Şu An Okunan
Güliz Sağlam ve Feryal Saygılıgil: Kadın Direniş Arşivi

Güliz Sağlam ve Feryal Saygılıgil: Kadın Direniş Arşivi

Söyleşi: Senem Aytaç
Fotoğraf: Furkan Üstel

Şubat ayında Altyazı Sinema Derneği’nde Güliz Sağlam’ın Ahmet Uluçay belgeseli Tepecik Hayal Okulu’nun (2014) ve serbest bölgede çalışan kadınların hayatlarını Feryal Saygılıgil ile birlikte belgeledikleri Bölge’nin (2010) gösterimlerini gerçekleştirdik. Film gösterimlerinin ardından Güliz Sağlam ve Feryal Saygılıgil kadın emeğinin ve direnişlerinin yakın tarihinin kaydını tutan çalışmaları üzerine konuştular. DESA direnişine odaklanan Kafesteki Kuş Gibiydik (2009), Novamed direnişini belgeleyen Kadınlar Grevde (2010) gibi filmlerinden ve Barış İçin Kadın Girişimi’nin Cizre ve Silopi ziyaretinde, orada yaşayan kadınların tanıklıklarını anlatan Kadınlar Cizre ve Silopi’yi Anlatıyor (2015) videosundan parçalar izlediğimiz söyleşide adı geçen filmlere çevrimiçi olarak ulaşmak mümkün.* Güliz Sağlam’ın “bunlar aktivizm filmleri aslına bakarsanız, ne kadar çok insana ulaşırsa o kadar iyi” dediği ve eylemlerin içinden üretilen bu filmler, aynı zamanda Türkiye yakın tarihindeki kadın direnişlerinin arşivini tutuyor.

Feryal Saygılıgil ile beraber gerçekleştirdiğiniz Bölge filmiyle başlayalım. Belgeselin hayat bulma sürecinden bahseder misiniz?
Güliz Sağlam: Feryal ile Filmmor Kadın Kooperatifi’ndeyken tanıştık, 2000’lerin başında yolumuz orada kesişti. 2006 yılında Novamed Grevi başlamıştı, feministlerin kadın emeğiyle birebir teması da öyle başladı denebilir. Antalya Serbest Bölge’de Fresenius Medical Care isimli Almanya merkezli çokuluslu şirkete bağlı Novamed fabrikasında kadın işçilerin grevi vardı. Bu grev ikimizin de ilgisini çekmişti ve hep emek meselesiyle, özellikle kadın emeği konusuyla ilgili bir şeyler yapmak istiyorduk. Benim bu filmlerden önce 2003’te çektiğim bir belgesel filmim vardı, Li Durî Malê (Evden Uzakta). O filmden sonra ekonomik nedenlerden dolayı yönetmen yardımcılığına devam etmek zorunda kalmıştım, aynı zamanda Filmmor’da gönüllü çalışıyordum. Novamed grevi gündeme gelince Feryal’le neler olup neler bitiyor araştırmak istedik. Serbest Bölge’nin ne olduğunu da bilmiyorduk o zaman zaten. Araştırdıkça öğrendik ki, dış ticaret, vergi ve gümrük mevzuatı açısından gümrük hattının dışında sayılan, vergi muafiyeti uygulanan bölgeler bunlar. Dışarıdan giriş çıkış da kolay değil, hattâ sokaktakilere sorunca etrafında mitler de oluştuğunu görüyorsunuz. Kadın işçilerin daha ağırlıklı olarak çalıştığına dair bazı duyumlarımız vardı.

Feryal doktora tezinde bu konuyu çalışmaya karar vermiş ve araştırmaya başlamıştı. Kültür Bakanlığı’na başvurduk, Türkiye’de Kadın Emeği ve Serbest Bölge üzerine bir belgesel film yapıyoruz diye ve az da olsa bir destek aldık hakikaten. Çok şaşırdık ve hemen bir bilgisayar ile bir kamera edindik. En azından üretim araçlarımız elimizde olsun dedik. O sayede yapabildik aslında bu filmleri, kimseden kamera istemek zorunda kalmadan. Kurguyu da yapa yapa öğrendik. Çok acemice oldu önceleri ama deneye yanıla öğrendik her şeyi… Bizim için içerik biçimden daha önemliydi. Parçası olduğumuz bir durumu kayıt altına alıyorduk. Asıl meselemiz kadınların tarihinin, gündeminin belgelenmiyor oluşuydu, bu eksikliğinin giderilmesiydi. Hep buradan yola çıktık. Filmmor dönemimizde de, Türkiye’deki tüm kadın eylemleri, direnişleri takip ediliyordu. O yıl olanlarla ilgili Mor Gündem başlığı altında uzunca bir video yapılıyordu. Kadınların eylemi mi var hemen gidiyor kaydediyorduk. Orada biz aslında bir çeşit video-aktivizm yapıyormuşuz, bilmiyordum ben o zaman bu şekilde tanımlandığını.

Feryal Saygılıgil: Emine Arslan’ın DESA direnişi bir çıkış noktasıydı hepimiz için. Tek başına bir kadın, bir seneye yakın bir süre, bir minibüsün içerisinde direniyor. Bu olağanüstü bir durum. Çok hareketli bir dönem ve bir yandan bizim de, tüm bu grevlerle birlikte kendimizi feminist olarak da daha iyi anlamaya başladığımız bir dönem. Esas olan, orada kadınların emeklerine, bedenlerine, kimliklerine dokunuluyor ve onlar bunu dile getiriyorlar. Birlikte olmalıyız, yapacak başka bir şey yok, diyerek bunları tartışmaya başladığımız bir dönem. Bir yandan da şansımız; Necla Akgökçe arkadaşımız Petrol-İş Kadın Dergisi’nin editörü ve onunla sürekli iletişim halindeyiz. Filmmor sayesinde Güliz’le birbirimizi bulmuşuz. O belgeselci, kamera kullanıyor; ben de merak ediyorum ve içinde olmak istiyorum, araştırıyorum. Fazla düşünmedik. Bir şey yapılması gerekiyor, elimizde malzememiz var ve belgelememiz gerekiyor diyerek çıktık yola, Antalya’ya gittik. Grev çadırını ziyaret ettik, sendika bürosuna gittik, grevdeki kadınlarla tanıştık, konuştuk. Sonra dedik ki, biz bu işin peşini bırakmamalıyız. Bir keşifti aslında bu bizim için, aylarca süren hem öğrenme hem anlama hem de birbirimizi tanıma süreciydi. Kolektif bir ürün çıktı ortaya. Bizim açımızdan feminist bir iş çıkarmak için de çok önemli bir deneyimdi.

Bölge’de (2010), serbest bölgenin kadın işçileri çalışma koşullarını anlatıyor.

G.S. Bütün bu direnişler, Emine Arslan’ın DESA direnişi, Novamed’de kadınların grevi, 2006-2010 yılları arasında oldu. 2008 yılında Filmmor’dan ayrıldık ama her şeyi kaydetmeye devam ettik. O eylemlilik dönemi içinden çıkan aktivist filmler bunlar. Hem Desa direnişiyle hem de Novamed greviyle dayanışmak için oluşan kadın platformlarının içindeydik zaten; yapılan kampanya ve eylemleri belgeliyorduk. Bunlardan bir film çıkar mı, çıkmaz mı diye çok düşünmeden, belgelemek amacıyla yaptık bu filmleri. O zaman tabii sosyal medya da bugünkü gibi değil, çekip hemen bir yerlere yükleyip yaygınlaştıramıyorduk. Toplu gösterimler düzenleniyordu; mesela DESA Direnişiyle Dayanışma Gösterimleri gibi, filmler sendikalarda ya da birtakım dayanışma grupları aracılığıyla gösteriliyordu. Şimdi bakıyorum da 2005-2012 arasında ne kadar çok direniş ve grev var fabrikalar ve işyerlerinde. Kafesteki Kuş Gibiydik filminin sonunda, o dönem devam eden direniş ve grevlerin hepsini yazmıştık, upuzun bir listeydi.

Bölge’nin çekimlerini tek seferde mi gerçekleştirdiniz, yoksa gidip geldiniz mi?
G.S. Bu süreçte, işçi kadınlarla istediğimiz kadar uzun vakit geçiremedik aslında. Her şey hızlı oluyordu. Farklı şehirde olanlarla önce telefonda tanışıyorduk. “Böyle bir şey yapıyoruz, sizinle de görüşmek istiyoruz” diyorduk. “Tabii, buyurun” diyorlardı hemen, “Benim vardiyam şu gün.” Yani vardiya saatlerine, izin günlerine göre ayarlayıp, evlerine gidip sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi bir samimiyetle konuşup, çekim yapıyorduk. Onların evde bulunabildikleri zamana göre ayarlıyorduk her şeyi, bu da çok kısıtlı bir zamandı.

F.S. Evlerini açıyorlar, sofralarını paylaşıyorlardı bizimle. O anda nasıl yaşıyorlarsa, ne yapıyorlarsa biz de hemen ona dâhil oluyorduk.

(Bir izleyiciden soru geliyor.)

Röportaj yaptığınız kadınlarla nasıl iletişime geçtiniz?
G.S. Farklı şehirde yaşayanlarla Petrol-İş ya da Birleşik Metal-İş gibi sendikalar ve orada yaşayan tanıdıklarımız aracılığıyla iletişime geçiyorduk. Mesela Mersin’de yaşayan kadınlarla bir arkadaşımızın orada yaşayan bir arkadaşı aracılığıyla tanıştık. İzmir’de Birleşik Metal-İş sendikası üzerinden tanıştık kadınlarla. Önce sendikada buluştuk ve yapmak istediğimiz filmi anlattık onlara. Ertesi gün de evlerine gidip çekim yaptık.

F.S. En ilginç hikâye Tuzla Serbest Bölge’de çalışan işçiyle tanışmamız oldu. Kendisiyle hâlâ görüşüyor zaman zaman toplantılarda karşılaşıyoruz. Tuzla’da, Limter-İş’e gittik, oradaki işçilere Tuzla Serbest Bölge’de çalışan tanıdıkları var mı diye sorduğumuzda, bize o akşam bir işçi arkadaşlarının düğünü olduğunu, çoğunlukla civardaki işçilerin geleceğini ve birlikte gidip anons yaparsak bulabileceğimizi söylediler. Gittik, anons yapıldı; bir belgesel film için serbest bölgede çalışan işçi arıyoruz, diye. Sonra Fikriye’nin kardeşi geldi, dedi ki, benim ablam orada çalışıyor ve sizi tanıştırabilirim. Fikriye’yle öyle tanıştık.

G.S. Bir de tanıdığımız, tanıştığımız bazı kadınlarla birlikte onların tanıdıkları işçi kadınların evlerine gidiyorduk. Bayağı kapı kapı gezdik aslında Tuzla’da.

F.S. Gerçekten kapı kapı gezdik. Gece vardiyasından gelmiş insanlar bizi buyur edip ne yapmak istediğimizi dinliyorlardı. Bazıları yemeklerini paylaştı, bazıları da tam yatmadan önce bize vakit ayırdı, tanıdıkları varsa bağlantı kurmamızda yardımcı oldu. Bizim başka çekincelerimiz de vardı, tahmin edersiniz. Özellikle yüz gösterme meselesine ilişkin, çünkü işlerini kaybetme riski olabilirdi. Nasıl yapabiliriz diye düşünüyorduk. Karartarak göstermek filan da istemiyorduk. Başka bir anlatıcı sesi kullanmak zaten feminist olarak hiç tercih etmediğimiz bir üslup. Kadınlar siz böyle bir şey yapmak istiyorsanız, tabii ki konuşuruz, yaşadıklarımızı anlatmak isteriz dediler.

“Gerçekten kapı kapı gezdik. Gece vardiyasından gelmiş insanlar bizi buyur edip ne yapmak istediğimizi dinliyorlardı.”

G.S. Zaten duyulmasını istiyoruz buradaki ağır koşulların; keşke her yerde yayınlansa, duyulsa diyorlardı. Bu da bize cesaret verdi.

Başına bir dert gelen oldu mu peki sonrasında?
G.S. Bildiğimiz kadarıyla olmadı. Biz bu on yıl boyunca buradaki kadınların çoğuyla iletişimimizi sürdürdük. Film gösterimlerine geldiler, kendileri gösterim organize ettiler. Fikriye, “Ben sendikalı olmak için mücadele ediyorum,” diyor ya Bölge filminde, o da birkaç yıl sonra sendika üyesi oldu. Sonra sendikalı olduğu için yasaya aykırı bir şekilde işten atıldı. Tuzla Serbest Bölge’nin önünde bir süre direniş çadırı kuruldu ve orada sendikal hakları için mücadele etti. O zaman da gidip arada çekim yapıyorduk.

F.S. Sonra, başka bir fabrikada çalıştı uzun süre, orada da benzer şeyler başına geldi. Yani hep sendikal hakları için mücadele etmeye devam ediyor. Şimdi ortak bir şeyler yapma planlarımız var birlikte, çünkü artık yazmak çizmek de istiyor. İnadı ve isyanı hiç bitmiyor, hiç vazgeçmiyor.

Filmdeki herkes kendini ne kadar iyi ifade ediyor. Bu çok etkileyici Bölge’de.
G.S. Biz de fark ettik. Herkes bize “Ne kadar güzel konuşuyorlar” diyordu, sanki kadın ve işçi olunca konuşamazlarmış gibi… Kadınlar çok iyi şekilde ifade ediyorlar kendilerini, yeter ki konuşma imkânı olsun, sözleri kesilmesin, kulak verilsin.

F.S. Fark ettiyseniz Bölge’deki kadınlarının çoğunun bir de çocuğu var. Görünmeyen emeği de olduğunca vermeye çalıştık, ev işleri, çocuklarıyla olan ilişkileri… Çocuklar hep annelerinin, kadınların etrafındalar. Erkekler gerçekten yok; yoktular ortada. “Niye her şeyi sen düşünüp planlamak zorundasın?” sorusu akla geliyor tabii bu durumda. Ücretli işte çalışsa da çalışmasa da evdeki işlerin sorumluluğu, çocukların bakımı da hâlâ hep kadınların üzerinde.

G.S. İsterseniz, Kafesteki Kuş Gibiydik filminden bir bölümü izleyelim şimdi. Sefaköy’de DESA deri fabrikası var, Deri-İş Sendikası da fabrikaya girmeye, işçilere ulaşmaya çalışıyor. Emine Arslan orada işçi, sendikalı oluyor ve işten atılıyor. O da diyor ki işime dönene kadar fabrikanın önünde oturacağım. Onun hikâyesi. 2008’de çektik, 2009’da ilk olarak İşçi Filmleri Festivali’nde gösterildi. Filmi internetten izlemek mümkün bu arada. Ne kadar çok kişi izlerse o kadar iyi.

Buradan biraz senin çalışma biçimine de geçsek mi Güliz? Hem tek başına hem de örgütlülük içinde üretiyorsun…
G.S. Biraz kendiliğinden oldu aslında benim için; çok öyle planlayarak gelişmedi yani. Zaten hep sinema yapmak istiyordum ama çok büyük ideallerdi bunlar, çok yüksek beklentilerle başladım işe. Üniversiteden sonra çeşitli sinema filmlerinde reji asistanı olarak çalıştım. Bir on yıl kadar yaptım. Zaten öyle tanıştım aslında emek sömürüsü, kadınlık durumu, ezme ezilme biçimleri vs. Benim için her şey sinema alanında çalışırken görünür oldu. Başına gele gele her şeyi öğrenmeye başlıyorsun, bilinçleniyorsun. Sonra feminizmle tanıştım, birçok şeyi onunla anlamlandırdım. Bunların sadece benim başıma gelmediğini, sistematik bir durum olduğunu anladım; patriarkal kapitalizmi birebir deneyimledim, diyelim. Ondan sonra bir dönem Filmmor Kadın Kooperatifi’ndeydik; hem Kadın Filmleri Festivali’ni yapıyorduk hem de filmler üretiyorduk. Feryal’le birlikte oradan ayrılmak durumunda kaldıktan sonra Kafesteki Kuş Gibiydik, Kadınlar Grevde ve Bölge’yi yaptık. Arada başka filmler de oldu. Sonra, özellikle Gezi direnişi döneminde yine kolektif bir oluşum içindeydim, orada da videolar üretiyorduk. Gezi’den sonra birkaç kadın kopamadık birbirimizden ve devam ettik kadın eylemlerini çekmeye, videolar üretmeye. Sonra Barış İçin Kadın Girişimi süreci var. Barış İçin Kadın Girişimi, 1990’lı yıllardan itibaren çeşitli zamanlarda kadın barış gruplarında bir araya gelen kadınlar tarafından, erkek egemenliğine ve savaşa karşı sürdürülen mücadelenin sonucu olarak 2009 yılında kuruldu. Orada da hep kolektif işler yaptık; konferansları, barış noktası eylemlerini, toplantıları, ziyaretleri hem yazılı olarak hem de görsel olarak belgeledik. Kolektif üretim yapmak daha iyi geliyor bana, danışarak, konuşarak, tartışarak, eylemliliği üretime dönüştürerek. Benim için hâlâ en önemli şey yapabildiğim, yetebildiğim kadarıyla, özellikle içinde bulunduğum oluşumları, kampanyaları, eylemlilikleri belgelemek, görsel kaydını tutmak.

Barış İçin Kadın Girişimi’nin Cizre ziyareti sürecinden bahsedelim mi biraz?
G.S. 8-9 Eylül 2015’te yaklaşık 150 kadın Cizre’ye gittik, dokuz günlük ilk sokağa çıkma yasağı ve yıkımdan sonraydı. Cizre’ye tanıklık ediyoruz demek için gittik, iki gün kaldık orada. Beşer altışar kişilik gruplar olarak evlere dağıldık. İnsanlarla konuştuk, sohbet ettik. Kadınlar dokuz gün boyunca yaşadıkları ablukayı, katliamı, açlığı, kayıplarını, maruz kaldıkları şiddeti anlattılar bize. Tabii çok yoğun bir temas oldu. Türkiye’nin dört bir yanından kadınlar olarak oraya gitmemiz çok önemliydi. Orada da pek çok kadın çekim yaptık. 34 dakikalık bir video çıktı ortaya. Döndükten hemen sonra bir basın toplantısı yaptık ve tanıklıkların yer aldığı videoyu gösterdik. Bir sonuç bildirgesi de yazıldı orada neler gördüğümüze, yaşadığımıza dair. 11 Ekim’de büyük bir konferans yapacaktık Barış İçin Kadın Girişimi olarak. Fakat bir gün öncesinde maalesef 10 Ekim katliamı oldu, dolayısıyla konferansı erteledik. Tabii süreç daha da ağırlaşarak devam etti. 2016 Şubat’ta bu sefer Diyarbakır’a gittik, o da bir günlük bir ziyaretti. Fakat bu kez artık mahallelere gitme imkânı yoktu, her taraf kapalıydı. Sur’da çatışmalar devam ediyordu, bomba sesleri altında bir kadın buluşması gerçekleştirmiştik. Barış İçin Kadın Girişimi sayfasında tüm röportaj ve videolara ulaşılabiliyor. Bu videolarda gördüğümüz, konuştuğumuz kadınlardan bazılarını kaybettik maalesef… Orada yanarak öldüler, onu durduramadık, engel olamadık. Hepimizin gözü önünde oldu her şey. Tanıklığımızı bu şekilde belgeledik.

Arşiv olarak da çok önemli hepsi. Yedekleri var değil mi bir yerlerde?
G.S. Ya işte bizim en büyük sorunlarımızdan biri de arşivleme, depolama, güvenli bir şekilde saklama. Artıkişler Kolektifi’nin buradaki etkinliğinde arkadaşlarımız da bahsetmişlerdir. Özellikle Oktay İnce arkadaşımızın evine yapılan polis baskınında hem kişisel hem kolektife ait arşivinin yer aldığı hard disk’lerine el koyuldu. Defalarca kez başvuru yapmasına, talep etmesine rağmen hâlâ geri vermediler. Böyle bir sorun yaşıyoruz, belgeleyelim, kaydedelim diyoruz. Sonra bir anda bir baskın oluyor, hukuk dışı bir şekilde hepsini alıp götürebiliyorlar ve elinizde hiçbir şey kalmıyor. Bu sadece kişisel bir mesele değil, toplumsal hafızanın yok olmasına yol açan bir hak ihlâli aynı zamanda. Dolayısıyla yedekleme işin çok önemli bir parçası gerçekten ve hiç bitmeyen bir süreç. Arşivlerimizi güven içinde saklayacağımız, paylaşacağımız oluşumlar gerekiyor.

* Güliz Sağlam’ın Vimeo sayfasından filmlere erişilebilir.