belgesel gibi bireysel ve toplumsal bellek oluşturmaya alan açan araçlar hegemonyanın etki alanını daraltır. Alternatif bellekler oluşturur. Rojava gibi varlık bulmuş bir ütopyanın görsel ve işitsel belgeler yoluyla hafızalara kazanması bu yüzden önemlidir. Devletsiz bir toplumun onu baskılayan, hiçleştiren devlet söylemi dışında bir belleğe kavuşması, o toplumu daha bilinçli bir noktaya taşır. Çünkü toplum yukarıdan değil, aşağıdan bir hafıza oluşumuna tanıklık eder. Kayda alınan ve somut gerçekliğe bürünen bir hafıza alanı olarak Rojava belgeseli bu açıdan bir üst aklın dayatmasından ziyade bir ‘alt aklın’ duyarlılığıdır. Dolayısıyla resmî ideolojinin tekleştirmeye çalıştığı çatlaktan fırlayan bu tekil hafıza bu açıdan toplumun yararınadır.

Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde Artıkişler Kollektifi olarak bir belgesel çektik. Belgesel bir yaşından yüz yaşına kadar insanlara iki soruyu soruyor: “Ben Kimim?” ve “Ne İstiyorum?” Varoluşçu iki sorunun cevabını merak ettiğimiz belgeselde; Kürtlere, Romanlara, Boşnaklara, Yörüklere, çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve farklı sosyal ve ekonomik sınıflardan birçok kesime bu sorular yöneltildi. Çıkan sonuç, insanların gelecek kaygılarını, buhranlarını, çıkmazlarını, sınıfsal ve etnik beklentilerini gözler önüne serdi. Mekânsal olarak Ayvalık halkının içinde bulunduğu durumu, zamansal olarak da devletin yönetimsel başarısızlıklarını daha görünür kılan belgesel, mekânın belleğe etkisi gerçeğini güçlendirdi. Politik bir önermeyi beraberinde getiren belgesel resmî ideolojinin hiç mi hiç ilgisini çekmedi. Rojava belgeseli ile Yüzlerle Konuşmak (2018) belgeseli arasında politik olarak hiçbir fark yok. İkisi de zamanın tanıklığını yerine getirip toplumsal bellek oluşumuna katkı sağlıyor. Peki, resmî ideoloji tarafından geliştirilen bu farklı yaklaşımın kaynağında ne var? Bunun cevabı da ‘öteki’ ile olan konjonktürel ilişki. Rojava şu anda resmî ideolojinin ötekisidir.

Netice itibariyle gerçekleştirdiğimiz her iki belgeselde de hedeflenen öncelikle kişisel bir hafıza için mekâna tanıklıktı. Daha sonra da dolaylı olarak alternatif bir bellek oluşumuna katkı sağlamak… Bir belgeselci olarak iki mekânın da tanıklığını deneyimledim. İki mekânı ortaklaştıran tek şey, onları belgesel sinemanın konusu yapmaları. Kendi zamanlarında farklı deneyimler yaşıyor olmaları durumu değiştirmez. Her mekân evrensel gündem maddelerine sahip olmayabilir. Rojava, DAİŞ gibi barbar bir örgütün saldırılarına maruz kalırken, ‘tatil cenneti’ Ayvalık da etnik, sınıfsal ve politik çıkmazlarını yaşıyor olabilir. Belgeselci iki mekânda da mevcut süreçleri kaydeder ve onları sunar. Bu sunuş devletinki gibi kutsal ve ilahi bir sunuş değildir, aşkın hakikatler üretmeye kalkışmaz, daha mütevazıdır. Örneğin Yüzlerle Konuşmak belgeseli Ayvalık’ta kahvehanelerde gösterildi ve perdeye aktarılan tanıklıkların özneleri, bizzat kendi tanıklıklarının tanığı oldular.

Yüzlerle Konuşmak belgeseli olsun Roza – İki Nehrin Ülkesi belgeseli olsun, iki belgeseli de kaydeden aynı zihin. Ve bu zihin kendi kişisel penceresinden daha nice tanıklık gerçekleştirecek. Bu tanıklıkların ne mekânı ne de zamanı olacak ve ayrıca bu tanıklıklar devletin resmî hafızasına alternatif hafızalar yaratma gayretine devam edecek. Resmî ideolojinin bunlara düşmanca davranıp davranmayacağı ise yine konjonktürel durumuna göre şekillenecek. Ancak her ne olursa olsun, kişi ve kamu adına, resmî söylemin hakikatini değil de tekil hakikatleri kaydetmekten ve bunları belleğin alanına emanet etmekten başka şansımız yok.