Yazı: Özay Şahin
Kaç celse geçti, bilmiyorum. Bildiğim olay 2012 yılının 13 Şubat tarihli uğursuz gününde, onlarca “Robocop”un, Beyoğlu’nda yalnız yaşadığım evimin kapısını koçbaşıyla kırmaya çalışmasıyla başladı. Maskeliydiler ve ellerinde uzun namlulular vardı. Hayatımda uzun namlusunu bırakın, ilk defa silah görüyordum. Her yıl defalarca kez görülen mahkemem, yedi yıldır devam ediyor. En son 25 Haziran 2019’da gerçekleşti ve hiçbir sebep yokken 20 Kasım 2019’a ertelendi.
Farklı şehirlerden birçok insanı Vatan Caddesi’nde toplamışlardı. Aralarından tek tanıdığım sinemacı arkadaşım Mizgin Müjde Arslan’dı. Yaklaşık 130 kişinin gözaltına alınmasıyla başlayan, bazılarının aylarca tutuklu kalmasıyla devam eden süreç; benim de içinde olduğum 17 kişinin tutuksuz yargılanmasıyla devam ediyor. Benim dışımdaki bu 16 kişiyi, ilk defa mahkeme salonunda gördüm. Mizgin dört günlük gözaltı sürecimiz sonunda beraat etti. Benim davam ise; Mahmur Kampı’nda yaşayan, Erbil’de sinema okuyan nihilist bir gencin, politik bile olmayan senaryosunu okuyup, gerçekleştiremesek de “çekimlere nasıl yardım edebilirim” diye yüksek sesle düşünmem, Katalan görsel sanatçı Tere Recarens ile birlikte Dersim’deki HES’lere karşı Uluslararası Alternatif Sanat Yürüyüşü düzenlemem gibi olaylar başta olmak üzere, birçok suçlamayla devam ediyor.1 Sanal sohbetlerin birinde “dağ” kelimesini yazmışım diye, hemen dağdakilerle bağlantı kurmuşlar. Dersim’de “dağ” kelimesi geçmeden bir köyün adresini bile zor tarif edersiniz. Üstelik çıktığım ilk mahkemede “Eee memleketimin her tarafı dağ” diye savunma yaptığımda herkes bana güldü.
Avukatım Davut Erkan, davanın hukuksal değil politik olduğunu bu sebepten kesin bir şey söyleyemeyeceğini ifade etti. Yardım-yataklık ve propaganda gibi suçlamalarla alt limit 4 yıl 8 ay, üst limit 15 yılla yargılanıyorum. Konuyla ilgili yazılacak daha birçok mesele var ama ben size savcının hakkımdaki mütalaasında 2 da bulunan bir belgesel film projesi sebebiyle gittiğim Mahmur Kampı izlenimimi yazmak istiyorum.
2009 yılında Mizgin, onu altı aylıkken bırakıp dağa giden, yıllar sonrasında Irak’ta öldürülen babasıyla ilgili bir belgesel film projesi için kameramla ona eşlik etmemi rica etti. Yıllarca işgal evlerinde yaşamış, hatta Berlin’in son işgal evlerinin birinde kediden korkmayan kocaman fareyi bile görmüşken, benlik bir iş olduğunu düşündüm. Dersimli bir sinemacıydım ama “Otonom Berlin”de yaşıyordum. O bölgeyi merak ediyordum.
Ben Uçtum Sen Kaldın isimli belgeselin çekimlerine 2009 yılının sonbaharında Mardin’de başladık. Hedefimiz Mahmur Kampı’ydı, Mizgin’in babası en son orada yaşamıştı. Ekibimiz benle Mizgin’den, yani iki kadından oluşuyordu. Habur üzerinden Irak’a geçmeden önce son yattığım yatak, yedi yaşındaki bir çocuğun ranzasında, beş kişilik bir aileyle aynı odadaydı. Zaten başka odaları yoktu. Kısacası gönüllü ve heyecanla yaptığım bir projeydi. Mizgin aynı zamanda kamera önündeydi. Olaya pek politik bakmıyordu. Hiç görmediği babasını merak ediyor, onu tanımaya çalışıyor, olayın duygusal boyutu ile uğraşıyordu.
“Seslendiğimizde, heyecanla bize doğru koşan çocuklara çikolata parası dağıttık. Hakkımdaki iddianamede ‘yardım-yataklık’ suçu diye ifade ettikleri, bu olay olabilir gibime geliyor.”
Mahmur Kampı’na girişte pasaportlarımızı Irak Kürt Bölgesel Yönetimi askerlerine, 100 metre ilerideki kontrol noktasında ise Türk kimliklerimizi PKK’lilere dönüşte geri almak üzere verdik. Kameram arabanın bagajında saklıydı. Sebeb-i ziyaretimiz sorulduğunda; çekim için orada olduğumuz söylenmedi, aile ziyareti dendi. İzin sonradan alındı. Mizgin sadece son gün, kampa girişte kamerama el koyma ihtimallerinin olduğunu söylemişti. Heyecanımı bu bile kesmedi.
Türkiye’den göç etmek zorunda kalan mültecilerin yaşadığı Birleşmiş Milletler denetimindeki Mahmur Kampı’nda, yaklaşık 12 bin insan yaşıyor. Hepsi Türkiyeli Kürtler. T.C. kimlikleri yok. Çoğunluğu Şırnak, Hakkâri gibi sınır bölgelerinden. Gençlerin büyük bir kısmı, 65 km uzaklıktaki Erbil’de, Sorani lehçesinde üniversite eğitimi alıyor. O gençlerden birinin anlattığı olay beni çok etkiledi. Bugünkü kamp, 1998’de kurulmuş. Ama öncesi var. Mahmur’a yerleştirilmeden önce çölün ortasında suyun bile olmadığı ama akreplerin, zehirli yılanların cirit attığı bir bölgede, çadırlardan oluşturulmuş bir kampta yaşıyorlar. Akrep sokmasından çocukların ölmediği gün yok. O dönemde sorunlar yaşadıkları –hatırladığım kadarıyla– Irak Kürt Bölgesel Yönetimi KDP tarafından bütün çadırları yakılarak bölgeyi terk etmeye zorlanıyorlar. Yüzlerce insan, açlık, hastalık ve barınma sorunları nedeniyle yaşamını yitiriyor. Geride kalanlar kurtardıkları az bir eşyaları ve üç-beş koyunları ile yine yollara düşüyorlar. Sıkışıp kaldıkları bir bölgede, Iraklı iki Kürt aşireti, bu, çoğunluğu çocuklar, kadınlar ve yaşlılardan oluşan Türkiyeli mültecilerin mallarına göz koyuyor. Aralarında başlayan ganimet savaşı öyle bir hale geliyor ki iki taraftan da tek erkek sağ kalmıyor. Birbirlerini öldürüp tüketiyorlar anlayacağınız. Olayı bana anlatan, o zamanlar küçük bir çocuk olan genç “İşte o zaman Allah’ın varlığına inandım” demişti.
Bir akşam aynı genç, –toplamda hafta kadar kaldığımız– kampta bulunan internet kafeye doğru yürürken, çoğu tek odalı, toprak sıvalı evlerin önünde oynayan çocukları çağırıp para dağıtmayı önerdi. Seslendiğimizde, heyecanla bize doğru koşan çocuklara çikolata parası dağıttık. Ne kadar çok sevinmişlerdi. Hakkımdaki iddianamede “yardım-yataklık” suçu diye ifade ettikleri, bu olay olabilir gibime geliyor.
Geçen sürede yerli tohum yasaklandı. Yerli tohumla üretilmiş fideyi satmanın bile cezası var artık. Kaz Dağları, cennet vatanım. Munzur Dağları’nın tamamı altın arama sahası ilan edilmiş. Bazı köylere “boşaltın” dilekçesi ulaşmış. Çoğu arkadaşım tek tek Berlin’e kaçıyor.
Altı yıldır Kuzey Ege’de, toprak yolu bile yeni açılan bir yerde yaşıyorum. Fesleğenli domates soslarım, elma sirkesiyle mi üzüm sirkesiyle mi daha güzel turşu oluyor derken aklıma her çektiğimde içimin acıdığı ayrık otları geliyor. Bu sebepten sebze bahçemin yarısı onlardan oluşuyor.
NOTLAR
1 Bu yürüyüşü Recarens ile birlikte organize ettiğimi mahkemede kabul ettim. Yürüyüşün The River Follows Its Course adlı videosu için: <bit.ly/2MXPGJc>
2 Savcı’nın mütalaası: “Sanık Özay Şahin’in [email protected] adresini kullanarak PKK/KCK terör örgütün İdeolojik Alan Merkezi içerisinde açıklanan “Önderlik çizgisi temelinde gereken teorik çalışma ve ideolojik mücadelenin yürütülmesinden, kadro ve halk eğitiminin sürdürülmesinden, kültür, sanat-edebiyat çalışmaların geliştirilmesinden, propaganda-ajitasyon çalışmalarının yürütülmesinden ve süreklileştirilmesinden sorumludur. KCK sisteminin tüm ideolojik çalışmalarının örgütlendirip yürütmesinden sorumlu kurumdur. Görevlerini daha etkin ve başarılı yürütmek için kendini aşağıdaki komiteler biçiminde örgütler.” şeklindeki yapılanma içerisinde basın ve kültür-sanat komitelerinde faaliyet gösteren örgüt mensupları ile ve kırsal alandaki örgüt mensuplarıyla irtibatlı olduğu, terör örgütünün Irak Ülkesinin Kuzeyinde bulunan kamplarına gidip geldiği, terör örgütü lehinde veya örgütün propagandasının yapıldığı filimler çektiği, terör örgütü güdümünde yayın yapan ROJ TV, Fırat Haber Ajansı ve DİHA ile irtibatlı olduğu, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın talimatları doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yapılan barajların engellenmesi amacı ile eylem düzenlenmesinde görev aldığı, terör örgütü kamplarına sık sık gittiği bu şekilde silahlı terör örgütünü bilerek isteyerek yardım etmek suçunu işlediğinin anlaşıldığından eylemine uyan 5237 sayılı TCK ‘nın 220/7 ve 314/3 maddeleri yollaması ile 314/2, 3713 sayılı yasanın 5, TCK 53, 54, 58/9 ve 63 maddeleri gereğince cezalandırılmasına.”