Şu An Okunan
Makavejev Davası ya da Sinema Salonunda Mahkeme

Makavejev Davası ya da Sinema Salonunda Mahkeme

Yıl 1971, Dušan Makavejev’in Yugoslavya’da olay yaratan W.R.: Organizmanın Sırları filminin Novi Sad’daki gösterimi. Hükümet yetkilileri ile sinemacılar salonda tartışıyor: Film sansürlenmeli mi, sansürlenmemeli mi? Sinema tarihinde eşine az rastlanan bu ‘sinema salonunda mahkeme’ vakasından hareketle çektiği The Makavejev Case or Trial in a Movie Theater belgeseli üzerine Goran Radovanović’le Rotterdam Film Festivali’nde söyleştik.

Söyleşi: Aylin Kuryel, Fırat Yücel

Partizan kıyafetleri içinde bir kadın bir binanın avlusunda sosyalizm ve seks arasında herhangi bir çıkar çatışması olmadığını haykırıyor, bir diğeri “erkek faşizmine ölüm, kadınlara özgürlük” diyerek yüzünü boş bir çerçevenin içine alıyor, Stalin’in imajını bir penis imgesi takip ediyor… Dušan Makavejev’in, Wilhelm Reich’ın teorilerinden yola çıkan, komünizm ve libido, beden ve politika üzerine provokatif bir kolaj olarak görülebilecek kült filmi W.R.: Organizmanın Sırları’ndan (W.R. – Misterije organizma, 1971) sahneler bunlar.

Film, 1971 yılında Cannes Film Festivali’ndeki başarısından sonra, aynı hüsnü kabulü kendi ülkesi Yugoslavya’da görmüyor. Fakat devlet filmi doğrudan sansürlemek yerine, filmin sansürlenip sansürlenmemesine karar verilmesi için tabir-i caizse bir mahkeme kuruyor. Önce film gösteriliyor ve hemen ardından Novi Sad sinema salonunda bir kamusal tartışma düzenleniyor. Birisi de gizlice bu tartışmayı kaydediyor! Havada uçuşan cümleler: “Bu adama Stalin ile bu şekilde dalga geçme hakkını kim verdi!”, “Kaynaklarımızı çarçur eden bu saçmalıkla insanların zehirlenmesine izin veremeyiz!”, “Sanatın işlevi nedir?”… Sinema salonunda sinemanın işlevine, komünizmin sanatla, bedenin politikayla ilişkisine, Tito’ya, Stalin’e ve sekse dair tam dört saatlik bir tartışma bu.

Sırbistanlı yönetmen Goran Radovanović ise bundan 48 sene sonra The Makavejev Case or Trial in a Movie Theater (Slucaj Makavejev ili Proces u bioskopskoj sali, 2018) filmiyle, bugüne ulaşarak neredeyse sosyal bir deneye tanıklık etmemize olanak veren bu ses kayıtlarından hareket eden bir film çekti. Bugün bir mültipleksin içinde yer alan Novi Sad sinema salonunun içinde, tartışmanın seslerini gizlice kaydetmiş olan ses mühendisi ve o gün salonda bulunan başka kişilerle birlikte dinliyoruz kayıtları. Bugün yaşamayan tartışmacılarınsa hayaletleri etrafta; filminde Reich’ın neden yargılandığını tartışan ve ardından kendisi de bir sinema salonunda yargılanan Makavejev bize muzipçe göz kırpıyor sanki.

Goran Radovanović ile devlet sansürü, sinema salonlarını tektipleştiren ve ticari olmayana yer tanımayan sermayenin dolaylı sansürü ve sinema salonunun kolektif düşünme ve tartışma alanı olarak potansiyeli üzerine geçtiğimiz Rotterdam Film Festivali’nde (Şubat 2020) söyleşmiştik.

Sinemaların mültiplekslere dönüşüyor olması bizim için bir hayli güncel ve önemli bir konu. Filme Tito heykelini bir mültiplekse çevrilmiş sinema salonuna taşıyarak başlıyorsunuz. Bu başlangıç bize ne anlatıyor?

Sinemanın artık kültürdense eğlence anlamına geliyor olması çok üzücü. Eskinin mükemmel sanat sineması salonlarının şimdi alışveriş merkezlerine dönüşüyor olması gerçekten korkunç. Filmde, Novi Sad sinema salonunun 40-50 yıl önceki halini yeniden yaratmak istedim. O zaman salonlar çok daha büyüktü ve ortak seyir deneyimi bence iletişimde bir devrim niteliğindeydi. Sözde kolektif dijital mekânlarda böyle bir deneyim mümkün değil. Filmin ana katmanlarından bir tanesi bu.

Baskıcı ve muhafazakâr fikirler sıklıkla dillendiriliyor tartışma esnasında ve Makavejev’in filmi de nihayetinde Yugoslavya’da yasaklanıyor. Ama bir yandan da bu tartışmanın olabiliyor olması, o dönemde sinema salonunun politik bir mekân olduğunu da gösteriyor diyebilir miyiz?

Bunu mümkün kılan komünizm aslında. Lenin komünizmi sinema üzerinden gerçekleşen elektriklenme olarak tanımlamıştı. Bu yüzden film medyumu Rusya’da her zaman çok popüler oldu ve devrimden sonra da çok ilerleme kaydetti. Filmin iletişim kurma ve propaganda yapma potansiyelinin gayet iyi farkındaydılar. Sinema fiziksel, zihinsel ve sanatsal bir mekân ve bu alanlar artık tehdit altında.

Bu gelişmeleri kapitalizme has sansür biçimleri olarak tanımlar mıydınız?

Evet aynen öyle. Belki film yapabiliyorum özgürce ama onu gösterecek yerim yok! Özellikle de benim gibi ticari olmayan sıkıcı filmler yapan bir yönetmen için durum bu. Bu anlamda sanata ve bilgiye değer verilen kolektif komünist ruh, 60-70’lerin Yugoslavya’sındaki sinema coşkusu çok uzaklarda kaldı. O zamanlar yönetmenler, sanatçılar istediklerini yapmakta özgürdü ve bunun için para bulmakta zorlanmıyorlardı. Aslında filmimdeki bir diğer katman da bu; bu ‘sansüre rağmen özgürlük’ ortamını hatırlamak.

Makavejev ve Milena Dravic, W.R.‘in çekimlerinde.

Sırbistan’daki eski sinema salonlarının şu andaki durum ne? Burada, Rotterdam’da da, eylemcilerin işgal ettiği Belgrad’ın Zvezda sineması üzerine Okupirani bioskop (2018) adlı film gösteriliyor…

Belgrad’ın merkezinde özelleştirilmiş ticari bir mekâna dönüştürmek istenen bir sinema bu. Çok sayıda sinema kapandı son dönemde. Bu cephede savaşı kaybettik sanırım.

1970’lerde rejimin sansürü gerekçelendirmek için temel argümanı Kara Dalga yönetmenlerinin mevcut özgürlük alanını suiistimal etmeleriydi. Siz nasıl bakıyorsunuz o döneme?

Evet, gerçekten de sistem sanatçılara sistemi eleştirmeleri için para veriyor gibiydi. Bu yüzden de Komünist Parti, Kara Dalga üzerinde sansür uygulamaya başladı ve Beyaz Dalga yaratma çabasına girdi. 70’lerin sonu, 80’lerin başında ‘Prag öğrencileri’ olarak bilinen yönetmenler sosyal eleştiri içeren ama politik, ideolojik argümanlar içermeyen filmler yapmaya başladılar. İşsizlik, misafir işçiler gibi meselelere odaklanan duygusal hikâyelerdi bunlar. Makavejev’in yaptığı gibi cesur bir ideolojik sorgulamadan uzak duruyorlardı.

Hem Makavejev hem de Reich için kadın cinsel özgürleşmesi temel meselelerinden biriyken, “mahkeme”de bir sinema dolusu erkek özgürleşmenin ne olup ne olmadığını konuşuyor. Bu hikâyedeki kadınlar nerede?

Aslında fotoğraflara bakınca o gün o salonda kadınlar da olduğunu görüyoruz. Ama sahneye çıkıp konuşma yapmamışlar.

Filmi çekerken Makavejev’in ironik belgeseli Korumasız Masumiyet (Nevinost bez zastite, 1968) var mıydı aklınızda?

Benim için çok büyük ilham kaynağıdır o film; ulusal stereotipler, arketiplerle eleştirel bir şekilde uğraşır. Aynı Korumasız Masumiyet’teki gibi belgesel ve kurmacayı karıştırmayı çok seviyorum. The Makavejev Case…’de de bunu yapıyorum, aslında filmde üç paralel zaman var. Birincisi mültipleks içindeki sinema salonunda ve sokaklardaki şimdiki zaman. İkincisi ses kayıtları ile gittiğimiz geçmiş. Üçüncüsü ise W.R.: Organizmanın Sırları filminin kendi zamanı.

Belgeselde W.R.‘in Başrol Oyuncusu Milena Dravic de yer alıyor.

Bugünden baktığınızda Makavejev’in çektiği provokatif filmler hakkında ve W.R.: Organizmanın Sırları’yla ilgili yapılan söz konusu tartışma hakkında ne düşünüyorsunuz?

O tartışmada insanların meseleye çok siyah-beyaz baktıklarını düşünüyorum. Makavejev bir komünist. Sonsuzluğa inanmıyor. Geçmişe yönelik bir ilgisi yok. Benim için geçmiş (Yahudilik, İslam ve Hıristiyan kültürleri vb.) büyük bir ilham kaynağı. Oysa filmde seslerini duyduğumuz insanlar ‘ya faşizm ya komünizm’ gibi bakıyorlar meseleye. Bir ikilik var bakışlarında: Ya beden ya ruh. Oysa bana göre bir de spiritüalizm var. Açık konuşmak gerekirse, Makavejev’in filmlerinin daha çok Soğuk Savaş dönemine has bir ilgi çekicilik taşıdığını düşünüyorum. Gorilla Bathes at Noon’u (1963) Berlin’de çektiğinde 60 yaşındaydı Makavejev. Kendisiyle ilk kez o zaman tanışmıştık. O filmle ilgili araştırma yapıyordu ve Berlin’den geldiğimi bildiği için bana şöyle sordu: “Berlin’de bir botta yaşayan çılgın insanlar tanıyor musun?” (gülüyor) Ben öyle şeyler hiç bilmem diye cevap verdim. Şuraya gelmek istiyorum: Komünizm çöktükten sonra Makavejev içeriksiz kaldı. 60’lı yaşlarındaydı ve yaratıcılığını besleyen kaynaktan mahrum kalmıştı. Kendi fikirlerini tekrar etmeye başladı. Kara Dalga’nın filmleri ilginçti çünkü devlet eliyle komünizmin stereotiplerini alaşağı ediyorlardı. Ama bir yandan da bunu devletten para alarak yapıyorlardı. Makavejev kendisi bir Komünist Parti üyesiydi. Bana devlet kaynaklarından faydalanırken bir yandan da özgür düşünceyi savunduğunu iddia etmek hep ters gelmiştir. Kara Dalga filmlerinin gücü, Komünist Parti’nin tabu ve kurallarını devirmelerinde yatıyordu. Çünkü o zamanki film modellerinin, propaganda filminin, partizan filmlerin, devrim filmi şablonlarının dışına çıkıyorlardı. Makavejev, İkinci Dünya Savaşı’ndaki katliamlardan bahsediyordu, insanların Yugoslavya’da eşit olmadığından, yolsuzluktan bahsediyordu… Ama Kara Dalga yönetmenleri temelde dünyaya Marksizm’in, komünist modelin perspektifinden bakıyorlardı, farklı bir bakış açısından yaklaşmayı denemiyorlardı. Bana kalırsa Makavejev’in en iyi filmleri ilk dönemde çektikleridir, İnsan Kuş Değildir (Covek nije tica, 1965) ve Ljubavni slucaj ili tragedija sluzbenice P.T.T., 1967 vb. Çünkü özellikle bu filmlerde komünist sistemde yasaklanmış bir konu olan cinsellikle ilgileniyordu Makavejev.

Makavejev, W.R.: Organizmanın Sırları sansürün tartışma nesnesi haline geldikten sonra hemen ayrıldı mı Yugoslavya’dan?

Makavejev aslında sınır dışı edilmedi. Esasında muhalifi oynadı diyebiliriz. Ülkeden kovulmasına dair resmî bir belge yok. Bu olaydan sonra iki yıl daha Yugoslavya’da kaldı. Ama sonraki projesi Sweet Movie’ye (1974) daha o zamanda başlamış, Sırp bir yapımcı bulmuştu bile. Sorun şuydu: W.R.: Organizmanın Sırları’nı izleyen Ruslar Tito’yu arayıp “bizimle dalga geçmişsiniz” diyor, “kim bu Makavejev?” diye hesap soruyorlardı. Bunun üzerine Makavejev ülkede özgürce çalışamadığı, sınır dışı edilmek istediği vb. iddia etti, muhalif kartını oynadı. Evet tabii ki Makavejev için pek dostane bir ortam değildi. Ama ne bekliyordu ki? Hem komünist devletten para alacaksın hem de W.R.: Organizmanın Sırları’nda olduğu kadar sınırları zorlayacaksın…

Filmden sonraki söyleşide Miloşeviç zamanında kültür sanat ile ilgilenilmediğini söylüyordunuz. Bugünün Türkiye’sinde de eski tip bir sansürdense, her an işletilebilecek bir ceza mekanizmasının gölgesi var. Bu yüzden de otosansür yaygınlaştı. Sırbistan’da Miloşeviç dönemi ile bugünkü durum arasında, kültüre yaklaşım anlamında bir değişiklik var mı?

Türkiye büyük bir ekonomik güç. Oysa biz Miloşeviç döneminde ambargo altındaydık. Evlerimizi ısıtamıyorduk, savaş zamanı gibiydi. Bu dönemde iktidar için televizyonu kontrol etmek çok önemliydi, her akşam 8’de haberler olmalıydı. Şimdi artık internet var neyse ki. Bugünün sinemasına gelirsek, Sırbistan’da şu anda bazı genç yönetmenler festivallerin kırmızı halısı için film yapıyorlar bana kalırsa; Batı’nın ilginç bulabileceğini düşündükleri sosyal meselelerin peşinden gidiyorlar. Bazı ülkeler bu anlamda daha popüler oluyor, artık biz değil Ukrayna daha ilginç mesela. Ya da şu virüs yüzünden Çin belki de! Kara Dalga filmlerindeki bağımsızlığı ve eleştirelliği özlüyor insan.